İnfial
19 Nis 2016 09:47 Son Güncelleme: 23 Kas 2018 18:28

MHP’nin asıl sorunu Bahçeli mi? O giderse her şey hallolacak mı?

Medyaradar siyaset analisti Atilla Akar, MHP’de yaşanan son tartışma ve saflaşmaları değerlendirdi…

Efendim; bir süredir MHP üzerine süren tartışmaları göz ucuyla izlemeye çalışıyorum. Giderek örgüt içi bir “kapışma” izlenimi veren tartışmaların izlediği gergin seyre bakacak olursak durum adeta bir “savaş”ı andırıyor. Karşılıklı hamleler, ayak oyunları, hukuksal itirazlar, kayyum meseleleri, kişilik saldırıları, vb şeklinde cereyan eden saflaşma sonunda gelip “kim daha paralelci” suçlamalarına kilitlenmiş vaziyette görünüyor. (Nitekim şimdi de “Baş paralelci Bahçeli’dir” sözleri üzerine Meral Akşener’in partiden ihracı gündeme gelmiş bulunuyor.) Hatta son “nesebi gayri sahih” sözünde belirginleştiği gibi olay hakaret ve küfürleşmeye kadar vardı. Üstelik durum giderek daha vahim bir hal alıyor.

BAHÇELİ GİDERSE HER ŞEY HALLOLACAK MI?

Bir kesime kalırsa MHP’nin tüm sorunu tümüyle Sayın Devlet Bahçeli’nin liderliğinden kaynaklanıyor.  MHP bir türlü iktidar olamıyor ya da hamle yapamıyorsa bu tamamıyla Devlet Bahçeli’nin izlediği “çizgi” yüzünden. Hele de hükümete ortak olmaktan çekinip ardından da yapılan seçimlerde gerilemenin faturası tümüyle Bahçeli’ye çıkartılmak isteniyor. Bu kesime kalırsa Devlet Bahçeli gidip, yerine başka bir isim gelirse (Örneğin Sayın Meral Akşener, Sinan Oğan, Koray Aydın, vb) sorun otomatikman çözülmüş olacak.

Bu durumda MHP, “makus talihi”ni yenecek, hızla yükselişe geçecek ve belki de ülkücülerin hasretini çektikleri “iktidar”a doğru yürüyüş hareketi gerçekleşecek.  Böylesi bir özlemin “anlaşılır” dinamikleri mevcut elbette. Hatta bu tarz bir “değişim” in görece bir rüzgâr estirmesi de mümkün. Ancak bunun yelkenleri nereye kadar şişireceği şu an için meçhul. Araya başka faktörler de giriyor!

“PARALEL” İDDİALARI NE KADAR GERÇEKÇİ?

Diğer tarafa kalırsa da MHP’ye yapılan şu an yapılan bir “operasyon” olarak tanımlanıyor. “Paralelciler” MHP’yi ele geçirmeye çalışıyor ve en büyük engel gördükleri Bahçeli ve ekibini uzaklaştırmaya uğraşıyorlar. Onlara göre de bu MHP’ye bir tür “çengel atma”, “altını oyma”,  “ele geçirme” entrikası oluyor.  Muhalifler de bilerek veya bilmeyerek bu “oyun”a alet oluyorlar.

Aslına bakılırsa mevcut her iki yaklaşımında kendine göre dikkate değer yanları var. Buna rağmen gene her iki yaklaşımda kendine göre “sorunlu” görünüyor. Birincisi yani her şeyden Bahçeli’yi sorumlu tutan yaklaşım MHP’nin daha derinde yatan tarihsel-siyasal-sosyolojik-örgütsel problemlerini görmezden geliyor. Böylelikle MHP’nin geleneğinde bulunmayan acayip bir “lider nefreti”ni körükleyip duruyor. Bahçeli “Klasik MHP” geleneğini temsil ediyor. Burası net. Net olmayan diğerlerinin “Hangi MHP”yi temsil edecekleridir. Bu soru ajitatif ifadelerle geçiştirilemez.

