Röportaj
25 Nis 2016 14:42 Son Güncelleme: 23 Kas 2018 18:28

İzzet Çapa Hürriyet'e mesaj yolladı: Kara kaplı defteri şimdilik açmam!

İzzet Çapa zor günlerinde yanında görmediği Hürriyet gazetesi ile yollarını ayırmıştı.

Nokta dergisinden Armağan Çağlayan, İzzet Çapa ile son dönemde yaşadıklarını, Kelebek yöneticileriyle yaşadığı sorunları ve kara kaplı defteri konuştu.

İşte o röportaj...

İzzet Çapa, çok yönlü yetenekleri olan bir isimdi. Boğaziçi Üniversitesi İşletme'den atılmasına rağmen, ülkenin eğlence sektörüne kazandırdığı mekanlarla işletmeciliğin hakkını veren bir işletmeciydi. Sonra röportajcı oldu. Hürriyet gazetesi için yaptığı röportajlarda da en az işletmeciliği kadar başarılı oldu.

Geçtiğimiz günlerde bir yaralama olayında ismi geçince gözaltına alındı ve serbest bırakıldı. Bunun üzerine Hürriyet'teki röportajlarına ve yazılarına son verdi ardından da sosyal medya hesabından Kara Kaplı bir defterin resmini yayınladı. İzzet Çapa ile, son dönemde yaşadıklarını, Kelebek yöneticileriyle yaşadığı sorunları ve kara kaplı defteri konuştuk.

İlk ayrıldığını okuduğumda çok şaşırdım. Niye şaşırdım, sanki sen iş hayatınla duygusal hayatını birbirine karıştırmazsın gibi geliyordu bana. Çok mu duygusal davrandın Hürriyet’ten istifa ederken acaba?

Duygusal davrandığımı düşünmüyorum. Senin gibi de düşünen bir sürü arkadaşım da var. Ama aslına bakarsan bu bir sürü ayağı olan bir mesele… Armağan sen beni çok eski tanırsın ama bazen sabır bile yoruluyor. Yaşadığımız her şeyin bir sınav ve bunun içindeki teneffüslerin de mutlu olduğumuz anlar olduğuna inanıyorum; geriye dönüp baktığımda iyi ki bunları yaşadım diyorum. Ama bu kez zannediyorum sabrım yoruldu. Bilirsin iş hayatı evlilik gibidir. Güvenini kaybetmişsen o evliliğin yürümesi de imkansız hale gelir. Onun için bu işin içinde duygusallık payı bana göre yüzde sıfır. Dışarıdan bakanlar olan biteni duygusallık olarak görebilirler ama bu mazisi olan bir hikayedir.

Bu bir birikim mi aslında?

Evet, bu bir birikim.  Ama bunu Hürriyet için söyleyemiyorum. Fakat kurumun bazı yöneticileriyle dokumuz tutmadı. Biliyorum sen şimdi soracaksın onlar kim diye; özellikle Kelebek’in yöneticileriyle…

Fikret Ercan seni aramış değil mi?

Fikret Ercan ya da birinin araması önemli değil. Bir olay yaşanıyor, merak edersin bunu muhalif gazetelerden ya da bir başka yerden değil, benim ağzımdan duymak istersin. Hayat böyle bir şeydir. Sen çocuğunun, eşinin ya da kardeşinin başına bir şey gelirse bunu komşu teyzeden, Twitter’dan ya da komşunun oğlundan duymak istemezsin. Senin her şeyden önce bir geçmiş olsun telefonu açman lazım. Olayın benimle ilgili kısmı Perşembe öğlen başladı, Cuma akşam bitti. Pazartesiydi zannediyorum bir başka büyük gazetede tam sayfa olarak olayı tekrardan manşetten verdiler. Her bir haberin önüne de Hürriyet yazarı diye yazdılar. Bunun üzerine ben de adımın üzerine bir sıfat eklemeyin diye bir açıklama yaptım. Ben ne Cahide’nin danışmanı ne de Hürriyet’in yazarıyım, sadece İzzet Çapa’yım! Kim bilir belki de kendilerine zarar gelebileceğini düşünmüşlerdir olan bitenden, buna da saygıyla bakarım. Elbette birileri bana “İzzet bu yaşadıklarından dolayı seninle aynı masada yemek yemek istemiyorum” diyebilir. Kimseye kızmaya ya da kırılmaya hakkım yok, bu onların hayat görüşüdür. Gelelim sorunun cevabına; olaylar yaşandıktan dört gün sonra Fikret (Ercan) Bey aradı beni. Ve “Geçmiş olsun, sen bizim kardeşimizsin senin böyle bir şey yapacağına inanmıyoruz. Biraz kafayı dinle” dedi.

