Kovanın kraliçesi sensin Alin Taşçıyan!
Alin Taşçıyan Altın Portakal'da yaşanan sansür skandalından sonra Siyad üyeleri dahil herkese savaş açtı. Taşçıyan'ın eleştirilerine hedef olan eleştirmenimiz Murat Tolga Şen cevap veriyor.
51. Altın Portakal komitesinin üç üyesinden biri olan Alin Taşçıyan zor durumda…
Başı Altın Portakal’da yaşanan sansür skandalıyla dertte. Dün, üç üyesinden biri olduğu komite bu konuda kafası karışık bir açıklama yaptı ve kimse tatmin olmadı. İş oraya geldi ki, başkanı olduğu derneğin üyeleri kendi aralarında imza toplayarak “bu bir sansürdür ve biz sansüre kesinlikle karşıyız” özetinde net bir açıklama yaptılar. İyi de yaptılar, eğer dernek üyesi olmayan eleştirmenlere de imza hakkı verselerdi, hiç düşünmeden o metnin altına imzamı atardım!
Neydi konu, niye böyle oldu? Alin Taşçıyan hepimize birden neden saldırdı?
Şimdiye kadar yaptığım eleştirileri “derneğe üye olamadı ya, ondan bu hırçınlığı” diye boşa çıkarmaya çalıştılar ancak bundan sonra bu mümkün değil. Siyad’ı ben sallamıyorum, böyle bir gücüm de yok ama Siyad sallanıyor. Şunu da izah edeyim; benim üye olmak istediğim dernek yapısından çok uzakta şu anda bu meslek birliği… Murat Özer, başkanlığı döneminde en azından herkesi birbirine dost tutuyordu, biz de uzaktan da olsa size selam verebiliyorduk. Üye olma hevesim de o zamana aittir, sonrasında da asla böyle bir isteği çimlendirmedim. Siyad’sız da oluyor, neden olmasın ki?
Elbette, cevap hakkımı kullanıyorum ama bundan ötesi var. Durum gerçekten vahim… Öncelikle şikayet dışarıdan değil, artık iyice çaresiz kalmış bir birimden, festivalin ön jürisinden geliyor. İmzalı bir açıklama bu ve içeriği net: biz bu filmi belgesel yarışma seçkisinde yarışmaya layık gördüğümüz halde, festival yönetimi bu kararımızı siyasi sebeplerle engelledi.
Buna karşılık festival komitesi, özrü kabahatinden beter bir açıklama yaptı. Sansür konusunda haklı olduklarını düşünüyorlar ve bunu da festival yönetmeliğinin 25. maddesine dayandırıyorlar. Bu madde, “bir festival temsilcisinin yönteme ilişkin sorunların çözümlenmesine yardımcı olmak amacıyla, ön seçici kurul karar toplantısına katılacağını” belirtirmiş.
İyi de bunun anlamı, ön jüriye güvenmeyip "sakata gelmemek için", onların başına bir müfettiş dikmek değil midir? Bir sürü festivalde ön jürilik yaptım ama kararlarıma sansür uygulayacak böyle bir üst yetki kullanımıyla karşılaşmadım.
O halde ön jüriye, jüriye vs. gerek yok, birkaç festival temsilcisi her şeyi halleder! Sayım Çınar'a verdiğim röportajı doğrulamaktan başka işe yaramıyor bu açıklama...
Altın Portakal sansürsüz bir film festivali ise, özür dileyip ön jüri kararına uymalıdır. Bunun mümkün olduğunu pek düşünmüyorum. O zaman, aydın kafalardan oluştuğuna inandığımız festival komitesi cuntacı tavrı sonlandırıp görevini bırakmalı… Hala bir şeyleri geri almak, durumu düzeltmek imkanı olduğunu düşünüyorum.
Ama bunun yerine, komitenin sözcüsü haline gelen sevgili Alin Taşçıyan, kendisini masum ilan ettirebilmek adına, Siyad açıklamasına imza atan eleştirmenlerle, gazeteci Sayım Çınar’la ve ismimi vermeden benimle bir polemiğe girmeyi tercih ediyor. Bugün Star gazetesine bir yazı yazmış, adı da çok manidar: "Arı Kovanına Çomak Sokuyorum” diye başlık atmış.
