CineRadar
23 Mayıs 2013 22:50 Son Güncelleme: 23 Kas 2018 15:11

HIZLI VE ÖFKELİ 6 İLE SİNEMALAR RADARA YAKALANACAK!

Bu hafta film sağanağı var ama asıl bomba aksiyonseverler için. Hızlı ve Öfkeli 6 türün hayranlarını salonlara çekecek gibi...

Hızlı arabalarla kaçan/kovalayan serseri ruhlu kahramanların filmlerine her zaman özel bir ilgim vardı. Çünkü 80’lerde ki video çılgınlığı sırasında kiralamacılar bu tür filmlerle doluydu. Genellikle Smokey and the Bandit (1977) klonu olan bu filmlerde eğlence duygusu daha ön plandaydı ancak içerdiği tehlikeli dublör numaralarıyla kıymetlenen bu türün atası, oldukça ciddi bir yüz ifadesine sahip Kovalski’li unutulmaz Vanishing Point (1972) olsa gerek.

Gişede beklenmedik bir başarı yakalayan ilk Hızlı ve Öfkeli filmi kanunsuz araba yarışlarını zeka seviyesi yerlerde sürünen bir senaryoda da olsa daha kanunsuz bir noktaya ve şehre taşıyordu. Paul Walker’ın berbat oyunculuğuna rağmen Vin Diesel’in karizmasıyla şahlanan film epey bir hasılat yapınca devam filmleri kaçınılmaz oldu ve şimdi 6. pit stop’dayız.

Bu defa önceki filmlerin unutulmayan karakterlerini bir araya topluyoruz. Zoraki bir toplanma bu çünkü artık herkes ununu elemiş, eleğini asmış. Para isteyen paraya, huzur isteyen huzura kavuşmuş ama başlarının belası federal ajan Dom (Rock) bu defa hepsine reddemeyecekleri bir teklif yapıyor ve eski filmlerin düşmanları yeni filmin ortakları oluveriyor. Amaç; Owen Shaw adındaki başbelası bir pisliği yakalamak ve Dom’un bu tehlikeli suçluyu yakalayabilmek için hızlı ve öfkelilerin yardıma ihtiyacı var.



Açıkçası yönetmen Justin Lin, Tokyo Drift ile ekibe dahil olduğundan beri aksiyon çıtasını yükseltmeyi başardı. Uzakdoğuluların sevdiği türden John Woo tarzı ateşli silahlar filmde en az arabalar kadar yer ediyor. Bu defa ortada yarış ya da sadece arabalarla yapılan kovalamacalar yok. Uçaklar, tanklar, hareket eden her şey aksiyonun içine giriyor ve tempoyu yorucu bir hızla arttırıyor. Hızlı ve Öfkeli’nin ilk filminin bahaneden polisiye hikayesinin aksine 6. film Tony Scott aksiyonlarını aratmayacak bir olay örgüsüne sahip.

Peki, görünürde daha karmaşık senaryo, amacı sinemada modifiye edilmiş arabaların nitrolu kaçışlarını izlemek isteyen seyirciye nasıl gelecek?

Bence yönetmenin yaklaşımı oldukça yerinde olmuş çünkü eski iskelet üzerinden seriyi tekrara kaçmadan devam ettirebilmek imkansız. Her yeni filmde bir şeyler eklemedikçe ağzı açık kola gibi gazı kaçacak bir şablon var ortada. Bir önceki filmin başarısı da yapımcı ekibi doğru yolda olduğuna inandırmış olmalı ki bu filmde iş iyice çığırından çıkmış! Tabi kendinizi bir Hızlı ve Öfkeli filminden çok Bond filmi izliyor gibi hissedebilirsiniz de... Özellikle finale yakın gerçekleşen tank vs. araba sekansı Paul Walker’ın oynadığı bir 007 macerasından koparılmış gibi!

Oyunculuklardan bahsetmek çok gerekli değil. Ekibin her üyesinin kendine ait bir karizması var ve saçlar, başlar, kılık kıyafet bu karizmaya hizmet ediyor. Paul Walker hala kötü oynuyor ama artık sırıtmıyor. Bu filmin asıl oyuncuları arabalar desem o da değil çünkü bir sahnede gördüğünüz canım araç bir sonraki sahnede pert! Hızlı ve Öfkeli 6’da çok ciddi dublörlük marifetleriyle yükselen bir macera izliyoruz. Aslında işin macera tarafına yıllardır izlediğimiz yüksek teknoloji içeren polisiye takip filmlerinden alışığız ancak işin arabalar kısmına geçtiğimizde serinin ruhu kendisini belli ediyor.

