Gündem
08 Ağu 2011 11:25 Son Güncelleme: 23 Kas 2018 12:39

MEDYA ARTIK VESAYETİN YANLIŞLARINI GİZLEYEMEZ!

Gazeteci-yazar Hüseyin Gülerce, son gelişmeleri hükümet, asker, medya ve bir çok konuyu Gazete Habertürk'ten Kutlu Esendemir'e değerlendirdi.

’Yeni Türkiye’de taşlar yerine oturacak’


12 Haziran seçimlerinden sonra, önce yemin krizi, ardından terör ve son olarak YAŞ öncesi kuvvet komutanlarının istifasıyla sancılı bir süreçten geçen Türkiye, demokratikleşme konusunda mesafe alma arayışında. 1 Ekim’de açılacak Meclis’in temel gündemi de Yeni Anayasa olacak. Hüseyin Gülerce, Zaman Gazetesi Yazarı ve Fethullah Gülen’e en yakın isimlerden. Yazdıkları ve söyledikleri çoğu zaman Gülen ile ilişkilendiriliyor. Hüseyin Gülerce’yle yaşanan gelişmeleri ve Türkiye’nin önümüzdeki günlerini konuştuk.


Makalelerinizde sürekli, “Yeni durum”, “Yeni dönem”, “Yeni Türkiye” diyorsunuz. “Yeni Türkiye”de artık neleri görmeyeceğiz?

Eskiden darbeler var mesela. 27 Mayıs 1960 darbesinden beri TSK içinde cuntacı bir damar, darbeci bir zihniyet var. İşi kitabına uydurup, halkın seçtiklerine rağmen Türkiye’yi 80 senedir askeri bürokrasi yönetiyor. Yargı bürokrasisi, sivil bürokrasi, üniversiteler, sendikalar, İstanbul sermayesi ve bilhassa medya, vesayet rejiminin payandaları olmuşlar. Darbecileri ilk tebrik etmeye Anayasa Mahkemesi üyelerinin gittiği eski bir Türkiye var. Genelkurmay karargâhında, Yargıtay üyelerine brifing verilebilen bir eski Türkiye var. Askerin, siyaseti karıştırdığı, seçilmiş hükümetleri istifaya zorladığı, iş göremez raporu aldırma baskısıyla başbakanların istifaya zorlandığı, cumhurbaşkanlığı seçimlerini etkilemek için muhtıraların verildiği eski bir Türkiye var. Yeni Türkiye’de bunlar olmayacak. Taşlar yerine oturacak.

Ne gibi?

Askerin engellediği kuvvetler ayrılığı prensibi Anayasal teminatlarla hayat bulacak. Mevcut Anayasa’ya göre, Silahlı Kuvvetler kimseye, hiçbir yere bağlı değil. Sadece, “Başbakan’a karşı sorumlu”. Yani denetim dışı. Çünkü bu sorumluluk nedir? Nerede başlar, nerede biter? Sorumluluğunu yerine getirmezse müeyyidesi nedir? Mesela, geçtiğimiz 29 Ekim’de, Cumhuriyet Bayramı resepsiyonuna komutanlar katılmadı. Çankaya Köşkü’ne gitmediler, orduevinde alternatif resepsiyon yaptılar. Hani Cumhurbaşkanı Başkomutandı? Başkomutanı dinlemeyen komutanlardan söz ediyoruz. Var mı bunun bir müeyyidesi?

“Yeni sermaye” ve “yeni medya” nasıl şekillenecek?

Evrensel standartlara göre şekillenecek. AB üyeliği bu konuda çok önemli. Daha doğrusu AB kriterleri. Türkiye’nin üyeliği belki bir kazaya uğrayabilir. Belki Avrupa Türkiye’ye ihtiyaç duyabilir. Ama AB kriterleri evrensel kriterlerdir. Orada bir çıta var. Türkiye bu çıtayı yakalamak zorunda. AB üyesi olabilmek için değil. Bizim insanımızın bu evrensel değerlere liyakati olduğu için. Bu değerleri hak ettiği için. Hukukun üstünlüğünün ve herkesin hesap vermesinin, şeffaflığın ne kadar değerli olduğunu, ne kadar önemli olduğunu bilmemiz için ille de AB üyeliği şart değil. Bunu AB üyeliğini küçümsediğim için söylemiyorum. İnsanın ve insani değerlerin öne çıktığı bir dünyada, kimse artık baskıyla, höt-zötle koskoca bir ülkeyi idare edemez... Yeni sermaye, vesayetin değirmenine su taşıyamaz. Medya, vesayetin yanlışlarını, hukuksuzluğunu örtemez, baskıcı ve zalim bir yönetimi, sanki memlekette demokrasi varmış gibi ambalajlayamaz, halkın gözünden kaçırmaya çalışamaz.