HANGİ KONULARDA YAZMAMI İSTEMEDİLER, SONRA ANLATIRIM!

Sana aslında “seni kızağa alıyoruz” mesajı mı verdiler?


Açıkçası öyle düşünüyorum. Bak arkadaş; ben inanmadığım hiçbir şeyi yazmam. İnandığım konuda da boynumu kesecek olsalar da bildiğimden milim şaşmam. Bu yüzden eminim ki, orada beni sevmeyenler vardı. Belki de başıma gelen bu hadise vesilesiyle onlara fırsat doğdu. Ama aslına bakarsan benim oradaki muhatabım gazetenin genel yayın yönetmenidir, ya da Kelebek’in başındaki zattır. Her ikisi de aramadıysa anladım ki bu olaydan ürktükleri bir şeyler var.

Hakan Kıran’la röportajı yollamışsın…

Çok güzel bir röportajdı ama yayınlamadılar. Üstelik o röportajı bunlar yaşanmadan yazıp bitirmiştim ve içerideki tek telefon hakkımı da arkadaşlarıma aman ne yapın yapın Hakan Kıran röportajını gazeteye yollayın demek için kullandım. Vazifesini yapayamayan biri durumuna düşmek bana yakışmazdı.

Bir yandan da git demek mi oluyor?

Git denmedi ama diyebilirlerdi de… Ben dışarıdan yazı yazan bir adamım, aramam sormam. Yayınlamadılarsa bir nedeni vardır. Ama bugüne kadar hiç böyle bir şey olmadı. En fazla bazı cümleler, çıkartmamı rica etmişlerdi röportajlardan. Fakat sakın yanlış anlama siyasi talepler değildi bunlar. Ama aramızda kalsın, kim bilir belki bir gün paşa gönlüm ister  ve hangi konularda yazmamı istemediklerini de anlatırım. Her şeyin bir zamanı vardır Armağan. Sözün özü benim gidişim, orada istenmediğini hisseden bir adamın, kapıyı çekip ardına bakmadan gidişidir.

Zaten diyorsun ki; beni orada hiç istemediler!

Yoruma bile gerek yok bu çok açık ve aşikar. Ama elbette beni sevenler de vardı. Bütün bir kurumu töhmet altında bırakmak bana yakışmaz. Herkes kendini bilir. Ben kimsenin hatrı için inanmadığım konuda methiyeler düzemem. Elbette vardır başımdan geçen bazı hikayeler onu da zamanı gelince anlatırım.

BÜTÜN LAĞIMLAR AŞAĞI AKAR, MEDYA LAĞIMI TERSİNE!

Bilerek mi sürekli senin isminin önüne “Hürriyet yazarı İzzet Çapa” diye yazıyorlar.


Bu meselede benim hikayem biraz Alamancılara benziyor. Türkiye’de gurbetçisin, Almanya’da yabancı. Hayatın ne tuhaf bir cilvesidir ki, Hürriyetçiler beni kendi takımlarının bir parçası olarak görmedi ama medyanın bir kısmı da inatla Hürriyet yazarı sıfatını adımın önüne inatla yapıştırdı. Güzel günler gördüm, çok şey öğrendim Hürriyet’te. Ama kimse de hakkımı yemesin bir o kadar da renk kattığıma inanıyorum.

