Röportaj
01 Ara 2011 09:30 Son Güncelleme: 23 Kas 2018 13:05

MERKEZ MEDYA EL DEĞİŞTİRDİ! YENİ SAHİPLERİ KİM?

Gazeteci yazar Enver Aysever'den medya ile ilgili çok çarpıcı açıklamalar.

Enver Aysever, etkin isimlerin ekranlarda olamayışından, Başbakan Erdoğan’ın her adımına evet diyen medyaya, insanların zindanlarda işkencelere maruz kalmasına sevinen ve alkış tutan medya dilinden, medyada misyonerliğe soyunan kimi gazetelere kadar bir çok çarpıcı konuyu en çıplak yönleriyle anlattı.

Biraz Türk medyasından söz etmek isterim. Biliyorsunuz geçtiğimiz haftalarda Başbakan, tüm medya patronları, tv ve gazetelerin genel yayın yönetmenlerini bir araya getirdi. Bundan sonra medyada inanılmaz derecede bir değişim yaşandı olumsuz anlamda. Medya artık birçok şeyi görmezden gelmeye başladı. Bu durum neye işarettir?

Enver Aysever: Türkiye’de bence Başbakan’a da zarar verecek olan otoriter bir dil, bir de otoriter yapı oluştu. Başbakan’a zarar verecek dememin sebebi şu; benim Başbakan’da saygı duyduğum çok önemli bir taraf var. Milli görüşten siyasi anlamda büyük bir mücadele vererek, hatta kendi tarihinde bunun kavgasını vererek gelmiş bir isim. Kendi yakın arkadaşlarına karşı vefalı bir isim. Bunları yapan birisinin aslında otoriterleşmenin ne kadar büyük sorunlar doğurabileceğini görmesi gerekirdi.

İnsanın kendisini en haklı saydığı an, aslında haksızlığa en yakın olduğu andır. İnsanın kendini en güçlü bulduğu an da aslında en güçsüz olduğu andır bir tarafıyla.
Sebebi ise önünüzde hiçbir engel kalmamıştır. Sizi filtreleyecek hiçbir şey yoktur. Başbakan bütün söylediklerinin doğru olduğunu, bütün kararlarının yerli yerinde olduğunu, attığı her adımın kendisi ve ülkesi için sağlıklı olduğunu düşünüyor. Çünkü ona hayır diyebilecek hiç kimse yok. Yanlış diyebilecek kimse yok. Ya da varsa biz bilmiyoruz.
Eleştirel dili ortadan kaldırdığınız vakit sizi sadece dalkavuklar alkışlamaya başlar. O zamanda kendinizi gerçeğinden farklı bir aynada görmeye başlarsınız.

Başbakan’ın temel sorunu onu eleştirecek bir dilin olmaması

Peki Başbakan Erdoğan’ın medya ile yaşadığı temel sorun ne?

Enver Aysever: Başbakan’ın en büyük sorunu bence bugün, onu eleştirecek ve onu başka bir dilde tartışabilecek olan insanların olmayışı. Ben hiçbir insanın 4-5 yıl zindanlarda tutuklu olmasından haz duyabileceğini zannetmiyorum. Başbakan’ında duyabileceğini zannetmiyorum. Ancak ona birilerinin gelip “bu insanlar şöyle alçak şöyle hain, şöyle cani” demesi lazım ki öfke duyabilsin. Hatta biz bir diktatörün Kaddafi’nin, bir gün önce nefret ettiğimiz, komik bulduğumuz ve suratına tüküreceğimiz o adamın ertesi gün vahşice linç edilmesinde bile merhamet duygusu oluşturmuş insanlarız. Çünkü hiçbir insanı o fotoğrafta görmek istemeyiz. Ne kadar kötü olursa olsun. Merhamet duygusu önemli bir duygudur. Merhametimizi yitirdiğimiz zaman çok şeyimizi yitiririz.

Daha somut hale getirebilir miyiz? Başbakan Erdoğan merhamet duygusunu yitirmiş birisi midir?

Enver Aysever: Başbakan bu noktada giderek bir körleşme yaşıyor. Gerçeği göremiyor. Medyanın işlevi ortadan kalkıyor. Vücudumuzda ellerimiz, kollarımız, gözlerimiz var: görmeye yarar. Medyanın da demokraside bir işi var, bir yeri var, bir ödevi var. Bunun işlemesi Başbakan’ın lehine. Fakat kimi zaman medya kendine otosansür uygular. Kimi zaman siyasi baskılarla geriye çekilir. Bu geriye çekilmeler sağlıklı bilgilerin üretilmesini engelliyor. Öyle bir çağdayız ki sadece bilgi yetmiyor artık sezgilere de ihtiyaç duyuyoruz.

