İnfial
09 Nis 2016 12:36 Son Güncelleme: 23 Kas 2018 18:27

Kabalığın "önüne yatan" siyaset iyice şaşırmış olmalı!..

Medyaradar medya-siyaset analisti Atilla Akar, son günlerde “önüne yatmak” sözü dolayısıyla giderek hırçınlaşan siyasi söylemi değerlendirdi…

Artık totalde çıldırmış bir siyasi ortamda olduğumuza –zaten biliyordum ama- iyice kanaat getirdim. Bunun için son “Önüne yatmak tartışması”nın izlediği seyre bakmak bile yeterli. Artık hiçbir fren tertibatı kalmayan siyaset kurumunda işlerin nereye vardığı / varabileceğine dair bundan somut örnek olmaz. Hakaretler, alınganlıklar, bilinçli çarpıtmalar gırla gidiyor. Tartışmalar “mahalle kavgası” seviyesinde. Şirazeler kaymış, edep ise hak getire!

Üstelik bütün bunların terörün iyice azdığı, neredeyse her gün şehit haberlerinin geldiği bir ortamda yaşanıyor olması durumu hepten acıklı hale getiriyor. Teröre karşı ortak bir “milli duruş”un sergilenememesinin ana nedenlerinden birisi de bu. Siyasi kadrolar belli ki bambaşka dertlerin peşine düşmüşler!

TAAMMÜDEN TIRMANDIRILAN GERİLİM!

Malum; bu tartışmanın arka planında aslında başka bir tartışma vardı. O da gene yakın zamanlarda ENSAR Vakfı’nda yaşanan “Çocuk Tacizi” vakasıydı. Bu konu patlak verdiğinde muhalefet olaya normal olarak yüklendi. Bu ise AKP cephesinde garip bir savunma psikolojisi oluşturdu. Konu bir olayın araştırılıp, sonuçlandırılması olmaktan çıkıp adeta vakfı savunup-savunmama noktasına çekildi.

Her iki tarafta olaya karşı olumlu / olumsuz  noktalarıyla vakfı suçlama veya savunma pozisyonunda kaldılar. Bir taraf neredeyse bütün bir kesimi “sapık” , “tacizci” ilan edecek imalarla, suçlamalarla dolu ifadelerde bulunurken, diğer tarafta vakfı savunayım derken, adeta olayı örtbas edip, yok sayacak kadar lakayt davrandılar. Hele de hükümet cenahı –eğer bu da bir tür “kriz” ise- bu krizi yönetecek kabiliyette olmadıklarını gösterecek ne varsa yaptılar. Tek dertleri savundukları cenaha bir zarar gelmemesiydi.

Bu sürecin en öne çıkan ismi ise Sema Ramazanoğlu oldu. Bu bakan hanımefendi anlaşılan ya biraz acemi ya da hassas konularda, toplum önünde nasıl dikkatli, her kelimeyi seçerek konuşacağını bilmiyor. Nitekim belli ki vakfı koruma amaçlı söylediği "Buna bir kere rastlanmış olması hizmetleri ile ön plana çıkmış bir kurumumuzu karalamak için gerekçe olamaz. Biz Ensar Vakfı’nı da tanıyoruz, hizmetlerini de takdir ediyoruz" şeklindeki demeci aslında bu konuda en hafifinden bir” yetenek eksikliği” olduğunu gösterir. Halbuki “bu konu yargıya intikal etmiştir, her kim olursa olsun, eğer ortada bir suç varsa üzerine gidilecektir” demesi yeterliydi. Üstelik bu onun görevi değildi. Vakfı savunmak gerekiyorsa bunu vakıf yetkilileri ya da avukatları yapardı.

O da yetmiyormuş gibi Ramazanoğlu, “İhmal, istismar ve tacize uğrayan çocukların cezalandırılması konusu da gündeme alacağımız konulardan bir tanesi” diyerek bir başka “gaf”a imza attı. Bu tabii zaten gerilmiş toplumun muhalif kesiminde hemen bir “bilinçaltı itiraf” gibi algılandı ve kaş yapayım derken iyice göz çıkartıldı. Ve bu sözler hemen hükümete yüklenmede bir “araç” gibi kullanıldı. İşler çığırından çıkmaya başladı.

KILIÇDAROĞLU’NUN KASTI  AŞAN MANASIZ ÇIKIŞI!

Tam olay sakinleşecek gibi görünürken CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun Bakan Sema Ramazanoğlu için "Aileden Sorumlu Bakan da zaten birilerinin önüne yatmış vaziyette" ifadesini kullanması durumu hepten kızıştırdı. Kılıçdaroğlu eski Bakan Muammer Güler’in Reza Zerrab’a söylediği “Senin önüne yatarım” sözünü aklı sıra bir “argüman kelime” olarak kullanmak istemişti. Ancak bu da ya pek “uygun” kaçmamış ya da bir başka açıdan muhalefete yüklenmek için kullanmada elverişli bulunmuş olacak ki hemen “kadına hakaret” olarak tanımlandı.