Hızlı ve Öfkeli 6, adından, afişinden kumaşını belli eden bir film, vaadi de o yönde... Festival takipçisi bir sinemasever olarak salona girerseniz hayal kırıklığınız büyük olacaktır ama filmi sadece ’oyalamak’ amaçlı bir eğlence sineması örneği olduğunu kabul ederek izlerseniz sizi çok keyifli bir seyir bekliyor. Bir çizgi roman uyarlaması olmamasına rağmen çoğu ÇR uyarlamasından daha fazla ’comics’ ruhuna sahip. Filmin özellikle gençler hedeflenerek yapılmış olduğunun altını çiziyorum. Hızlı arabalar, güzel kadınlar, büyük macera... Kim böyle bir teklife hayır diyebilir?

Murat Tolga Şen / murattolga@gmail.com

BİR ŞARKININ PEŞİNDE



70’li yılların başlarında farkında olmadan bir müzik efsanesine dönülen Detroit’li bir yerel müzisyenin hikayesini ele alan belgesel, Sixto Rodriguez’in efsaneleşme ve ortadan kaybolma sürecini işliyor. Rodriguez, kısa süreli amatör kariyeri boyunca iki adet satmayan albüm kaydeder ve ilk albümün ardından Güney Afrika’da bir efsaneye dönüşür. İlk albümün ardından bir araya gelen iki Güney Afrikalı hayranı, bu kıtada neredeyse John Lennon’a dönüşen bu müzisyenin peşine düşerler. İşin ilginç yanı ise Rodriguez’in bu şöhretten haberi olmamasıdır.

Malik Bendjelloul’un yönetmenliğini yaptığı ve Akademi Ödülleri’nde En İyi Belgesel Oscar’ını kazanan film, iki hayranın yolculuğunu ve Rodriguez ailesine ulaşmasını konu alıyor.

KRAL YOLU – OLBA KRALLIĞI



Anne ve babası arkeolog olan Deniz, 10 yaşında macera meraklısı bir çocuktur. Ailesinin gerçekleştirdiği kazıların etkisiyle, bulduğu haritayı takip eder ve yüzyıllardır saklı olan bir hazinenin peşine düşer. Önce dedesini ikna etmeye çalışır, ardından ekibini toplayarak elindeki haritanın peşine düşer. Mersin’de başladıkları macera, özel kazı alanlarına ve Olba Krallığı’na uzanacaktır...

Animasyon destekli “İlk Türk Çocuk Sinema Filmi" olarak lanse edilen yapım Mersin’in Helenistik dönemi yaşamış ilçesi olan Erdemli bölgesinde çekildi. Filmin yönetmenliğini Serli Seta Nişanyan üstlenirken, senaryo ise Derya Kaya’ya ait.

Filmde ilk oyunculuk performanslarını sergileyen minik oyuncuların yanı sıra Sunay Akın, Nilgün Belgün gibi konuk oyuncular da yer alıyor...

ZORAKİ RADİKAL

Haluk Bilginer'in de rol aldığı "Zoraki Radikal", ABD, İngiltere ve Katar ortak yapımıyla izleyici karşısına çıkıyor.Pakistan’lı bir adam Wall Street’te başarıyı yakalamanın peşinde koşmaktadır. Kendini beklenmedik bir şekilde Amerikan Rüyası’nın, bir düşmanlık krizinin ve ailesinin sürekli çağrısının arasında sıkışmış bulur. Wall Street ve Amerikan rüyasının beklediğimiz ya da düşündüğümüzün aksine o pembe ve hayal dolu görünümünün ardında aslında birçok vazgeçiş ve geride bırakmayı gerektirdiğini, aslında bu başarının birçok şeyi de kaybetmek olduğunun üzerinde duruyor film. Filmin yönetmenliğini Mira Nair yapmış, başrollerini ise Liev Schreiber, Kate Hudson ve Kiefer Sutherland paylaşıyor.

EVDE



16 yaşında bir erkek çocuğu olan Claude sınıfın en arka sırasında oturan ve ilk bakışta kimsenin dikkatini çekmeyen bir çocuktur fakat yaşıtlarının çok üzerinde bir gözlem gücü ve yazım yeteneği vardır. Fransızca öğretmenine yazdığı kompozisyonlarda sınıf arkadaşlarından biri olan Ralph ve ailesi hakkında mahrem olaydan bahseder. Bu konuyla ilgili etik bir ikilem yaşayan fransızca öğretmeniyse bu yetenekli ve ilginç öğrenci karşısında öğretmenliğin tadını çıkarmaya karar verir ve bundan kimseye bahsetmez, fakat bu ihlal başlarına birçok dert açacağı gibi, bir sürü kontrol edilemeyecek olayın da ortaya çıkmasına yol açar. Filmin yönetmenliğini François Ozon yaparken başrollerini ise Fabrice Luchini, Ernst Umhauer ve Kristin Scott paylaşıyor. 

