Röportaj
12 Şub 2012 10:59 Son Güncelleme: 23 Kas 2018 13:19

KÖŞE YAZARLARI HANEDANLIĞI YIKILIYOR

Yıldıray Oğur, 'Genç Siviller' hareketinin kurucularından. Eskisi kadar aktif olmasa da çalışmalarına destek veriyor hala.

ODTÜ'de siyaset bilimi okumuş, şimdi Marmara Üniversitesi'nde doktora yapıyor. Taraf Gazetesi'nde çeşitli kademelerde çalıştı; şimdi yazı işleri müdürü. Köşesinin adı 'Manifesto'. Adına yakışır çıkışlar yapıyor o köşede. Kimi zaman merkez medyada yazan köşe sahiplerine bazen de hükümete karşı sivri laflar ediyor...

En son Başbakan'a 'sizi bin liralık eleştirebilir miyim' yazdığında kendisini aradım, görüşmemiz biraz gecikti ve tam da aynı gazetede çalıştığı arkadaşının kendini takip eden MİT ajanlarını yakaladığı döneme denk geldi. Hem son gelişmeleri, hem medyada durduğu noktayı, hem Ahmet Hakan, Ertuğrul Özkök gibi yazarlarla ne alıp veremediği olduğunu velhasıl aklıma takılan her şeyi sordum; içtenlikle yanıtladı. Memleketin derin gündemini de elbette konuştuk ama bir röportaj sayfasına sığmayacak mevzular olduğu için üzülerek yer veremiyorum...

- 'Yıldıray Oğur, gazetecilikte yeni olmasına rağmen 'son dönemde basın dünyasına katılan en parlak ve demokrat yazarlardan biri' olarak sivrildi.' Sizi tanımlayan böyle bir cümle okudum... Sizce bu sivrilmenin, parlamanın nedeni neydi?
Bir an için bu soruya 'Benim sivrilmemin ve parlamamın nedeni' diye başlayan bir cevap verdiğimi düşündüm ve kendimden tiksindim. Neyse ki böyle bir soruya soğukkanlılıkla cevap verecek kadar 'sivrilmedim' henüz. Gazeteciliğin acımasız çarkına girmeden, Ahmet Altan, Alev Er ve Yasemin Çongar gibi isimlerle çalışma şansına sahip olmak büyük bir ayrıcalıktı. Bizimki, bir savaşın en öndeki cephesinde beş yıl geçirmek gibi bir şey. Epey öğretici. Bir nevi demokrasi gazisi olduk. Ama öyle görünüyor ki otobüslerde bize yer vermeyecekler.

KÖŞE YAZARLARI HANEDANLIĞI YIKILIYOR

- Rasim Ozan Kütahyalı, Mehmet Baransu ve siz; yukarıdaki sıfatı bu üçlü için sıkça duyuyoruz. Bu isimleri ve sizi diğerlerinden ayıran nedir sizce?
Çok büyük farklar var tabii. Mesela Aydın Doğan bize oturmaya gelseydi ben onu pijamalarımla karşılardım. Şaka bir yana. Taraf, köşesini neredeyse oğluna bırakmayı düşünecek köşe yazarlığı hanedanlığının örf ve ananelerini yıkıp, adı sanı bilinmeyen, kimsenin oğlu, kızı, yeğeni, karısı, sevgilisi olmayan, arkasında hatırlı referanslar, önünde titrler bulunmayan yani mavi kan taşımayan pek çok yeni ismi medyaya kazandırdı. Doktor Frankenstein kadar içimiz huzur dolu yani.

