Konuşanlar - Konuşulanlar
04 Ara 2010 09:43 Son Güncelleme: 23 Kas 2018 11:51

''KELLE KOLTUKTA YAŞIYORUM!''ERMAN TOROĞLU'NDAN MEDYARADAR'A BOMBA AÇIKLAMALAR!

Ekranların 1 numaralı yorumcusu Erman Toroğlu Medyaradar'ın usta röportajcısı Yüksel Şengül'e konuştu.

Atatürk’ün Dolmabahçe Sarayı’nda kaldığı yıllarda, fırsat buldukça kimseye haber vermeden saraydan kaçıp uğramaktan keyif aldığı Galatasaray’daki tarihi Cumhuriyet Lokantası’nın sokağında kime sorsanız biliyor... Biz de soruyoruz, “Erman Toroğlu’nun mekanı neresi?” Ezbere biliyorlar, “Hemen şurası beyefendi”. İşaret ettikleri yer, Merih Lokantası. Kapıdaki garson leb demeden leblebiyi anlayan bir uyanık olmalı ki, bizi hemen Toroğlu’nun dışında hiç kimsenin oturtulmadığı masaya alıyor. “Hocam telefon etti, beş dakika içinde burada olacak” demeyi de ihmal etmiyor. Bu arada ‘Hoca’nın tiryakisi olduğu turp salatası ve nar suyu hazırlanmış bile... Gerçekten de beş dakika sonra kapıdan görünüyor Toroğlu. Tıpkı ekrandaki gibi sıcakkanlı, hoş sohbet ve dobra... Hemen başlıyoruz sohbete...

Burası Galatasaray ve Erman Toroğlu kendi mekanı Merih Lokantası’nı çok seviyor, masası da hazır ve nazır hep, ortaklık da var galiba.

Herkes bir şey diyor. (Gülüyor) Ortaklığım yok. Bodrum’da ‘Deniz Feneri’ diye bir restoranı var arkadaşımın, orası için de ‘Erman Toroğlu’nun restoranı’ diyorlar. ‘Hayır’ diyorum dinlemiyorlar. Sonunda dedim ki; ‘Peki, benim olsun, ne yapalım.’ (Gülüyor).

Halkın arasında olmak, özellikle bu bölgeye sık sık çıkmak riskli değil mi sizin için?

Halkın arasında olmanın mutlaka riskleri var.  Ama onların hepsine alışkınım, öyle büyüdüm. Hayat risklerle birlikte yaşanıyor. Böyle büyüdük, riski düşünürsem sokağa adım atmamam gerekir, hayat risk demek.



İti var uğursuzu var. Sataşan olmuyor mu? Çünkü sizin diliniz de sivri, kaleminiz de...

Olmaz mı, elbette sataşan oluyor.

Kalkanlarınız mı güçlü?

Biraz mantıklı hareket ediyorum, kendimi koruyacak şeyler de var. Onları da yanımda hazır tutuyorum. Öyle yürüyor bu işler.

Kendini korumak derken… Ruhsatlı mı hocam?

Silahım var elbette. Ama üzerimde taşımayı çok sevmem. Silahın suratı bana sevimsiz gelir. Biz sporcuyuz. Tabi ki yine de bu işler belli olmuyor. Büyük kulüplerin büyük başkanları seni seyirciye şikâyet edebiliyorlar.

Erman Toroğlu hedef gösterilebiliyor...

Elden ne gelir, ne yapacaksın! Onlar beyefendi ve akıllı görünüyorlar. Maalesef onlar büyük kulüplerin büyük başkanları ve büyük yönetici üyeleri. Bunların arasında avukatları, hâkimleri var. Hoşlarına gitmeyen insanları rahatlıkla tehdit ediyorlar. Bu işlere girebiliyorlar. Sizi seyirciye havale edebiliyorlar. Diyorlar ki; ‘O pe... bulun, dövün, öldürün.’

Allah korusun!

Bakın bu olayı çok taze yaşadım. Arda Turan olayı yüzünden Galatasaray Kulübü aynen bunu yaptı, bir anda seyircinin hedefi haline geldim.

Hiç saldıran olmadı mı?

Olmaz mı, oldu tabii. Bodrum’da yolumu kesip üzerime yürüdüler, esnaf müdahale etti, geri püskürtüldüler. Hedef gösterilirsen olacağı budur. Kelle koltukta yaşıyorum!

14 yıl ‘Maraton’da koştu bu programla ekrana geldi Erman Toroğlu. Bazen bunun boşluğunu hissediyor musunuz, o başka bir lezzet, başka bir keyifti galiba, öyle değil mi?

Valla boşluğunu filan hissetmiyorum. Ben değişik programlar yaptım. ‘Maraton’ da, o güzel programlardan biriydi. İyi bir programdı ve adıyla anılıyordu. Baktığın zaman ‘Maraton’  hala devam ediyor. Ben Şansal’ın (Şansal Büyüka) yerinde olsaydım programı ‘Maraton’ adıyla devam ettirmezdim.

Orada sizin partneriniz de önemliydi ve Şansal Büyüka ile iyi paslaşıyordunuz... Öküz öldü ortaklık bozulmadı her halde, görüşüyor musunuz?

‘Maraton’ denilince akla gelen şeyler artık kalmadığı için o program öldü. (Gülüyor) Orada Şansal ile iyi bir program yaptık. Çok sevdiğim ve anlaştığım bir arkadaşımdır. Hıncal Uluç ile ‘Kale Arkası’ adlı bir program yaptım. Onun öncesinde Mustafa Denizli’yle birlikte Atv’de bir spor programı yaptık. Sonuçta yaptıktan sonra bir şekilde ilerliyor işte. Haa ne oluyor, stil değişiyor. Öküz öldü ortaklık bozuldu gibi bir durum yok, görüşmeye devam ediyoruz. Bizde kırgınlık gibi bir şey olmaz. Ayrıca bu ayrılık elimizde olan bir şey değildi. Şartlar öyle getirdi ve yollarımız ayrıldı.

Ahmet Çakar’la Şansal Büyüka ile kurduğunuz sıcaklığı yakalayabildiniz mi, yoksa Çakar biraz daha sert ceviz mi?

Buradaki olay farklı, görüntü olmadan futbol yorumu yapılıyor. Şansal’la yaptığımız programda, görüntü üzerinden yorum yapıyorduk. Daha fazla futbol konuşuluyordu. Bence şimdi yaptığım programda daha az futbol konuşuluyor. Futbolun idari mekanizması ve yönetimler konuşuluyor.

Belki gerçekten konuşulması gereken bunlardır. Sizce bu sistem daha iyi olabilir mi?