Çünkü her haberde önüne o sıfatı eklediler. Ben dedim ki İzzet'i orada rahat ettirmemek için yapıyorlar.

Ben bunlara alışığım. Daha önce de Twitter’da 3-5 kişi Hürriyet’ten kovulduğuma dair asparagas Tweetler atmış ve ne hikmetse herkes gülüp geçerken sağolsun yöneticilerimin de ortak olduğu iddia edilen MedyaTava bunu anında haber yapmıştı. Bunu o günlerde Hürriyet’in Genel Yayın Yönetmeni Sedat Ergin’e bizzat kanıtlarıyla sunmuştum. Hayatta her şey var, bunlar da olur deyip gülüp geçtim. O günlerde hep aklıma Arda Uskan’ın o meşhur cümlesi geldi; “Oğlum İzzet, bütün lağımlar yukarıdan aşağıya doğru akar ama Bab-ı Ali’de tersine!” O yüzden de başıma gelen hiçbir şeye şaşırmıyorum.

Mutsuz etmedi mi seni?

Zamanı dolan her şey biter. Annemle babam tam 18 yıl sonra boşandılar. Hepimiz çok büyük aşklar yaşadık ve nihayetinde ayrıldık. Benim Kelebek’teki ömrü de bu kadarmış. “Olan her şey hayradır” dedim ve yürüdüm gittim.

Herkesin adı karıştırabilir…

Yargı sürecinde olduğu için yorum yapmamam gereken bir olay bu. Ama meseleye adımı karıştıran şahıs hakkında 2 yıldır devam eden birçok dava açmıştım. Dolandırıcılıktan haneye tecavüze, aileme hakaretten, tehdide kadar… Bunların bir kısmı da lehimize sonuçlandı. Bu meselede adımın geçmesinin, davaların sonuçlanmasına çok az bir süre kala meydana gelmiş olması da manidar.

POLİS NEDEN KELEPÇE TAKTI?

Mesela ellerini kelepçelemişlerdi o çok garibime gitmişti. O fotoğrafın servis edilmesi de bir acayip.


Çocukluk yıllarımdaki hırsız-polis oyunlarımızdan beri hiç kelepçe görmemiştim. Çok şükür bu vesileyle bu da geldi başıma. O sırada düşündüğüm tek şey, annemin bunları gördüğünde canının ne kadar acıyacağıydı. Bir anne için kolay değil evladını o şekilde bütün kanallarda görmek. Ama artık anlatacak daha çok hikayem var ve kim bilir bakarsın bir gün bunları da yazarım.

Kelepçe garip bir şey mi?

Onun hikayesini de anlatayım… Gece yarısı 01.00'de ifademe başvurmak için beni arıyorlar fakat bulamıyorlar. Olayı sabah öğrendim ve duyar duymaz üzerimde eşofmanlarla avukatımı bile almadan Vatan Caddesi’ndeki Emniyet Müdürlüğü binasına gittim. Meğer gece bana ulaşamadıkları için her ne kadar sabah bizzat gitmiş olsam da prosedür icabı ‘firari’ durumuna düşmüşüm. Kelepçeyi de işte bu yüzden takmışlar. Hani hayat seni korkularınla yüzleştirir derler ya, işte o kelepçe de benim için öyle bir andı.

Bir tedirgin olmuşsundur ama...

Olmamak mümkün mü?

Ya bu olay devam ediyorsa, hakim beni bıraktı ama ya savcı itiraz ettiyse...

Hele de benim gibi hayal gücü geniş bir adamsan binlerce senaryo gelir aklına, tam anlamıyla paranoyakça duygular…

Bu röportajları yapmasaydın, bu kadar başarılı olmasaydı röportajlar başına bunlar gelir miydi?

