Polemik & Kulis
11 Ağu 2015 12:06 Son Güncelleme: 23 Kas 2018 17:48

Medya dünyasında flaş transfer! Perihan Mağden nerede yazacak?

Perihan Mağden kendi kararıyla bir süre köşe yazarlığına ara vermişti.

Nokta dergisinin yazar kadrosuna ilk katılan isim Perihan Mağden oldu.
Türkçenin yapısını yaratıcı biçimde bozan Perihan Mağden, merhametsiz, pervasız ve eleştirel yazılarıyla hep ilgi ile okunan yeni bir köşe yazarlığı biçimi oluşturdu.
Popüler kültüre yönelik yazıları ilgiyle takip edilirken kendi kararıyla bir süre köşe yazarlığına ara veren Mağden, bundan sonra her hafta Nokta için yazacak.
Üniversite eğitimini psikoloji üzerine yapan Mağden, Türkiye'nin en çok takip edilen yazarlarından birisi oldu. 2008 yılında Türkiye Yayıncılar Birliği Düşünce ve İfade Özgürlüğü Ödülü'nü almaya hak kazandı.
Altı romanı, köşe yazılarından oluşan pek çok yazı kitabı bulunan Mağden'in gençlik döneminde yayınlanmış şiirlerinden oluşan iki şiir kitabı var.
Mağden'in bütün romanları pek çok dile çevrilerek, önemli yayınevleri tarafından Almanya,İtalya, Fransa, İspanya, Brezilya,Polonya, İngiltere, ABD , Bulgaristan, Macaristan, Arnavutluk ve Yunanistan'da da yayınlandı.

İŞTE PERİHAN MAĞDEN'İN NOKTA DERGİSİNDEKİ İLK YAZISI

Kuzey Kore kendi saat dilimine geçmeye karar vermiş!
Sosyal medyada yaşayanlar da, kendi zaman dilimlerinde yaşıyorlar.

Kendi TT gezegenlerinin saat diliminde.

Çok takip edilip habire takdir edilebilmek için yatıp kalkan ünlüler bir yana, bazı köşeciler de sosyal medyanın gündemini işgal eden konuları tarayıp, tammm da o konuları topaçlayan bir yazı attırıveriyorlarmış o günün menüsü, pardon, yazısı olarak.

Yani, bir diktatörlük çeşidinden söz ve şikayet ederken, sosyal medyanın popülerite çizelgeleriyle yatıp kalkmak da, bir nevi emir- sözde doğrular- komuta diktatörlüğüne, üstelik gönül vererek, arzu ederek  boyun eğme hali.

Bu mecrayı ‘’iyi’’, başarılı kullananlar, işte tam da bu Yeni Model Siyaseten Doğruculuğun, emirlerine/ o gün için dikte ettiklerine göre, özen ve çalışkanlıkla hareket edenler.

Hayatında; Türkiye’deki siyasi ortamın düzelip, hakiki demokrasinin inşası için, geçtim elini taşın altına filan koymayı, kestiği tırnağı uzatmamış olanlar, Twitter’ın siyasi doğruculuk komserleri olarak, etrafı başarıyla terörize etmeye muvaffak oluyorlar.

Eğri oturup doğru konuşalım: Gezi’den beri bu böyle!

Ne zamanki Gezi sayesinde Taksim meydanını doldurup sokakla, siyasetle, sokak siyasetiyle, muhalifliğin kafa bulduran şahaneliğiyle tanıştılar-

Tutmayın gitsin!

Artık onlardan siyaseten doğrucusu, anlamadıkları / etmedikleri konulara tebelleş olucusu, günde 186 kez filan kıtır kıtır ahkam kesicisi, Twitter’ın anonimliğinden, anındalığından da faydalanarak kafa kopartıcısı, kelle isteyicisi yok.

Gezinin yeminli ya da maaşlı düşmanları için de, bu böyle.

Geziden beri, sosyal medyada kan gövdeyi götürüyor diyebiliriz yani.

Bir nevi Post- Modern Yeniçeri Hareketi!

Habire bazı anlık kalabalıklar oluşturup ‘’Verun kellesini!’’ yapabiliyorsun.

Müthiş bir yapmacıklık imalathanesi olarak çalışmanın yanı sıra.

Yedi gün, 24 saat açık bir fason doğruculuk üretme fabrikası. Aynı zamanda yani.

Benim içime şahsen;  muhtelif ünlülerin, ya da üne taliplerin ‘’Çocuklar ölmesin!’’, ‘’Kadınlar susmasın!’’

‘’Şiddete hayır!’’, ‘’Kediler gülsün!’’, ‘’Karanfiller solmasın!’’ gibi klişeleri topaçlayıp ‘’E, bugünkü siyaseten doğruculuk kotamızı da doldurduk, çok şükür’’ psikolojisiyle, kendilerini tamamına erdirmiş hissetmelerinden fenalıklar geldi.

Gülben Ergen;  Eski Çapa Adam eşiyle BaşkanCumhur Erdoğan’ın  bilmemne davetine gitti de;

‘’Vayyyy, o diktatörün iftarında NE işin var!!’’ diye Twitter’da   cızzzbızzz mı yapıldı  mesela-

Makul bir zaman aralığı geçtikten sonra, derhal bir üstü kapaklı ‘’Kadınlar susmasın!’’ tviti atıp, sözümona Bülent Arınç’ı eleştirmiş olarak, balans ayarını  yapmış oluyor.