Belki öyledir. Şimdilerde içinde bulunduğum program formatında dört kişi var ve herkes konuyla ilgili fikrini söylüyor. Eski program formatı zamanında hakkımda atıp tutanlar oluyordu. ‘Orada bir tek Şansal var, bu yüzden istediği gibi konuşabiliyor. Kendisini zorlayacak hiç kimse yok’ diyorlardı. Burada beni zorlayacak birileri varsa buyursun zorlasınlar.  Ben bu âlemin içerisinden geldim. Yirmi sene futbol oynayıp, on sene de hakemlik yapınca olayın değerlendirmesi çok daha farklı oluyor.

Çok daha objektif bir gözle değerlendirme şansı yakalayabiliyor musunuz?

Bunu bütün kamuoyu görüyor. Futbolun arka tarafını, ön tarafını kim ne kadar iyi biliyor, konuştukça çıkıyor meydana. Partnerlerin yumuşak ve sert olması benim için fark etmez. Ben dersimi iyi çalışıyor muyum? Benim ne yaptığım önemli. Ben kendime bakarım ve yolumdan giderim. Benim için sert ve ağzı bozuk diyorlardı. Ama ne ağzımı bozarım, ne de kimsenin şerefiyle, gururuyla oynarım. Kimseye hakaret etmem ve ardından evine gidip kendisinden özür de dilemem. Bunların hiçbirini yapmam.

Bunları yapanlar mı var?

Bilemem... Her şey ortada zaten, bilen biliyor... Benim konuştuklarım, programda da günlük hayatta da aynıdır.

Futbol maçları ihalesinden sonra Digiturk Genel Müdürü Ertan Özerdem “Futbolda küfür bitecek, yoksa bu para çıkmaz” dedi. Sonra da sizinle yollar ayrıldı. Siz bu durumda kamuoyu gözünde küfürbaz durumuna düşmüş olmadınız mı?

Ben bu konuda çok netim. Böyleyim, şöyleyim gibi kendimi anlatmam doğru olmaz. Ben orada yorumculuk yapıyordum. Yorumculuğu da o şartlar altında yapıyordum. Şimdi orada yorum yapmıyorum. Ertan ( Özerdem), şimdi yaşananlardan sonra dönüp tekrar tekrar bakacak ve hata yapıp yapmadığını değerlendirecek. Bu onların işi, onlar istediler ben oradan ayrıldım. Allah herkesin yolunu açık etsin. Çalıştığım yerler aleyhine hiç konuşmadım.

Bu olayı yuttunuz mu, yoksa Ertan Bey’e cevap verdiniz mi?

Olayı yutma meselesi değil. Filanca adam benimle çalışmak istemiyor olabilir. Ama bu adam mı yoksa birileri mi benimle çalışmak istemedi onu bilemem. Çünkü çıkıp bir açıklama yapmadılar. Zaten Digitürk’le mahkemeliğiz. Beni işten çıkardılar, ben de onları mahkemeye verdim. Dava sürüyor. Önüme bakıyorum artık futbolcuların dediği gibi (Gülüyor).

Çevreniz, tanıdıklarınız, halktan insanların bu konudaki yorumu nedir?

Beni yolda görenler yorumlarını yapıyorlar. Hak verenler oluyor ama belki aynı kişiler yöneticilere gidip, ‘Ne iyi ettiniz de Erman’ı ‘Maraton’ programından çıkardınız’ da diyebilirler. Bunu bilemezsiniz. Ama ben uzun süre bir iş yaptım ve bu süre içerisinde de hiçbir baskı görmedim. İyi bir şeyler yaptığımı da zannediyorum. Şimdi ayrıldım ve işleri devam ettiren arkadaşlar var. Allah yollarını açık etsin.

Sayın Özerdem, ihalede verilen tutarın yüksekliğinden söz ederken ‘Kulüpler bu parayı yüksek transfer ücretleriyle çar çur etmesin’ demişti. Bu konu size yöneltildi ve siz o günlerde ‘Ben bu topa girmem. Daha sonra girerim’ dediniz. Artık bu topa girebilirsiniz her halde. Evet, neler söylemek istersiniz?

Bu açıklama yapıldığında ben İngiltere’de seyahatteydim. Geldikten sonra duydum ve aynı Özerdem’in kulüp yöneticilerine telefon açıp sarf ettiği sözlerle ilgili özür dilediğini de söylediler. Benim duyduklarım bunlar. Doğrudur yanlıştır bilemiyorum. Kendisine telefon açıp böyle bir konuşma yapıp yapmadığını sorabilirsiniz. Ben ne o haltı yerim, ne özür dilerim. Genel için konuşuyorum, eğer bir yerde hata yaptıysam çıkar özür dilerim. Mahallede böyle bir hata yaptıysam mahallede özür dilerim. Merih Restoran’da küfür ettiysem yine burada özür dilerim. Evine gidip özür dilemem. Hesabı burada keser, hallederim.

Bütün bunların yaşandığı günlerde sizinle röportaj yapan bir meslektaşımız güzel bir soru yöneltti size. ‘Salatalık Antalya’dan kamyona konuyor, gelene kadar uzuyor’ dediniz, ardından fiyatlar düştü. ‘Hormonlu tavuk yemem’ dediniz ardından tavuk tüketimi düştü. Digitürk’ten ayrıldınız, sonra ne oldu? Siz o gün bu soruyu cevaplamadınız. Bugün ne dersiniz, salatalık ve tavuktan sonra Digitürk’te de bir düşüş oldu mu?

Çalıştığım zamanki Digitürk’ü biliyorum ama ayrıldıktan sonraki halini bilmiyorum. Bilsem Digitürk şöyle olmuş derim. Ben ayrıldıktan sonra üzerine artı bir şeyler konmuş olsa ‘helal olsun’ derim. Ama eksi bir şeyler olsa söylemem. Bu tarz şeyleri söylemek bana yakışmaz. Onu kamuoyu değerlendiriyor. Yoldan çevirdiğiniz bir adama, ‘Maraton hakkında ne düşünüyorsun? Erman varken nasıldı, şimdi nasıl?’ dediğiniz zaman cevabı alırsınız.

Sayın Toroğlu, Türk futbolundaki gerilemeyi artık ilkokul çocukları bile görüyor. Siz bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Türk futbolunun gerilemesinin sorumlusu olan insanlar, kulüp başkanları ve yöneticilerdir. Tabi ki hepsi değil çünkü bu işi iyi yapanlar var. Ama ne yazık ki bu sayı yüzde onu geçmez. Kulüp başkanlarının yaptıkları hataları Digitürk’te çalıştığım devrede zaman zaman konuşuyordum. Bu başkanlar da beni kanala şikayet ediyorlardı. ‘Erman bizim aleyhimize konuşuyor. Bizi baltalıyor. Siz yayıncı kuruluşsunuz, malı mundar gösteriyor’ diyorlardı. Oysa ben malı mundar göstermek için yapmıyordum. ‘Hata yapıyorsunuz, iyi gitmiyorsunuz’ diyordum.

