İnfial
04 Mar 2016 09:36 Son Güncelleme: 23 Kas 2018 18:23

Mustafa Koç “Öldürülmüş” olabilir mi?..

Medyaradar medya-siyaset analisti Atilla Akar, işadamı Mustafa Koç’un ölümüne dair ortaya atılan “Öldü mü, öldürüldü mü?” tartışmasını analiz etti…

Bazen kendime çok kızıyorum. “Neden?..” derseniz cevabı çok basit. Çünkü aklıma gelen konuları, zaten kafamda sorduğum soruları sıcağı sıcağına yazıya dökmüyorum da ondan. Sonra başkaları yazıyor ve ben gazetecilik tabiriyle “atlatılmış” oluyorum. Artık üşengeçlikten mi, pısırıklıktan mı yoksa sadece artık bu konulardan bezmiş ve “işte bakın bir komplo teorisyeni daha” diye etiketlenmekten bıkmış olmamdan dolayı mı bilmem. Üstelik doğrudan ilgi alanıma girmeyen konular olsa yahut aklım basmasa anlayacağım. Neredeyse bir kompleks oluşacak bende!
 
Nitekim bu kez de öyle oldu. Yeni Söz Gazetesi Yayın Yönetmeni ve yazarı Kemal Özer 02.03.2016. tarihli ve “Koç ailesi neden sessiz?” başlıklı bir yazı yazıp konuyu gündeme getirdi. (Aslında konuyu ilk kez 02.06.2016 tarihli “Mustafa Koç Sahi Öldü mü, Yoksa…” başlıklı yazısında ele almıştı. Tabii Doğan Kasadolu’nun ilginç çıkışını da unutmamak lâzım.) Özer, Koç’un Erdoğan’la “Milli Tank Projesi”ni konuşmasının hemen ardından ölümüne dikkat çekiyordu. Yeterli mi ya da doğru mu bilmem ama anlamlı bir nokta. Kendisini tebrik ederim. Bazı noktalara katılmasam da bence isabetli sorular sormuş ve esaslı bir mantık yürütmüş. Bu konularda soru sormak hiç sormamaktan her daim evladır.

Yoksa “Zaten bypass ameliyatı olmuştu, üç damarı değişmişti, kiloları için tüp mide operasyonu geçirmişti, sabah sporu yapıyordu, mevsimde kıştı, vb…” gibi ancak “sıradan” ve “ahmak” insanları tatmin edecek cevaplara kapılırız.(Bilemiyorum; aile cenaze öncesi gizlice de olsa bir “otopsi” yaptırdı mı? Yahut  kan ve muhtelif vücut sıvısı, dokuları, vb örnekleri alındı mı? Her ihtimal yeterince hesaba katıldı mı? “Aykırı” bir şey göze çarptı mı? Yoksa “standart” prosedür ve bakışlarla yetinildi mi? Sonuçta VKV Amerikan Hastanesi kendi hastaneleri istediklerini rahatça yaparlar herhalde. Yapmamışlarsa hata etmişlerdir.) Olay gerçekten yansıtıldığı gibi olmuş olsa bile bizim soru sormamızı ve şüphe duymamızı engellememeli. Mantık bunu emrediyor!

Elbette benim de kafamda Mustafa Koç’un ölüm haberini daha ilk duyduğumda bir “acaba?” sorusu doğmuş ancak olayın henüz çok erken olması ve ortada “yeter veri” olmamasından dolayı beklemeyi tercih etmiştim. Ardından son zamanlarda kapitalizm eleştirileri ile dikkat çeken (Mustafa Koç’un Bilderberg’in “Türkiye Daimi Temsilcisi” olması da akla kimi soruları doğal olarak üşüştürüyordu zaten.)  kardeşi Ali Koç’un Fransa’nın ünlü kayak merkezi Courchevel’de kaza geçirmesi ve omzunu kırması olayı “acaba?” mı daha bir derinleştirdi. (3 Şubat’ta Koç’ların yüzde 80 sahibi oldukları Tüpraş Rafineri’sindeki yangını da saymalı mı bilmem?) İçten içe “Hayrola, bu aileye ne oluyor böyle?” desem bile gene de ”kaza geliyorum demez” deyişine sığındım. Fakat açıkçası fena halde de kıllandım!

