İnfial
10 Ağu 2016 10:08 Son Güncelleme: 23 Kas 2018 21:27

Kitapları değil, “FETÖ”nün bağlantılarını kovalayın!..

Medyaradar medya-siyaset analisti Atilla Akar, son günlerde kitap toplatma ve imha dalgasını analiz etti ve kimi açılardan sakıncalarına vurgu yaptı…

Son günlerde bir yandan darbenin analizini yapmaya çalışırken bir yandan da her altüst oluş sonrası yaşanabilecek “aşırılıklar”a dikkat çekmeye çalışıyorum. Tabii dinleyen kim? Herkes bildiğini okumaya devam edecek gibi görünüyor. Ben ise bu süreçteki misyonumu bir yazar ve aydın olarak (durumdan vazife çıkartarak!) “Uyarı” amaçlı sınırlandırmışım. Hem darbe benzeri gelebilecek yeni komplolara karşı hem de “darbeyi karşı çıkıyoruz” bahanesi altında yapılabilecek yanlışlara karşı. Zaten yapabileceğim fazla da bir şey yok. Keşke elimde insanların mantalitelerini değiştirebilecek bir sihirli değneğim olsaydı!

Kısaca “Alınganlıklar”ın ve “Körleme kanaatler”in iyice tavan yaptığı, her şeyden nem kapanların arttığı bir dönemde zor ve riskli bir görev bu. Ne söylesen ultra hassaslaşan ortamda birilerine batabilir. (Ancak akıllı insanlar eleştirilerden feyiz alabilir. Diğerleri bunları “düşmanca”  görür, hemen ilkel ve avami bir refleksle karşılar.) Benim işim analiz yapmak, birilerinin hoşuna gidecek, gözüne girecek cümleler kurmak değil. Bu açıdan tel üstünde yürümek gibi bir şey yani!..

KİTAP AVCILIĞI DARBELER SONRASINA AİT GÖRÜNTÜLERDİR!..

Neyse; 12 Eylül olduğunda (Öncesinde de) ev baskınlarında hayatlarında bir kitap bile okudukları şüpheli polislerin ilk daldıkları yerlerden birisi kütüphanelerdi. Ortalığı zücaciye dükkânına dalmış fil görüntülerine çeviren bu “görevliler” ellerine ne geçerse toplarlardı. Sadece Marks, Engels, Lenin ve muhtelif sol kitaplar değil, ismini ya da yazarını beğenmedikleri, anlamadan şüphelendikleri her şeyi talan ederlerdi. Üstelik bunların darbe öncesi piyasada legal olarak satılan kitaplar olduğunu umursamadan hem de. Kitap nedense çok korkulan bir şeydi!

O yüzden 12 Eylül sonrasının utanç verici görüntülerinden biri de çoğunluğu solcu olan insanların –çoğu kez aile baskısıyla- kitaplarını yakmak, imha etmek zorunda kalmalarıydı. O günlerde birçok evin banyo kazanları (O dönemlerde çoğu evlerde banyo kazanları vardı) ve sobalar aralıksız yandı. Bacalar tüttü. (Aslında askerlerin, polislerin tüten bacalara bile bakmaları yeterdi ama neyse ki akıl edemediler!) Darbede insan avına paralel bir de “Kitap avı” sürüyordu!

Hiç unutmuyorum ben kitaplarıma kıyamamıştım. Devlet gözünde “Tehlikeli” kabul edilebilecek türden kitaplarımı sıkıca paketleyerek, su almasın diye çift kat kalın naylonlara sararak kendimce “güvenli” bulduğum bir yere zula etmiştim. Epeyce uzun bir süre orada kaldılar. Ancak çok sonraları çıkartıp tekrar eski yerlerine koyabildim. O yüzden kitaplar denilince ayrı bir hassasımdır!

KİTAP İMHA VE KOVALAMACA SALGINI YENİDEN Mİ HORTLADI?

Peki ben şimdi bunları neden hatırladım? Hiç şüphesiz boşuna değil elbette. Çünkü son günlerde bu “kitap imha” salgınının ve “kitap avcılığı”nın yeniden başladığına dair işaretler var. Darbe dönemlerine özgü ve hiçbir sivil iktidar döneminde yaşanmaması gereken bu görüntüler ortaya çıkabiliyordu maalesef. Bunu “Darbeciler” yapsaydı anlardım (Ki, başarılı olsaydılar eminim yaparlardı!) ama sivil bir iktidarın kitap peşinde koşması anlaşılır gibi değil.

Siz ortada darbeci, komplocu, devleti ele geçirmeye çalışan bir “yapı” olduğunu söylüyorsunuz. Madem öyle siz o yapıyı tüm unsurlarına kadar çözmeye bakın. Ne işiniz var kitaplarla? Sadece olayı sulandırırsınız. Unutmayın siz düşünceyi değil, darbeyi ve bir “komplocu örgütlenmeyi” soruşturuyorsunuz. Düşünceler değil, eylemler, bağlantılar sorgulanmalıdır. Asıl açığa çıkması gereken yan buradadır. Yoksa başka bir tür “perdeleme”ye yol açarsınız. Kişisel öfkenizi buralara kadar vardırmayın. Hem siz bu saatten sonra bunları kim alır, okur sanıyorsunuz?  Ayrıca olduklarından fazla bir değer atfedersiniz!