Ben kaderci bir insanım. Ama biliyorum ki Hürriyet'te değil de bir internet sitesinde yazıyor olsaydım, bu kadar manşet olmazdı gazetelere bu mesele… Ben böyle bakıyorum olaya. Karanlık bir 36 saat yaşadım maaalesef, kimsenin 'yaşadım, güldüm, geçtim' diyemeyeceği saatlerdi. Sor herhangi bir hakarete uğradım mı, itip kalktılar mı seni diye? Cevabım asla! Ama bazen bakışlar dayaktan bile ağır gelebiliyor. Serbest bırakıldıktan sonra iki gün evden çıkamadım. Konuyla hiçbir alakam olmadığını biliyordum ama insanlar bana nasıl bakacaklar paranoyası yaşadım. Ne televizyonu açtım, ne gazete okudum, ne de internete baktım! Sen kendinin masum olduğunu bilirsin ama bizim toplumumuzda adına ‘elalem’ denilen bir grup var. Bütün bu sınavları geçiyorsun ama bir an geliyor ve “elalem ne der”e takıldığın gerçeğiyle yüzleşiyorsun. Belki de bu benim gibi hayatı boyunca “elalem ne der” cümlesini hiç takmadığını düşünen bir herif için verilmesi gereken bir sınavdı. Yaşadım, gördüm, hamdolsun geçtim…

O KARA KAPLI DEFTERDE NELER VAR?

Devam edecek misin röportajlara?


Ben biten bir ilişkinin ardından hemen bir başka ilişkiye yelken açacak türden bir sevgili değilim. Şimdi biraz dinlenme, durma zamanı olduğuna inanıyorum. Teklif var mı? Sağolsunlar, istifa ettiğim andan itibaren internet medyası ve yazılı basından yedinin üzerinde teklif geldi 'kapımız sana açık' diye. Peki kızgın mıyım? Hayır kırgınım. Kimseye hıncım da yok ama açıkçası pek keyfim de yok. Şu anda ‘Gazeteci İzzet’in vereceği herhangi bir kararın sağlıklı olacağına inanmıyorum ve doğru zamanı bekliyorum.

Instagram’a bir kara kaplı defter koydun. Nedir o kara kaplı defter?

Ben yaşadıklarımı aklımda tutamadığım için günü geldiğinde lazım olur diye hep not tutarım. Tatlı anılar da vardır o kara kaplı defterde, canımı yakan şeyler de… Ama şu an bunları konuşmanın zamanı değil. Eğer o defterin sayfalarını açmaya başlarsam, gazeteden gittiği için yapıyorlar derler. Eminim sen şimdi ‘meraklı gazeteci Armağan’ olarak vedalaşma sürecimizi merak ediyorsundur doğal olarak… Sen sormadan ben anlatayım. Bu benim Hürriyet’ten ilk istifam değil. Genel Yayın Yönetmeni Sedat Ergin ilk ayrılma sürecimde “Bir dakika, biz seninle abi- kardeşiz” dedi ve oturup uzun uzun konuştuk. O yemek esnasında bir yöneticiden çok abi tavrıyla yaklaştı bana. Oysa bu son olayda basit bir geçmiş olsun telefonu açacak zaman bulamadı anladığım kadarıyla. Haklıdır, eminim çok işi vardır. Bu kez Fikret Ercan vasıtasıyla “ilk fırsatta bir araya gelip yemek yiyelim” mesajını gönderdi. Bunun ne anlama geldiğini anlayacak yaştaydım. Anlayacağın o abi- kardeş muhabbeti bir önceki oturduğumuz masadaki yediğimiz yalancı dolmadan ibaretmiş. Ama benim karnım bunlara tok be Armağan!

Sen aslında çok zor bir iş yapıyorsun ya gazetecilikten başka. Hangisi daha zor?

Bunu hep söyledim, bu güne kadar yaptığım işlerin en zoru gazetecilik!

CENGİZ SEMERCİ NE MESAJ VERDİ?

Ama gazetecilikte ayakta durmak daha zor...


Benim oradaki gazetecilik hikayem zaten bir mucizeydi. Adı konulmamış ağır kanunların olduğu o binaya girmek, bir persona non grata olarak dört sene boyunca mücadele etmek inan hiç kolay olmadı. Nereden mi biliyorum istenmediğimi? Bak sana onlarca tanığı olan basit bir hikaye anlatayım. Gazetedeki üçüncü yılımın sonunda aralarında Selim Akçın, Cengiz Semercioğlu, Onur Baştürk, Ömür Gedik ve reklam departmanının bulunduğu bir toplantıya davet edildim.

