Medya
15 Eyl 2014 12:22 Son Güncelleme: 23 Kas 2018 16:43

Hürriyet yazarından çarpıcı değerlendirme:O toplantıya sadece 'uslu gazeteciler' çağırıldı

Mehmet Y. Yılmaz, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın basın temsilcileriyle yaptığı görüşmeyi böyle eleştirdi.

Hürriyet gazetesi yazarı Mehmet Y. Yılmaz, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın medya temsilcileriyle gerçekleştirdiği toplantıya ilşkin çarpıcı değerlendirmelerde bulundu. Toplantıyı bugünkü köşesine taşıyan Yılmaz, basına kapalı gerçekleşen o toplantıya sadece 'yandaş medya' mensuplarının çağırıldığını, bu nedenle de bunun bir 'talimat' toplantısından ibaret olduğunu dile getirdi.

İşte Yılmaz'ın bugünkü yazısı:

CUMHURBAŞKANI Recep Tayyip Erdoğan, İstanbul'da sadece "uslu gazetecilerin"
davetli olduğu bir toplantı yaptı.

Toplantıya katılanlar, orada konuşulanları "haber" olarak aktarmadıkları için
bunun bir "bilgilendirme" toplantısı olduğunu söyleyebiliriz.

Sadece "yandaş medyanın" çağırıldığı bir bilgilendirme toplantısı olduğuna
bakarak bunun bir "talimat" toplantısı olduğunu da söylemek mümkün tabii.
Star Medya Grup Başkanı Mustafa Karaalioğlu, çıkışta gazetecilere toplantı ile
ilgili açıklamalarda bulunmuş.

IŞİD ile ilgili olarak sorulan sorulara Cumhurbaşkanı'nın verdiği yanıtla ilgili
açıklaması şöyle:
"Misyonu gereği daha ölçülü ve daha farklı cümleler kullanarak bu soruları
cevapladı."
"Ölçülü cümle" kurmak" ve Recep Tayyip Erdoğan!
Bir tür oksimoron örneği olarak da değerlendirmek mümkün bunu tabii ama
konumuz o değil.

Yerli yabancı birçok yorumcu, Türkiye'nin IŞİD ile ilgili olarak "ölçülü"
davranmaya çalışmasının nedeninin, IŞİD'in elindeki 49 Türk rehinenin varlığı
olduğunu yazıyor, konuşuyor.

Bence bunun nedenini
49 rehinede değil, çok daha derinde, ideolojik yakınlıkta aramalı.
Çünkü aralarında bebek ve çocukların, kadınların, konsolosun, polislerin
bulunduğu Musul Konsolosluğu personelinin, tehlike kapıya geldiğinde tahliye
edilmemesinin nedeni de o yakınlıkta yatıyor.
Artık biliyoruz ki IŞİD'in Musul'u ele geçireceği belli olduğunda MİT, konsolosluk
personelinin tahliye edilmesini önermişti.
Bu öneriyi reddeden kişi bugün Başbakanlık koltuğunda oturuyor!
Öneriyi reddetti çünkü ideolojik olarak inanıyordu ki "IŞİD bizimkilere dokunmaz"!
Muhtemelen "Hepimiz Sünniyiz" diye düşünüyordu. "Düşmanlarımız" diye
tanımladığı gruplar da ortaktı: Suriye'de Esad ve Rojava'daki PKK'lı Kürtler, Irak'ta
Şii Maliki hükümeti!

"Düşmanımın düşmanı dostumdur" diye düşünüyordu, mezhep kardeşliğine
güveniyordu, öğrenciliğinden beri kafasından atamadığı romantik panislamist
hayaller ile görüşleri buğulanmıştı!
Onun için Türkiye, IŞİD karşıtı belgelere imza atamıyor, IŞİD'e karşı kurulacak
koalisyona katılmak için gönülsüz davranıyor.