Arı kovanına çomak sokmak? Alin hanım, siz kovanın kraliçe arısı değil misiniz? Ne çomağı Allah’ınızı severseniz. Zaten biz kovan sevmiyoruz, nerede bir ağaç kovuğu bulsak oraya petekleniyoruz. Kovana girmek isteyenlere neler yaptığınızı biliyoruz, uzak olsun ama orman bizim! Orman deyince aklıma Robin Hood'un Sherwood'u geldi, bizi oradaki çapulculara benzetebilirsiniz ve zaten benzetmişsiniz. “Çapulculara” tahammül etmek zor, hele de Şerifin adamları, hepten nefret eder.
Kendi derneğinizdeki açıklama metnine imza atan üyeleri, gaza gelmekle, aslında neye karşı çıktığını bilemeyecek kadar cahil-cühela olmakla suçluyorsunuz. O imzaları savunmak kendilerine düşer ancak kimsenin kimseyi gaza getirdiği falan yok, ortada bir festival skandalı var, siz sebep olmadınız belki ama sesinizi de çıkarmadınız ve özür dilemek yerine birden fazla cephe açarak savaş ilan ediyorsunuz! Mesele işte bu kadar basit… “Bilmek özgürleştirir” demişsiniz bir yerde de… Fatih Özgüven’i “bilmek” isteyince paylayan siz değil misiniz? Bu arada, aynı anda iki tarafa saldırmak da oldukça taktiksel. Stratejik zekanıza her zaman hayrandım (ciddiyim).
Sayım Çınar’ı benimle röportaj yaptığı için cezalandırarak “Altın Portakal” biletini engellediğinizi, yani bir gazeteciye sansür uyguladığınızı itiraf edin Alin Taşçıyan. Hiç kimse yaptığı röportaj için böyle cezalandırılamaz. Festival filmlerine küfretmiyoruz, kötü filmleri eleştiriyoruz. Röportajın ana fikri de buydu. Dileyen okuyabilir. Koza’dan sonra çıkan tüm makaleler de bu konunun üzerine dönmüşken nefreti Sayım Çınar’a odaklamak niye?
Basına sansür uygulayan siyasilere, medya patronlarına alışığım ama bir gazetecinin kendi meslektaşını sansürlemesini hangi haklılıkla açıklayacağız? Sayım Çınar yazısını Facebook sayfasında paylaşınca, tehdidinize oradan da devam ettiniz. “Gör bak bu camia sana daha neler yapacak” gibisinden bir şeyler yazmıştınız ama kaderin bir cilvesi olarak Siyad’lısı, Siyad’sızı, tüm kalemleriyle “camia” şu an sizin karşınızda!
Bu arada, “aslında polemiğe girmeye tenezzül etmem, o meydan okuyan eril dilden” hiç hazzetmem diyorsunuz ama Yıldız Sarayı’nda yapılan ilk Altın Portakal basın toplantısında size soru soran Uğur Vardan’a “yurtdışı festivallerine gidemediğin için bilmene imkan yok!” diyen “meydan okuyucu” dilinizi nasıl yorumlayacağız? Hemen arkasından Şenay Aydemir de bu üstten bakan tavrınızdan nasibini almıştı. Arkamızdaki gazetecinin “Allah’ım, bu nasıl bir kibir!” diye şaşırdığını duyduk.
Buraya bir not, Siyad'lı bir arkadaşım uyardı: Uğur Vardan, uçuş korkusundan dolayı uçağa binemediğinden yurtdışı festivallere gidemiyormuş, Alin buna latife yapmış. Tabi ayar veren üslubu yüzünden ben dahil kimseye öyle gelmedi, Uğur Vardan'ın durumunu da bilmediğimizden bunu hasmane bir tutum olarak yorumladık.
Hızınızı alamayıp Siyad dışında kalan tüm sinema yazarlarını, onların medyalarını “festival beleşçisi ilan etmişsiniz.