Öte yandan yönetim de MHP’nin gidişatından rahatsızlık duyan neredeyse hemen herkesi –tıpkı AKP’nin yaptığı gibi- “paralelci” sepetine atmakla bir başka yanlışa imza atıyor. Böylelikle MHP’deki huzursuzluğu görmezden geliyor. Asıl dalgayı oluşturan çok geniş kitlenin samimi partililer olduğunu unutuyorlar. Hatta bu çok büyük kitlenin “paralel” diye tanımlanan “yapı”dan hoşlanmadığını hissedemiyorlar. Bu kitlenin tek hissiyatı partilerini daha “yükseklerde” görebilmek.

Ancak önemle vurgulamalıyım ki, MHP –aldığı oy oranı ne olursa olsun- Türk siyasetinde önemli bir partidir. Çünkü –beğenelim beğenmeyelim- bir “damar” ve “gelenek” üzerine oturur. O damarın şu veya bu yönde kırılmasının sonuçları ise farklı olur. Bu gerçekçi bir saptamadır.

BİRİLERİNİN YENİ BİR “KONTROL ETME” ÇABASI MI? 

Dolayısıyla bu parti üzerinde her dönem belli güç ve kesimlerin, grup veya camiaların, yerli-yabancı istihbarat servislerinin etki ve yönlendirme çabası olmuştur, olacaktır. Bu güçlerin MHP’de ortaya çıkan yeni durumu kendi hesap ve planları doğrultusunda dizayn etmeye çalışmayacakları düşünülemez. Kartlar yeniden karılmaya çalışılırken benzer “oyuncular”ın oyuna dahil olmayacakları söylenemez. Buna “paralel” diye tabir edilen yapının da müdahil olması şaşırtıcı olmayacaktır. Türk milliyetçiliğini kontrol etmek isteyen çevreler elbette bir şekilde MHP’yi de kontrol altında tutmak isteyecektir. Aksi eşyanın tabiatına aykırıdır!

Bu şartlar bir “paralelci müdahale” ihtimali tümüyle dışlanamasa bile ortaya çıkan tepkiye tümüyle “paralelci” damgası vurmak, herkesi “paralelci” ilan etmek ne kadar gerçekçidir? Bu yöndeki iddialar içi doldurulmaya muhtaç görünüyorlar. Mevcut halleriyle sadece parti içi iktidar kapışmasında bir “karşı-argüman” gibi duruyorlar. Bu yönüyle bir “inandırıcılık sıkıntısı” vardır. Öyle ya o zaman insana sorarlar; “Siz bugüne kadar ‘paralelciler’ ile birlikte mi çalıştınız?” ya da “Yeni mi fark ettiniz?” diye. Dolayısıyla paralelcilik “heyula”sını buralara kadar çekmek ne kadar gerekli acaba?

Yanısıra diğerlerine de şunu sormak lazım; MHP hep bir şekilde "otoriter lider figürünün dominant olduğu bir yapıdır. Velhasıl "örgütsel demokrasiyi" şimdi mi keşfettiniz? Şu anda mı rahatsız etmeye başladı bu sizi?  

Öte yandan beş aylık bir zaman dilimi içinde oyları yüzde 17’den yüzde 12’ye düşüyorsa, (Öncesindeki “Ekmeleddin fiyaskosu”nu saymaz isek!) milletvekili sayınızda 80’den 40’a iniyorsa (Dahası HDP’nin gerisinde kalıyorsanız) partide kimi “huzursuzluklar”ın “değişim isteği”nin ortaya çıkması normaldir. Bunun bir şekilde liderliğe veya çevresine fatura edilmek istenmesi de acayip sayılmaz. Asıl acayip olan olayı normal bir “kurultay hesaplaşması” şeklinde çözmek yerine bu boyutlara vardırılmasıdır. Devlet Bahçeli’nin seçildiği olaylı 1997 kongresi hatırlandığında sanki ve ne yazık ki MHP’de gerginliksiz bir genel başkan tartışması veya değişmesi yaşanamamaktadır. Üstelik bu seferki çok daha “tahripkâr” görünüyor!

AKP/ERDOĞAN DESTEĞİNİN İMAJI DAHİ BAHÇELİ ALEYHİNEDİR!

