İnfial
12 Mayıs 2016 09:36 Son Güncelleme: 23 Kas 2018 18:31

Kabak hep muhabirin başında mı patlayacak?..

Medyaradar medya analisti Atilla Akar, BirGün Gazetesi muhabiri Özlem Özdemir’in Mine Kırıkkanat röportajı sonrası “açığa alınmasını” değerlendirdi.

Efendim; ayrıntısını ya da arka planında neler cereyan ettiğini bilmiyorum ama BirGün Gazetesi muhabiri Özlem Özdemir, (Kendisini tanımadığımı da belirteyim ki kişisel bir savunu zannetmesinler) Mine Kırıkkanat’ın son romanı “Hiç Kimse” ile ilgili bir röportaj yapmış.(Kitabı henüz okumadım ama ilk fırsatta okumayı düşünüyorum.) Buraya kadar sorun yok. Röportaj bu elbette yapılacak. Eline sağlık, muhabir arkadaşımız görevini yapmış!

 Mine Kırıkkanat ise ne düşünüyorsa lafı dolandırmadan söylemiş. İyi de yapmış.   (Röportajın bazı bölümlerindeki görüşlere, ifadelere, yaklaşımlara bende katılamadım ama fark etmez.) Bir yazar düşüncelerini dilediği gibi, kendi seçtiği cümlelerle söylemeyecekte ne yapacak? “Aman o kırılır, bu kızar, falanca gücenir” diye konuşacaksa, yazacaksa ne işe yarar ki? Düşünce özgürlüğü bu demektir zaten. Gel de anlat bazılarına!

Fakat röportajda geçen kimi kelimeler (Kırıkkanat’ın “Parya”, Özlem Özdemir’in ise “Mal gibi yani” sözleri) sorun olmuş anlaşılan. Öyle ki belli çevreler hemen harekete geçmiş. Kimi politik nedenlerle kimileri de “vasat zeka”nın klasik refleksleri üzere Kırıkkanat’ın aslında PKK’nın Kürt kadınına bakışına dair olan sözlerini çarpıtıp işi “Kürt kadınına hakaret”e kadar çekmişler. (Yahu Apo kitabında bunların on mislini söylüyor o zaman niye ses yok?) Herkes, her konuda görmek istediğini görür oldu ya!

Anlaşılan ve bilhassa sosyal medyada özellikle PKK’ya yakın kişilerden bu konudaki eleştiriler alınınca BirGün Gazetesi de önce ifadeleri değiştirmiş sonra da özür dilemiş bulunuyor. Bunu tam olarak hangi kaygılarla yaptılar bilmiyorum ve ilgilenmiyorum. (Ancak bir röportajın soru ve cevabıyla bir bütün olduğuna inanırım ve herhangi bir kelimesinin çıkartılmasını dahi akışa aykırı görürüm. En fazla not düşülüp ifadelere katılmadıklarını belirtebilirlerdi) Kendi bilecekleri iş!

ŞU SORULARI SORMAK LÂZIM!..

Ancak kimse kusura bakmasın; o zamanda şu soruları sorarım;

Öncelikle siz bu röportajın yapılmasına olur vermediniz mi? Yayınlanmadan önce okumadınız mı? Görmediniz mi? Okudunuzsa onay vermediniz mi? Yok bu kadar “rahatsız edici” ise niye onay verdiniz? Niye bastınız? Aceleye mi geldi? Tepkiler gelene kadar aklınız neredeydi?

Nitekim BirGün’cü arkadaşlar da bu durumun farkında olsalar gerek ki, gazete adına yapılan açıklamada “Pazar kahvaltısı konseptinin naifliği, bir yazıyı gerekli incelemeye tabi tutmadan koyma rehavetine sokmuştur” itirafında bulunmuşlar. “Yeterli incelemede bulunmadıklarını” kendileri de kabul ediyorlar yani. İyi ama zaten sorun burada. “Tüm fatura muhabire kesilemez” derken de bunu kastediyorum elbette. Burada –varsa- “kolektif bir hata süreci” vardır. Görülmek istenmeyen sanırım bu.

Öte yandan muhabir de “hata” yapabilir muhakkak. Bu kimi kez acemilikten, yeterince pişmemesinden, kimi kez “ideolojik” önyargılarından” kimi kez bu heyecana –profesyonelce olmayan bir şekilde- kendisini fazla kaptırmasından, düşünmeden konuşmasından, vb ağzından “yanlış ifadeler” çıkabilir. Editörya bunun için vardır zaten. Yani burada bir “hata” varsa o zaman “ortak bir hata” var demektir. Sadece muhabire yıkılamaz.