Muhafazakar medya çok saldırgan. Her muhalife karşı inanılmaz derecede acımasız. Ergenekon’dan tutun KCK’ya, tutuklu gazetecilerden tutun CHP’ye kadar… Bu nasıl bir güç ya da cesaret?

Cesaret değil bir kere. (Gülerek) Ortam buna çok müsait.

Şöyle sorayım o zaman. Medya ayağında bunu neye dayandırabiliriz?

Enver Aysever: Bu iktidarı paylaşmak duygusudur. “Bizim ideolojimiz iktidarda, bizde bunu paylaşıyoruz” diyorlar. Bence çok fazla tarife gerek yok.

Bizim hangi soydan geldiğimize iyi bakmamız lazım

Medyanın görevi iktidarı paylaşmak mıdır?

Enver Aysever: Ben gazetecilik üzerine ders veriyorum. Nedir gazetecilik diyoruz, gerçeği açığa çıkartmak. Başka bir görevi var mı? Bir gazetecinin görevi kamu gözcülüğü yaparak gerçeği açığa çıkartmaktır. Kamu gözcülüğü yapmak için kamu yararına bakarsınız. Gerçekleri açığa çıkartmak isterseniz çıkarırsınız. Yorum aşaması sonradır. Şimdi bu gazeteciler siyasal iktidarın her yaptığını doğru görüp, o ideolojiyi üretmek için yeniden var oluyorsa ki tarih boyunca hep olmuştur böyle şeyler, bunların önce saygınlığı tartışılır hale geliyor, sonra da güvenirliği zaten. Siyasal iktidarlar öyle ya da böyle değişir. Ömürleri uzun da olabilir. Ama bizim hangi soydan geldiğimize iyi bakmamız lazım. Ben her arkadaşın kendi soyunu tarif etmesi gerektiğini düşünüyorum. Ben kendi soyuma baktığım zaman Orhan Kemal’i, Sabahattin Ali’yi, Nazım Hikmet’i görüyorum. Dolayısıyla bir yazar-çizer olarak onlara ihanet etmek istemem.

Muhafazakar medya kendi içindeki liberalleri tartışmaya başladı. Zaman yazarı Hüseyin Güllerce, liberallerle yol ayırımından söz etti. Bu ittifak bitti mi?

Enver Aysever: O tartışma onların tartışması, bizim değil. Benim buradaki yorumum şu; Başbakan, “25 kuruşa simit yok” dedi. Ben canlı yayında dedim ki; “bunu bana söylemiş olamaz”. Nedeni ise şu; biz Başbakan’dan hiç bir şey almadık bugüne kadar. Başbakan’a namuslu muhalefet etmenin dışında da bir hukukumuz olmadı. Dolayısıyla bu ilişkide beni ve sosyalist muhalefet yapmaya çalışan insanları kast etmiş olamaz. Peki kimi kastedecek? Düne kadar beraber yürüdüğü yetmez ama evet diyen, ya da Başbakan’ı yönlendirmeye çalışanları kastederek söylenmiş bir sözdür.

Kim bunlar? Aklınızdan geçen isimler var mı?

Enver Aysever: İsim vermekten çekindiğim için değil ama isim vermenin bireyi hedef gösterme olasılığı doğurduğunu düşündüğüm için sağlıklı bulmuyorum.

Hüseyin Güllerce ve Fehmi Koru gibi ağır toplar iktidar açısından etkin isimler mi?

Enver Aysever: Fehmi Koru herhalde liberallerden sayılmaz. Başka bir yerdendir. Ama bence etkili olabilir. Hüseyin Güllerce’nin ise ayırım yazısı bence çok önemli ve dikkat edilmesi gereken bir yazıdır. Çünkü o bize şu soruları soruyor. Hangi noktalarda beraber yürüyorlardı? Hangi noktalarda ayrıldılar?

Bunu bende çok merak ediyorum. Neydi beraber yürüdükleri şey?

Enver Aysever: Beraber yürüdükleri şeyin onların tarafından tarif edilmesi gerektiğini düşünüyorum. Benim gördüğüm, Avrupa Birliği çıtası diye bir tarif yapılarak meseleler hallolmuştu sanki. Aralarındaki bütün ihtilaflar oraya atılıyordu. Ama alt metnin ne olduğunu bulmamız lazım. Bu mutabakat neydi, ne değildi? Mesela Kürt meselesinin burada bir turnusol olduğunu görüyoruz. Ayrışma ve kavganın orada çıktığını orada görüyoruz. Bence iyi düşünmek lazım onu…

“Altan Sorunsalı”

Taraf gazetesi ile ilgili ne düşünüyorsunuz? Hükümetle aralarında nasıl bir ilişki var, Ahmet Altan’ın bir misyon işlevi var mı?