Burada garip ve çelişik gibi duran şudur ki; göründüğü kadarıyla MHP’deki iç gelişmelerle sanki AKP/Erdoğan çok daha ilgili görünmektedir. Zaten herkesin kendisine göre hesabı olduğu belli olan tartışmada AKP/Erdoğan’ında “taraf” olmaması düşünülemez. Onlarda “Bahçeli aşıklısı” oldukları için değil, yakın gelecekte ve bilhassa anayasa oylamasında Bahçeli’nin başında olduğu MHP ile daha kolay anlaşacaklarını düşünmelerindendir. (Özellikle giderek tavır sertleştirilen Kürt sorunu, PKK, HDP söz konusu olduğunda) Ayrıca MHP’de Bahçeli sonrası ortaya çıkabilecek tablonun kendileri açısından “güvenilmez” olduğunu düşünmektedirler.

Bu yönüyle ironiktir ki MHP’nin kaderi sanki MHP’lilerden çok AKP’yi yakından ilgilendiriyor gibi durmaktadır. (Ne enteresandır ki “yandaş medya” biranda “Hızlı Bahçeli taraftarı” kesildi. Doğan medyası ise daha usulünce. Meral Akşener’e destek atıyorlar. Sanırsınız ki hepsi MHP’li!) Ne gariptir ki yönetim muhalifleri “MHP’yi paralele teslim etmek”le suçlarken muhaliflerde yönetimi “MHP’yi AKP’ye teslim etmek”le suçlamaktadırlar. Bence her ikisi de –konulduğu şekliyle- doğru değil ya da abartılı. Ortada –maalesef- marazileşmiş bir “iktidar kavgası” vardır.

Bu koşullarda AKP sanırım kendi açısından ilaveten şöyle bir hesap içinde olmalıdır; muhtemel bir seçimde Bahçeli’nin başında olduğu MHP oy kaybına uğrar ya da stabil kalır ama liderini yenilemiş bir MHP’nin oy arttırma ihtimali vardır. Bu oylar ise gene pek muhtemel ki milliyetçi eğilimli ya da AKP’ye kaçmış MHP oyları olacaktır. AKP bunu istemez. Gene bir risk olarak yüzde 18 bandını aşmış, hatta daha yukarılara tırmanmış bir MHP, CHP ile birlikte iktidar oluşturabilir. Bu tehlikede de göze alınamaz.

Öte yandan -şimdilik zayıf bir ihtimal gibi gözükse de- MHP’nin bölünmesi, farklı bir partinin daha ortaya çıkması, uzun vadede AKP’nin işine yarar. Çünkü milliyetçi oylar bölünür, muhtemelen her ikisi de baraj altında kalabilir ve bu oylar AKP hanesine yazar.

Lakin burada tuhaf bir durum göze çarpmaktadır; O da AKP desteği aslında Bahçeli aleyhine sonuçlar doğurur. (Zaten bu dönemde mahkemeden muhalifler lehine bir kurultay kararı çıkması enteresandır!) Muhaliflerin elini güçlendirir. “Bahçeli AKP’nin koltuk değneği” tezini kuvvetlendirir. Psikolojik avantaj sağlar. Yani tuhaf ve çelişiktir ki AKP/Erdoğan desteği aslında Bahçeli’yi zayıflatır. Buna rağmen “bu destek niye verilmektedir ya da rıza gösterilir gibi durulmaktadır?” sorusu sorulmalıdır. “Her iki tarafın da başka çaresi yok” cevabı çok sathi kalmaktadır. İnsanın aklına acaba “oyun içinde bir başka oyun ya da hesap mı var?” sorusunu getirmektedir. Öyle veya böyle şimdilik “tablo” budur!

TARTIŞMADA NEDEN KİMSE BU SORULARI SORMUYOR?

Dünyada ve bizde de milliyetçi partilerin geleneğinde pek fazla iç tartışma, iç demokrasi geleneği (“Hangisinde var ki?” denebilir!) yoktur. Aynı şekilde “entelektüel” yanları güçlü olmayan, “eylem” partileridir. Bu tip partiler daha ziyade “lider eksenli”, kadrocu, doktriner, tepkici ve “hareket”e dayalı partilerdir. Herkese seslenen kitle partisi olmaya yöneldiklerinde veya bu yönde irade, arayış gösterdiklerinde muhtelif sıkıntılar, uyum sorunları yaşarlar. Bence MHP’nin ana sorunu budur ve diğer tüm problemler bunun bir türevidir. Bu yönüyle MHP’nin bugün yaşadığı asıl sorun “tarihsel dönüşüm” sorunudur. 1970’lerin konseptleriyle 2000’ler karşılanabilir mi?