- Eleştirdiğiniz 'köşe yazarı' sınıfındansınız. Sınıfın içinden bakınca da eleştiriyor musunuz durduğunuz yeri?
Valla yeni nesilden büyüyünce Acun Ilıcalı olmayacağını anlayanlar artık köşe yazarı olmak istiyordur herhalde. Her konuda sana altın tepside sunulan kanaat bildirme, racon kesme imtiyazı yetmezmiş gibi bir de üstüne üslük para alıyorsun, iktidar ve itibar kazanıyorsun. Ve tüm bunları hiç evden çıkmayarak, Tunus'tan, Maldivler'den, bakanla çıktığın dünya tutundan, 'şirketlerin götürdüğü yere git' gezilerinden bildirerek de yapabiliyorsun. Hem de bunun için devrik cümle kurmaktan ibaret bir romantizm, tavşan b.ku kıvamında siyasi tavır, de' leri da'ları ayırmayı bilmekten ibaret bir yazı yeteneği çoğunlukla yeterli. Bir iddianamenin açıklamasından beş dakika sonra televizyona bağlanıp o iddianameyi yorumlayan köşe yazarları var. Tutarlılık hak getire. Türkiye'yi 'sivil dikta' diye eleştirip Suriye rejimine destek turu yapan köşe yazarının kafası çok net. Bir köşe yazarı en az 20 milletvekili gücü ve etkisinde. Bu gücü herkes habercilik için kullanmıyor tabii. Daha beş yıl önce televizyonlardan darbe toto yapan, askercilik oynayan, 28 Şubat'ta en kirli gazetecilik faaliyetlerine adı karışmış isimleri bugün hükümete yakın gazetelerde tam karşı cepheye doğru kalemlerini uzatırken görmeye şaşırmıyorum o yüzden. Profesyonelliğin gereği bu. Neyse ki 'kanaat bildirmeci' köşe yazarlığının fiyakasını sosyal medya fena halde bozmakta. Köşe yazarlığının üzerinde bir mavi kuşun hayaleti dolaşıyor...

- Siyaset bilimi eğitimi alıp üzerine de akademik çalışmalarınıza devam etmişsiniz. Yola çıkarken hedefiniz neydi?
Klişe popçu yanıtları gibi olacak ama çocukluktan itibaren her gün çok sayıda gazete alıp, hepsini yere serip aralarında oturarak gazete okurdum. Annem gazetelerin içine düşeceksin derdi. Dediği çıktı. Akademik kariyerim devam ediyor. Her ne kadar süfli gündem yüzünden ulvi doktora tezime yoğunlaşamasam da... Anneannenin torununa 'Hadi say bakalım bakanlar kurulunu' diye şefkat gösterdiği bir überpolitik atmosferde büyüdüm. Ne yaptıysam demokrasi için yaptım. Meslek olarak değil, siyasi aktivizm motivasyonuyla Taraf'taki işi kabul ettim. Taraf gibi bir 'put kırıcı' gazetenin çıktığı ülkede bir demokratı yüz bin kişilik mitinglerin organizasyon komitesinde olmak kesmezdi. Yani siyasi ideallerim için çalışırken bir de mesleğim olmuş oldu. Daha ne olsun. Azıcık da para olsa tabii fena olmazdı.

- Bu söylediğinizden şu çıkıyor: Taraf olmasaydı gazeteci olmazdım ve Taraf bir gün olmazsa gazeteciliği bırakırım. Doğru mu?
Artık çok geç. Taraf'ta muhabirlikten editörlüğe her şeyi yaptım. Hayatta kalmak için her şeyi çok çabuk öğreniyorsunuz.  Matrix'te hani kung-fu yüklüyorlar ya beyinlerine onun gibi bir şey. Valla toprağı kazsan kemik çıkan ülkede 40 yıl araştırmacı gazetecilik yapıp sadece karafatmaların kabusu olabilmiş araştırmacı gazetecilik büyüklerinden daha iddialıyım bu meslekte.

AKP'YE ÖTE GİT DEMEM
- AKP'li olmadığınızı iyi yaptıklarına iyi, kötü yaptıklarına kötü dediğinizi belirtiyorsunuz; ki bu da bir gazeteci için sıradan ve olması gereken... Ama yine de algı farklı oluşuyor neden?
AKP benim siyasal bilincimin bugünkü haline gelmesinden on sene sonra kuruldu. AKP gelip bayrağını benim durduğum yere yakın bir yere diktiyse ben AKP'ye yakın olmuş olmam, AKP benim yakınıma gelmiş olur. Sırf olayları uzaklardan izleyenler bana AKP'li demesin diye de 'hişşt kenara kay burası benim bölgem' diyecek halim yok değil mi?