Enver Aysever: Misyonları ne, nasıl bir tutum takınıyorlar bilmiyorum. Ama Ahmet Altan zeki bir adamdır. Romancı olarak bir döneme kadar önemli yapıtları var. Mesela “Kılıç Yarası” gibi… Okur olarak kendisini iyi tanırım. Çetin Altan’ı iyi tanırım. Onun bir oyununu sahnelemiştim bir zamanlar. O eve girip çıkmışlığım vardır. İlginç bir adamdır Çetin Altan. Ama ben bütün Altan ailesi ile ilgili bir yazı yazmıştım “Altan Sorunsalı” diye. Görüşlerim orada. Bir kanaatim var fakat bu aralar iktidarla aralarının çok hoş olduğunu sanmıyorum açıkçası.

Birileri hapse düşse, işkence çekse, zindanlarda çürüse birileri mutlu oluyor

Oda Tv davası ile ilgili İlhan Cihaner, “faşizmden öte bir uygulamadır” dedi. Siz bu dava ile ilgili neler düşünüyorsunuz?

Enver Aysever: Türkiye’deki tutukluluk halleri kötü, bunu her defasında incelemeye gerek yok artık. Başka bir şey var. Uygulanan yöntemin iyi olmadığını söylememiz gerek. Deniz Feneri davasında ne kadar pamuklar içerisinde getirildiler ne kadar pamuklar içerisinde bırakıldılar. Böylesine bir resim çıktı ortaya. Öte taraftan insanlar ölüyor, insanlar hasta, per perişan, uzun yıllardır çoluk çocuğundan ayrı. Bu çifte standart temel hukuksal olarak bir sorundur. Çifte standart olduğu zaman kimseyi hukuka ikna edemezsiniz. Oda Tv davasında özellikle Ahmet Şık ve Nedim Şener öne çıktı ama orada başka bir sürü gazeteci var. Oda Tv davasını Soner Yalçın ve onun yayıncılık anlayışı üzerinden tartışmak başka bir şey, bir terör örgütü üyesi olmak açısından tartışmak başka bir şey. Birde bütün insanları bunun içerisindeymiş gibi sunmak ve tartışmak başka bir şey. Bu süreç demokratik bir süreç değil. Yargılanmak herkesin hakkıdır, yargılamak kadar.
Beni rahatsız eden temel mesele şu; Türkiye’de öyle bir dil oluştu ki medyada, birileri hapse düşse, işkence çekse, zindanlarda çürüse birileri mutlu oluyor. Türkiye’deki medya dili bir vicdan sorunudur. Yine Türkiye’de “çamur at izi kalsın” yöntemi uygulanıyor. Davaların özü dışında, özel hayatlar deşifre ediliyor ve mağduriyetler ortaya çıkıyor. Üçüncüsü, bir davanın adaletli gerçekleşebilmesi için hem hızlı hem de şeffaf olması gerekir.

Yav, ne gerek var yargılamaya zaten komünistmiş

Medya zirvesinde BDP’ye de ambargo uygulanması konusunda uyarılar verildiğini herkes biliyor artık. Kılıçlar çekilmiş durumda. Hükümet Kürt sorunu konusunda ne yapmak istiyor, BDP Kürt sorununda nerede duruyor?