Oysa “önüne yatmak” tabiri çok açıktı ki “yolunu açmak”,”yolundaki engelleri temizlemek”, “hizmetine amade olmak”, “halı gibi serilmek”, vb gibi (Yani Muammer Güler’in kullandığı manada)  idi. Bu kelime nedense lümpen erkek jargonundaki “altına yatmak” gibi algılandı ve biraz da istenerek o anlama çekildi. Hatta olay adeta bir “kampanya” haline getirilerek bu yönde kimi zorlama ve çarpıtmalarda bulunuldu. Diğer bir deyişle AKP’liler aslında kendi kafalarındaki bir imajı bu olaya taammüden monte ettiler. Niye peki? Çünkü siyaseten öyle işlerine geldi ve durumu o yönde kaşıdılar. Duymak istedikleri gibi duydular!

TABİR BİLEREK BAŞKA YÖNLERE ÇEKİLDİ!

Ancak böyle olmakla birlikte Kılıçdaroğlu, gene de böylesi “elastik” ve başka yönlere çekilebilecek bir kelimeyi kullanmakla –hele de bir kadın bakana karşı- bir başka “hata” yaptı ve malzeme sundu.  Onun yerine –daha sorumlu davranıp- başka bir kelime kullanabilir ya da hiç kullanmayabilirdi. O bakımdan hiç “şık” olmadı. Beklenen  esneklik ve –maalesef- zekiliği gösteremedi. Tartışmanın bambaşka mecralara akmasına zemin hazırladı. AKP ise bu fırsatı kaçırmadı ve kaptıkları bu topu Kılıçdaroğlu ve CHP’ye (Biraz ofsayttan olsa da!) gol atmada kullandılar. Bu da başka bir siyasi kurnazlık örneği idi. Yoksa onlarda biliyorlardı ki kelime o anlamda söylenmemişti.

İş bu kadarla kalsaydı gene iyiydi. Bu kez de Cumhurbaşkanı Erdoğan tartışmaya  müdahil oldu ve Kılıçdaroğlu için artık gelenekleştirdiği “muhtarlar toplantısı”nda “Siyasi sapık” tanımı kullanıp, şunları söyledi: “Aile ve Sosyal Politikalar Bakanımız olan hanımefendiye tekrar etmeye terbiyenin müsaade etmeyeceği galiz ifadelerle saldırıyor. Bazı sözler televizyon kanallarında biplenerek, sansürlenerek veriliyor. Bakan hanım hakkında çok çok çirkin ifadeler kullanıyor. Cinsi sapık şu anda içeride hesap veriyor. Peki siyasi sapıklara ne yapacağız? Bu zat için söylenen her söz israftır, fuzulidir, tıpkı kendisi gibi gereksizdir. Bu kişi başında bulunduğu partinin yüz karasıdır.”

Böylelikle olay daha da yatıştırılacağı yerde bir üst perdeye sıçratılmış oldu.  Çok geçmeden ona bu kez Kılıçdaroğlu’nun cevabı geldi. O da Erdoğan’ı  hedefleyerek “Dolmabahçe'de oturup Kadıköy'den gelen vapurlardaki kadınlara kızlara bakıyorum demek sapıklık demek değil midir bu? Bunun adı cinsel sapıklıktır. Söyleyen bizzat itirafı yapan sayın Erdoğan.”

İş bu seferde Cumhurbaşkanını “cinsel sapıklık”la suçlamaya kadar vardı. Doğal olarak olaya her iki tarafın medyadaki kalemleri de taraf oldular ve iş biranda Türkiye gündemini kilitleyen ve çok başka yönlere çeken bir boyut kazandı.

GİDİŞAT HASTALIKLI MECRADADIR!

Şimdi insan bu manzaraya bakıp ülkede iktidarı muhalefeti ile, her düzeyde nasıl bir “sevisizlik”in hakim olduğuna şaşa kalıyor. Daha da acısı her iki tarafın da bir o kadar şaşırmış savunucuları “Oh, az bile söylemiş, daha da söyleseydi” psikolojisine giriyorlar. Alkışlayanlar, gidişattan marazi düzeyde büyük haz duyanlarda var. Herkes bu saçma ortamdan kendine göre nemalanmanın yollarını arıyor!

Böylelikle siyaset kurumu kendi itibarını, olması gereken vakurluğunu kaybedip, (Zaten bir “zarafet” beklemiyoruz ama!) futbol holiganlarının stat tezahüratı düzeyine iniyor. Daha da kötüsü kimse ne kadar çirkinleştiğinin farkında ya da umurunda değil.  Giderek hırçınlaşan siyasi söylem Türkiye’ye zarar veriyor. Türkiye’nin –iktidarıyla muhalefetiyle- ne kadar ehil olmayan kadroların eline düştüğünü gösteriyor. Çapsızlık tavan yapıyor!

Burada asıl zihinlerimiz taciz ediliyor ama ne yazık ki, öylesine uyuşturulmuşuz ki biz halen bunun farkında değiliz!..

09.04.2016.

atillaakar@gmail.com