Kadın cinayetlerinde medyanın hiç mi suçu yok?

Medyaradar yazı ailesine yeni bir yazar daha katıldı: Ayşen Yalman. İşte ilk yazı...

Haber deyince hemen tüm gazetecilerin hemfikir olduğu şey, olanı olduğu gibi aktarmaktır sanırım. Gerçeğe sıkı sıkıya bağlı bir biçimde, habere yorumunu katmadan metnini oluşturduğunu düşünür gazeteciler. Bilgisayarın başına oturup haberini yazmaya başlayınca haberin yazılış biçimi ve kullandığı kelimelerin aslında bir oksimorona sebep olduğunu bilmeden… Nedir efendim burada gazeteciyi gerçeklerden uzaklaştıran, oksimoron yaratan? Öldürülen bir kadının haberini yazarken “elini kana buladı” diye suçladığı kocadan ne farkı var gazetecinin? Elini kana bulayan sadece eski koca ya da sevgili mi? Peki yaptığı haberler ile övünerek ortalıkta cevelan eden gazetecilerin ellerine bulaşan kanı konuşalım hadi!

Ne münasebet dediğinizi duyar gibiyim. Kadın cinayeti haberini yazan gazetecinin eline bulaşan o kanı, cinayetlerdeki dolaylı payını anlatmadan önce cevap vereyim efendim; tüm bildiklerinizi temize çekmenin zamanı geldi! Ne münasebet demeden önce, yaptığınız kamusal mesleğin gereği olarak, hadi biraz haberlerinizin diline bakalım, yansımalarına bakalım, ne ifade ettiğine bakalım. Bilerek ya da bilmeyerek, bir cinayete nasıl ortak olduğunuzu konuşalım. Elbette işini layıkıyla yapan gazeteciler çokça. Ancak bilmeyerek bile olsa, nasıl bir düzenin sürdürücüsü olduğunuzu konuşmanın tam da zamanı şimdi!

Medyada kadının temsil ediliş biçimi üzerinde durmak istiyorum öncelikle. Haberlerde kullanılan dil, öldürülen kadını edilgen, pasif bir duruma düşürüyor. Yani bu haber dili kadını, yardıma muhtaç, birilerinin kanatları altında yaşamaya mahkum bireyler olarak konumlandırıyor. Öldürüldü, bıçaklandı, vuruldu gibi ifadeler yani tam da söylemek istediğim. İyi de haberde ne yazacağız diyorsunuz biliyorum. Bilimsel rakamlar ve araştırmalar gösteriyor ki, bu haber dili erkeğe şöyle bir mesaj veriyor; “O kadın sana muhtaç, senin tekamülüne muhtaç.” Hadi biraz daha öteye gideyim, “O kadın senin kölen, sen ona istediğini yapabilirsin.”  Evet evet yanlış okumuyorsunuz, yazdığınız bu edilgen dil, kadını küçültüyor, alçaltıyor, birilerinin emrine girmesi için adeta fırsatlar sunuyor. Konuyla ilgili pek çok bilimsel araştırmanın ortak ana vurgusu, medyanın şiddete uğrayan ve öldürülen kadınları, erkek egemen bakış açısıyla suçlayarak şiddeti ve cinayeti haklılaştırdığıdır. Şiddeti böylesi olağanlaştıran, sıradanlaştıran haberleri yapanların suçunu düşünün şimdi.

Şimdi bazı haber başlıkları sıralayacağım alt alta.

“Etekli kızlara taciz tehdidi”

“Aldatan kadın sevgilisiyle kahve içerken öldürüldü”

“Liseli Münevver saat 15.00’te kimle buluştu”

“Boşanmak istemeyen koca dehşeti”

“Kısa etek cinayeti”

“Aldatıldığından şüphelenen koca dehşet saçtı”

Liste o kadar uzun ki! Dikkat ederseniz tüm bu başlıklar örtük bir biçimde kadınları suçluyor. “Mini etek giymeseydi öldürülmeyecekti, aldatmasaydı öldürülmeyecekti, kadının yeri kocasının yanıdır, boşanmak için ısrar etmeseydi öldürülmeyecekti” mesajlarını almıyor musunuz bu başlıklardan!