Enver Aysever: Biz bu işin içinde de değiliz. Yani aydınlar, yazarlar, gazeteciler. Toplumsal barışın yanında olup kan dökülmesini istemeyenler. Biz neden bu işin içinde yokuz? Çünkü kandırılıyoruz ve manipüle ediliyoruz. Ne barışa giden yolda bir rol oynayabiliyoruz vicdani olarak, ne de çatışma sürecinde kimse bize bir şey sormuyor.
Bugün gelinen noktanın, bizim bilmediğimiz kapalı kapılar arkasındaki görüşmelerden kaynaklı olduğunu artık düşünmeye başladım. Belli ki bir noktaya gelinmiş. Birileri oyunbozanlık yapınca kılıçlar çekilmiş.
Cumhurbaşkanı çıktı dedi ki: “Güzel şeyler olacaktı ama PKK bozdu.” Benim yüreğim dağlanıyor mu, dağlanıyor. Canım acıyor mu,acıyor. Bu noktada ne devletin ne de PKK’nın tutarlı olduğunu düşünmüyorum. Neden mi? Bir İçişleri Bakanı geliyor ve suçu henüz kesinleşmemiş akademisyen olan Büşra Ersanlı hakkında “Yav, ne gerek var yargılamaya zaten komünistmiş. “diyor. Buradan şunu anlıyoruz; İçişleri Bakanı acaba hukuku biliyor mu? Mahsuniyet karinesini biliyor mu? Çekilmiş cezaların ödenmiş bedel olduğunu biliyor mu? Ayrıca İçişleri Bakanı kendisinin savcı ve hakim olmadığını biliyor mu? Bizi endişelendiren şey bu kafa karışıklığı. Böyle bir bakan olur mu?
Biz bu koşullarda Türkiye’de meramımızı nasıl anlatacağız. Ben bu tabloda kendimi göremiyorum. BDP’nin de giderek milliyetçileşen, halkının son 40 yılda çok ağır bedeller ödemiş olmasından kaynaklı olan, acı çekmiş olmanın haklılığından kaynaklı olan yöntemlerinin onu haksızlığa götürdüğünü düşünüyorum. Yani sizin çocuklarınız zorbalıkla öldürüldüyse başkalarının çocuklarını sizde zorbalıkla öldürürseniz buradan bir haklılık doğmaz. Kan ve kin kimseye bir şey getirmez. Bunun tek bir çaresi olduğunu düşünüyorduk. Örneğin BDP’nin parlamentoda güçlü temsil edilmesinin, PKK’nın geri çekilmesinin, devletin bu müzakereleri yaparken siyasetin buna katkı vermesinin, her kurumla görüşerek bu işin yumuşak bir zeminde gitmesini sağlayabilirdi Türkiye. Ama bu olmadı.

Operasyonları artık gazetecilerden duyuyoruz. Mesela KCK operasyonunu. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?

Enver Aysever: Nagehan Alçı “KCK ile ilgili büyük operasyonlar olacak ve bunun Ergenekon’la olan bağı ortaya çıkacak “ dedi. Bu bir öngörü mü ,bir bilgi mi bilmiyorum. Ama toplu olarak yapılan tutuklamalar insanlarda endişe doğuruyor.

CHP tabanında bağırmaktan başka bir şey yapmayan bir kitle var

CHP içinde kimi çevreler Altan Öymen, gibi bir ismin Nagehan Alçı’yla beraber program yapmasını eleştiriyor. Sizin fikriniz nedir bu konuda?

Enver Aysever: Altan Öymen’in babası CHP milletvekilidir. Altan Öymen Ecevit’le beraber CHP’de değişimin yapıldığı dönemde beraber olan bir isimdir. Altan Öymen aynı zamanda eski CHP Genel Başkanı’dır. Ama Altan Öymen bütün bunların dışında gazetecidir. Türkiye’nin bu kadar sessiz kaldığı bir dönemde Öymen’in ekrandan bir hukuk dersi verdiğini düşünüyorum. CHP’nin tabanındaki o bağırmaktan başka hiçbir şey yapmayan kitle, Altan Abi’yi bir duysa neler anlattığını görür.

Enver Aysever: Ben bu tarz tartışmaların ayıp, beyhude ve birazda yersiz olduğunu düşünüyorum. Bana kırk tane şey söylediler. Hepsi yalan, iftira. “Milletvekili olamadın diye partiyi bıraktın, satılmış adam, çıkarcı adam, bilmem ne adam…” Birbirimize hep böyle itham ediyoruz. Bu dilin insanları elini taşın altına koymaktan alıkoyacağını ve “lanet olsun” diyeceğini bile düşünmeyen ama bağıran küçük bir Cumhuriyet Halk Partisi kitlesi var. Bu kitle zaten milliyetçi, aşırı militarist bir kanat. O kanatla yürümek zaten mümkün değil. CHP’nin tabanında bir de müthiş bir aydın kitle var. Sola yakın solu bilen. Ben o kitleyi önemsiyorum.

Merkez medya bitti mi?

Enver Aysever: Belki yeni merkez oluşuyordur. Bir sürü kuruluş var iktidarla uyumlu olan, ama görece kendisini liberal tarif eden. Onlar olacaktır.

Can Dündar, Banu Güven, Uğur Dündar gibi isimler ekranda yok artık. Sizin kendi adınıza böyle bir endişeniz var mı?

Enver Aysever: Bu otoriter dilin Türkiye’de önemli bir sınav verdiğini düşünüyorum. Ben nasıl algılanıyorum, bana karşı nasıl bir tutum takınılır bilmiyorum. Kendimi her gün olanaklarımız biraz daha daralacak ve yol olacakmışız gibi düşünürüm. Medyada sadece iktidardan dolayı değil başka sebeplerden dolayı da ayrılma olasılığınız var. Medya çok derin bir güvensizlik alanıdır. Dünyada da pek güvenli değil. Bizde hem güvenli değil, hem de kuralsızdır medya.

Azat Altun / Muhalifgazete.com