Medya
04 Mar 2011 09:42 Son Güncelleme: 23 Kas 2018 12:05

MİLLİYET YAZARLARI NEDİM ŞENER VE DİĞER GÖZALTILARI NASIL YORUMLADI?

Milliyet yazarları mesai arkadaşları Nedim Şener ve diğer gazetecilerin gözaltına alınmasını nasıl yorumladılar

Milliyet Gazetesi köşe yazarları mesai arkadaşları Nedim Şener ve diğer gazetecilerin gözaltına alınmasını işte böyle değerlendirdiler:


TAHA AKYOL / MİLLİYET

Hukuk ve gizli örgüt

ERGENEKON soruşturması kapsamında dün evlerinde arama yapılan ve gözaltına alınanlardan sadece Nedim Şener’i tanırım. Nedim Şener’in “terör örgütü” üyesi olması, ordunun darbe yapacağı bir ortamı hazırlamaya çalışması mümkün değildir.
Hükümete karşıdır ama darbe ve terör yanlısı asla olamaz.
Böyle yakından tanıdığım bir insanın bile bu suçlamalara muhatap olması, Ergenekon soruşturmaları konusunda öteden beri dile getirdiğim “ölçü kaçıyor” kaygısını daha da güçlendirdi: Haklı bir soruşturmada ölçünün kaçırılması kaygısı...
Öbür gazeteci Ahmet Şık, Nokta dergisinde “Darbe Günlükleri”ni yayımlayan ekibin içindeydi. Şimdi darbeci olmuş olabilir mi?

Demokrasinin farkı
Hukukçu olduğum için ancak genel ilkeler açısından bir analiz yapabilirim; zaten elde somut bir olaya ilişkin bilgi yok.
Evvela şunu belirtmeliyim: Herhangi bir hükümeti halkın gözünde yıpratmak, hükümete karşı protestolar yapılmasını sağlamaya çalışmak demokrasilerde suç değildir!
Demokrasilerle otoriter rejimler arasındaki en önemli fark budur zaten.
Hatta demokrasilerde mevcut iktidarı yıpratmak için sivil platformlar, dernekler, organizasyon komiteleri kurmak bile suç değildir.
Ne zaman suç olur?
Şiddete başvurulduğu zaman suç olur.
Hükümeti şiddet kullanarak düşürme amacıyla bir örgütlenme yapıldığı zaman suç olur!
İster ordu eliyle, ister örneklerini çok bildiğimiz silahlı örgütler kurarak, şiddet yoluyla hükümeti ya da anayasal düzeni değiştirmek için örgütlenmek ve “hazırlık eylemleri”ni yapmak suçtur. Günlük dilimizde “darbe suçu” denilen suçun hukuki tanımı budur.

Suçlu gözüyle bakmak!
Ergenekon paketinin içinde “şiddet” ve “hazırlık eylemi” unsurları mevcuttur; bu sebeplerle soruşturma ve dava açılması hukuken elbette doğrudur.
Sorun, her organize muhalif çalışmaya Ergenekon faaliyeti diye bakılmasıdır!
Gazetecilerin durumu daha da kritiktir çünkü onların işi zaten nerede “gizli bilgi” şüphesi varsa üzerine gitmektir. Nedim Şener’in bütün yayınları bu niteliktedir, hiçbirinde “darbeye hazırlık” veya “terör örgütüne üyelik” şüphesi yaratacak bir içerik yoktur.
İşi araştırma olan herhangi bir gazeteciyi “gizli bilgiler edindi... Bilgisayarında gizli bilgiler bulundu” diye suçlamak, hukuka aykırıdır.
Bu suçlamayı yapabilmek için “şiddet” ve “hazırlık çalışması” niteliğinde bulgular olması, ya da “örgüte üyelik” şüphesi yaratacak nitelikte hiyerarşik ilişkilerin bulunması şarttır.
Sosyal ilişkiler, arkadaşlık veya meslek ilişkileri ve hatta ortak araştırma çalışmaları “örgütsel bağ” şüphesi için yeterli olmaz.
Evet, böyle karmaşık ve kapsamlı soruşturmalarda her şey ak-kara netliğinde değildir; değişik tonlarıyla gri alanlar çoktur. Böyle tereddütlü durumlar söz konusu olduğunda bile hukukun genel ilkeleri geçerlidir: Kanuna göre “şüphe” yetmez, “makul şüphe” olmalıdır, gözaltı için bu da yetmez, suça dair “emare”ler bulunmalıdır, hele tutuklama için şüphenin “kuvvetli”  olması şarttır.
Bizde ‘tereddüt’ halinde bile kişilere “suçlu” gözüyle bakıldığının esef verici kanıtı, suçlu diye iddianame düzenlenip açılan davaların yüzde 50’sinin beraatla sonuçlanmasıdır.

