İnfial
13 Haz 2015 10:26 Son Güncelleme: 23 Kas 2018 17:39

HDP, “Türkiye Partisi” olabilecek mi?

Medyaradar medya-siyaset analisti Atilla Akar son günlerin temel konusu “HDP’nin yükselişi” olgusu doğrultusunda “Türkiye partisi olabilecekler mi?” sorusuna cevap aradı.

Farkındayım; birçok kişi bu soruya ortaya çıkan sonuçlara bakarak “Oldu bile” diyecektir. İlk bakışta şeklen de öyle hakikaten. HDP, bütün Türkiye sathında oylarını arttırıp sonuçta “başarılı” bir sonuç elde etmiştir. Dün oy alamayacağı düşünülen kesim ve bölgelerden bile oy alarak neredeyse bütün Türkiye sathına yerleşmiştir.

Kimileri için bu “Türkiye Partisi” olmak için “yeterli” bir sonuçtur. “Daha ne olsun?” diyenler bile çıkabilir…

Oysa “HDP’nin yükselişi” ne bu sorunun dar kapsamı içinden bakmak, tanımlamak “yanlış” ve “yanıltıcı” olacaktır. Evet, HDP, belli oranlarda “Türkiye Partisi” olmuş ve daha da olma yolunda hızla ilerlemektedir. Bu ileride siyasi gelişmeler ve demografik oynamalara bağlı olarak daha da artabilir. Bu zaten batıya doğru Kürt göçü ve doğal nüfus artışı ile adeta kendiliğinden sağlanmaktadır. Esas olarak oy alımını ağırlıkla etnik kaynaktan sağlayan bir parti olarak bu şaşırtıcı değildir. Kürt nüfus batıda daha yerleşik hale gelip, arttıkça zaten ulaşılabilir bir sonuçtur. Hatta ironik bir şekilde söylersek trend bu şekilde sürerse bir gün “tek başına iktidar” bile olabilir. Öyle ki bu yüzden olayı bir tür “Sessiz işgal” olarak bile görenler var! 

TÜRKİYE SATHINA YAYILMAK “TÜRKİYE PARTİSİ” OLMAK DEĞİLDİR!

Hatırlanmalıdır ki; bu kaba, şematik ve salt matematik yaklaşım uzun süredir Türkiye kamuoyuna bir “şablon” olarak adeta dayatılmaktadır ve birileri bu kadarına razıdır. Bir kısım medyanın da teşvikiyle (“Türkü Bar” tadındaki “Sazcı çocuk Selo” bu imaj inşasının zirvesidir!) birilerini “sevindirik” yapmıştır “Yaşasın HDP nihayet Türkiye partisi oldu” çığlıkları atılmaktadır. Bu eğilim seçimlerle birlikte daha da artmıştır. Şimdilerde sağlı-sollu HDP pohpohlamak moda ne de olsa!

Halbuki Türkiye sathına yayılmak “Türkiye Partisi” olmak değildir. Bu bölgelerden ve bir kısım Türk’ten konjonktüre bağlı oy almak da kendi başına “Türkiye Partisi” olmak değildir. Hatta asıl problem “Türkiye Partisi” olmak bile değildir. (Nasıl olsa kâğıt üzerinde yasal olarak kurulan her parti “Türkiye Partisi”dir!) Asıl problem “Türkiyeli Parti” olabilmektir. Maalesef öyle anlaşılıyor ki bu konudaki şüpheler, endişeler henüz giderilebilmiş değildir. HDP, bu açıdan henüz “rüştünü ispat etmiş” görülmemektedir. Bu işler göstermelik birkaç Türk bayrağı asmakla da olmaz. Bütün bunlar doğrudan tüm Türkiye’ye verdiğiniz “hissiyat” ile ilgilidir. İnsanların olduğu gibi partilerinde yaydığı “elektrik”ler vardır!