- Size AKP'li diyenleri siz de CHP'liler diye geniş bir yelpazenin içinde tarif etmekten çekinmiyorsunuz. Halbuki diğer kesimdeki yazarlar da sizinle benzer şekilde savunuyor kendilerini ve bakarsanız hakikaten tümden eleştiri yahut tümden övgü değil çoğunun yazıları. Bu genellemeyi şunun için yapıyorum; acaba kurbanı olduğunuz genel etiketleme önkabulüne siz de birilerini kurban ediyor olabilir misiniz?
CHP'lilik politik bir tercih değil, sosyolojik bir vaka çünkü. Bir zümre, CHP'li olmak... Türkiye'de okumuş, beyaz yakalı bir işte çalışan herkes CHP'in doğal üyesi kabul edilir. Merkez medyada da herkes apriori olarak CHP'lidir. Hatta solcudur. AKP'liler 'vallahi billahi AKP'li değilim' diye yalvar yakar olurken, köşelerde 'CHP'li bir aileden geliyorum' cümlesinin rahatlıkla kullanıldığını görürsünüz. CHP'li bir aileden geliyorsanız, o sosyolojik bagajı öyle kolay kolay üzerinizden atamazsınız. O anlamda benimki bir etiketleme değil, sosyolojik bir tespit diyelim.

- 'Türkiye normal bir ülke olsa ben kendimi solda tanımlayabilirim' diyorsunuz... Bizim şu anormalliklerimizi anlatır mısınız?
Sarhoştum hatırlamıyorum... Üzerilerinden silindir gibi geçmiş              12 Eylülcülere yargı yolunu açacak referandumda bile bin bir kuruntuyla Kenan Evren'le birlikte 'hayır' oyu verenlere artık solcu değil, mazoşist falan demek gerekiyor herhalde. Türk solu artık bir geçmiş zaman hatırası.  Kemalizmle, İslamofobiyle, şiddetle hesaplaşmadan da bize geleceğe dair bir şey söyleyemez.

MİT beni facebook'tan ekle!
- Mehmet Baransu'yu takip eden MİT ajanları yakalandı; nasıl değerlendirmek gerekir bu durumu?
MİT ajanlarına daha çok John Le Carre romanı okumalarını tavsiye ederim. Gündüz vakti restoranda bir gazeteciye yakalanan ajan, ertesi gün CIA, MOSSAD ajanının yüzüne bakamaz herhalde. Ayrıca Baransu'yu boşu boşuna izliyorlar, Twitter'da takip etmeleri kafi. Her şeyi oraya yazıyor zaten.

- Telefon dinlemeleri yapıldığı da konuşuluyor; bununla ilgili ne söyleyeceksiniz?
Bu iddia, dedikodu değil. Elde resmi mahkeme kararları var. Hükümet ve MİT bu konuda sessizliğini koruyor. Ama umarım bunun uluslararası bir skandal olduğunun farkındadırlar. MİT'in gazeteden özellikle Markar'ı, eski yazarımız Amberin'i seçmesi, seçtikleri Pastör, Elizabet gibi kod adları kafalarındaki ulusalcı lapsusu da ortaya koyuyor. Umarım bu dinlemenin emri Başbakan'dan gelmemiştir. Çünkü aynı tarihlerde Can Dündar Başbakanlık kaynaklarına dayandırarak Taraf'a belgeleri yabancı istihbarat servislerin verdiğinden şüphelenildiğini yazmıştı. Eğer AKP'nin aklı da böyle çalışıyorsa vay halimize. Ulusalcılık reloaded. İleri demokraside Stasi usulü istihbarat da tadından yenmez artık.

- Siz de takip edildiğiniz, telefonlarınızın dinlendiği kuşkusunu duyuyor musunuz?
Valla mahkemeden 'çok acil güvenlik ihtiyacına binaen' kod adlarıyla dinleme kararı çıkarma rahatlığını görünce bence herkes endişelenmeli. Telefonumu dinlemek yerine Twitter'da beni follow ederlerse, Facebook'tan arkadaşlık teklif ederlerse hakkımda daha çok şey öğrenirler.