Bir zahmet, oturun inceleyin, Altın Koza’da kimler çalışmış-işini yapmış, kimler yatmış? “Sinema yazarlığı” birilerinden onay almadan yapılan bir iş artık. Öteki Sinema 10 yıllık uykusuz emeklerle bugüne geldi, festival sponsorluklarını da kara kaşımız-gözümüz için almıyoruz. İçeriğimizin %90'ı özgün çünkü 20 kişi her gün didiniyor bu site için. Ben eleştirince sinema yazarlarına hakaret etmiş oluyorum ama size serbest, öyle mi Alin Taşçıyan?
“Mesleki durumu tartışmalı” diye taktığınız kapak da buraya uymadı. Samsun’da eniştemin sinemasında büyüdüm, 2004’den bu yana film eleştirisi yapıyorum. Öteki Sinema’yı 2006’da kurdum. 2009'dan bu yana Beyazperde kadrosundayım. Burada da yine sinema-TV eleştirileri, reyting analizleri vs. yapıyorum. Kısa film ve sinema yazarlığı üzerine dersler veriyorum, üniversitelerde panellere katılıyorum. İsterseniz sizinle de katılırım, boyumun ölçüsünü alırsınız. Bunlar "özel hayatımla" edindiğim şeyler değil, o zaman anlarsınız.
Pek çok festivalde ön jüri ve jüri üyeliği yaptım. Evet, çoğu da sizin aşağıladığınız Anadolu festivalleriydi. Geçen Aralık’ta Kars’taydım örneğin. Sinema-kültür-sanat İstanbul’dan gerisine haram mı? Harcadığım tüm parayı yazarak kazanıyorum, başka işim yok! Ortada tartışmalı bir durum göremiyorum ben. İlle de bir tarafımıza dernek mührünü mü basmanız lazım? Bağımsız tüm sinema yazarları tırnaklarıyla kazıyarak bir yerlere geldiler.
Sayım Çınar’a yaptığınız aşağılama çok çirkin. “Ben yine bu mesleği icra ederken, o meşhur bavuluyla gazeteleri dolaşır kitap satar, tanıtım yapardı.” diyerek kendisini stad köftecisine yakın konumlandırmışsınız. Kapı kapı dolaşıp kitap satma fikri bence harika! Doğar doğmaz elimize kalem alıp kritik yazmıyoruz, ben de gençliğimde bir sürü işte çalıştım. Hiç unutmam; Amiga 500 modeli bir bilgisayar almak istiyordum, pahalıydı, ailemin parası yetmeyince E-5 karayolu kenarında üç ay Değirmendere fındığı satmıştım. Bir kenara not alın, ileride aşağılamak gerekirse kullanırsınız.
Son söz; polemikse polemik elbette ama sansürün polemiği falan olmaz. Meseleyi sulandırmayın lütfen. Reyan Tuvi’nin belgesel filmini sansürlediniz, Sayım Çınar’ı ve başka sinema yazarlarını da… Kendi derneğinizdeki insanları öyle aşağılıyorsunuz ki, benim yüzüm kızarıyor. O yüzden bu yalnız savaşçı duygusallığını bırakın. Sinema yazarları işlerinden olurken, eleştirmenlik artık bir meslek olarak bile tanımlanamazken ekonomisi oldukça düzelen bir tek siz varsınız, şu anda bizim gidemediğimiz için yutkunduğumuz bir festivalde, Kutluğ Ataman'la muhabbetleşmenin derdindesiniz. sahi, masrafları kim karşılıyor?
İsterseniz devam ederiz ama bence sakin, mutlu ve 'adil' olun. Bunun için hepimizden çok sebebiniz var. Şimdi, önemli olan şu; Reyan Tuvi’nin haklarını komitedeki “sinema yazarı” olarak korumalısınız. Siz bu mesleği korumakla görevli tapınağın (Fipresci-Siyad) başrahibesisiniz o yüzden sansür olayına dürüst bir açıklama getirmelisiniz, bunun için çabalamalısınız.
Bugün ulusal ve uluslararası yarışma jürilerinden insanlar da açıklama yapıp sansürü kınadılar. Onları da mı cahil, fırsatçı, iktidarı gasp etmek isteyenler vs. olmakla suçlayacaksınız? Bu konu polemik rüzgarında savrulmasın lütfen. . Yoksa o leke çitileseniz bile yıllarca çıkmaz.