Ertesi gün gazetede ilahiyatçı Saim Yağan Hoca ile imam nikahının safsata olduğunu anlatan bir röportajım yayınlanacaktı. Tesadüf bu ya, bir gün önce de pek adetim olmamasına rağmen siyasi içerikli bir yazı kaleme almıştım. Tam toplantı biterken Kelebek’in ağır toplarından, ‘Türkiyenin en büyük magazincisi’ Cengiz Semercioğlu “Arkadaşlar Kelebek, bir magazin gazetesidir. Din, siyaset falan bizim işimiz değil. Bunu defalarca söyledik. Hala anlamayanlar varsa, onlar gerizekalıdır” dedi. Neden istenmediğimi şimdi anladın mı? Bence sen bir gazeteci olarak dört yıl boyunca yazarı olduğum gazetenin Altın Kelebek Ödül Töreni’ne neden hiç katılmadığıma kafa yor biraz.

BAŞKALARI GİBİ GAZETECİLİK ÜZERİNDEN BELEŞ YAŞAMADIM

Sen cevap vermedin mi?


Niye cevap vereyim ki! Her şeyden önce ben geri zekalı olmadığımı biliyorum. Gazeteciliği hiçbir maddi menfaat uğruna yapmadığıma eminim. Bunca yılda hiçbir ballı, hanut geziye katılmadım. Ne eşimin, ne eski eşimin, ne dostumun, ne kardeşimin adına bu meslekten para kazanabileceği hiçbir şirket kurmadım, kurdurmadım. Tanıdığım herhangi birinin adına menfaat için tek satır yazmadım. Ne benim, ne yakınlarımın, ne de çalışanlarımın ünlülere basın danışmanlığı yapan bir PR şirketi var! Belki de bu yüzden geri zekalıyımdır. Ama arsız, beleşçi, yancı, yağcı diyeceklerine gerizekalı desinler, şerefle aldım kabul ettim! Armağan açtırma benim bayramlık ağzımı, biz 40 kişiyiz ve birbirimizi biliriz. Daha fazlasını söylersem bazıları utancından insan içine çıkamaz!

Kinci misin İzzet? Şundan soruyorum; kara kaplı defterin var, hatırladığım kadarıyla Kelebek'ten birisi senin işlettiğin yerlerle ilgili bir şey yazdı ve sen üzerine gittin ve aranız mı bozuldu?

Bu kincilik değil ki! O zaman ben gazetecilik yapmıyordum. Bir mekan için sen bir yazı yazıyorsan, tesadüfen 10 kere gidip onunda da senin başına bir şey geliyorsa ben de bunun açıklamasını yaparım. Kinci olmamaya çalışıyorum. Kinci olmadığımı düşünüyorum. Aslında kin tutsam yarınları beklerim. Benim hep cevaplarım anlıktır, belki de kayıplarım da bu yüzden. Buna kincilik diyemezsin. Öfkeli misin, öfkeliyim; sinirli misin, sinirliyim; haksızlığa gelemem. Ama bu yaştan sonra bilinmesi gereken şeyler varsa da mideme atıp hazımsızlık yaşayamam. Kinci değilim ama öfkeli ve sinirliyim. Ne yapayım yani, Ferrari’sini Satan Bilge de değilim.

BENİM DERDİM KENDİNİ AKILLI SANAN CİNGÖZLERLE!

Şimdi 'Bak gitti, demek ki suçluydu' diyorlar mıdır?


Demezlerse hatırım kalır! O tatlı su kurnazları benim hiç umurumda değil. Yaptığım her şeyi yapmak istediğim için yaptım. Ne harcadıysam kendi cebimden, ne tükettiysem kendi ömrümden… Bilmem anlatabildim mi?

