CineRadar
13 Haz 2013 22:39 Son Güncelleme: 23 Kas 2018 15:13

İNSANLIK İÇİN… DİREN SÜPERMEN!

Yazın en çok beklenen filmi Man of Steel gösterimde. Süpermen halkının iyiliğini düşündüğünü iddia eden bir zorbaya karşı her şeyini ortaya koyarak direniyor! İşte haftanın filmleri&...

Süpermen’i 2006’da uğurladığımız Yalnızlıklar Kalesinden (Süpermen’in Kutuplardaki gizli sığınağı) geri çağıran ise Dark Knight serisiyle çizgi roman uyarlamalarının yol haritasını değiştiren Christopher Nolan oldu. Nolan filmi yönetmek yerine Watchmen ile gerçekçi ve etkileyici bir ÇR uyarlamasına imza atan Zack Snyderla çalışmayı tercih etti.

Nolan ve Snyder Süpermen mitini yeniden yoğururken pek çok ekleme ve çıkarma yapıyorlar. Bu filmde izleyeceğimiz “Süpermen, General Zod’a karşı” çatışması aslında 1980 yapımı Superman II’de işlendi ve bence bu şimdiye kadar yapılmış en iyi Süpermen filmiydi.

İzleyeceğimiz yeni macerada ise Nolan’ın tercihi olduğu belli bir şekilde Süpermen’in yaşam hikayesi yeniden yazılıyor. Kripton eski filmlerden bildiğiniz bir kristal ve buz diyarı değil. İnsanlarının uçan yaratıklara binerek dolaştığı, Star Wars evreninden ödünç alınmış bir gezegen. Süpermen’in “gezegenin son umudu” olarak dünyaya yollanması ve General Zod’un buna dahil edilmesi de şimdiye kadar ki ezberimizi bozuyor.

Gelelim Kriptonlu bebek Kal-El’in içinde olduğu uzay gemisini bulan ve onu evlat edinen Martha ve Jonathan Kent çiftine… Her ne kadar Kal-El süper güçlerle donatılmış olsa da onun erdem sahibi bir şövalyeye dönüşmesine yol açan kişi daha çok Jonathan Kent’tir. Çok okumuş biri değildir ama gönül gözü açıktır ve Clark’ın duru bir akılla süper kahramanlık yapmasının en büyük sebebidir.

Man of Steel’de izleyeceğimiz, Kevin Costner tarafından canlandırılan Jonathan Kent ise tam bir ukala! Ağzını açtığı zaman susmak bilmiyor ve bir Amerikan başkanı yetiştirme hevesi çok belli. Açıkçası beni en çok rahatsız eden değişiklik bu oldu. Bu karakterin Superman: All Seasons çizgi romanında çizilmiş hali mutlaka korunmalıydı. Anne Martha Kent’e ise pek dokunulmamış ve Diane Lane bu role çok yakışmış. Henry Cavill ve Diane Lane dışındakiler içinse aynı şeyi söyleyemeyeceğim. Amy Adams, dünya üzerinde Lois Lane’i canlandıracak son kişi, Michael Shannon’da çok iyi oynamasına rağmen Terence Stamp’ın General Zod performansına yaklaşamıyor. Ayrıca oyuncuyu öne çıkarmak için Zod’un iki yardımcısı olan Ursa ve Non karakterleri iyice geriye çekilmiş. Non’un yüzünü dahi göremiyoruz.



Mitosa bu kadar müdahil olunmasına biraz içerledim ancak filmi iştahla izlemeye devam ettim elbette… İzledikten sonra iyice düşünüp karar verdiğim şu oldu; bu Nolan’ın tahrif ettiği bir Süpermen hikayesi ancak çeken kişi sanki Zack Snyder değil de Roland Emmerich ya da Michael Bay… Yine dünyalıların üzerinde dev uzay gemileri, onların ışınlarıyla tarumar edilen Metropolis şehri ve gökdelenler arasında sonu gelmeyen bir kapışma… Eğer oluşan hasarı temizlemek için Transformers’dan sonra 1000, The Avengers’dan sonra 2000 hafriyat kamyonu gerektiyse bu filme 10.000 tanesi gerekecek! Hani neredeyse “şehri kurtarmasan da olurdu Süpermen!” diyesiniz geliyor.

Ben kendi adıma Nolan, Snyder ortaklığından daha derin, felsefik yanı güçlü bir Süpermen macerası bekliyordum ancak sanırım, ne kadar değiştirilse de, asıl metin buna uygun değil. O yüzden ikili bir yerden sonra aksiyon sever seyirciyi ödüllendirme çabasına girişmiş ve bunu başarmış. Çokbilmişliği bir kenara bırakırsam; İzlediğim en görkemli filmlerden biri Man of Steel. Henry Cavill, zırha dönüştürülmüş yeni kostümü ve peleriniyle harika görünüyor. Hans Zimmer’in müzikleri aksiyon anlarına büyük katkı sağlıyor. Son Kriptonlunun yeni maceralarını, özellikle Doomsday’le olan kapışmasını izleyeceğim günü iple çekiyorum!