MURAT TOLGA ŞEN / murattolga@gmail.com
Başı Altın Portakal’da yaşanan sansür skandalıyla dertte. Dün, üç üyesinden biri olduğu komite bu konuda kafası karışık bir açıklama yaptı ve kimse tatmin olmadı. İş oraya geldi ki, başkanı olduğu derneğin üyeleri kendi aralarında imza toplayarak “bu bir sansürdür ve biz sansüre kesinlikle karşıyız” özetinde net bir açıklama yaptılar. İyi de yaptılar, eğer dernek üyesi olmayan eleştirmenlere de imza hakkı verselerdi, hiç düşünmeden o metnin altına imzamı atardım!
Neydi konu, niye böyle oldu? Alin Taşçıyan hepimize birden neden saldırdı?
Şimdiye kadar yaptığım eleştirileri “derneğe üye olamadı ya, ondan bu hırçınlığı” diye boşa çıkarmaya çalıştılar ancak bundan sonra bu mümkün değil. Siyad’ı ben sallamıyorum, böyle bir gücüm de yok ama Siyad sallanıyor. Şunu da izah edeyim; benim üye olmak istediğim dernek yapısından çok uzakta şu anda bu meslek birliği… Murat Özer, başkanlığı döneminde en azından herkesi birbirine dost tutuyordu, biz de uzaktan da olsa size selam verebiliyorduk. Üye olma hevesim de o zamana aittir, sonrasında da asla böyle bir isteği çimlendirmedim. Siyad’sız da oluyor, neden olmasın ki?
Elbette, cevap hakkımı kullanıyorum ama bundan ötesi var. Durum gerçekten vahim… Öncelikle şikayet dışarıdan değil, artık iyice çaresiz kalmış bir birimden, festivalin ön jürisinden geliyor. İmzalı bir açıklama bu ve içeriği net: biz bu filmi belgesel yarışma seçkisinde yarışmaya layık gördüğümüz halde, festival yönetimi bu kararımızı siyasi sebeplerle engelledi.
Buna karşılık festival komitesi, özrü kabahatinden beter bir açıklama yaptı. Sansür konusunda haklı olduklarını düşünüyorlar ve bunu da festival yönetmeliğinin 25. maddesine dayandırıyorlar. Bu madde, “bir festival temsilcisinin yönteme ilişkin sorunların çözümlenmesine yardımcı olmak amacıyla, ön seçici kurul karar toplantısına katılacağını” belirtirmiş.
İyi de bunun anlamı, ön jüriye güvenmeyip "sakata gelmemek için", onların başına bir müfettiş dikmek değil midir? Bir sürü festivalde ön jürilik yaptım ama kararlarıma sansür uygulayacak böyle bir üst yetki kullanımıyla karşılaşmadım.
O halde ön jüriye, jüriye vs. gerek yok, birkaç festival temsilcisi her şeyi halleder! Sayım Çınar'a verdiğim röportajı doğrulamaktan başka işe yaramıyor bu açıklama...
Altın Portakal sansürsüz bir film festivali ise, özür dileyip ön jüri kararına uymalıdır. Bunun mümkün olduğunu pek düşünmüyorum. O zaman, aydın kafalardan oluştuğuna inandığımız festival komitesi cuntacı tavrı sonlandırıp görevini bırakmalı… Hala bir şeyleri geri almak, durumu düzeltmek imkanı olduğunu düşünüyorum.
Ama bunun yerine, komitenin sözcüsü haline gelen sevgili Alin Taşçıyan, kendisini masum ilan ettirebilmek adına, Siyad açıklamasına imza atan eleştirmenlerle, gazeteci Sayım Çınar’la ve ismimi vermeden benimle bir polemiğe girmeyi tercih ediyor. Bugün Star gazetesine bir yazı yazmış, adı da çok manidar: "Arı Kovanına Çomak Sokuyorum” diye başlık atmış.
Arı kovanına çomak sokmak? Alin hanım, siz kovanın kraliçe arısı değil misiniz? Ne çomağı Allah’ınızı severseniz. Zaten biz kovan sevmiyoruz, nerede bir ağaç kovuğu bulsak oraya petekleniyoruz. Kovana girmek isteyenlere neler yaptığınızı biliyoruz, uzak olsun ama orman bizim! Orman deyince aklıma Robin Hood'un Sherwood'u geldi, bizi oradaki çapulculara benzetebilirsiniz ve zaten benzetmişsiniz. “Çapulculara” tahammül etmek zor, hele de Şerifin adamları, hepten nefret eder.