Peki, yeni kanala geçince bu durum değişti mi?

Şimdi daha da rahat konuşuyorum. Oradayken yayıncı kuruluşun etkisiyle biraz otokontrol yapıyordum. Ama bu dışarıdan gelen baskılarla olmuyordu. Zaman zaman Şansal vasıtasıyla haber gönderiyorlardı. ‘Erman, kulüp yöneticilerine ağır ifadeler kullanıyor’ gibisinden, oysaki ben kimseye hırsız demedim.

İyi de hocam ne dediniz o zaman?

Paralarını yanlış kullanıyorlar yanlış idare ediyorlar dedim... Bazı yerlerde gayrı resmi işler yapıyorlar dedim... Yönetim toplantılarında karar defterlerinin bazı sayfalarını boş bırakıp altına imza atıyorlar, imza atmayan yöneticileri kovuyorlar ve bu boşlukları daha sonra kendileri dolduruyorlar dedim... Zaten bunları yapa yapa futbolu bu hale getirdiler. Durum ortada. Türkiye, futbolcu antrenörlerinin komisyonculuk yaptığı bir yer haline geldi. Bunları dört senedir herkes duyuyor ve biliyordu. İlla birinin itiraz etmesi mi gerekiyor? Zaten tahkim cezaları onaylamış. Ama ben bunları söylediğimde kötü oluyorum. Nasıl olacak bu iş? Beni susturmaya çalıştılar, ama tamamen susturamazlar. Bak şimdi açık bir kanaldayım ve daha rahat konuşuyorum.

Schuster yaşanılan durumlar için, “Türkiye’de altmışlardan kalma futbol oynanıyor” gibi bir açıklama yaptı. Bu konuda ne düşünüyorsunuz hocam?
 
Futbolumuz iyi değil de, ben bir şeyi anlamadım, Schuster 1960’ların futbolunu nereden biliyormuş? Annesinin karnındayken futbol mu oynuyordu? O yıllarda Schuster neredeydi? Muhtemelen doğmadan önce ana rahminde çift kale maç yapıyordu. Ya da içeriye bir de televizyon koymuşlar, oradan maçları izliyordu (Gülüyoruz). Şimdi ben bu sözleri televizyonda söylediğim zaman, millet gülüyor. Bazıları da benim için ‘Terbiyesiz adam’ diyor. Ama olayın anlaşılması için böyle anlatmak lazım.

Erman Toroğlu, futbol oynadı, milli takım forması giydi, hakemlik yaptı... Sizin anılarınız çoktur. Ama bunların içinde en matraklarını konuşsak, çünkü sizin anlatımınızla inanılmaz keyif veriyor. Mesela, açılışı ben yapabilirim. Futbolculuk döneminizde girdiğiniz bir ikili mücadelede sahada şortunuzun yırtılma olayı var... Tam da kadınların oturduğu tribünün önünde...

(Gülüyor) Giresun’da kadınların kale arkasında oturduğu bir tribün vardı. Ben de İstanbulspor’da oynayan Mazlum adlı bir topçuyla mücadele halindeyim. Mazlum, maç esnasında şortuma asılınca yırtıldı. Hemen olduğum yere çöktüm, oyuncular etrafımı sardı. Kadınlar gülüyorlar. O sırada yedek şort getirdiler ve maça öyle devam ettim.

Hocam, sizin hakem olmaya karar verdiğiniz bir maç var. Ankaragücü’nde futbolcusunuz ve Fenerbahçe ile oynuyorsunuz. O gün neler olmuştu, o gün neden çıldırmıştınız ve neden kırmızı kartla ihraç edilmiştiniz?

1972 yılında, Mithatpaşa Stadı’nda Fenerbahçe - Ankaragücü maçını oynuyoruz. O zamanki hakem de şu an merkez hakem komitesi başkanı olan Oğuz Sarvan’ın babası. Türkiye öyle enteresan bir ülke ki, şu anda takriben 20 -25 tane babadan oğula hakemlik mesleğini sürdüren isim var. Yardımcı hakemleri saymıyorum, onlarla birlikte bu rakam daha da artar. Babası hakem, oğlu da hakem olmuş. Ben de ‘İyi de arkadaş, babadan oğula futbolcu hiç yok, bu nasıl oluyor?’ diye soruyorum. Bunu sorunca bana kızıyorlar ama babadan oğula futbolcu yok...

Neden yok hocam?

Çünkü torpil yok, torpil. Futbolculukta düzgün futbol oynarsan antrenör oynatır, yoksa takımda yer bulamazsın. Ama babadan oğula hakem olunuyor ve hepsi de mesleklerinde yükseliyorlar. Ortada böyle bir düzen vardı ve ben bu düzenlerin hepsini çomakladım. Hakemlikteki bu tarz düzenleri epey bir çomakladım. Zaten hakemliğe giriş sebebim de buydu. İyi de yaptığımı zannediyorum. 

Demek ki Fenerbahçe – Ankaragücü maçını yöneten ve size de kırmızı kart gösteren hakem epey canınızı sıktı, sizi üzdü, kızdırdı.

Öyle oldu. İyi de oldu.

Bu açıdan bakınca son derece doğru bir karar vermişsiniz gibi görünüyor.

Bugün Türkiye’de hakemler biraz daha ortadan, biraz daha adil çalmaya başladılar düdüklerini ve bunda benim epey bir payım var. Bu konuda mütevazi olmayacağım, ben böyle yapmasaydım Bursaspor çok zor şampiyon olurdu. Düdükler biraz daha dengeli çalınsa bakın o zaman daha neler olur, görürsünüz. Neden büyüklerin bu kadar gücü var? Seyircisi var, basını var… Bir sürü itici gücü var. Ama kötü idare ediliyorlar. Büyük takımların rezil idare edilme durumu, Türkiye’deki futbolu işte bu hale getirdi. Ama Bursasporların sayısını ne kadar çok arttırırsak futbolda da o kadar iyi yerlere geliriz.
Üç büyüklerden bu saatten sonra bir şey olmaz. İyi idare edilmeye başlarlarsa ilerleyen yıllar için değişebilir ama bunca yıldır iyi idare edilmemişler. Hakem camiasını toparlamak, düzeltmek gerekiyordu ve ben bir hayli düzelttiğimi zannediyorum. O kadar söyleyeyim. Üstelik bunu içlerine girmeden, dışarıdan yaptım. Hakemlik biraz düzeldi, Bursaspor da şampiyon oldu. Dikkat edin kimse ‘Bursa şampiyon olmaz’ demiyordu, herkes ‘Bursa’yı şampiyon yapmazlar’ diyordu. Bursaspor şampiyon olarak bu mantaliteyi değiştirdi. Bu alemin içinde olanlar bilirler, bunda oldukça fazla payım olduğunu zannediyorum.