Dikkat edilirse MHP üzerine süren tartışmada bu gibi konular hemen hiç ele alınmamaktadır. Olay halen sadece “liderlik düzeyinde” kavranmaktadır. Bilhassa değişim isteyen muhalifler bundan sonra “Nasıl bir MHP?” istediklerini ortaya koyamamakta, sadece sloganik ifadelerle (“Ülkücü irade” gibi) durumu geçiştirmektedirler. Ben bilmiyor olabilirim ama bu yönde bir yazılı dokümana, bir hacimli beyana da rastlamadım. Bu hengâmede şu an için bu sorulara “dişe dokunur” bir cevap bulmak da mümkün görünmüyor. Mesela;

• MHP, 21. Yüzyılda nasıl bir “milliyetçilik” çizgisi izleyecektir?
• “Küresel dönemde” hangi dinamiklere yaslanacaktır?
• MHP, dar-kadrocu milliyetçilik çizgisini aşıp, “kitlesel milliyetçiliğe” yönelik, yeni koşullara nasıl adapte olacaktır?
• Otoriter duruşlu ve “Lider eksenli” bir hareketten “demokratik liderliğe” nasıl geçiş yapacaktır?
• MHP sadece “ülkücüler”e değil, milli hassasiyetler taşıyan diğer insanlara nasıl ulaşacaktır?
• MHP, “geleneksel milliyetçilik”ten “modern milliyetçiliğe” nasıl bir geçiş yapacaktır? (Yahut yapacak mıdır?)
• Mitolojik milliyetçi argümanlar ve semboller günümüz koşullarında nasıl yorumlanacaktır?
• 60’lı yıllardan kalma, “Doktriner milliyetçilik”ten “Toplumsal milliyetçiliğe” nasıl ulaşılacaktır?
• Yüzü her daim devlete dönük milliyetçilikten sonra nasıl “sivil bir milliyetçilik” geliştirecektir?
• “Soğuk savaş dönemi milliyetçiliği” ile nasıl hesaplaşacaktır?
• Klasik örgütsel yapısını ve zihniyetini nasıl revize edecektir?
• Aksiyon mu reaksiyon hareketi mi olacaktır? Vb, vb, vb…

Muhakkak ki sorular çoğaltılabilir. (Türkiye’nin diğer bütün iç ve dış pratik politika sorunlarını geçerekten) Ancak her ne sorulursa sorulsun şu ana kadar MHP’de gerek yönetim gerekse de muhalif isimlerden somut bir tartışma, elle tutulur bir cevap bulamadım. Halbuki bütün bu sorular doğrudan –liderin kim olacağına fazla bağlı olmaksızın- MHP’nin bundan sonraki “rota”sını doğrudan ilgilendirmektedir. “Biz ötekilerden daha iyiyiz” demekle bu işler hallolmuyor!

MHP’deki asıl tartışmanın bu noktalarda değil de halen kişiler düzeyinde sürmesi belki Türk siyasetinin herkesi kucaklayan eski bir hastalığı sayılabilir. Ancak olayın gelip aynı noktalarda kilitlenmesi tartışmanın daha baştan ne kadar “sağlıksız” işlediğine dair bir işaret olsa gerek. Ben “dışarıdan” bakan bir siyasi analist olarak –yanılma payımla birlikte- bunları görüyorum.

Bu sorulara somut cevap getiren bir lider ya da lider adayı da ortada gözükmemektedir. Hayati önemdeki sorulara kapsayıcı cevap getirmeyen ne yönetimin ne de muhalefetin yakın dönemde başarı şansı daralmaktadır. “O gitsin her şey hallolur” türü pratik politika alanına ait yaklaşımlar -varsayalım ki itirazlarında haklı olsalar bile-  mevcut statükonun dışına kolay çıkamazlar. Umarım her şey daha da “karışık” bir hal almaz.

Türk siyasi hayatında –sadece MHP değil- tüm partilerdeki tartışmaların, arayışların, saflaşma veya ayrışmaların, gerekiyorsa lider değişimlerinin daha sağlıklı ve seviyeli gerçekleşmesi dileğiyle diyelim… 

19.04.2016.
atillaakar@gmail.com