Kendi derneğinizdeki açıklama metnine imza atan üyeleri, gaza gelmekle, aslında neye karşı çıktığını bilemeyecek kadar cahil-cühela olmakla suçluyorsunuz. O imzaları savunmak kendilerine düşer ancak kimsenin kimseyi gaza getirdiği falan yok, ortada bir festival skandalı var, siz sebep olmadınız belki ama sesinizi de çıkarmadınız ve özür dilemek yerine birden fazla cephe açarak savaş ilan ediyorsunuz! Mesele işte bu kadar basit… “Bilmek özgürleştirir” demişsiniz bir yerde de… Fatih Özgüven’i “bilmek” isteyince paylayan siz değil misiniz? Bu arada, aynı anda iki tarafa saldırmak da oldukça taktiksel. Stratejik zekanıza her zaman hayrandım (ciddiyim).
Sayım Çınar’ı benimle röportaj yaptığı için cezalandırarak “Altın Portakal” biletini engellediğinizi, yani bir gazeteciye sansür uyguladığınızı itiraf edin Alin Taşçıyan. Hiç kimse yaptığı röportaj için böyle cezalandırılamaz. Festival filmlerine küfretmiyoruz, kötü filmleri eleştiriyoruz. Röportajın ana fikri de buydu. Dileyen okuyabilir. Koza’dan sonra çıkan tüm makaleler de bu konunun üzerine dönmüşken nefreti Sayım Çınar’a odaklamak niye?
Basına sansür uygulayan siyasilere, medya patronlarına alışığım ama bir gazetecinin kendi meslektaşını sansürlemesini hangi haklılıkla açıklayacağız? Sayım Çınar yazısını Facebook sayfasında paylaşınca, tehdidinize oradan da devam ettiniz. “Gör bak bu camia sana daha neler yapacak” gibisinden bir şeyler yazmıştınız ama kaderin bir cilvesi olarak Siyad’lısı, Siyad’sızı, tüm kalemleriyle “camia” şu an sizin karşınızda!
Bu arada, “aslında polemiğe girmeye tenezzül etmem, o meydan okuyan eril dilden” hiç hazzetmem diyorsunuz ama Yıldız Sarayı’nda yapılan ilk Altın Portakal basın toplantısında size soru soran Uğur Vardan’a “yurtdışı festivallerine gidemediğin için bilmene imkan yok!” diyen “meydan okuyucu” dilinizi nasıl yorumlayacağız? Hemen arkasından Şenay Aydemir de bu üstten bakan tavrınızdan nasibini almıştı. Arkamızdaki gazetecinin “Allah’ım, bu nasıl bir kibir!” diye şaşırdığını duyduk.
Buraya bir not, Siyad'lı bir arkadaşım uyardı: Uğur Vardan, uçuş korkusundan dolayı uçağa binemediğinden yurtdışı festivallere gidemiyormuş, Alin buna latife yapmış. Tabi ayar veren üslubu yüzünden ben dahil kimseye öyle gelmedi, Uğur Vardan'ın durumunu da bilmediğimizden bunu hasmane bir tutum olarak yorumladık.
Hızınızı alamayıp Siyad dışında kalan tüm sinema yazarlarını, onların medyalarını “festival beleşçisi ilan etmişsiniz.
Bir zahmet, oturun inceleyin, Altın Koza’da kimler çalışmış-işini yapmış, kimler yatmış? “Sinema yazarlığı” birilerinden onay almadan yapılan bir iş artık. Öteki Sinema 10 yıllık uykusuz emeklerle bugüne geldi, festival sponsorluklarını da kara kaşımız-gözümüz için almıyoruz. İçeriğimizin %90'ı özgün çünkü 20 kişi her gün didiniyor bu site için. Ben eleştirince sinema yazarlarına hakaret etmiş oluyorum ama size serbest, öyle mi Alin Taşçıyan?