Bu durumda üç büyüklerin tavrı ne oldu peki?

Bu olay üç büyüklerin bana yan bakmalarına neden oldu. Haklılar da, çünkü onlarla ilgili pek çok şeyi konuşabiliyorum. Onlar pek çok spor yazarını korkutuyorlar, işten attırıyorlar, işten çıkarılmaları için genel yayın yönetmenlerine ya da patronlara utanmadan sıkılmadan ricada bulunuyorlar. Sonra da ‘Biz yapmadık’ diyorlar.

Belki Digitürk’te de böyle baskılar oldu?

Ben ayrılmadan önce ve ayrıldıktan sonra Türkiye’deki futbol mantık olarak nereden nereye geldi, ona bakmak lazım. Demek ki sorun bende değil çok daha farklı yerlerdeymiş. Fenerbahçe – Galatasaray maçında hakemin kafası yarılmıştı. O maçla ilgili yaptığım eleştiriler haksız bulundu. Herkes, maçta bir sürü güzellik olduğunu ve bundan bahsetmediğimi, yarım saat boyunca hakemin kafasının yarılması hakkında konuştuğumu söyleyip durdu. Yahu hakemin kafasını armut gibi yarmışsın! Bana göre hakem düdüğünü çalıp gidecekti ve geri gelmeyecekti. Sahaya altı tane doktor geleceğine hakem hastaneye gidecekti. Zaten bu kafaya sahip yöneticilerin olduğu yerde futbolun böyle olması benim için sürpriz değil. Bundan sonra da daha iyi olmayacak.

Nasıl bir kafa yapısından bahsediyoruz?

Birkaç kulüp başkanı, ‘Hem federasyonu, hem kulüpleri, hem de Türkiye’deki futbolu idare edeyim’ diyor.  Zaten hikâye de oradan başlıyor. Aziz Yıldırım, ‘Her şeyi ben idare edeyim, ben çalayım, ben söyleyeyim’ diyor.  Nasıl olacak peki? Bir kulüp başkanı ‘Komisyoncuların ve sahte menajerlerin yok edilmesi gerekiyor’ diyor. Ama Mehmet Topuz’un öyle bir menajeri olduğunu unutuyor. Ardından bunları hiç söylememiş gibi susuyor. Komik değil mi? (Gülüyor) Ben bunları hatırlatırım, kolay kolay susmam, hemen sesimi kesmem. Bilmeyenler öğrensin diye söylerim, kimseden de çekinmem.

Spor yazarlığına Tercüman Gazetesi’nin Ankara Bürosu’nda başladınız. Sizi bir anlamda keşfeden de Yavuz Donat oldu. ‘Para, pul ve kadro veremem’ dedi ama siz işi kabul ettiniz. Hedefiniz neydi, o günlerden bugünleri görecek kadar ileri görüşlü müydünüz?

Yavuz Donat ile beni Doğan Ersavaş tanıştırdı. Yavuz o sırada eski bir hakem olan Sabahattin Ladikli’yi düşünüyormuş. Armağan Taner falan bastırınca tercihini benden yana kullandı, ben de yürüdüm gittim. Çalıştığım gazetelerde mukavelelere falan bakmam. Hürriyet gazetesine gireceğim zaman Ertuğrul Özkök’le üç dakika konuştuk, iki dakikada anlaştık. Kalan bir dakika içinde de parayı konuştuk. Sonra bir buçuk saat kahvaltı yaptık. Önüme beş senelik mukavele getirdi, hiçbir şey demeden imzaladım. Mukavelem ancak sekizinci yılda yenilendi. Yani Ertuğrul Hocam benimle adeta dalga geçti. Kendisiyle konuştuktan iki sene sonra mukaveleyi yeniledik.

Bu çok zengin olduğunuzu mu gösteriyor?

Hayır, zenginlik değil. Sen bir şey yapıyorsan karşılığını alırsın, yapamıyorsan da alamazsın. Bu işleri mukavele ile çözemezsin, sen işinin hakkını vermelisin. 

Erman Toroğlu, Cavit Çağlar’ın davetiyle politikaya da girdi. DYP (Doğru Yol Partisi)’den milletvekili adayı olarak seçime katıldınız ve seçilemediniz. Politikada yine şansınızı deneyecek misiniz?

O zaman da girip girmemek konusunda çok zorlanmıştım. Şenez (Erzik) Başkan ‘Senin gibi adamlar futbola lazım, inşallah seçilirsin. Gir, seçilemezsen de geri dönüp hakemlik yaparsın’ dedi. Ben de ‘Olur’ dedim ve girdim. Çok az farkla da kaybettim. O zaman karşımdaki rakibim üniversiteden hocam olan Aydın Güven Gürkan’dı.

Seçime hangi bölgeden girmiştiniz?

Mersin’den girmiştim. Baba tarafım oralıdır. Aydın (Güven Gürkan) ağabey SHP’den ben DYP’den girmiştim. Bazen programda politika konuşuyorum. Hani demesinler ki ‘Politikaya girdin de mi konuşuyorsun?’ Evet, girdim ki konuşuyorum, ‘Girmeden konuşuyor’ dedirtmem. (Gülüyor)
Zamanında, futbol oynayanlar için bir ay sürecek kurs sonunda antrenörlük yapabilmek için gerekli olan A diploma veriyorlardı. Ağabeylerim benim kursa gitmemi engelledi. ‘Aklını çelerler, hakemliği bırakırsın’ dediler.
Oysa, hakemlikte kalacaktım. Çünkü Türkiye’de hakemliğin toparlanması lazımdı. Hakemliği toparlamadan bir yere varamazsınız. İstediğiniz kadar transfer yapın… Hukuku düzeltmeden hiçbir şey yapılmaz. İstediğin kadar ev, bina, otel zinciri yapın, büyük alışveriş merkezleri açın. Eğer ülkede adaleti doğru dağıtamıyorsanız, hiçbir iş yapamazsınız. Yaptıklarınız da çöpe gider. Askerle, polisle idare edilirsiniz sonra. Ben de hakemlikte adaletten yanayım. Hakemliği düzeltmeden futbolu düzeltemezsin.