Sen bir yandan da aslında basınla iç içe bir iş yapıyorsun ya ürkmüyor musun, Türkiye'nin en büyük gazetelerinden biriyle itişiyorsun?

Benim kurumlarla hiçbir meselem yok ama onların içindeki küçük akıllarıyla kurnazlık yapmaya çalışırken karşısındakinin onlardan daha zeki olabileceğini hesaplamayan cingözlerle derdim. Herkesi kör, alemi sersem zannedenlerle hesabım. Onlar kendilerini bilirler… Doğrunun bir gün mutlaka ortaya çıkmak gibi bir alışkanlığı vardır. Bunu bilir bunu söylerim. Varsa bu söylediklerimi yalanlamaya kalkacak bir baba yiğit, ben peşin peşin hodri meydan diyorum ona.

Bu kötü olay başına geldikten sonra 'ya hayatıma keşke bu insanlar girmeseydi' dedin mi?

Hiçbir zaman öyle bir şey demedim. Girmesi gerekenler öyle gerektiği için girmiştir hayatıma. Çıkması gerekenler de yürür gider kendi yoluna. Ben de birinin hayatında var olmuşsam gerektiğim için oradayımdır. Haydi çıkar ağzındaki baklayı da ne sormak istiyorsan sor işte karşındayım.

Peki soruyorum o zaman... Deniz Akkaya bir tweet attı seninle ilgili. Ama tabi o sen misin bilmiyoruz da?

O, o tweeti atan zat-ı muhteremin gönlünün güzelliğini yansıtıyor. Armağan denizleri aş da gel kurbanın olam. Sen neredesin ben nerede be arkadaş!

Şeyi sen yapıyor musun? Ben yaparım da ondan soruyorum. Bu beni aradı bu aramadı?

Böyle olayların bir tane iyiliği varsa o da insana herkesin gerçek yüzünü göstermesiymiş. Bak sana çok enteresan bir örnek vereyim. Oray Eğin ile yıllardır her vesileyle, her mecrada didişir dururuz. Beni en acımasız eleştiren, yeri geldiğinde de kendince canımı yakan kalemlerden biridir. Ve fakat bu olay yaşandıktan sonra sosyal medyadan geçmiş olsun diye ilk tweet atanlardan biri de o oldu. Sedat Ergin'in aramamasından çok Oray Eğin'in attığı tweet beni gözlerimi yaşartacak kadar etkiledi. Hiç şüphen olmasın yarın gene didişeceğiz onla ama insanların ayağı kaydığı sanıldığı zaman üstüne basmaya çalışmak çok kolay. Oray buna tenezzül etmeyecek kadar haysiyetli davrandı. Annen, sevgilin, yakınların, arkadaşların elbette bilir masum olduğunu ama sokakta beni çevirip “İzzet sakın sıkma canını” diyen yüzlerce insanın samimiyeti ruhumu aydınlattı. Düşünsene Twitter’da TT olmama rağmen, binlerce yorum arasında sadece dört tanesi bana laf soktu. Ne mutlu bana hiç tanımadığım bir sürü ‘insan’ biriktirmişim hayatta!

GAZETECİ DOĞMADIM, SADECE KEYFİM İÇİN YAZACAĞIM

Şimdi ne olacak İzzet? Gelecek ile ilgili planın ne?


Ben gazeteci doğmadım ki. Hayatımı gazetecilikten kazanmıyorum. İlla bu işi yapacağım diye de bir derdim yok. Ben şunu söylüyorum; Kim ne derse desin, bu işi elimden geldiğince hakkını vererek yapmaya çalıştım. Ne mutlu ki bana basının amiral gemisinde başarılı oldum. En iyi gazetede çok şükür başarılı oldum. Demek ki bitmesi gerekiyordu ve bitti. Bu saatten sonra sadece keyfim için yazı yazacağım. En azından şimdilik röportaj yapmayı da düşünmüyorum. Sözün özü, ne yazı yazmaktan ne röportaj yapmaktan yoruldum ama bazı kifayetsiz muhterisler var ya, işte onlar hakikatten yordu beni be abi! (Nokta)