NASIL BİR ÜLKEDE VE DÜNYADA YAŞADIĞIMIZIN FARKINDA MIYIZ?

Neyse; herkesin bir “takıntısı” vardır. Benimkisi de “Suikastlar” konusu. Sırf bu konuda üç ayrı kitabım var. Ancak içlerinden birisi “Gizli Suikastlar / Şüpheli Ölümler” (Profil Y. 2009) doğrudan bu konuya ayrılmış durumda. Türkiye’de 42 olayın “şüpheli” ve “soru işaretleri taşıdığını ileri sürerken bunların teknik arka planı ve tarihsel örneklerini vermeye çalıştım. Bu ülkede kaza, (araba, uçak, helikopter, vb) kalp krizi, hastalık, intihar, zehirleme ve muhtelif farmakolojik yüklemelerle “normal ölüm” süsü verilmiş o kadar çok vaka vardı ki. Ancak “Bakmasını bilen” görür!

Ki, bana göre politikacılar, asker ve sivil bürokratlar, emniyet ve istihbarat elemanları, bilim insanları ve tabii ki büyük işadamları “konjonktüre” ve uğraş alanlarına göre dönem dönem hedef olabiliyorlardı. (Nitekim kitabımda rahmetli Sakıp Sabancı’nın ani ölümüne dair de kuşkularımı paylaşmıştım) Ancak ispatı kolay kolay mümkün olmadığından veya örtbas edilip yahut çok sınırlı bir çevre ile paylaşıldığından bunlar çoğunlukla açığa çıkarılamıyordu. (Kaldı ki “açık”, ortada, alenen işlenenler bile çözülemiyordu.) Bu konuda bir ara “ironik” olarak söylediğim gibi temel ilke şu olmalıydı; “Oldu da bu tarz birinin başına bir kedinin kuyruğu takılıp balkondan saksı düşüp kazayla ölse bile o kediden de saksıdan da şüphelenilmelidir.”

VIP İNSANLAR RİSK ALTINDADIR!

Ne yazık ki durum bu derece ortadayken Türkiye’nin siyasi-ekonomik elitleri halen nasıl bir ortamda yaşadıklarının farkında değilmişe benziyorlar. (İş sahaları, projeleri ve devletle ilişkilerine, dünyaya açılmalarına, vb göre söz konusu risk artmaktadır) Anlaşılan devlet veya bu şirketlerin “güvenlik”ten sorumlu birimleri de aynı konuda ya “uyarıcı” görevlerini tam yapmamakta ya da sallama “standart güvenlik önlemleri”yle yetinmektedirler. (Bilgisizlik ve perspektifsizlikten olabilir mi acaba?) İşin komiği en saçma sapan konularda bile “brifingler” alan, danışmanlar tutan bu insanlar nedense bu konuda kıllarını kıpırdatmamaktadırlar. Halbuki başlarına hiçbir şey gelmese bile bu konularda “bilgili” ve uyanık olmak zorundadırlar!

Çünkü konu artık onların sadece “kişisel güvenliği” meselesi olmaktan çoktan çıkmış ve tamamen “ülke güvenliği meselesi” haline gelmiştir. (Ülkenin VIP insanları maalesef VIP olmaktan sadece uçaklarda, havaalanlarındaki VIP mevkileri anlıyorlar herhalde. Ayrıca bir “VIP bilinçleri” yoktur!)  Ancak onlar –nedense-  halen tuhaf bir aymazlık ve rahatlık içindedirler. Gene Sherlock Holmes’lüğüm tuttu, şayet isterlerse bu konumdaki insanlara “brifing” verebilirim!