Milletvekili olarak Meclis’e girebilseydiniz belki Türk futbolu adına bir şeyler yapabilirdiniz.

Seçimden sonra Cavit Çağlar cebinden bir kağıt çıkarttı ve ‘İki Erman kazanamadınız’ dedi. Seçime birlikte girdiğim diğer arkadaşımın adı  Erman Yerdelen’di. Bana ‘Seçimi kazansaydık spor bakanı olacaktın’ demişti. Ondan sonra da kapımı çalan politikacılar oldu. Ama artık o topa girmem!

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, İETT’de top koşturdu, futbolla çok haşır neşirdi. Hiç yollarınız kesişti mi?

Yok, Başbakanla, rahmetli Hasan Doğan öldükten yirmi gün sonra tanıştık. Hasan ağabey Başbakan’ın yakın dostuydu. Ben de kendisiyle geç tanışmıştım ama iyi dost olmuştum. Bir ara Milliyet gazetesinde çalışan bir hanım (düşünüyor ama adını  hatırlayamıyor), haberinde Başbakan’ın oğlu ile ortak iş yaptığımı yazdı. Sözüm ona, Başbakan’ın oğlu ile sigara dumanını filtre eden cihazlar getirmişiz yurt dışından. Gümrükte bekletiyormuşuz, sırası gelince piyasaya sürecekmişiz. 

Bilal Erdoğan’la birlikte mi?

Valla hangisiyse bilmiyorum. Tanımam etmem. Sigarayı da hayatta içmem, sigara düşmanıyımdır. Hakkımda sıkılmadan ve utanmadan böyle bir yazı yazılmıştı. Hürriyet gazetesi de karşılık olarak bayan hakkında ağır bir yazı yazdı. Ama onun üzerine bir cevap gelmedi.

Acaba başka bir Erman’la mı karıştırdılar?

Yok, bence ona yanlış bir tüyo vermişler, kadını taca atmışlar. Demek ki neymiş, her şeye saldırmayacaksın, her topa girmeyeceksin aga!

Başbakan’ın futboluyla ilgili kulağınıza gelenler oldu mu?

Hiç olmadı ve onu sahada izlemedim. Amatör olarak alt kademede oynamış. Parti ile bağdaştırsan ilçe teşkilatında görev almış diyebiliriz (Gülüyor)...

Futbolcular arasında ekonomik düzen ne durumda, siz bu konuyu bir iki kez gündeme getirdiniz ama pek açmadınız, açmak istemediniz. Trilyon kazanan da var, muhtaç olan da... Bu durum Avrupa’da ya da Latin Amerika’da da böyle mi?

Profesyonel futbolcuların geneline baktığın zaman yüzde doksanbeşi iyi durumda değil.

Yüzde doksan beşi mi!

Evet... Niye? Çünkü Türkiye liginde oynayanlar üç beş kuruş para alabiliyorlar. O da ligde oynuyorsan alıyorsun. İkinci ligde oynarsan işin çok zor, eve et götüremeyen adamlar var. Yani genele baktığın zaman durum hiç iyi değil.

Bir de buna rağmen ülkemizde hala ‘Oğlum topçu ya da popçu olsun’ diyen aileler var. Bu gerçekleri bilmeleri gerektiğini düşünmüyor musunuz?

Ortada şöyle bir durum var; geçenlerde Kayserispor – Gençlerbirliği maçını seyrediyordum. Sahada oynayan 22 futbolcudan 11 tanesinin Almanya’da yetişip buraya gelmiş olduklarını gördüm. Türkiye’de yetişen futbolcuların çoğunun kültür düzeyi kötü, çünkü İstanbul’un Levent, Kadıköy, Etiler, Taksim gibi merkezi noktalarında çocukların elektriklerini, enerjilerini boşaltabilecekleri çim sahaları yok. Oysaki İngiltere’ye gittiğinizde şehrin göbeğinde çim sahalar olduğunu görebilirsiniz. Tabi ki böyle olunca da futbolcular kenar mahallelerden varoştan çıkıyor. Araziler oralarda var. Futbolcu da manken de kenardan, kenar mahallelerden çıkıyor. Tabi bu insanlar parayı bulduklarında buna hâkim olamıyorlar, sosyal olarak dağılıp gidiyorlar. Ben Ankara’nın Levent’i sayılabilecek Kavaklıdere, Tunalı Hilmi’de büyüdüm. Ama biz orada top oynayabiliyorduk, çünkü çim sahalar vardı.

Peki, şimdi Ankara’da böyle yerler var mı hocam?

Yok, onun için de kenarlardan çıkıyor. Bu bağlamda Almanya ve İngiltere de bize benziyor. Almanya’da şehrin merkezinde oturan çocuklara baktığınızda spor yapmadıklarını görebilirsiniz. Zengin oldukları için bilgisayar karşısına geçip oyun oynuyorlar. Fakir çocuklarda da bu imkânlar olmadığı için çıkıp futbol oynuyorlar. Ve ardından futbolcu oluyorlar. Nijeryalı, Türk, Arap topçu çıkıyor. Sistem aynı ama ülke değişik… Baktığın zaman her şeyin bir sebebi olduğunu görebilirsin. Sense, ülke olarak Almanya’nın cebine elini sokmuşsun sürekli futbolcu çalıyorsun. Adamlar bağırmakta haklı. Bir de utanmadan Mesut Özil’in ana babasına küfür ettiriyorsun, milli takıma gelmedi diye... 



Gençliğinizde en büyük hayaliniz Amerika, Kanada ya da Avustralya’ya gitmekti. Gitseydiniz, oraya yerleşirdiniz. Yerleşseydiniz bugün nasıl bir Erman Toroğlu olurdu?

Gelmezdim buraya. Orada kalırdım. Evlenir kalırdım. Şimdi düşününce çok iyi ülkeler seçmişim. Çünkü ben bu hayali ortaokul sıralarında kuruyordum. Doğru seçim yapmışım. Demek ki o zaman da iyi görmüşüm olayı.

Ülke futbolunun size çok ihtiyacı var iyi ki gitmemişsiniz.

Ülkemizde bizim gibi adamlardan bir b.. olmaz. Çünkü, çok affedersin bu ülkede, sahtekarların, p..lerin, o… çocuklarının sesi çok daha fazla çıkıyor. Neden? Çünkü gerekli cezayı almıyorlar.

Siz toprağı, tarımı iyi bilirsiniz. Herkesin ağzında bir organik kelimesi dolaşıyor. Her şeyin organiği yapılıyor. Bu sağlıklı mı, mantıklı mı, doğru mu?