***********
MELİH AŞIK / MİLLİYET

Yazma, yazdıkça...

Türkiye’de özgür gazeteciliğin yeni kuralı belli oldu:
“Yazma, yazdıkça sıra sana gelecek...”
Gazetecinin görevi doğruları yazmaktır. Ama yazma... İktidar partisini ve Başbakanı sorgulama. Eleştirme. Haksızlığa uğrayanları savunma. Karanlık olayların arka planını araştırma... Kafanı kurcalayan konuları kâğıda dökme... Basın özgürlüğünün bittiğini aklından çıkarma... Sadece iktidarı övme özgürlüğünü kullan...
İktidarın basına ve topluma yaydığı mesaj budur...
Dün Nedim Şener arkadaşımızla birlikte onun gibi araştırmacı gazeteci olan Ahmet Şık evleri aranarak gözaltına alındılar. Odatv’de Soner Yalçın’ın bıraktığı görevi sürdüren Doğan Yurdakul, Mümtaz İdil, Sait Kılıç gibi gazeteciler ile Prof. Yalçın Küçük de aynı muameleye tabi tutuldu.
Ankara Barosu Başkanı Metin Feyzioğlu arama ve gözaltı kararlarının hukuksuzluğunu anlattı gün boyu televizyonlarda... Türkiye Gazeteciler Cemiyeti arama ve gözaltılardaki “Ergenekon üyeliği ve halkı düşmanlığa teşvik” gibi gerekçelerin yaydığı ürküntüye dikkati çekti. Bu gerekçelerle ülkede istediğiniz her kişiyi arayabilir, gözaltına alabilir, hapse atabilirsiniz...
Türkiye şu anda seçim arifesinde bulunuyor... Demokrasi 12 Haziran’da bir kez daha test edilecek. Ne var ki, basın özgürlüğü olmadan ne kamuoyunun serbestçe oluşması mümkün olabilir, ne halkın doğru tercih yapabilmesi... Aslında çiğnenmekte olan, basın özgürlüğüyle birlikte halkın haber alma ve serbestçe bilgilenme hakkıdır. Demokrasidir...

Memleketin manzara -i umumiyesi;
Mustafa Balbay ve Tuncay Özkan hücreye atılırken Apo’nun villaya taşınması tartışılıyor.
Fahrettin Fidan

Muhalifhane...
Ergenekon sanıkları Mustafa Balbay ve Tuncay Özkan’ın cezaya dönüşen tutuklulukları vicdanlarda tepkiye yol açmışken bir de tek kişilik hücrelere alınmaları üzerine tuz biber ekti. Mustafa Balbay, avukatı Hüseyin Ersöz aracılığıyla durumu aktarıyor:
- 28 Şubat günü önceden haber verilmeden “Hadi toplanın gidiyoruz. Sevk başladı, bu gece mutlaka bitecek”, denilmiştir. Balbay ve Özkan, gece yarısından sonra saat 01.00’da 1 No’lu Cezaevi’ne getirilmiştir. Bu saate kadar gelen herkes tıpkı kaldıkları cezaevlerinde olduğu koğuşlarına yerleştirilmiş ancak Balbay ve Özkan saat 03.00’e kadar bekletilmiştir. Son olarak Balbay ve Özkan kaldığında ise bir infaz memuru “Eşyalarınızı ayırın. Başka odalara nakledileceksiniz” demiştir.
Özkan ile ayrılmalarının kimin tasarrufu olduğunu sorduğunda verilen cevap Adalet Bakanlığı olmuştur. Balbay’ın bu söze cevabı ise “Adalet Bakanlığı’nın başka işi mi yok tutukluların koğuşlarını düzenliyor?” sorusudur. Balbay cezaevinin bir ucundaki F-3, Tuncay Özkan ise diğer ucundaki B-3 koğuşuna yerleştirilmiştir. Bu düzenleme Balbay ve Özkan’ın hiçbir şekilde bir araya gelmemesi için yapılmıştır.
* * *
Hapishane inşaatının tamamlanmasına 1.5 ay varken, tuvaletlerin sifonu bile çalışmazken alelacele bu girişime neden gerek görüldü?
Özkan, Balbay ve diğer tutuklulara daha fazla eziyet edilmesi kimi mutlu ediyor?
Vicdan zemininde bunları anlamak mümkün değil...

