İki ayrı deprem, iki ayrı medya! Mağdurların değil, iktidarın sesi çıktı

Depremi sabah uyanır uyanmaz ilk olarak internetten öğrendim. Şiddetinin 7,7 olduğunu öğrenince verdiğim ilk tepki “Eyvah! Biz bittik!” oldu.

Depremi sabah uyanır uyanmaz ilk olarak internetten öğrendim. Şiddetinin 7,7 olduğunu öğrenince verdiğim ilk tepki “Eyvah! Biz bittik!” oldu.

Felaket henüz çok tazeydi. Detayları öğrenmek için hemen televizyona başvurdum. Sabahın o erken saatinde geniş muhabir kadrosunu erkenden deprem bölgesinde görevlendirmiş olabileceği düşüncesiyle derhal devletin televizyonunu, yani TRT Haber’i açtım. Spiker gayet kendinden emin bir şekilde Anadolu Ajansı’nın servis ettiği haberleri ve devlet kurumlarından akan bilgileri okuyordu ekranda. Doğrusu sakin tavırlarıyla epey güven veriyordu izleyenlere.

Haberleri sunuş tarzından hiç de öyle büyük bir felaketle karşı karşıya olmadığımız anlaşılıyordu. Dahası, devletimizin tüm kurumlarıyla olaya müdahale ettiği, yardım ekiplerinin derhal deprem bölgesine sevk edildiği, yaraların sarılması için tüm kamu imkânlarının hızlı bir şekilde seferber edildiği anlatılıyordu. Şiddetinin büyüklüğüne rağmen hayatını kaybedenlerin sayısı da öğle saatlerine gelindiğinde yalnızca 300 civarıydı.

Doğrusu 2 saat kadar izlediğim TRT Haber içime su serpmişti. Ne de olsa her şey kontrol altındaydı. Devletimiz tüm birimleriyle hızlı bir refleks göstererek imkânlarını deprem bölgesine seferber etmişti. TRT’ye inanmayıp da ne yapacaktık? Koskoca devletin televizyonu dezenformasyon yapacak değildi…  

Lakin kafama takılan bir şey vardı. O da depremin büyüklüğünün 7,4 büyüklüğündeki 17 Ağustos depreminden bile büyük olmasıydı. Zira bu denli büyük bir felaket o kadar da ucuz atlatılamazdı.

İlerleyen saatlerde TRT Haber’in ardından hemen CNN Türk, Habertürk, Kanal 24, A Haber,  Ülke TV, Akit TV,  TGRT Haber, NTV, TV Net gibi haber kanallarını da taradım.

Tesadüf bu ya, onlar da TRT’nin anlattıklarının benzeri bilgileri veriyorlardı: “AFAD bunu dedi”, “Bakan şunu dedi”, “Kızılay şu açıklamayı yaptı”, “Cumhurbaşkanı halka şöyle seslendi”, “İletişim Başkanlığı şu uyarıyı yaptı” vs.

Arada internet medyasına göz attım, tesadüfün bu kadarı, onlar da üç aşağı beş yukarı TV’lerdeki bilgilerin benzerini veriyorlardı. Ölenlerin sayısı, yıkılan binaların sayısı, açıklama yapan yetkililer, deprem bölgesine gönderilen personel, araç-gereç sayıları hep aynıydı…

Öğle saatlerinde haber kanallarının ve internet medyasının dönüp dolaşıp aynı bilgileri verdiğini çoktan anlamıştım.

Hemen sosyal medyaya yöneldim. Twitter’da, yaygın medyadaki bilgilerin çok daha fazlasını bulabileceğimi düşünüyordum.

Nitekim öyle de oldu…

Twitter’ı açtığımda karşımda boyutları çok daha korkunç olan bambaşka bir felakete rastladım. Ana akım medya ile sosyal medya sanki iki ayrı ülkedeki depremi anlatıyordu. Sosyal medyadaki bilgi, fotoğraf ve videolar ana akım medyadakilerle hiçbir şekilde örtüşmüyordu.

Televizyonlar devletin tüm kurumları ile deprem bölgesine seferber edildiğini söylerken, kimi tanınmış kişiler sosyal medyada kentlerine devletten hiçbir yardım ulaşmadığını gözyaşlarıyla anlatıyordu…

Televizyonlar deprem bölgesine çok sayıda kurtarma personeli ve ekipman gönderildiğini anlatırken, sosyal medyada içinde kurtarılmayı bekleyen insanların çığlık attığı başıboş enkazların videoları gösteriliyordu…

Televizyonlar bilmem kaç bin binanın yıkıldığını belirtirken, sosyal medya kimi ilçelerin yarısının, kimi mahallelerin tamamının yok olduğunu, ulaşılamayan ilçeler olduğunu anlatıyordu…

Televizyonlar enkaz başlarından canlı kurtarış hikâyeleri vermek için birbiriyle yarışırken, sosyal medya enkaz altında kalanların konum ve adres bilgilerini paylaşıyordu…

Televizyonlar enkazları gezen siyasilerin mikrofon gördüğünde hemen konuşmaya başladığını gösterirken, sosyal medya ise bir siyasetçinin ilgisizlikten şikâyet eden vatandaşı dinlemek yerine nasıl elindeki telefonla ilgilenme numarası yaptığını gösteriyordu…

Kısacası ana akım medya ile sosyal medya, deyim yerindeyse farklı ülkelerdeki farklı depremleri anlatıyorlardı.

Ana akım medya, tamamen devletin egemen görüş ve söylemleri doğrultusunda yayın yaparken, Türkiye böylesine acı bir felaket sayesinde bir kez daha medyadaki tek sesliliğin farkına varıyordu.

Daha da trajikomiği ne biliyor musunuz?

Tüm Türkiye felaketin acısını derinden hissederken, devlete ait İletişim Başkanlığı sanki başka işi yokmuş gibi sosyal medyadaki bazı hesapların peşine düşüyordu.

Görevleri arasında merkezi yönetim ile felaket bölgesindeki iletişimi yönetmek olan bir kurumun sosyal medyada cadı avına çıkması, şüphesiz böyle bir ortamda “aslında neyin derdinde olduklarını” apaçık gösteriyordu.

Kısacası 6 Şubat Depremi, iki ayrı depremi ve iki ayrı medyayı gözümüzün önüne getirdi.

Biri mağdurları anlattı, diğeri devletin icraatlarını…

Biri gerçekleri anlattı, diğeri anlatılması gerekenleri…

Peki, hangisini takip etmek gerekir?

Takdir sizin…