Organik, tabii demek. Ama Türkiye’de organiklerin gerçekten yüzde kaçı sağlıklı ve gerçek? Şimdilerde onun da içini boşaltmaya başladılar. Organiği de bozduk. Bu işi yapan o kadar çok firma çıktı ki, hepsinin layığıyla yaptığını zannetmiyorum. Geçen gazetede yazdım. Anne sütüyle ilgili bir inceleme yapmak için örnek alınmış. Sütte normalde yüzde yedi oranında bulunması gereken bir madde yüzde kırklarda çıkmış. Anne sütünden bahsediyoruz. Çocuk bunu emiyor.

O ölçüleri de birinin çıkıp söylemesi lazım ama Erman Hocam’dan duyuyoruz.

Ben bunları yazıyorum. Profesörler, ‘Biz de söylüyoruz ama insanlar sizi daha fazla dinliyor’ diyorlar (Gülüyor). Demek ki ben gırgır şamatayla anlatınca daha iyi anlaşılıyor.

Erman Toroğlu futboldan ve hakemlikten para kazanamadı ama televizyonda spor yorumculuğundan kazandı. Peki, iyi yatırımlar yapabildi mi?

Futbolculuğumda arabam, evim oldu, kira parası vermedim. Üniversite ikiye giderken futbolculuk yapıyordum ve buradan kazandığım parayla ev aldım. O zamandan bu yana da kira parası vermedim. Bu benim için büyük bir şanstır. Ama çok büyük paralar kazanmadım. Daha iyi yatırımlar yapabilirdim. Ev ya da araba alacağıma paramı araziye yatırsam daha iyi olurmuş. O zamanlar gençlik hali, düşünsene 72 yılında 56 model bir Chevrolet arabaya biniyordum. O arabadan Ankara’da bir tek bende vardı. Bir daha da o yaşta olmayacağım. Yine de kontrollü hareket ettim. Babam emekli sandığında memurluk yapıyordu, annem ev hanımıydı. Ağabeyim doktor oldu. Ben İktisat Kamu Yönetimi okudum. Liseye giderken, Ankara’da bir otel inşaatı yapan Emek İnşaat’ın ofisinde çalışmaya başladım. Orada beni sigortalı yaptılar. Şu anda yanlış olmasın ama 770 TL emekli maaşı alıyorum. Hep o zamandan kalma kazançlar. Lise yıllarım boyunca babama yük olmadım. Çalışarak büyüdüm.

“Futbol asla sadece futbol değildir” diye bir söz vardır. Bir spor adamı olarak size soruyorum, futbol aslında nedir?

Futbol, futbolculuğun haricinde bir endüstri oldu. Futbolculuk tamamen profesyonel ve iyi para kazanılan bir iş oldu.

Size futbolun kara kutusu diyebilir miyiz?

Diyebilirsiniz... Evet, futbolun kara kutusuyum. Ancak fazla da abartmayalım şimdi, benim de bilmediklerim vardır. Bildiğim tabi ki fazladır. Öncelikle camiayı ve oradaki insanları iyi tanıyorum, geçmişlerini iyi biliyorum.

1962 ve 1970 yılları...

Delifişek bir futbolcuydum. 1963’te Gençlerbirliği genç takımında oynadım. İlk lisansım oradan çıktı. Bir buçuk sene kaldım. Antrenör fazla şans vermeyince, sinirlendim ve Güneşspor’a gittim. O ikinci ligdeydi. Orada hem as hem de genç takımda oynayabiliyordum. Demek ki 17 – 18 yaşlarındaymışım. O sene gol krallığına yarıştım ama üçüncü oldum. Ardından Kütahyaspor 180 bin lira para teklif ederek beni almak istedi. Ama ben o sene PTT’ye gittim. Profesyonel mukavele sahte çıkınca, ceza almamak için Güneşspora geri döndüm. Bir sene orada oynadıktan sonra Ankaragücü’ne 100 bin lira gibi bir para karşılığında transfer oldum. Ardından Mersin’e gittim.  Orada sarılık oldum.  Şekerspora geldim, bir buçuk sene de orada oynadım. Ardından yedek subay olarak Tuzla Piyade Okulu’na, oradan da Gölcük Donanması’na katıldım. Askerlikten sonra da ticarete atıldım.

Jübile yaptınız mı hocam?

Ne futbolculuğumda, ne de hakemliğimde jübile yapmadım.

Hakkınız yok muydu?

Vardı ama yapmadım. O tip şeylere inanmıyorum. Hiç unutmuyorum, son maçıma çıkmışım ki o zaman için bunu bilmiyorum. Samsun – Fenerbahçe maçıydı. TRT spikeri geldi mikrofonu uzattı ve ‘Maç için ne diyorsunuz hocam?’ diye sordu. İlk maç için bir şey diyemem ama bu benim son maçım olabilir dedim ve gerçekten de son maçım oldu. Ondan sonra da kavga ettim.

O maçta mı?

Hayır, sonrasında Merkez Hakem Komitesi ile bir sorun yaşadım. Nitekim konuyla ilgili bir beyanat verdim. ‘Hakem komitesindekiler dâhil hakem âlemindeki çürükleri temizlemezseniz, tüm kasayı çürütürsünüz’ dedim. O zamanki Merkez Hakem Komitesi Başkanı beni ceza heyetine yolladı. Bir sene ceza yedim. Maç satanlar bile o kadar ceza yememiştir (Gülüyor). Üstelik sadece bir cümleydi. Demek adam benim cümlemden rahatsız olmuş ki ceza heyetine yolladı.



Oysa,  sizi yanına çağırıp “Erman, bunun önlemini alalım” demesi gerekirdi...

Diyemezler. Söylediklerim gerçektir. Onun için Digitürk’ten ayrılmam beni hiç bağlamıyor. Hoşuma da gidiyor. Benimle çalışmak istemiyorlar. Hay hay başkaları gelsin.  Çünkü ikili olarak hiç çalışmadım. Orada çalışırken birileri hakkında yorum yapsam, birilerini poh pohlasam oradan ev araba alsam fena mı olurdu (Gülüyor). O yüzden beni suçlayamayacaklar. ‘Erman gitti, Türk futbolu kurtuldu’ diyecekler. Ne kadar kurtulduğunu görüyoruz.

Bir gün o kara kutudakileri yazmayı düşünür müsünüz? Benim sizde hissettiğim tek ve en önemli eksilik bu, bilmem yanılıyor muyum?

Çok düşünüyorum da tembellik oluyor. Aslında yazmam lazım. Hata yapıyorum. İyi olur. İyi güzel gırgır şeyler var bende. Ama oturup vakit bulmak lazım.

