İnfial
09 Kas 2015 10:26 Son Güncelleme: 23 Kas 2018 18:09

“Lider değişimi” muhalefeti kurtarır mı?..

Medyaradar siyaset analisti Atilla Akar, seçim yenilgisi sonrası muhalefet partilerinde ortaya çıkan “lider değişimi” taleplerini analiz etti ve “lider değişimi olacak mı?” sorusunu cevapladı…

Önce şunu belirterek sözlerime başlayayım; ben “tarihte bireyin rolü”ne inanırım. (Dolayısıyla mekanik tarih tezlerine, gerçekte kendi başına iradesiz olan kitleleri baş köşeye koyan tavırlara inanmam.) Başsız gövde nasıl bir “hiç” ise lidersiz toplum, parti de ona yakındır. Ancak sorun şu ki adına “lider” dediğimiz insan türü öyle tarlada yetişmiyor. Bana göre lider “aranıp, bulunan” değil, “kendini dayatan kişi”dir. Çok az kişi bu vasıflara sahiptir. Zaten o yüzden liderdirler.

Lakin “liderlerin” gücü ve rolü de bir yere kadardır. Onu tarih denen o büyük sörf sahasında öne çıkaran bir dizi faktör vardır. Elinin altında perspektif sahibi düzgün kadrolar, sağlam bir örgüt, kendini adayan insanlar, uygun koşullar ve en önemlisi işlenecek sağlıklı “zihniyet” olmadan lider ne yapabilir ki? “Süper kahraman” olsa kaç yazar? Hele de günümüzün algılarla rahatlıkla oynanabilen dünyasında? (Kaldı ki “liderler” bile artık “imal” edilmekte, belli güçler, odaklar tarafından piyasaya sürülmektedir. “Kendine yol açan” lider tipi kalmadı gibi) Yani “lidersiz olmaz” derken aynı zamanda “lider yetmez” de demeye getiriyorum aslında. Sürükleyici liderlik ise bambaşka bir karizmadır ve her kumaşta bulunmaz!.

Neyse sadede geleyim…

NASIL CHP’DE BAYKAL’IN GİTMESİ SORUNU ÇÖZMEDİYSE!..

Şimdi düşünün; Baykal’a kurulan “komplo” neticesi Kılıçdaroğlu geldi. (Yani Kılıçdaroğlu parti içinde uzun ve meşakkatli mücadeleler, zorlu kabul ettirişler sonrası o makama gelmedi!) Bir “gizli irade” –şu veya bu neden ya da hesapla- Baykal’ın gitmesi gerektiğine karar verdi. Baykal’ın bu tercihe direneceğini düşündüklerinden olsa gerek hiç oyalanmadan bir “kişilik infazı” ile “sorunu” çözdüler. Umduklarından “kolay” olmuştu!

Bir kısım medyanın yelkenleri şişirmesiyle o ilk anları hatırlayın. Kılıçdaroğlu “CHP’yi uçuracak”dı. CHP, “makus talihini” onun sayesinde yenecekti. Nihayet aranan Ecevitvari lider (Kasketli resimler ve çividi gömlekler eşliğinde!) bulunmuştu. “Gandi Kemal”di o! Oysa bulunan -teknik manada- “lider” değil sadece “genel başkan”dı. Nitekim o “rüzgâr” kısa sürede kayboldu.

Kılıçdaroğlu’nun bütün iyi niyeti ve çabasına rağmen, yetmedi, yetemedi, yetemezdi de zaten. Sorun çok daha derinlerdeydi ve “lider değişimi” işin sadece bir boyutuydu. Sonra kısa zamanda anlaşıldı ki CHP, ne kadar zorlarsa zorlasın azami yüzde 25 limitine sıkışıp kalmıştı. Diğer bir deyişle “evdeki hesap çarşıya uymadı.” Yoksa Baykal’ın liderlik vasıfları (Hitabet, karizma, ağırlık, vb) Kılıçdaroğlu’ndan daha üstündü. Onun da handikabı bir türlü ”hizipçi” imajını kıramaması oldu.

MHP’YE “BAŞBUĞ” DEĞİL, “FRENLEYİCİ” ARANDI!

Türkeş sonrası MHP’de ise zaten “toplumsal hedefi olan lider” istenmedi. O yüzden baştan beri “Başbuğ” unvanı boş kaldı ama “manevi gerekçelerle istenmiyor” havası verildi. Partiyi “Soğuk savaş” konseptinden çıkartacak, eski negatif imajını törpüleyecek ve en önemlisi her an bir “yaramazlık” yapması mümkün “ülkücüleri” kontrol altında tutup, aşırı çıkışları frenleyecek (Bunda da başarılıydı ve kısmen de “hayırlı” oldu), partiyi “büyütme“ iddiası olmayan bir “lider tipi” seçildi. (“Partiyi öldürmesin, canlı tutsun yeter” denildi), Dizginleri elinde tuttuğu sürece sorun yoktu. Nasıl olsa PKK terörü sürdüğü müddetçe baraj aşırtacak “yeter oylar” çantada keklikti. Fazlası zarardı!