VAZGEÇMEM SENDEN



Celeste ve Jesse, lisede tanışırlar, önce sıkı dost olurlar ve ardından genç yaşta evlenirler. Şimdi otuzuna gelmiş olan Celeste kendi medya danışmanlık şirketinin sahibidir, Jesse ise bir kez daha işsizdir fakat bu duruma bir çare bulmaya da niyeti yoktur. Celeste, Jesse ile boşanmanın yapılacak en doğru şey olduğuna inanır. O kendi yolunda ilerlerken, Jesse hiçbir yere ait değil gibidir. Şimdi boşanırlarsa ömür boyu arkadaş kalabileceklerine inanır. Celeste’e hala aşık olan Jesse durumu kabul eder ve bu evlilikten arkadaşlığa geçişi kabul eder, fakat zaman içerisinde Celeste’de verdiği kararın ne kadar bencilce olduğunu anlar ama zamanlamaları bir türlü tutmaz. Arkadaşları yediği içtiği halen beraber giden bu çiftin neden ayrıldığını ise bir türlü anlamaz.

Filmin yönetmenliğini Lee Toland Krieger üstlenirken başroller, Rashida Jones ve Andy Samberg.

SADECE AŞK



Kanser olduğunu öğreninceye kadar sıradan bir hayat süren İda kuafördür. Kanser tedavisi sırasında saçlarını kaybeder ve sonrasında kocasının bir başkasıyla ilişkisi olduğunu öğrenir. Tüm bunlardan uzakta farklı bir dünyada kızının düğünü için yaptığı İtalya yolculuğunda karısının ölümü yüzünden hala tüm dünyayı suçlayan dul bir adamla tanışır. Çocuklarının vesilesiyle birbiriyle tanışan ikiliyi tahmin edemeyecekleri maceralar beklemektedir. Başrollerini Pierce Brosnan, Kim Bodnia ve Trine Dyrholm’ın paylaştığı filmin yönetmenliğini Susanne Bier yapmış.

KOLLARIMDA KAL



Kalp cerrahı olan Mila ve Javier 10 yıldır evlidirler. İnsanların kalplerini ellerine aldıkları ameliyat odasının dışında bohem bir hayat sürüyorlar. Bütün zevkler, seks, partiler, alkol, hayvanat bahçesi gezintileri, gece gezmeleri, motosiklet turları... Fakat Mila hamile kalır ve birbirleriyle kafa kafaya vererek kurdukları denge bozulur. Kadın hiçbir zaman çocuk sahibi olmak istememiştir veşüpheleri vardır. Adam zaten çok içiyordur ve daha da çok içmeye başlar. Çift çok derinden sarsılır ve ilişkilerinde büyük bir düşüş başlar. Ama Javier’ın Mila’yı kaybetmeye tahammülü yoktur. Onu geri kazanmak için ne gerekiyorsa üstesinden gelecektir.

Fransız oyuncu Marion Laine’nin yönetmenliğini üstlendiği ikinci uzun metrajlı filmi olan yapımın başrollerinde güzel yıldız Juliette Binoche ve Édgar Ramírez yer alıyor...

GÜNLERİN KÖPÜĞÜ



Boris Vian’ın aynı isimli romanından uyarlanan Günlerin Köpüğü, yönetmen Michel Gondry tarafından beyazperdeye taşındı. Romanın başkahramanları Colin ve Chloe’ye Romain Duris ve Audrey Tautou hayat veriyor. Gerçeküstü ve şiirsel bu hikayede, idealist ve mucit bir genç olan Colin, Chloé adında Duke Ellington’ın Blues’larından birinin dünyaya gelmiş haline benzeyen genç bir kadınla tanışır. Bir aşk hikayesi olan evlilikleri Chloé’nin ilginç bir hastalığa yakalanması ve ciğerlerinde büyüyen nilüfer çiçeğiyle hüzüne dönüşür. Fantastik bir Paris’te Colin ise gitgide daha absürt işlerde çalışarak Chloé’yi iyileştirmeye çalışır.