Türkiye’de futbolda şike ve doping yapıldı mı, hiç şahit oldunuz mu?

Var da ispat edemiyorsun.  Şikeyi nasıl ispat edersin? Adam indiragandiyi merkezine indiriyor. ‘Ben para aldım’ diyecek hali yok. En baştan sistemimiz kötü. Veren de alan kadar suçlu dedin mi taca çıkıyorsun. Amerika’da öyle değil. Hâkim, senin parayı vermeye mecbur kaldığına kanaat ederse vereni affedebiliyor.  Ama senin ülkende veren de alan kadar suçludur deyip işi bitiriyorsun.

Sizi seven de var sevmeyen de... Seven niye sever, sevmeyen niye sevmez Erman Toroğlu’nu?

Ben onu çıkaramam ki, onun değerlendirmesini yapamam.

Bana sorsanız ben dürüst bir insan olduğunuz için sizi sevdiğimi söylerdim. Çünkü söylediklerinizin arkasında duruyorsunuz her zaman.

O ayrı bir olay. İstiklal’de ya da Tunalı Hilmi’de arkadaşlarımla yürürken insanların hakkımda ne düşündüğünü anlamak için şöyle bir şey yapıyorum; Bir kısmı benimle sohbet ederken, birkaçı da biraz ara bırakarak bizi arkadan takip ediyorlar. İnsanların hakkımda neler söylediklerini duysan gülmekten ölürsün. Adam yanımdayken bir şey diyemiyor ama biraz geçince arkamdan rahatlıkla konuşabiliyor, atıp tutuyor. Bu konuşulanları bir araya getirsem ilginç şeyler ortaya çıkar.

Bugüne kadar sonradan pişmanlık duyduğunuz bir yazınız ya da televizyonda bir açıklamanız oldu mu?

Bir tek hakem Erol Ersoy’la ilgili böyle bir açıklamam oldu. Bir bant yayını sırasında onun için ‘Ulan trene bakar gibi bakıyor’ dedim. Hıncal Uluç’la yaptığımız bir programdı. Uğur çekiyordu ve ondan sonra da acaba ağır mı oldu diye Uğur’a sordum. O da ‘O kadar sert olmadı’ deyince bu lafım yayında yer aldı. Akşam izleyince ağır kaçtığını fark ettim. Olmaması gerekirdi. Sonradan Uğur’u görünce bunu ona da ilettim.

Sizin diliniz sivri, eleştirileriniz de kimi zaman ileri boyutlarda... Bu arada işin içine müstehcenlik de girince, ekran karşısında insanlar gülmekten kopuyor... RTÜK’le başınız derde girmedi mi hiç?

Valla bir sefer girdi. Şansal’la bir program sırasında yaptığım vazelin sohbeti yüzünden olmuştu. (Gülüyor) O sıralar hava soğuktu ve futbolcuların kulakları kabarıyordu. Trabzonlu futbolcular da kulaklarına bir şeyler sürmüşler. Şansal ‘Kulaklarına ne sürmüşler biliyor musun?’ dedi. Ben de bilmiyorum deyince vazelin sürdüklerini söyledi. Yani o an topu öyle bir ortaladı ki, ben de cevabı yapıştırdım. Vazelinin kulağa sürülüp sürülmediğini bilmiyorum ama başka nerelere sürüleceğini biliyorum dedim. RTÜK ikaz etmiş. Oysaki bir ara reklam vardı, dirseğe de dizlere de sürülür diyordu. Ben onu kastetmiştim. Türkiye’de durumlar böyle, ne yapalım (Gülüyor).

Benim aklıma geçmiş yıllardaki bir Fenerbahçe maçı geliyor.  Şansal Büyüka “Bu Aragones, Deniz’i yedek kulübesinde unuttu galiba!” dedi. Aragones’e de “dede” diyorlardı ya o günlerde. Siz “Ben ‘dede’lerle ilgili bir fıkra anlatmak istiyorum” dediniz. Şansal Büyüka “Belden aşağıysa anlatma, RTÜK var” dedi ve siz anlatmadınız... Çok geç olsa da şimdi burada anlatabilir misiniz?

Gırgır bir fıkra, anlatayım. ‘Bir köyün muhtarı doksan yaşında, üç evlilik yapmış. Torunları, çocukları, kızları var. Son karısı da ölüyor ama gözü hala çöplükte. Gidiyor, köyden 18 - 19 yaşında bir kızı babasından istiyor. Başlık parasını bastırıp alıyor. Çevresindekiler kıza, ‘Sen çok gençsin bu adam ise çok yaşlı’ diyorlar. Ama kızın yapabileceği bir şey yok. Ardından adama gidiyorlar. ‘Baba, dayı, dede ölürsün, bu kız çok genç’ diyorlar. Ancak o ‘Karışmayın kardeşim ben ne yapacağımı size mi soracağım?’ deyince susup kalıyorlar. Düğün oluyor, sıra gerdeğe geliyor. Bu arada yaşlı adamın yakınları adam ölecek diye hazırlık yapıyorlar. Kızla adam gerdeğe giriyor. Bir, iki, üç saat geçiyor ses yok. Dört saat sonra kız üstü başı perişan bir halde dışarıya çıkıyor. İnsanlar etrafını sarıp ‘Ne oldu?’ deyince kız da cevap veriyor ‘Yahu bu adam bunamış, yapıyor yapıyor, unutup yine yapıyor’(Gülüyoruz).
Bunu anlatacaktım tam da oturacaktı. Ama anlatamadım. Fenerbahçe yönetimi o zaman için Aragones’e dede denilmesine kızıyordu. Belki buna da kızacaklardı  (Gülüyor).



Ümit Karan’a da “Bugün üç gol attın. Yarın evleniyorsun kaç gol atacaksın?” demiştiniz ve çok alınmıştı...

‘Kaç gol atacaksın?’ demedim. ‘Yarın evleniyorsun, bugün üç gol attın, yarını düşünmüyor musun?’ dedim. Ben de Ümit Karan’dan ‘Hocam ben gol kralı olacağım sen merak etme’ demesini beklerdim. Ama o çok sert bir tepki gösterdi. Oysaki ben nasıl espriyle yaklaştıysam onun da öyle yaklaşmasını beklerdim. Hatam, espriden anlamayan bir adama espri yapmak olmuş. 

Mesela, en son Galatasaraylı Arda Turan’ı da ağlattınız. Küfürler, hakaretler havada uçuştu... Tehditler geldi mi size bu konuyla ilgili?