AKP eleştiriye alışmalı
'Zannediliyor ki AKP'nin liberallikle, demokratlıkla bağı üç beş yazar-çizerle ilişkisinden ibaret. Daha ontolojik bir ilişki var. AKP, Milli Görüş'ten liberal, demokrat ve özgürlükçü bir sapma olarak ortaya çıktı. Milli Görüş gömleğiyle en fazla yüzde 20'lerde kalan bir partiden, yüzde 50'lere varan bir kitle partisi çıkardılar. Bunu da liberal, demokrat bir duruşla yaptılar. Bu AKP'nin bulduğu bir şey değildi. Yeni Osmanlılar'dan beri Türkiye'de dindarlar demokrasiden yana taraf oldu. En azından temel anlamda seçimli demokrasiden. Dindarlar 90'lardan itibaren kamusal alana tamamen liberal, demokrat argümanlarla çıktılar. Kendilerini 'düşmana' karşı bu argümanlarla savundular. Bu arada laik liberal ve demokrat yazarlarla tanıştılar, kaynaştılar. Dindarların gazetelerinde liberaller ön saflara geçti. Bundan sonrası çok karışık. Yani artık iç içe geçmiş bir birliktelik var. Artık kimin liberal kimin muhafazakar olduğu belirsiz. AKP içinde ve yakın çevresinde 'Yahu bu liberal vesayet de bitsin artık, şöyle gönül rahatlığıyla kendi sözümüzü söyleyelim' diyen homurtu sesleri yükseliyor tabii. Tutan yok, varsa bir İslamcı programları ve sözleri ortaya çıksınlar. Varsa bunun bir karşılığı, görürler. Ama onlara kötü bir haberim var: O söz de büyük ölçüde liberal bir söz artık. Başbakan'ın Ortadoğu'ya laiklik tavsiye ettiği, Müslüman Kardeşler'in bile liberalleştiği dünyada Milli Görüş gömleği artık pilili bol kot pantolon ya da vatkalı bluz kadar demode... Bu arada çapayı hükümet sularına atmış bazı liberal kalemler diğer muhalif liberal kalemleri tatminsizlikle suçluyor. Kenan Evren'le bile tatmin olan bir liberali muhakkak ki Tayyip Erdoğan da tatmin edecektir. Daha çok özgürlük ve demokrasi istemek ayıp değil. Bir kanaat önderi bunu isterken siyasetçiler gibi konjonktürel koşulları düşünmek zorunda da değildir. Keşke memlekette AKP'ye muhalefet, onu yok etmek isteyen askerci-milliyetçilerden değil daha çok özgürlük ve demokrasi isteyen tatminsiz liberallerden gelse.  AKP ve ona yakın çevreler de  bu eleştirilere alışsa keşke. Sinirlenip, 'kaşın gözün üstündeymiş'e dava açarak, reklam baskısı yaparak, televizyonlarını   bu fikirleri savunanlara kapatarak bu seslerin susturulamadığını 28 Şubat günlerinden iyi bilmeleri gerekir.'

Haberlerimiz artık savcıların iddianamesi
- Taraf'ın yaptığı gazeteciliği 'kurye gazeteciliği' olarak adlandıranlara ne diyorsunuz? Siz yaptığınız gazeteciliği nasıl tarif ediyorsunuz?
Bu ülkede yıllarca anlı şanlı gazeteciler askerlerin 'adını vermeyen paşalar çok kızdı, kulaklarınızı çekecekler' mesajlarına kuryelik yaptı, kimse kurye gazeteciliğinden bahsetmedi de her biri dünyanın her gazetesinde manşetleri yıkacak askerin kirli belgeleri ortalığa çıkınca mı kurye gazetecilik oldu? Biz buna kısaca gazetecilik diyoruz. Dünyanın en büyük devlet skandalları haberleri devlet kurumları içindeki çatlaklardan, çatışmalardan sızıntılarla ortaya çıkar. Eğer devletten biri size bir darbe planını sızdırıyorsa gazetecinin işi 'peki, niye bunu bana sızdırdı' gibi politik mülahazalarla uğraşmak değil, doğruluğunu kontrol edip bu büyük haberi patlatmaktır.