Ne var ki “Milliyetçi taban” ve kadrolar çok değişmişti ve onlar artık “iktidar” istiyorlardı. (Sonu bir tür hüsran olan ve “Apo’yu bile asamayan” DSP-MHP-ANAP koalisyonu insanları kesmemişti) Ancak anlamadıkları şuydu ki, “Türk”ün adını dahi anmak istemeyen yeni bir “sistem” kuruluyordu. Böylesi bir “proje”de “Türkçü” bir partinin önü ne kadar açılıp, yeşil ışık yakılabilirdi ki? “Örgütten gelen Bahçeli” seçeneği en uygun seçenekti. Meseleye halen kurulmak istenen “sistem” açısından değil, liderlerin kaşı, gözü üzerinden bakanlar bunu anlayamazlar.

Şimdi düşünün; niye Ecevit’e tam da Irak işgali öncesi “sağlık bahaneli” linç uygulandı? Derviş neden geldi? Bahçeli nasıl DSP-MHP-ANAP koalisyonunu bir anda seçime sürükleyip, AKP’nin önünü açtı? Baykal niye Erdoğan’ın üzerindeki yasağın kalkmasına önayak oldu? Demek ki daha “derin bir irade” böyle olmasını istemişti!..

HDP’YE GELİNCE…

İçlerinde en rahat “muhalefet Partisi” HDP görünmektedir. (Aslında ona “muhalefet partisi” demekte zorlanıyorum. İki nedenle. Birincisi sırf “anayasa” ile ilgili olduğu için her an iktidarın “stepnesi” rolü oynayabilir. Zaten buna çok hevesliler. İkincisi; halen sisteme entegre olmakta direndikleri için iktidara, siyasete değil tümüyle “Türk devleti”ne muhalifler. Sistem içinde ne yapmak istedikleri, nerede durup durmayacakları meçhul.) 7 Haziran’a göre gerileseler bile 1 Kasım’dan da barajı aşarak kârlı çıkmışlardır. Anayasa tartışmalarının “kilit partisi” konumuna gelmişlerdir ve bu fırsatı sonuna kadar kullanacağa benzemektedirler. İçlerinde birtakım tartışmalar olsa bile “lider sorunları” yoktur. Ne zaman Kandil “bu partide lider sorunu var” derse o zaman “lider sorunları” olacağa benzemektedirler!

Muhalefet olmasa da kısaca AKP’ye değinip konuyu kapatıyorum. AKP’nin gerçek lideri Erdoğan’dır. Davutoğlu “Dönemsel ve konjonktürel” kalmaktadır. Dolayısıyla şayet istenildiği gibi yeni anayasayı geçirebilirlerse Erdoğan’ın “Asli lider” olduğu tam olarak perçinlenecektir.

SEÇİM YENİLGİSİ LİDERLERE FATURA EDİLMELİ Mİ?

Malum ağır maliyetli seçim yenilgisi sonrasında ise fatura liderlere çıkartılmak isteniyor. Partilerde “isyan” büyürken açıkça “kelle” isteniyor. Durum belli ölçülerde “normal” sayılabilir. Elbette ki bu kadar ağır bir yenilginin “hesabını” birileri verecek. Doğaldır ki liderler bu açıdan en “topun ağzındaki” ilk kişiler oluyor.

Peki bunun “sorumlusu” sadece liderler mi? Ya da lider değişirse her şey hemen tersine mi dönecek? Bu partilere “iktidar yolu” adeta kendiliğinden açılacak mı? Yahut liderler değişse bile süreç onları da hemen ıskartaya mı çıkartacak? Umduklarını bulabilecekler mi? Şüphesiz bunun kestirme bir cevabı yok…

Yok, çünkü muhalifler açısından “liderleri aşan” bazı sorunlar var. Üzerinde hareket edecekleri zemin onları bazı açılardan sınırlıyor. (İdeolojik, siyasal, programatik, vb diğer bütün kriterleri geçiyorum) Muhalefet partileri “belirleyici” olarak üç açıdan sıkışmışa benziyor.

1) Sosyolojik Kapanma: Türkiye’de siyasetin sosyolojik zemini iyice daralmıştır. Ayrışma temelinde (Çok “sağlıksız” bir şekilde) daha ziyade “kültürel” temelde yürümektedir. Etnik, dinsel, mezhepsel farklılıklar olması gerekenden çok sürece damga vurmaktadır. Bugün Türkiye siyasetine tümüyle aslında “siyaset-dışı” olan kavramlar yön vermektedir. Partiler buna göre mevzilenmiştir. “Modernist laikler”in geleneksel partisi CHP, bugün batının sahil şeridine ve kısmen de kimi büyük şehirlerde etkili (O da bazı ilçelerinde) olabilmektedir. MHP ise daha ziyade Orta Anadolu yayına sıkışmış görünmektedir. (Ki, fire vermektedir) HDP ise –konumu ve rolü farklı olsa da- Güneydoğu ağırlıklıdır. Bu sınırlamayı aşabilen tek parti AKP görünmektedir. Baskılayıcı “sosyolojik sıkışma” olduğu sürece hangi lider durumu değiştirebilir ki?