Üstelik bu kitaplar düne kadar piyasada rahatlıkla basılan, satılan ve şu an Gülen yapılanmasına tavır alan AKP yanlısı gazetelerde reklamı, tanıtımı, hatta övgüsü defalarca yapılan “illegal” olmayan kitaplardır. (OHAL’le durum değişti) Dahası söz konusu kitapların çoğu siyasi değil, dini vaazlarla dolu kitaplardır. (Ahmet Hakan’ın bu konudaki yazısı güzeldi.) Şimdi öfkeden akılları dumur olmuş kişileri bana da kızabilirler. Hatta utanmadan –her zaman kolayca yaptıkları gibi- “Sen Gülen’i mi savunuyorsun?” bile diyebilirler. İnsaf!..

Ben sadece yapılmakta olan bir yanlışa işaret ediyorum o kadar. Üstelik düne kadar “Hocaefendi” olarak adlandırdıkları kişiye (Bu tabiri en çok siz kullanıyordunuz, ne oldu şimdi kullananı “Hain” ilan ediyorsunuz?) toz kondurmayan sizler değil miydiniz? O yalakalıkları ben mi yaptım? Pensilvanya’ya gidip karşısında el pençe divan duran ben miydim? Şimdi çoğunuz panik içinde örtbas etmeye çalışıyorsunuz…

Unutmayın; hiçbir kitap -kim yazarsa yazsın- kendi başına “suçlu” değildir. Kitaplara bir kez “suçlu” muamelesi yapmaya başlarsanız bunun sonu yoktur. Sırada kimin ya da hangi kitabın olacağı ise hiç belli olmaz. Bunu birileri çekinmeden, korkmadan söylemeli. Anlaşılan ve maalesef o da bana düştü!

BU MANZARALAR İTİCİDİR!...

Şimdilerde ortalarda dolaşan kimi haberler bu açıdan tedirgin edicidir. Örneğin “FETÖ’nün kitapları çöpten çıktı” diye bir habere rastladım. Çöp konteynırında bulunan kitaplar için bir de “Gülen’in gerçek yüzünü görenlerin tepkilerini bu şekilde dile getirdiği” denilmiş. Güldüm. Belli ki suçlanmaktan korkan birileri kitapları çöpe atmış. Onu bile böyle yansıtmışlar. Bu nasıl “habercilik”tir anlayamadım!

İkincisi “FETÖ'cüler Gülen’in kitaplarını imha etmek isterken ormanlık alanda yangın çıkardı” şeklinde bir haberdi. Kitapların kimler tarafından atıldığı henüz belli değilken örgüt mensuplarının kitapları imha etmek isterken ormanı yaktığı ileri sürülüyordu.

Hele “Antalya'da bir üst geçitte FETÖ kitapları alarmı” hepten garipti. Polisler sanki büyük bir olay var misali geçidi çembere almışlar. Bana biraz “psikolojik operasyon” gibi koktu ya neyse!

Bu arada “Kapatılan 29 yayınevinin kitapları hurdaya verilecek” şeklinde de bir haber vardı. (Yeri gelmişken bu yayınevleri arasında isim benzerliğinden dolayı polisin yanlışlıkla Vatan Partisi doğrultundaki ve darbe karşıtı Kaynak Yayınları’nı basma komedisini de unutmayalım!) Türkiye Yayıncılar Birliği Kültür Bakanı Nabi Avcı’ya bu durumun “düşünce ve ifade özgürlüğü açısından sakıncalı durumlara” yol açabileceği şeklinde bir uyarı göndermiş ama ne derece dikkate alınır bilinmez.

BALDIZINI KİTAPTAN DOLAYI “İHBAR EDEN” KOSKOCA ESKİ VALİ..

“Evimden çıkan Gülen kitapları baldızımın olabilir” şeklindeki haber ise tutuklanan İstanbul eski Valisi Hüseyin Avni Mutlu'ya aitti. İfadesinde “Ben bu tarz kitapları kitaplığımdan çıkarttım” diyen Mutlu evinde ele geçirilen “Gülen Hareketi ve Türk Okulları” isimli kitaplara dair ise “Ben evimde aynı zamanda baldızım ile de kalıyorum. Kendisi 2 çocuğu ile birlikte bizim yanımızda kalırlar eşinden ayrıdırlar. 4 yıla yakın bir süredir yanımdadırlar. Gerek kendisi gerekse üniversite okuyan çocuğu kitaba düşkündürler, okumaya meraklılar ve kitaplığımızı da evimiz gibi paylaşıyoruz. Muhtemelen baldızım veyahut oğluna ait olabilir, bana ait değildir.” demiş. Şuna bakın hem kızdım hem güldüm. “Evet benim, ne olmuş yani iki kitap varsa bu neyi ispatlar?” diyeceğine son derece acınacak bir şekilde baldızını ve oğlunu ihbar ediyor birde. İnsani açıdan çok garip!