Murat Tolga Şen / murattolga@gmail.com

MUHBİR



Üniversite öğrencisi genç oğlu, yanlış bir suçlamayla uyuşturucu satıcılığından 20 yıl hapis cezası alınca, düzenli ve sakin bir aile hayatı süren babasının yapacak tek bir şeyi alır: polisle iş birliği yaparak kılık değiştirecek ve uyuşturucu çetesinin en tepesindeki adama ulaşmaya çalışacaktır. Kendi hayatını da riske attığı için eşiyle arası bozulacak olsa da, oğlunu hapiste çürütmeye hiç niyeti yoktur. Fakat kendilerine karşı polisle işbirliği yaptığı örgüt, azımsanmayacak kadar tehlikeli adamlardan oluşmaktadır. John oğlunu kurtarmanın yanı sıra hayatta kalma mücadelesi de verecektir..

Filmin yönetmenliğini Ric Roman Waugh üstlenirken senaryo da Waugh ile birlikte Justin Haythe’nin imzası var. Aksiyon türündeki filmin oyuncu kadrosunda ise Dwayne Johnson, Susan Sarandon, Jon Bernthal gibi isimler yer alıyor.

TRANS



Sanat eserleri konusunda uzman olan Simon tanınmış bir müzayede müdürüdür. Franck adındaki bir gangster ile birlikte milyon dolarlar değerindeki bir tablonun çalınma eylemine katılır. Olay esnasında oluşan kargaşada başına korkunç bir darbe alır, ve uyandığında tabloyu nereye sakladığı konusunda hiçbir şey hatırlamamaktadır. Ne tehditler ne de işkenceler onun hafızasını geri getirmeyecektir. Bunun üzerine Franck Elizabeth isimli bir hipnoz uzmanını tutar, böylece Simon’un beyninin derinliklerindeki bilgiye ulaşmayı planlamaktadır. Seans ilerledikçe geçmişine dönen Simon için geçmişteki tutkularının canlanlanma zamanıdır.

Filmin yönetmenliğini Trainspotting ve 5 Oscar ödüllü Slumdog Millionaire gibi sevilen filmlere imza atan Danny Boyle yaparken, başrollerini James McAvoy, Rosario Dawson, Vincent Cassel oynuyor.

HAVADA AŞK VAR



Paris’ten Newyork’a giden bir uçakta olan güzel Julie evlenmek için oraya gitmektedir. Kendini 3 yıl önce aşık olduğu adam olan Antoine’ın yanında otururken bulur. Antoine oldukça çekici bir adamdır ve Julie’yi ona geri dönmeye ikna etmek için geçirecekleri 6 saate güvenmektedir, oysa Julie buna izin vermemek için elinden geleni yapmaktadır. Onlar bu uçak yolculuğunu yaparken izleyicide kendilerini onların aşk hikayesinde bir yolculuğa çıkmış buluyor . Bir sürü romantik sahnenin yer aldığı film,çiftin tanışmaları , aşık olmaları ayrılıklarının yer aldığı bir sürü sarsıcı sahneyle başbaşa bırakıyor film izleyiciyi.

BAŞVURU KABUL



Princeton Üniversitesi’nde başvuru onay/red bölümünde 16 yıldır çalışan Portia Nathan nihayet beklediği terfiyi alıp yönetici olma arzusundadır. Bu yıl ki öğrenci seçimleri onun açısından özellikle önemlidir. Okul okul gezmeye başladığında John Pressman adlı bir okul yöneticisinden gelen bir rica üzerine yeni açılan bir liseye öğrencilerle görüşmeye ve tanıtıma gider. Fakat burada çocuklar her yerde karşısına çıkanlardan oldukça farklıdır. John özellikle Jeremiah adında bir son sınıf öğrencisiyle tanışmasını ister, zira onun Portia’nın yıllar önce evlatlık olarak verdiği oğlu olduğuna inanmaktadır. Portia bir anda geçmişten gelen anılarıyla, iş sorumluluğu arasında bocalamaya düşer...

BEŞİNCİ EMİR: ÖLÜM



Meksika’da, polis departmanı bir seri katilin 11. kurbanını bulurlar. Oldukça etkin ama aynı zamanda alkolik olan dedektif Garcia bu katili bulup yakalamak üzere görevlendirilir. Katil kurbanlarından birine dindar annesinin onu matürbasyon yaparken yakalayıp kiliseye götürdüğünü, ardından orada bulunan rahibin kendisine tecavüz ettiğini ve o gün bugündür şeytanı dinlediğini anlatmıştır... Korku ve gerilim türündeki filmin yönetmenliğini ve yazarlığını Rafa Lara üstlenirkenoyuncu kadrosunda ise Ilean Almaguer, Angélica Aragón ve Tomas Goros yer alıyor...

Komedi türündeki filmin başrollerini Tina Fey ve Paul Rudd paylaşırken, yönetmen koltuğunda Paul Weitz oturuyor. Filmin senaryosu ise Jean Hanff Korelitz’in romanından Karen Croner tarafından uyarlandı.