Muhabir kasıtlı, kötü amaçlı, yönlendirme veya benzeri bir niyetle “yanlış” yapmıyorsa muhabire bu kadar yüklenilmez. (Kaldı ki ben burada bu türden bir “niyet” göremiyorum) Daha dikkatli olması için belki uyarılabilir sadece. Bir tür “açığa alınma”nın anlamı nedir? Birilerine “kelle” mi veriliyor?

MUHABİR HER ZAMAN TOPUN AĞZINDADIR!

Dolayısıyla; hadi bunları da geçtim. Muhabir arkadaşımız Özlem Özdemir’in söyleşilerine “Belirsiz bir süre ile ara verilmesi” ne demek? Lisanınca “şutlanma”, “uzaklaştırma” mı? Konu soğuyana, tepkiler hafifleyene kadar “kızağa çekme” mi? Yanlış bir şey yaptığı için “cezalandırma” mı? Hangisi?..

Uzunca bir süre muhabirlik yapmış bir yazar olarak muhabirlerin basının asıl emekçileri olduğuna inanırım. Her işe koşturan onlardır. İşlerin hamaliyesi onların sırtınadır. Zılgıtı yiyen onlardır. Buna karşılık en az ücret alan onlardır. Bir sorun çıkarsa hiyerarşideki herkes aradan çekilir ve “sorumlu” tutulan onlardır. “Dik başlı” olup,“Yukarı”nın hesabına uymazlarsa kovulan onlardır. Kısaca her noktada diyet ödeyen hep onlardır. Çoğu kez kuru bir teşekkür ya da “aferin” bile almazlar!

Oysa o aşamaya gelinceye kadar yayın kurulu (varsa), yayın yönetmeni, yazı işleri müdürü, editörler, sayfa sorumluları, ve ilgili-ilgisiz bilumum  “ara kişiler” ve mekanizmalar vardır. Olması da normaldir. “Bostan korkuluğu” niyetine durmazlar. “Varlık gerekçeleri” ne?  

O zaman şunları da sorarım;

Bu röportajı benzer kademelerden hiçbir kimse okumadı mı? Lap diye sayfaya mı koydunuz? Yoksa okudunuz ve bir “sorun” görmediniz mi?  Yahut “iyi olmuş, eline sağlık” mı dediniz? Muhabir sizi aldattı veya atlattı mı? O kelimeleri sonradan sayfa üzerinde mi ilave etti? Kendi aranızda bu konu hiç tartışıldı mı? Çok mu işiniz vardı? Aradan ve gözden mi kaçtı? Ne tür bir “naifliğe” kapıldınız?Hangisi?

Yahut, ne bileyim… Jetonunuz eleştiriler almaya başladığında mı düştü? “Aman birileriyle arayı iyi tutalım, kızdırmayalım mı?” dediniz? Kendinize göre “siyasi” ya da “tiraj hesapları” mı yaptınız? Ya da son zamanlarda pek cari olan “Kürt hareketinin gönlünü hoş tutalım türü solculuğa” mı kapıldınız? Bilmediğimiz ya da yanlış düşündüğümüz bir “yan” varsa söyleyin lütfen. Bunlar sadece soru, kızmayın hemen…

Hiç muhabirinizi savunmak, arkasında durmak aklınıza gelmedi mi? “Bu da böyle bir röportaj olmuş kardeşim, ne yapalım işinize gelirse” diyemediniz mi? İlk harcanacak kişi olarak muhabiri mi gördünüz? Diğer kademelerden kimsenin “kabahati” yok mu? Yoksa nasıl olsa “diyeti hep muhabirler öder” mi dediniz? Madem öyle onay verenlerin hiç mi “suçu” yok? Onlar uyuyor muydu?

Kusura bakmayın ama bu tam da “devlet mantığı” bana göre. Devlette bir hata, falso defo oldu mu bakanı, müsteşarı, müdürü, amiri hepsi aradan çekilir. Sonunda işin faturası hep sıradan memura kalır ya. Bu da biraz o hesap olmuş!

Dedim ya, olayın diğer yönleri (Aydınlık ve Posta tartışması gibi) beni fazla ilgilendirmiyor. Ama işin faturası hemen kestirmeden ve tek başına “muhabir”e kesilirse benim de tepemin tası atıveriyor işte. Kabak her zaman muhabirin başında patlar zaten!..

NOT: BirGün Gazetesi yönetiminin yaşanan duruma ilişkin yeni ve farklı bir izahı ya da itirazı varsa bu köşede yayınlamaya hazırım.

12.05. 2016.
atillaakar@gmail.com