Sonraki hepten komik ve trajik. Tunceli Üniversitesi’nden öğretim üyesi Doç. Dr. Candan Badem, “Üniversitedeki odasında bulunan bir adet Fethullah Gülen kitabı nedeniyle” gözaltına alınmış. (Ayrıca bildiğim kadarıyla her akademisyen, aydın, yazar kitap yasak bile olsa bir nüsha “araştırma amaçlı” elinde bulundurabilir.) Kendisini “Ateist, Marksist ve sosyalist” tanımlayan Badem, bu yüzden “FETÖ’den” gözaltına alınıp serbest bırakılmış. Adam “Hayatımda ilk kez ateist olmak işe yaradı” diyormuş. İroniye bakın!

İşte tam da anlatmaya çalıştığım durum bu. İşi bu noktalara kadar çekerseniz hem soruşturmaların sağlıklı bir şekilde yürümesini -istemeden de olsa- engellersiniz hem de kendi başına kitapları “suçlu” haline getirirseniz. Dahası batının gözünde “Bakın işte düşünceye baskı var” kanaatini güçlendirirsiniz. Kısaca bu tarz görüntüler işi sulandırmak için birebir. Bu kulvardan acilen çıkılmalıdır. İnsanları kitaplar yüzünden taciz ve tedirgin etmeye hiç gerek yok…

“FETÖ’CÜLER” BU YOLU KENDİLERİ AÇTILAR!..

Ancak…Kaderin garip cilvesine bakın ki bugün “FETÖ” olarak tanımlanan “Yapı”nın emniyetteki uzantıları çok değil daha birkaç yıl önce “Ergenekon Operasyonları” esnasında aynı yöntemi kullandılar. Daldıkları her evde, üzerine çullandıkları her aydında “suçlu ve şüpheli kitapları” çuvallara doldurup, utanmadan “delil” diye zabıt tuttular. Bu “Cadı avı”nı onlar başlattılar. Şimdi bir tür “Takdir-i İlahi” olarak kendileri yaşıyorlar. “Etme bulma dünyası” gibi bir durum yani!

O yüzden bilhassa darbe girişimi sonrası oluşan psikolojiyi, tepkiyi, nefreti anlarım. Hatta bu nefretin bir kişinin şahsında toplanmasına da anlayış gösterebilirim. Ancak bunun bir “kitap nefreti” boyutuna vardırılmasını anlayamam. Darbeci, komplocu, entrikacı bir “yapı”nın soruşturulmasını anlar hatta desteklerim.

Ama –kimin olursa olsun- bu arada kitapların “suç unsuru” gibi muamele görmesini anlayamam. Bu soruşturma yürütülürken her tür delinin toplanmasını, her tür somut emarenin bulgulanmasını kabul ederim. Ancak sadece kitaplardan yola çıkarak suçun sözüm ona “delillendirilmesini” kabul edemem. Hele de bunun tüm ülkede bir “kitap avı”na çevrilmesini hiç. Bunun gerçek bir araştırmaya engel teşkil edeceğine de inanırım. “İşin kolayına kaçmak” gibi bir durum yani…

SORUŞTURMAYI SULANDIRMAK İSTİYORSANIZ KİTAP AVCILIĞINA DEVAM EDİN!..

Türkiye önemli ve ciddi bir darbe girişimi atlatmıştır. Şimdi bunun tüm bağlantıları üzerinden deşifrasyonu hayati önemdedir. Dikkat edin;  “Kitap yakalıyorum” diye gerçek sorumluları ve işin asıl mahiyetine gölge düşmesin. Üç, beş kitap “yakalamakla” neyi ispatlarsınız? Soruşturmayı sulandırmak istiyorsanız kitap avcılığına devam edin. (Eminim söz konusu “Yapı”dakilerde bu imajın yaygınlaşmasını isterler! Dolayısıyla “Bir şeyi ortaya çıkartıyorum” zannedenler başka bir şeye de -bilerek veya bilmeyerek- hizmet edebilirler!) Elbette bu uyarım “Anlayana”dır!...

Tabii bu uyarıma da kızabilirsiniz. Zaten hoşunuza gitmeyen her yaklaşıma “Acaba bu insan ne demeye çalışıyor, haklı olabilir mi?” demek yerine habire kızmaktan, sinirlenmekten, öfkelenmekten başka da bir şey yaptığınız yok!

Yanı sıra “İnsanların ‘uyarılmak’ istediğini de nereden çıkartıyorsun. İnsanlar uyarılmak değil daha ziyade ‘gaz verilmek’ isterler..” diyenler çıkabilir. Ki –maalesef- haklı olabilirler!..

NOT: Bu arada en çok güldüğüm olay ise bombalanan TBMM’nin kütüphanesinde 64 adet Fethullah Gülen kitabı bulunması oldu. 1876 nüshasının ise Üniversite kütüphanelerinde olmasından söz etmiyorum bile. “Zamanın değişen ruhu”na bakın!

10.08.2016.

atillakar@gmail.com