Yani hem muhalif kitlesini küstürmemiş, onların hakaret ve nefret oklarının daimi hedefi haline gelmemiş oluyor Gülben Ergen, hem de o davete katılıp Başkan RTE’nin tasdik ve onayını almış olduğu için (Haber Çapası kocasına da iş aranıyordur haldır huldur, eminim!) Rising Star Türkiye’de jüri üyeliğini kapmış!

Erdoğan’ın Kültür ve Eğlence’den sorumlu gönlünün bakanı olarak çalışan Acun Ilıcalı, kanalındaki tüm jürilik/ mürilik akçeli işlerini Erdoğan yancısı ünlülere dağıtıyor, emin olabilirsiniz.

Demet Akalın olsun, Mustafa Sandal olsun, Gülben Ergen olsun; RTE’nin son davetine koşan, onunla fotoğraf çektirip coşan isimlerdi.

Şimdi hepsi Rising Star jürisi.

Rıza Sarraf mıdır, Reza Zarrab mıdır, iki isimli, rüşvet ve kara akçeler şampiyonu şahsın değerli eşi olan Ebru Gündeş de mesela, Acun’un vazgeçilmezler kadrosunun gedikli isimlerinden biri.

Yani Acun Ilıcalı’nın kanalı için ‘’Ne kadar BaşkanCumhurumuza alaka ve sevgi/ O kadar ekmek’’ altın formülü bu denli geçerli.

Gülben Ergen gibi, ‘’samimiyet’’ simsarları sosyal medyada kendilerine, habire imaj donları biçe dursun-

Orayı da, burayı da idare etmeyi becerip  sürekli gündemde tutunma ‘büyük’ başarısı,bu tiplerin  kovalarına aman her daim dolsun-

Asıl ben, Beren Saat’ten söz etmek istiyorum.

Beren Saat; Özgecan Aslan’ın alçakça, kalleşçe, acımasızca öldürülmesinden sonra,kendi başına gelen  tacizleri anlatan bir yazı kaleme aldı!

Bu, Türkiye topraklarında , bir ilkti!  Olacak iş değildi.

Beren Saat kadar ünlü, popüler, gözde bir  oyuncu kalkıp küçüklüğünden beri maruz kaldığı tacizleri tek tek sıralıyor!

Hem de gayet grafik bir dil,  derin ve sertliğin, öfkenin kıyılarında gezinen bir dobralıkla!

Hem hakikaten Özgecan’a üzülüp, hayatını kaybetmiş olmasının acısını ta içinde hissettiği, hissedebildiği için, hem de onca değerli imajını otobüsün altına atmayı göze alarak Kadın Meselesi’ne dair, taciz, tecavüz,şiddet meselesine dair sağlıklı bir tartışma başlatıp, bir şeylerin değişebilmesine önayak olabilmek için.

Yoksa, tüm diğerlerinin sosyal medyada yaptığı gibi ‘’Özgecanlar ölmesin/ Çiçekler solmasın!’’ filan gibi klişeleyip, ‘’görevini’’ yapmış, cici ve doğrucu biri olduğunu o gün için de kanıtlamış vaziyette, mutlu mesut  rahatça köşesine çekilebilir- di.

Ama asıl kıyamet anlaşılan Saat’in ‘’Erzurum’da HDP minibüsünü kullanan şoförü yaktılar! Terörist diye diye halk terörist oldu!’’ diye başlayan tviti yüzünden koptu.

Kaynanası ve görümcesiyle arasının ciddi bozulduğu, Doğulu Ailesinin (MHP’liler mi acaba?) böyle siyasi paylaşımlarda bulunmamasını istediği iddiaları ortalığı kapladı.

Bu iddialar aile tarafından yalanlanmadı.

Dahası Beren Saat bu paylaşımını silip, uzun süren bir sessizliğe büründü.

Yakın zamanda ‘’ Brando diyor ki: Bizi bozguna uğratan yargılarımız’’ diye bir tvit atmış ABD’deyken.

Manidar; değil mi?

Ve içim acıdı.

Susturduk mu yani farklı bir sesi/ üslubu daha? Samimiyetin sesini, her zaman olduğu gibi, başarıyla kıstık mı?

Etliye sütlüye bulaşmayan, cici çocuklar prensi Murat Boz’un ‘’HDPli değilim, HDPli değilim ben!’’ diye  çırpınmalarını düşünüp, kendini (HDPlilikten!) temize çıkarabilmek için verdiği uğraşları hesaba katınca-

Genel olarak bu denli sahtekar imajların her gün yeni baştan (vazife icabı) çizildiği, sosyal ve normal  medyada, ünlülerin nasıl da çalışkanlıkla, hemen hep aynı sasılıkta, olup da hiç olmayan mesajlarıyla, varolduğunu filan düşündüğünüzde-

Beren Saat’in istisnai bir samimiyeti ve duyarlılığı olduğunu, tam da BU YÜZDEN susturulduğunu, kolayca teslim edebilirsiniz.

Hemen hiç bir siyasi duruşu olmadığı için, muhtemelen sarakaya alınmak üzere, OYUM HDP’YE! afişine konu edilen (varlığın da yokluğun da kar etmiyor) Murat Boz’un da , Acun Ilıcalı’nın gedikli jüri üyelerinden olduğu bilgisiyle çemberi tamamlayayım.

Bu dünyayı, bu ülkeyi muhtelif kaynanalar, Beren Saat’e dar ederlerken, birileri de her daim balık gibi ağların arasından kayarak, durumlarını idare edecek yani.

Eeee, geçim dünyası.

Ve de  imaj dünyası!

Her ikisi artık bariz bir şekilde, birbirine bağlı.

‘’İmajın kadar maaş çeki!’’ slogan bu.