CNN
Amerikan CNN televizyonu Nedim Şener, Ahmet Şık ve diğer gazetecilerin tutuklanmasını geniş bir haber şeklinde sunarken şu yorumu da yaptı:
“Türkiye’nin demokratik sistemi Müslüman ülkeler için model olarak gösterilirken İslam kökenli Tayyip Erdoğan hükümetinin gazeteciler ve muhalifleri hedef aldığı korkusu yayılıyor...”
Ne var ki, hükümetin “demokrat imajı”nın zedelenmesini umursadığı da pek gözlenmiyor...

Müjde! Güvenlik güçlerimiz yaz saati uygulamasına geçti! Basın mensuplarının evleri artık sabah 05.30 yerine 07.30’da basılıyor...
Haldun Ertem

Nedim
Gözaltına alınan meslektaşımız Nedim Şener, Posta gazetesinde 18 Şubat günkü “Gazeteci hesap soran ve hesap verebilen kişidir” başlıklı yazısında kendisine yönelik tehditlerin arttığını yazıyor ve ekliyordu:
“Doğruları yazanın, sesini yükseltenin yeri hapishane mi? Bunu herkes biliyor ve en acısı bunu herkes kabulleniyor.
... Gazetecilik günümüzde öyle bir hale getirildi ki, ‘geçici izinle’ yapılan bir mesleğe dönüştürüldü. Tekerleğine çomak soktuğunuz bir cemaat, muhalefet ettiğiniz bir siyasi, foyasını meydana çıkardığınız bir bürokrat, maskesini düşürdüğünüz bir polis hapse attırarak sizi meslekten alıkoyabiliyor...”

ÇAĞRI
Bugün, İstanbul  Taksim’de saat 12.00’de, Ankara Kızılay’da saat 13.00’te gazetecilere yönelik hukuksuz baskı ve gözaltıları protesto için toplantı yapılacak...

ABD
Daha önce Soner Yalçın ve arkadaşlarının tutuklanmasıyla ilgili ‘Hem özgürlükten bahsediyorsunuz, hem gazetecileri tutukluyorsunuz. Bunu anlamakta güçlük çekiyoruz’ diyen ve Başbakan Erdoğan’dan “acemi elçi” damgası yiyen ABD elçisi Riccardione dün de bir soru üzerine konuştu:
“Bütün dünyada şüphesiz yüzde yüz ifade ve basın özgürlüğünü destekliyoruz.”
TÜSİAD Başkanı Ümit Boyner de dün soruyordu:
“Demokrasi, şeffaflık ve adaletin yerine gelmesi için daha ne kadar bekleyeceğiz?”
Gazetecilere baskılar, doğrudan ilgili olmayan odakların vicdanlarını da rahatsız ediyor artık.

*******************

FİKRET BİLA / MİLLİYET

Demokratik hukuk devletinin ölçüleri

Tunus’ta başlayan Kuzey Afrika ve Ortadoğu’ya yansıyan değişim rüzgârının ne yöne evrileceği tartışılırken Türkiye örnek gösteriliyor. Demokrasiyle tanışmamış bu ülkelerdeki liderler, Türkiye’yi model olarak gördüklerini açıklıyorlar. Bazı Batılı gazeteci ve yazarlar da Türkiye’nin bu niteliklerine dikkat çekerek, ilham kaynağı olabileceğini yazıp çiziyorlar.
Türkiye’nin demokrasi, hukuk devleti, insan hakları gibi evrensel değerler açısından örnek görülmesi, bölgedeki ve dünyadaki yeri açısından olumlu bir durum. Ayrıca Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın, bölge ülkelerinde yaşananları değerlendirirken demokrasi, hukuk insan hakları vurgusu yapmaları ve bu yönde değişim taleplerini destekleyen bir tutum almaları, Türkiye’nin model olarak alınmasını hak ettiği düşüncesini güçlendiriyor.