SIRADA BAKANLIĞA BAĞLANMA VE 35. MADDE VAR

Yeni kabinenin oluşumu ve Yüksek Askerî Şûra toplantılarına dikkat çekerek iktidarın ustalık döneminin başlangıcını test etme fırsatını bulacağınızı söylemiştiniz. Bu iki konuda iktidar testinizinden nasıl geçti?

Yeni kabine, ustalık dönemi için iyi bir başlangıç oldu. Sayın Cemil Çiçek’in Meclis Başkanı seçilmesini de bu ustalık içinde değerlendirmek gerekir. Sayın Erdoğan, çok isabetli bir tercih yaptı. Yeni dönemde sivil anayasa çalışmaları en önemli gündem maddesidir. Sayın Çiçek bu açıdan biçilmiş kaftandır. Diyalog ve uzlaşmacı yapısıyla ustalık döneminde Sayın Erdoğan’ın işini çok kolaylaştıracaktır.

Ya Yüksek Askeri Şura toplantısı?

Şahsen ben ustalığın, bu Şûra’yı nasıl etkilediğini pek anlayamadım. Org. Koşaner, Genelkurmay Başkanlığı’ndan neden istifa etmiş oldu, onu da anlayamadım. Çünkü Şûra’da askerlerin istediği oldu. 14 generalin, tutuklu olmalarına rağmen “Komutan yardımcılıkları” ihdas edilerek tayinleri bile yapıldı. Brüksel’e tayin edilen bile var. Sanki asker bir istifa manevrası ile istediğini elde etmiş gibi. Bunu fazla yadırgamıyorum. Hükümetin tavrıdır, kararıdır. Benim bilmediğim denge hesapları mutlaka vardır. Fakat ben daha başka bir şey söylemek istiyorum. Aslolan, askerdeki zihniyet değişimidir. Bunun ölçüsü de Silahlı Kuvvetler’in Milli Savunma Bakanlığı’na bağlanmasıdır. İç Hizmet Kanunu’nun 35. Maddesi’nin kaldırılması, ya da yeniden yazılmasıdır. Askerlerin de bütün kurumlar gibi denetime açık olmasıdır.

YAŞ öncesi Genelkurmay Başkanı ve 3 kuvvet komutanının istifası sizin için sürpriz miydi?

Evet sürprizdi. Bir taktik olarak gördüm. Hele üç kuvvet komutanının emekliliği, tam bir gösteriydi. Çünkü zaten emekli oluyorlardı. Hükümete karşı bir protesto gösterisi için şahsen bana göre konumlarına yakışmayan bir tepki verdiler.

Türkiye’nin önünde çözüm bekleyen en önemli gündem maddesi Kürt sorunu. “Yeni Türkiye” bu sorunu nasıl aşacak?

Kürt sorunu da, demokratikleşmeyle çözülecektir. Yeni sivil Anayasa, bu çözüm için altın bir fırsat sunuyor. Fakat terörü kullanarak bu fırsatın önünü kesmek isteyenler var. BDP’nin tutumu son derece yanlış. Meclis’e gelip yemin bile etmediler. BDP, terör örgütlerinin Parlamento’daki temsilcisi gibi davranamaz. Bu, çözümü engeller. Halbuki BDP Meclis çatısı altında çözüme büyük destek verebilir. Türkiye’de makul çoğunluk, Kürt sorununu demokrasi içinde çözmeden yanadır, BDP-PKK çizgisi ise, Kürt sorununu, ırkçılık temelinde ve dayatmalarla çözme taraflısıdır. Ben bunu samimi bulmuyorum, Kürt sorunu çözülürken, 50 milyonluk Türk çoğunluğu hiçe saymak, akıl alacak gibi değildir. “Vergi vermeyiz, üste para da isteriz” gibi laflar, sadece boş laflardır...

ERDOĞAN’IN OPERASYON DURUR SÖZÜ ÖNEMLİ

DTK’nın “demokratik özerklik” ilan ettiği 14 Temmuz tarihini, “Kürt sorununun çözümünde bir kırılma noktası” olarak gösterdiniz. Sizin deyiminizle, bu kırılmanın ardından nelere tanıklık edebiliriz?

Hükümet, terörle mücadelede yeni bir yapılanma ile kararlılığını ortaya koyacak. Terörün, demokratik çözümü engellemesine fırsat verilmeyecek. Ancak burada ince bir nokta var. Sayın Başbakan, “Silah bırakması gereken örgüttür, onlar bu işlerden vazgeçerse, operasyonlar da yok denecek seviyeye iner” diyor. Bu sözün üzerinde nedense pek durulmuyor.

Özellikle, terör konusunda, polis birimlerinin yeniden öne çıkarılacak olması, kimi çevrelerce “‘90’lı yılların politikalarına geri dönüş” olarak değerlendiriliyor. Yeni terörle mücadele yöntemleri ‘90’lı yıllardan ne tür farklılıklar taşıyacak?