“Mesleki durumu tartışmalı” diye taktığınız kapak da buraya uymadı. Samsun’da eniştemin sinemasında büyüdüm, 2004’den bu yana film eleştirisi yapıyorum. Öteki Sinema’yı 2006’da kurdum. 2009'dan bu yana Beyazperde kadrosundayım. Burada da yine sinema-TV eleştirileri, reyting analizleri vs. yapıyorum. Kısa film ve sinema yazarlığı üzerine dersler veriyorum, üniversitelerde panellere katılıyorum. İsterseniz sizinle de katılırım, boyumun ölçüsünü alırsınız. Bunlar "özel hayatımla" edindiğim şeyler değil, o zaman anlarsınız.
Pek çok festivalde ön jüri ve jüri üyeliği yaptım. Evet, çoğu da sizin aşağıladığınız Anadolu festivalleriydi. Geçen Aralık’ta Kars’taydım örneğin. Sinema-kültür-sanat İstanbul’dan gerisine haram mı? Harcadığım tüm parayı yazarak kazanıyorum, başka işim yok! Ortada tartışmalı bir durum göremiyorum ben. İlle de bir tarafımıza dernek mührünü mü basmanız lazım? Bağımsız tüm sinema yazarları tırnaklarıyla kazıyarak bir yerlere geldiler.
Sayım Çınar’a yaptığınız aşağılama çok çirkin. “Ben yine bu mesleği icra ederken, o meşhur bavuluyla gazeteleri dolaşır kitap satar, tanıtım yapardı.” diyerek kendisini stad köftecisine yakın konumlandırmışsınız. Kapı kapı dolaşıp kitap satma fikri bence harika! Doğar doğmaz elimize kalem alıp kritik yazmıyoruz, ben de gençliğimde bir sürü işte çalıştım. Hiç unutmam; Amiga 500 modeli bir bilgisayar almak istiyordum, pahalıydı, ailemin parası yetmeyince E-5 karayolu kenarında üç ay Değirmendere fındığı satmıştım. Bir kenara not alın, ileride aşağılamak gerekirse kullanırsınız.
Son söz; polemikse polemik elbette ama sansürün polemiği falan olmaz. Meseleyi sulandırmayın lütfen. Reyan Tuvi’nin belgesel filmini sansürlediniz, Sayım Çınar’ı ve başka sinema yazarlarını da… Kendi derneğinizdeki insanları öyle aşağılıyorsunuz ki, benim yüzüm kızarıyor. O yüzden bu yalnız savaşçı duygusallığını bırakın. Sinema yazarları işlerinden olurken, eleştirmenlik artık bir meslek olarak bile tanımlanamazken ekonomisi oldukça düzelen bir tek siz varsınız, şu anda bizim gidemediğimiz için yutkunduğumuz bir festivalde, Kutluğ Ataman'la muhabbetleşmenin derdindesiniz. sahi, masrafları kim karşılıyor?
İsterseniz devam ederiz ama bence sakin, mutlu ve 'adil' olun. Bunun için hepimizden çok sebebiniz var. Şimdi, önemli olan şu; Reyan Tuvi’nin haklarını komitedeki “sinema yazarı” olarak korumalısınız. Siz bu mesleği korumakla görevli tapınağın (Fipresci-Siyad) başrahibesisiniz o yüzden sansür olayına dürüst bir açıklama getirmelisiniz, bunun için çabalamalısınız.
Bugün ulusal ve uluslararası yarışma jürilerinden insanlar da açıklama yapıp sansürü kınadılar. Onları da mı cahil, fırsatçı, iktidarı gasp etmek isteyenler vs. olmakla suçlayacaksınız? Bu konu polemik rüzgarında savrulmasın lütfen. . Yoksa o leke çitileseniz bile yıllarca çıkmaz.
MURAT TOLGA ŞEN / murattolga@gmail.com
DİĞER YAZILARI
Türk dizilerinin saltanatı tehlikede! Latin ülkeleri bizim dizilerden sıkıldı mı?
Hurafeciler sosyal medyayı ele geçirdi... Bilgi çağında hurafe toplumuna dönüşmek!
Masal medyasının sonu yakın! Türkiye’yi genç ve özgür yayıncılar uyandıracak!
Hiçbirinizin emeğini yok sayamam...
Kazanan Youtube! Ulusal kanalların ve dijital platformların Deprem Karnesi