Basın özgürlüğü
Türkiye’nin Kuzey Afrika ve Ortadoğu’da demokrasiye ulaşamamış ülkeler açısından örnek gösterilmesi bu alandaki sorumluluğunu daha artırıyor. Türkiye, demokrasi, insan hakları ve hukuk devleti konusunda dünyaya çok daha ileri bir görüntü vermesi gerekirken, bu konularda soru işaretleri uyandıran uygulamalara sahne olursa, ortaya ciddi bir çelişki çıkar.
Demokrasinin olmazsa olmaz koşullarından biri basındır. Basın her ülkede vardır. Ancak sadece demokratik ülkelerde özgürdür ve özgürlük anayasal güvence altındadır.
Bu açıdan bakıldığında Türkiye’nin iyi bir örnek oluşturduğunu söylemek çok zor. Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nin (TGC) dün açıkladığı bilgiler, basın özgürlüğü bakımından hiç de iyi bir tablo çizmiyor. TGC’nin bilgilerine göre, Türkiye’de 60 gazeteci tutuklu, 2 bin gazeteci yargılanıyor, 4 bin gazeteci hakkında soruşturma yürüyor, birçok gazeteciye de ölüm tehdidi devam ediyor.
Bu tablo, Türkiye’nin demokrasi çıtasını yükselten bir tablo değil.

Hukuk devleti
Demokrasinin bir diğer ölçütü de hukuk devleti niteliğidir. Hukukun üstünlüğü ve yargı güvencesi yoksa o ülkede demokrasiden söz etmek mümkün olmaz.
Hukuk güvencesini sağlayan araçlardan biri usul hukuku kurallarıdır. Hukukta usul esası korumak için vardır. Kişi hak ve özgürlüğünü sakınan da bu kurallardır. Hukuk devleti niteliği bu kuralların özenle uygulamasını gerektirir.
Bu açıdan bakıldığında da Türkiye’nin iyi bir sınav verdiği söylenemez.

Feyzioğlu’nun açıklaması
Türkiye’de dün, aralarında Milliyet’ten Nedim Şener’in de bulunduğu, çoğunluğu gazeteci olan yeni bir gözaltı dalgası yaşandı.
Ankara Barosu Başkanı, Ankara Hukuk Fakültesi öğretim üyesi Prof. Dr. Metin Feyzioğlu, gözaltıları değerlendirirken usul kurallarının önemine dikkati çeken bir açıklama yaptı. Arama ve gözaltı koşullarını anlatırken, mutlaka suçlamayla ilgili bir fiilin tarif edilmesi, neyin arandığının açıkça belirtilmesi gerektiği üzerinde durdu. Terör örgütüne üyelik iddiasının ise soyut olduğunu, hangi fiil veya fiiller üzerine bu suçlamanın yapıldığının savcılık kararında açıkça yazılması gerektiğini belirtti.
Feyzioğlu’nun yaptığı bu açıklama, hukuk devletinin taşıması gereken ölçü ve gösterilmesi gereken özen bakımından önem taşıyordu.

Gazetecilere yapılan muamele
Nedim Şener, Milliyet’te yetişmiş, araştırmacılığıyla tanınan bir gazeteci. Yaptığı haberler, araştırmalara dayanan diziler, yazdığı kitaplar nedeniyle ulusal ve uluslararası birçok basın ödülü aldı. Bunlardan sonuncusu Basın Özgürlüğü ödülüydü.
Gazetecilerin artık cezaya dönüşmüş olan uzun tutukluluk süreleri, cezaevinde birlikte kalan Mustafa Balbay ve Tuncay Özkan’ın ayrı ayrı hücrelere konulması ve nihayet dün gördüğümüz manzara Türkiye’nin demokratik hukuk devleti iddiasıyla bağdaşmıyor.