BAZI ÖLÜMLER “ÖZEL” ÖLÜMLERDİR!..

Hiç şüphesiz herkes her şekilde ölebilir. İster doğal nedenlerle ister doğal olmayan yollarla. Ancak bazı insanların ölümü diğerlerine oranla kimi “özel sorular”ı hak eder. Çünkü bu insanların kendisi “özel”dir. Çok özel ilişkileri, çok hassas dengeleri, bilinen-bilinmeyen rakipleri, sürtüşmeleri, projeleri, ülke ve dünya konjonktürü içinde bir yerlere oturan duruşları ve aklımıza gelmeyen nedenlerle “hedef” haline gelebilirler. (Acaba aile veya Mustafa Koç olay öncesi bir “tehdit” alıyor muydu veya bir “şantaj”a maruz muydular ?) Açık bir suikastla ortadan kaldırılmaları muhtelif sorunlar yaratacağı için “gizli suikast” yöntemleri kullanılabilir. Bu konuda bir “kesinlik” öne sürülemese bile bir “rezerv düşünce ” olarak hiç akıldan çıkartılmamalıdır. Çıkartılırsa bedeli ağır olabilir!

Sonuç olarak bu konuda –kafamda kimi flu “esintiler” olsa da- bir kesinlik öne süremem. Mustafa Koç illâ “öldürüldü” de diyemem. Ancak belli tarz ölümlere hemen “normal ölüm” demekte bir o kadar “akıl kârı” gelmiyor bana. (Zaten benzeri odakların istediği de bu şekilde düşünülmesi ve kamuoyunda böyle bir kanaatin yerleşmesidir.) Bu tarz olaylar başta devletin sinir merkezleri, istihbarat servisleri, güvenlik kurumları tarafından titizlikle araştırılmalıdır. Aileler de –anlaşılır olsa da- bu konuda duygusal davranmamalıdır.

GÜNÜMÜZÜN DÜNYASI VAHŞİ BİR CANGIL GİBİDİR!

Bu noktada ayrıca ideolojik değerlendirmelere, çeşitli manipülatif yönlendirmelere, şu veya bu yönde önyargılara kapılmadan “gerçeği” aramak (O gerçek bizi yalanlasa bile) temel düstur olmalıdır. Unutulmamalı; tarih boyunca nice padişahları, devlet adamlarını, ileri gelenleri sinsice ortadan kaldıran “gizli suikast” yöntemi günümüzde de geçerlidir. Değişen fazla bir şey yoktur!

Üstelik durum bilimin, farmakolojinin gelişmesiyle çok daha “tehlikeli” bir hale gelmiştir. Günümüzün modern dünyası tüm “medeni” görünümüne rağmen aslında halen “vahşi bir dünya”dır. Onun siyasi-ekonomik-stratejik, vb mücadeleleri içinde insanların nelere maruz kalacağı bilinemez. Suikastı ise sadece bombayla, tüfekle, tabanca ile yapılan bir şey zannedenler ancak aptallardır.

Tekrar ediyorum; başta aile olmak üzere kimseyi incitmek ya da yanıltmak istemem. Ben sadece meraklısı olduğum ve her daim izini sürdüğüm “gizli suikast” olgusuna dair Mustafa Koç olayı özelinde “acaba”mı paylaşıyorum. (Bu konularda soru soranları hemen “paranoyaklık” la ya da “kötü niyetlilik” ile itham etmek abestir. Tersine içinde yaşadığımız dünyaya bakıp da halen “paranoyakça” düşünmeyenin ya da fazla “iyi niyetli” düşünenin aklından şüphe duyarım!) Bir kesinlik ya da iddia ortaya atmıyorum. Atamam da. Ancak bu olayın bir çırpıda es geçilerek bir konu olmaması gerektiğini de düşünüyorum. Gerisini bilemem…

Mustafa Koç’a Allah’tan rahmet ve kederli ailesine başsağlığı diliyorum…

04.03.2016.

atillaakar@gmail.com