En önemli fark; hükümet, askerî inisiyatif altında olmayacak. ‘90’lı yıllarda olağanüstü hal yönetimi vardı. Kontrol askerdeydi. JİTEM gibi oluşumlar o dönemin yanlışlarının kanıtıdır. Yeni dönemde hukuk dışılığa sapmadan, faili meçhul cinayetler işlenmeden terörle mücadele edilecek. Bunun yanında teröristle, masum halk ayırt edilecek. Ekonomik, sosyal ve kültürel politikalar buna paralel gidecek. Yani terörle mücadele, demokratik açılımı gölgelemeyecek, etkilemeyecek.

TSK, bu mücadelede nerede yer alacak?

Hükümet, koordine içinde hangi görevi verirse, orada yer alacak.

BU İNSANLARIN KATLEDİLMESİNİ Mİ İSTEYECEĞİZ?

Kimi devlet yetkililerinin İmralı’da, Öcalan tarafından, “Müzakere” olarak nitelenen bir dizi görüşme yaptığı biliniyordu. Öcalan’ın “barış aşamasına geldik” derken, bu süreç nasıl kanlı bir döneme evrildi?

Bir tane PKK yok. Dağdakiler var, şehirdekiler var. Avrupa’dakiler var. Türkiye’nin politikalarından rahatsız olan Batılı ülkeler var. Avrupa’da da var. Türkiye’nin güçlenmesini, kendi politikaları için tehdit gören komşu ülkelerde var. Kim kiminle, hangi bağlantılar içinde bunu Türkiye’nin istihbarat birimleri elbette biliyordur. Tam barış konuşulurken PKK’nın pusu kurup askerlerimizi şehit etmesi, seçim konvoyunda polisleri vurması, hangi çözüme yardımcı olabilir? İşte Başbakan açıkça söylüyor. “Bırakın bu işleri, operasyonlar azalsın, bitsin” diyor. PKK’lı dediğiniz insanların çoğu bu ülkenin çocukları. BDP’ye oy verenlerin hemen hepsi PKK sempatizanı. Bu insanları yok mu sayacağız? Hepsinin katledilmesini mi isteyeceğiz? Bunun için insanlıktan çıkmış olmamız lazım. Şiddet ve terör bitmeden, akan kan durdurulmadan, Türk ve Kürt analarının birbirine karışan gözyaşları dinmeden çözüm olmaz.

1 Ekim’de Meclis’in açılışının ardından Türkiye’nin gündemi “Yeni Anayasa” olacak. Sizce bu Anayasa’da öncelikler ne olacaktır?

Evvela bu bir toplumsal mutabakat metni olmalıdır. Ülkemizde tansiyonu düşürecek, gerilimi ve kutuplaşmayı bitirecek bir uzlaşmaya ihtiyacımız var. Bu açıdan, CHP’nin rolü, desteği çok önemli. AK Parti, CHP’nin kıymetini bilmelidir. Yüzde 50 oy alındı diye, CHP’yi örselemesinler. Artık seçimler geride kaldı. İşte Sayın Kılıçdaroğlu, hem TSK İç Hizmet Kanunu’nun değiştirilmesi, hem de silahlı kuvvetlerin Milli Savunma Bakanı’na bağlanması konusunda “biz varız” diyor. Bunu, “efendim, şimdi böyle söylüyor, ama sonra cayabilir” diyerek geçiştirmemeli. Tam tersine bu sözlerden hareketle, madem “CHP böyle düşünüyor, hemen bir araya gelelim, çalışmalara başlayalım” denmeli... CHP de, “Bana madem muhtaçlar” diye işi yokuşa sürmemeli. Elini taşın altına, yarınların hatırı için sokmalı.

ERGENEKON’DA ADALET HIZLI TECELLİ ETMELİ

Bir de tabii yürürlükte olan soruşturmalar var. Sizce Ergenekon Davası’nda ne tür gelişmeler yaşanabilir?

Ergenekon davasının seyrini tabii ki bilemem. Ancak geç gelen adalet, adalet değildir hükmü, kamuoyunda giderek yaygınlaşırsa, bundan davanın özü de zarar görür. Bu davada adalet mümkün olduğu kadar hızlı tecelli etmelidir.

Uzun tutukluluk sürelerine sizin de itirazınız bulunuyor mu?

Uzun tutukluluk sürelerine benim de itirazım var. Ergenekon davasının önemine inanan insanlardan biriyim. Ancak bir mümin olarak şunu da biliyorum. Allah, Kuran’ı Kerim’de Mâide Suresi, Ayet 8’e mealen, “Bir topluluğa olan kininiz, sizi adaletsizliğe sevk etmesin. Adaletli olun, çünkü o, takvaya daha yakındır” diyor. Kimse yargısız infaz yapmamalı. Yargılama sürerken, tutuklulara suçlu gibi davranmamalı. Fakat yine aynı hassasiyetle, tutukluların asla suçlu olamayacakları, hatta onların birer kahraman, toplumun seçkin temsilcileri olduğu söylenerek yargı baskı altına da alınmamalı. Hepimiz yargıya saygılı olmalıyız.