**********
DERYA SAZAK / MİLLİYET

Nedim’i susturmak

Ergenekon bağlantılı gözaltılar dalgasına dün gazetecilerin ağırlıkta olduğu 11 yeni isim eklendi. Dün sabah gazeteye girerken kapıda Nedim Şener’in evinin arandığını söylediler.
Nedim’i Milliyet’te çalışmaya başladığı günden bu yana tanırım; son olarak Hrant Dink suikastında İçişleri Bakanlığı’nın “ağır hizmet kusuru” nedeniyle Dink ailesine tazminat ödemeye mahkûm olduğuna ilişkin Posta’da çıkan makalesi üzerine konuşmuştuk.
Ekonomi muhabirliğinden araştırmacı gazeteci-yazarlığa parlak bir geçiş yaptı Nedim Şener.
Özellikle Hrant Dink cinayetinde “istihbarat” birimlerinin rolü üzerinde eski gazetecilerin “fikri takip” dedikleri türden amansız bir takibe girişti. “Derin devlet”in üzerine cesaretle gitti ve kaçınılmaz olarak “fincancı katırlarını ürküttü!” Ancak o sayede Hrant’la ilgili son kitabı “Kırmızı Cuma”da ortaya koyduğu şekliyle, Dink suikastının “birkaç tetikçi”nin işi olmadığı yargısı 2007’den beri kamu vicdanını kemiren bir kuşku olmaktan çıkıp somutlaşmaya başladı. Dink ailesinin avukatı Fethiye Çetin’in ve davanın peşini bırakmayan aydınların uğraşıyla 28 kamu görevlisi hakkında soruşturma başlatıldığı mahkemede savcı tarafından açıklandı.
Nedim Şener, “gerçeğin peşine” düşünce hakkında 28 yıla kadar hapis cezası istemiyle davalar açıldı.
Bu davalar aynı zamanda mesleki bir “dayanışma“ya yol açtı. Haberleri, gazete yazıları ve kitapları nedeniyle Metin Göktepe’den Abdi İpekçi’ye, Uğur Mumcu’dan pek çok saygın isim adına konulan ödülleri kazandıktan sonra Hrant Dink’le ilgili çalışmaları da IPI ve PEN tarafından ödüllendirildi.
Böyle bir gazetecinin evi sabahın bir vakti basılıyor ve Ergenekon, OdaTV bağlantılı bir operasyon çerçevesinde Nedim Şener, Ahmet Şık gibi meslektaşlarımız gözaltına alınıyorlarsa, ABD Büyükelçisi’nin birkaç hafta önce sorduğu gibi, “Eğer Türkiye’de basın özgürlüğü varsa, bu gözaltı ve tutuklamalar ne anlama geliyor?!”
Nedim Şener, Ergenekon adlı “gizli örgüt”ün neden ve nasıl üyesi olacak?
Elindeki bilgi ve belgeyi her gün gazetesinde haber yapan, kitap yazan, televizyonlarda görüşlerini açıkça ifade eden bir gazetecinin “gizlisi-saklısı” olur mu? Ben Nedim’in gazeteciliğin sınırlarını aşan bir eylem içinde olacağına ihtimal vermiyorum.
Şener 18 Şubat tarihli Posta’da “Sıra Sende” diye uyarıldığını yazmıştı.
Demokratik bir ülkede, hak, hukuk, adalet varsa gazeteciler böyle “tehdit” almazlar!
Alırlarsa onları susturmak, gözdağı vermek gibi kötüye kullanılmış bir yetkiden ve ancak “polis devleti”nde başvurulan yöntemlerden söz edebiliriz. Soruşturmanın gizliliği ve henüz yargıç karşısına çıkarılmamış meslektaşlarımıza yönelik iddiaların belirsizliği nedeniyle hukukun ne yönde işleyeceğini bilmiyoruz. Bir açıklama bekliyoruz.
Bu görüntü seçime giden Türkiye’de demokrasinin çıtasını düşürüyor.