Şimdi soruyorum size, böyle başlık atarak bu cinayeti meşrulaştırdığınızın farkında mısınız? Bu özensiz habercilik anlayışınızla, şiddete, cinayete ve dehşete ortak olmuyor musunuz?

Kurban imajı, edilgen dil yapıları haberlerin öyküleştirilmesi ile pekiştirilme çabası, haberi okuyan kişilerin zihninde, kadının pasifliğine dair var olan olumsuz temsilleri şekillendirirken, suçluyu gizler. Dikkat edin, haberlerde  kadınların isimleri açık açık verilirken, cinayeti işleyen erkeklerin isimleri ve yüzleri zaman zaman gizlenir. Geri plana atılır. Kadınların çarşaf çarşaf fotoğrafı yayınlanır. Kadının yüzü bazen bulurlanır, bazen doğrudan verilir. Hani suçlu nerede?

“Türkiye’de kadınların yarısı şiddete uğruyor” haberi kadınların uğradığı şiddeti gözler önüne sermek adına, kadınlara destek mesajı içerse de, kaş yapayım derken göz çıkarmaktır efendim. Hani erkek nerede? Erkeği gizlemek neden? Oysa bu habere “Türkiye’deki erkeklerin yarısı kadına şiddet uyguluyor” diye başlık atmak çok zor değil. Doğru olanı, öldürüldü, vuruldu, bıçaklandı yerine; vurdu, öldürdü diye yazmak.

Öte yandan, kadınların mini etek giymelerine vurgu yapılması, gece geç saatlerde sokakta bulunduğuna vurgu yapılması da gazetecinin aslında meseleye hangi pencereden baktığını da göstermez mi?

Haberde kullanılan fotoğraflar da ayrı bir sıkıntı. Yıllar önce hatırlayın, yüksek tirajlı bir gazetenin manşetinde kocasının sırtından bıçakladığı kadının yarı çıplak ve baygın fotoğrafı yer almıştı. Kadın o fotoğraf çekilirken can çekişiyordu, hastaneye kaldırıldıktan sonra hayatını kaybetti maalesef. Bunu bir gazete yayınladı evet! Sırtında kocaman bıçakla, yarı çıplak hem de! İletişim fakültelerinde bunları anlatmaktan dilimizde tüy bitti, siz gazeteciler yayınlamaktan vazgeçmediniz! Bunu yayınlayan genel yayın yönetmeninin kadına yönelik şiddeti görünür kılmak için böyle bir fotoğraf kullandıklarını söylemişti. Çoğu gazeteci de yazdığı şiddeti haberini böyle savunuyor zaten! Kadını, cinayeti, kanlı bıçağı göstermenin doğru olmadığını yıllardır anlatıyoruz, ama anlayan yok. Daha çok tık almak adına atılan başlıklar, yazılan haberler hep daha çok şiddete ve cinayete yönlendiriyor, cesaret veriyor, meşrulaştırıyor. Hele dizilere hiç girmiyorum bile. Şiddeti açıkça göstermenin ne kadar sakıncalı olduğunu daha ne kadar anlatmalıyız?

Açın şimdi gazeteleri, ana haber bültenlerini, kadın odaklı yapılan haberlerin tamamı örtük biçimde kadını suçluyor.

Şimdi girişte sorduğum soruyu tekrar soruyorum siz gazetecilere, Kadın Cinayetlerinde Medyanın Hiç mi Suçu Yok?

Elini kana bulayan kocadan sıçrayan kan sizin elinize de bulaşmış mı?

Şiddete ve cinayete ortak olmaya devam edecek misiniz?

Öğr. Gör. Ayşen Yalman