2) Örgüt yapısı: Partilerin iç yapısı ayrı bir sorundur. Üye ve delege yapıları çok sağlıksızdır. Burada “lider sultası”nın çok sözü edilse de bence bu en son sorundur. Herkes halinden memnun görünmektedir. Örneğin en “modernist” görünen CHP’de -neredeyse- tamamıyla “Modernlik-dışı” kavramlar iş görmektedir. Etnik, mezhepsel- bölgesel, hemşerilik temelli ilişkiler (Ranta endeksli olarak) başattır. Adaylıklar, makamlar bunlara göre paylaşılmaktadır. Dolayısıyla “bütüne seslenen” bir imaj verememektedir. Hangi lider gelirse gelsin bu handikabı nasıl aşacaktır? MHP ise bu açıdan tam olarak “eski alışkanlıkları”nı sürdürmektedir. Geleneksel “militan” geleneğiyle yeni ihtiyaçları arasında sıkışıp kalmıştır. “Örgütsel liderlik”ten bir türlü “toplumsal liderliğe” geçiş yapamamaktadır.

3) Siyaseten : İkisinin de “Anti-Erdoğancılık” dışında bir “politikaları” yok görünmektedir. Erdoğan nefreti partileri zihnen felç etmiştir. (Farkında olmayabilirler ama Erdoğan aslında muhalif partilerin politikalarını sırf gölgesiyle belirlemektedir) Üstelik geliştirebildikleri söylem ve karşı-taktikler son derece yetersiz ve ham kalmaktadır. Gerçekte son derece “rasyonel” ve “hesapçı” hareket etmekte olan toplum bu şartlar altında yüzünü niye onlara dönsün ki? Sırf siz öyle istiyorsunuz diye mi?

Dolayısıyla hiçbir liderin elinde mevcut şartları lehlerine çevirecek bir “sihirli değnek” yok. Hepsinin kendilerine göre artıları ve eksileri var. Öte yandan bir “tıkanma” olduğu, bir “değişim” ihtiyacı bulunduğu da aşikâr. Ancak gerçek olan şu ki, politika, örgüt, söylem, ideolojik revizyon, verilen elektrik, vb gibi şartlar üzerinde yükselmeyen bir lider ya da lider değişimi –kısmi, anlık, lokal- bazı sonuçlar, zorlama heyecanlar, sahte ümitler verse bile gerçek manada “sonuç alıcı” olmayacaktır.

LİDER DEĞİŞİMİ OLACAK MI?

Gelelim “Can alıcı” soruya. “Lider değişimi” olacak mı? Uzatmadan hemen cevaplayayım; bence olmayacak. Dediğim gibi Türkiye’ye bir “sistem” oturtulmaya çalışılıyor. O sistem henüz tamamlanmadı. “Yeni Anayasa” süreci durumu netleştirecek. Bu süreç tamamlanana kadar kimse “liderlik değişimi” beklemesin.

O sürecin tamamlanması için etkisiz ya da etkisi sınırlı “muhalif liderler”e ihtiyaç var. Oyunun kuralı bu. “Oyunbozan” bir liderin ortaya çıkma ihtimalini sistemin kurucuları istemez. (Ya da bunu garantiye almadan değişmez!) Hatta mevcut liderlerin “korumaya alınacaklarını” dahi söyleyebilirim. Baştan beri her şey buna göre kurgulandı!

Peki ne olacak o zaman? Onu da söyleyeyim; liderler kalacak, çevresi değişecek. Birileri geri düşecek, bazı “vitrin yüzler” ise öne çıkacak. Liderler ufak tefek makyaj hileleri, ambalaj revizyonları ile yeniden pazarlanacak. Parti içi yeni uzlaşmalar, “dengeler” oluşacak. Bazı tavizler verilecek. Ta ki onlara “sistem”in gerçekten ihtiyacı kalmayana, sistem oturana kadar. O zaman da “yeni sistem”e uygun yeni “liderler” in zamanı gelecek. Önler “yeni birilerine” açılacak. Mevcutların gerçek misyonları o zaman tamamlanacak. Mevcut atmosferde kurultayların, yeni adayların, bütün bağırış çağırışların bu dönemde “gaz alma” dışında başka bir işlevi olmayacak!...

Türkiye -her iki cenahta da- sadece yüzde 50’ye seslenen, yüzde 50 tarafından sahiplenen değil, benimseyip, oy vermese bile duruşuyla yüzde 100’e hitap eden, herkes tarafından kabul gören, kimsenin itiraz edemeyeceği ”Toplumsal lideri”ni arıyor. Bunu başaramazsak kutuplaşmacı yüzde 50’ler üzerinden daha çok “operasyon” yeriz!.. 

NOT: Şu ana kadar adı geçen liderlerin hiçbiri ile kişisel ya da siyasi bir meselem yok. Kimileri gibi herhangi bir çıkarım ya da beklentim de söz konusu değil. Sadece bir “durum saptaması” yapmaya çalışıyorum.

09. 11. 2016.

atillaakar@gmail.com