- Yayınlanan kimi gizli bilgiler, kasetler vesaire zaman zaman kurmaca çıkabiliyor ve bunu anlamak uzun bir süre gerektiriyor. Gazetenize gelen kimi bilgi ve belgeleri yayınladıktan sonra pişmanlık yaşadıklarınız oldu mu?
NTV-helikopter meselesinde mesela hala Mirgün Cabas'ın 'Bu haberde her şey var ama akıl yok' sözü kulaklarımda. Valla yayınladığımız pek çok haber artık bizim haberimiz değil, savcıların da iddianamesi. Davalar sürüyor. Biz gazetecilik yaptık, elimizin altında kriminoloji laboratuarımız da yoktu. Gerisi hukukun işi.

Ahmet Hakan'ı da Ertuğrul Özkök'ü de tanımam
- Siz genellikle -Örneğin Ahmet Hakan'a yaptığınız eleştirilerde- 'ama yıllar önce böyle demişti' diyerek yaptığınız karşı çıkışlarla tartışılan yazılar yazıyorsunuz. Buna benzer eleştirileri sizin için de yapılıyor. Mesela Mavi Marmara'ya dair yazdıklarınız gibi...
Ama büyük bir fark var: İsrail komandoları Mavi Marmara'da Taraf'ın yayınlarının da etkili olduğu bir linç kampanyasından sonra baskın düzenlemedi. Benimki, bir yıl sonra olayla ilgili tüm raporları okuduktan sonra keşke böyle olmasaydı, böyle olmayabilirdi arası bir iç hesaplaşmaydı. Ahmet Hakan'ın beş yıl gecikmeyle 'Hepimiz Ermeni'yiz' aydınlanmasına, faşizme karşı tek başına epikliğine dediğim şu: Bir Hürriyet yazarı bunu The Guardian'da yazıyormuş gibi yapamaz. Önce geçenlerde Faruk Bildirici'nin ucundan kenarından yaptığı gibi bir Hürriyet özeleştirisi yapması beklenir. Beş yıl sonra artık hiçbir riski yokken 'Hepimiz Ermeni'yiz' demekle faşizme karşı 'köşe yazarı Che Guevarası' olunmuyor. Ayrıca tabii ki bunun da bir kıymeti vardır. Ama üç beş sivilceli veledin faşizan tweetleriyle değil, o veletlerin ilham kaynağı gazetesindeki köşe komşusuyla boğuşmayı göze alırsa mesela. Ya da o tweetlerin hepsinden daha faşizan olan gazetesinin her gün tepesinde çıkan 'Türkiye Türklerindir' logosunu  kafasına takarsa.

- İleriye doğru gelişme takdir edilmez mi?
İlerlemekten çok yükselen değerleri iyi koklamak gibi geliyor. Ayrıca 28 Şubat darbesine direnmiş birinin, 27 Nisan muhtırasında ama'larla suça ortak olması insanoğlunun yazıyı bulduktan sonra 'yok ben sıkıldım bu yazıdan, yeniden ateşi bulacağım' diye tutturması gibi bir şey.

- Yazarlar arası bir 'kastlar savaşı' yaşanıyor uzun süredir. Bir tarafta Ahmet Hakan, Ertuğrul Özkök gibi isimler var. Bir tarafta da sizin de dahil olduğunuz bir grup gazeteci. Bu gerginliğin nedeni nedir? 
Valla kim parya, kim şudra, kim Brahman onu Allah bilir. En azından bizim kimsenin paryası olmadığımız açık. Gerginliğin nedeni benim için tamamen politik. Hiçbirini tanımam. Hiçbir kişisel hesabım da yok. Bu memlekette CHP, Genelkurmay bile Kürt açılımı yaptı, bir tek Hürriyet gazetesi geri adım atmadı, açılım yapmadı. Bu statüko inadı beni gerginleştiriyor onlara karşı. MHP bile böyle bir slogan kullanmaya çekinir, İdris Naim Şahin gaf olarak bile kurmaz bu cümleyi artık. 'Türkiye Türklerindir' logosu öyle her gün tepelerinde asılıyken ona buna milliyetçilik ayarı vermek onlara yakışmıyor. Bak düşündükçe gerildim yine...