Cumhurbaşkanı da onun izinden gidiyor, "ölçülü konuşuyor".
Sabah'ta Erdal Şafak'ın yazdığına göre aynı "yandaş medya toplantısında" IŞİD ile
ilgili olarak Cumhurbaşkanı Erdoğan şöyle bir çerçeve çizmiş:
"Uluslararası arenada prim yapmak isteyenler, Türkiye'nin hassasiyetlerini göz
ardı etmesin! Bölgedeki tek terörist oluşum IŞİD değil, başkaları da var ve hepsine
karşı aynı uluslararası dayanışma sergilenmeli."
Kim IŞİD üzerinden "uluslararası prim yapmak peşinde" ki Türkiye buna alet
olmak istemiyor?
Kim bölgedeki terör örgütleri arasında ayırım yapıyor ki Türkiye bu ayırıma karşı?
Yanıtları kolayca verilebilecek sorular değil, çünkü bu soruları sordurtan durum,
bölgenin objektif gerçeklerinden değil, bizim yöneticilerimizin sübjektif politik
duruşlarından kaynaklanıyor.
Erdoğan–Davutoğlu ikilisi, Başbakan ve Dışişleri Bakanı olarak Türkiye'yi sonu
belirsiz bir maceraya sürüklediler.
Hayallerinde yaşadıkları mezhepçi dayanışma duygularıyla politika oluşturdular
ve şimdi o politikanın rehinesi durumundalar.
Sınırımız, hep söylediğimiz gibi Peşaver'e döndü, şimdi aynı ikili, yetkileri ve
pozisyonları daha da gelişmiş olarak Ortadoğu bataklığında dibe gömülmek
üzereler, hepimizi de kendileriyle birlikte götürerek!

TOKİ tapuyu neden devretmedi?
MECİDİYEKÖY'de 10 işçinin hayatını kaybettiği kaza, devlet eliyle yaratılan bir
vurgun düzeninin daha gözler önüne serilmesine vesile oldu.
TOKİ bu işte de başrol oynuyor.
Hatırlayacaksınız kazanın meydana geldiği inşaatın yapı denetiminden TOKİ'nin
sorumlu olduğunu belirten tabela inşaatın kapısında asılı olarak bulunuyordu.
Ancak kazadan sonra yapılan açıklamada öğrendik ki TOKİ, gelir paylaşımı
modeliyle yaptırdığı bu işten, sahibi olduğu arsayı Torunlar'a devrederek çekilmiş.
Buna neden gerek duyuldu, bu bilgi o vakit kamuoyundan neden saklandı,
bilmiyoruz.
Belki devletin "kupon arazi sorumlusu" biliyordur!
TOKİ'de bu işlerden sorumlu bürokratı telefonda nasıl fırçaladığını unutmayalım!
TOKİ'nin 2013 yılında devrettiği arsanın tapusu ise Torunlar üzerine
aktarılmamış.
Nasıl bir işse parayı verip arsayı almışlar ama tapudaki devir işini ihmal etmişler.
Belli ki TOKİ'nin de işi çokmuş, onlar da "Yahu sattığımız arsanın tapusunu hâlâ
devredemedik, bu ne iş" dememişler.
Çünkü bu işlemin yapılmamış olmasının Torunlar isimli şirkete sağladığı avantaj
yıllık 2 milyon liraya yakın.
Bu kaza olmasaydı, kuşku duymayın ki inşaat tamamıyla bitip kat mülkiyetine
geçilene kadar da bu devir işlemi yapılmayacak, kimse tarafından da takip
edilmeyecekti ki Torunlar vergi bağışıklığına sahipmiş gibi yaşayabilsinler.
Ortaya çıkıyor ki TOKİ hükümete yakın şirketler ile böyle ortaklıklar kuruyor ve
onlara hem yapı denetimi muafiyeti hem de vergi avanta-j-ları sağlıyor.
Başbakan Davutoğlu, hükümet programını açıklarken her türlü şaibeli işin üzerine
gideceğini de söylemişti.
Şimdi bir araştırılsın bakalım:

TOKİ neden tapuyu zamanında devretmedi, bu işten Torunlar ne kadar avantaj
sağladı, arada bal tutan parmağını yalayan da oldu mu?