Arda Turan neden ağlamış? O Galatasaray kaptanı değil mi? Kanaltürk’e bir telefon açıp Serhat Ulueren’e ‘Serhat ağabey o akşam ne konuştunuz? Bana bant kaydını yollar mısın?’ deseymiş keşke. Onu izledikten sonra konuşsa daha iyi yaparmış. Galatasaray yönetimi de Arda’nın açıklamasından yarım saat sonra çıkıp konuşacağına, derslerini çalışıp açıklama yapsalardı. Neyse...

Arda çok mağdurdu. Ağlıyordu, belli ki dediklerinizi sindirememiş.

Olay şu. Programın bir yerinde, ‘Ben Ankaragücü’nde oynarken buna benzer kasıktan kaynaklı bir sakatlık geçirdim. O devirde, bu tarz sakatlık yaşayan futbolcular Romanya’ya gidiyor ve oradaki bir doktorun yaptığı iğne ile iyileşmeye çalışıyordu’ dedim. Ziya da, ‘Doğru bizden de giden olmuştu’ dedi. Bu, öyle gıcık bir sakatlık ki ne öldürüyor ne güldürüyor. Ben duman olmuştum. Yüzde seksen performans ile oynayabiliyordum. Daha sonra anladım ki bu hastalık yorgunlukla birleşince daha uzun sürüyor. Kendi kendimi tedavi ettim. Serhat Ulueren de ‘Peki Erman Hocam, Arda’nın yaşadığı sakatlık sizinkine mi benziyor’ deyince ben de ‘Arda’nın rahatsızlığını bilmem, henüz teşhis koyulmadı’ dedim. Posta gazetesi ertesi gün Arda ile sevgilisinin yan yana olduğu bir fotoğrafı koyup yanına da ‘Erman’dan şok açıklamalar’ diye yazmış. Başlığın altındaki metin,  programda söylediklerimin aynısı, ne bir eksik ne bir fazla. Ama araya Almanya’da bilmem hangi doktorun bu hastalıkların aşırı seksten kaynaklanabileceğini söyleyen bir cümlesini ekleyince iş değişiyor.  Bu yazıyı okuyan Arda, ağlıyor. Gazete başlığı atmış, benimle ilgili değil. Arda yazının tamamını okumalıydı. Sonrasında da programda ne konuşulduğunu tam olarak öğrenmeliydi. Oysaki Arda, ‘Bir şerefsiz konuşuyor, bir şerefsiz yazıyor’ diye bir açıklama yapmış. Daha da enteresanı, Galatasaray Kulübü de bana hakaret ediyor.  Ben de Arda Turan’a 200, Galatasaray kulübüne 200 ve Aziz Yıldırım’a 100 biner lira dava açtım. Bütün Galatasaray yönetimi ifade vermeye gidecek. Dava sürüyor.

Bu olaydan sonra Arda ile konuştunuz mu?

Hayır,  ikinci programda ‘Bir hafta süre veriyorum, bu süre zarfında özür dilerlerse dava açmayacağım. Ama dilemezlerse açacağım. Ben sporcu adamım böyle davalarla işim olmaz’ dedim. Bir hafta bekledim, özür dilemediler. Dava açtım. Ama tabi aynı şekilde özür dilemeleri gerekiyordu. Bunu yapmadılar.

Bu olayı kullanıp Galatasaraylı taraftarları size karşı kışkırtanlar oldu mu hiç?

Zaten,  açıklamalarının sonunda ‘Seni Galatasaray taraftarlarına havale ediyoruz’ gibi bir cümle vardı, tam hatırlayamıyorum, yanlış olmasın.  Nitekim bu açıklamadan kısa süre sonra, bir grup Galatasaraylı taraftar önümü kesti ve içlerinden bir tanesi üzerime yürüdü. Üstelik yanımda bir bayan vardı. Allah’tan civardaki esnaf onların önüne çıktı. Adamlar esnafı görünce dağıldı.

Kavgalı, küs olduğunuz futbolcular ya da kulüp başkanları var mı?

Benim hiç kimse ile küslüğüm yok. Ne futbolcu ne de başkanları ile…

Peki, siz Futbol Federasyonu Başkanı olmak ister miydiniz?

Söyledim onu. Aklımda olan bir şeydi.

Sayın Toroğlu, sanat dünyasıyla aranız nasıl?

Çok fazla ilgilendiğimi söyleyemem. Zaten bizim işimiz futbolcularla. Sanatçılarla ancak bir toplantı ya da davet olursa görüşme fırsatım oluyor.

Devir, televizyon dizisi devri... Bu konuyla ilgili sizin kapınızı çalan oldu mu?

Oluyor tabi. Birkaç defa bu tarz tekliflerle geldiler, ama onları geri çevirmek zorunda kaldım. Herkes kendi işini yapsın.

‘Yerden Yüksek’ diye bir dizi var. Oraya eski futbolcular ya da hakemler konuk oyunca olarak katılıyor.

O değil de arkadaşlar ‘Türk Malı’ dizisindeki Erman Kuzu’nun benden esinlenerek yaratıldığını söylüyorlar. Bir iki sefer izledim, benimle alakası yok. Yine de komik bir dizi.

Oyunculuk yapsanız nasıl bir rol oynamak istersiniz?

Bana müfettiş ya da dedektif rolü yakışır.

Hayatınızın her hangi bir döneminde hayranı olduğunuz kadın sanatçının peşine düştüğünüz oldu mu? İmza için ya da konuşmak için...

Gençliğimde en çok beğendiğim kadın bu ülkede değildi. Olsaydı peşine düşerdim.  Adı, Ornella Muti’ydi. Ona bayılıyordum ama hiç karşılaşma fırsatım olmadı.

Vazgeçemediğiniz bir şey var mı hayatınızda?

Antrenmandan vazgeçemedim. Antreman yapmadan televizyon programına bile çıkmam. Her şeyini dökersin, rahatlarsın. Zorlandığım zaman, sıkıldığım zaman antrenman yaparım, açılırım, en doğru kararları o zaman veririm. Ankara’da bizim grubumuz vardır, 35 yıldır oynarız. Top oynamak için Ankara’ya giderim.

Bu sohbet için size çok teşekkür ediyorum. Doğrusu çok keyif aldım, sanırım Medyaradar okurları da kah şaşırdılar, kah güldüler, kah düşündüler. Türkiye’nin sizin gibi açık sözlü, kararlı, inatçı ve inandıklarının arkasında durabilen insanlara ihtiyacı var. Tehditlere, şantajlara kulak asmayın ve siz en iyisi bildiğiniz yolda devam edin Hocam... 

RÖPORTAJ: YÜKSEL ŞENGÜL