Kimseye “Ya sev ya terk et” demiyorum bu ülke hepimizindir. Ancak iş bu ülkeye, bu toprakların bütününe, az veya çok sevgi, bağlılık, saygı, sorumluluk ve aidiyet hissi duymadan da olmaz değil mi? “T.C.” den sürekli “düşman” olarak söz edip, nasıl bir “makul”de buluşacaksınız ki? Kimseden illâ ki “Türk partisi” olmasını da beklemiyorum. Lakin “Türkiyeli Parti” olmasını beklemek de mantığın bir emri sayılmaz mı? Kimse “Kürtleri temsil etmesin, Kürt problemini dile getirmesin” de diyen yok. Fakat işi her daim ve her şart altında “Etnik milliyetçilik” noktasına çekmek, “kimlik çığırtkanlığı” nda diretmek de başka bir şey değil mi? Bu entegrasyonu zihinlerde sağlamadan fiiliyatta nasıl sağlayacak sınız ki?

Peki bundan sonra ne olacaktır? HDP parlamentoda kilit bir rakama toplumda da belli bir “sempati”ye kavuşmuştur. Şimdi soru şudur; HDP bu avantajını yapıcı, sorumlu, herkesi gözeten “bütünleştirici” bir tarzda mı kullanacaktır yoksa etnik gerilim konularını daha da cüretlenip bu kez de parlamento içinde mi kaşıyacaktır? İnsanlara “Lanet olsun, bunlar dağda kalsalarmış daha iyi imiş” mi dedirtecekler, zaten var olan “PKK silahla onlar siyasetle bölüyor” algısına katkı mı yapacaklardır? Her fırsatta dile getirdikleri tehditkâr, kaos davetçisi ve sokak şiddeti yanlısı beyanlar vermeye devam edecekler midir? Bunu niye diyorum? Çünkü her defasında bu konudaki “bastırılmış bilinçaltları” patlak veriyor da ondan. Daha yeni HDP’li Burcu Özkan korucuları “Keleş”le tehdit etmedi mi? Bu neyin marazi özgüveni ya da dilidir?

Geleneğinizde her defasında şiddete methiye düzülür, teröre selam çakılırken “Barış ve demokrasi” ağzınızda ne kadar “güvenilir” bir kelime haline gelecektir? Bütün bunlara rağmen “Bize katlanmaya mecbur sunuz” mu denilecektir? Kısaca; fiziken “Türkiyeli” olabilirken zihnen de “Türkiyeli” gibi düşünebilecekler midir? Belli ki Ortadoğu coğrafyasında onca dolap dönerken hangi plan veya projenin “tarafı” veya “aparatı” olunacaktır? “Biji Obama”cılıkla aranızda hangi sınırlar olacaktır?
Yoksa diğerleri “dinsel takiye” yaparken kendileri de “etnik takiye”ye mi sarılacaklardır? Hangisi? Dolayısıyla cevaplanması gereken (Sözlü değil, pratik) onlarca soru var.

Bu konuda önyargılı, umutsuz, damgalayıcı, “İşte terör örgütünün uzantıları” gibi kestirme ve kesin cevaplar vermek istemem. Ancak şurası da bir gerçek ki genelde Kürt hareketinin özelde HDP’nin “Türkiye” ve “Türkiyelilik” konusundaki bakışlarına moda tabirle yeni bir “açılım” getirmeleri gerekiyor. Siyasi ve idari açılım “Zihni açılım”la pekişmediği sürece hayaldir. Süreç HDP’ye şimdilik bu fırsatı sunar “gibi” (?) görünüyor. HDP’nin asıl çetin sınavı şimdi başlıyor!

HDP seçimlerin sunduğu fırsatı “nasıl değerlendireceği” sorunuyla karşı karşıyadır. Burnunun dikine gidip, diğer hassasiyetleri sallamazsa kısa sürede yeniden bir “gerilim” tartışmasının tarafı durumuna düşebilir. “Açılım” hiçbir zaman tek taraflı değildir. Onun psikolojik ve söylemsel şartları sadece bir kesimden beklenemez. Zaten ite kaka geçtiği barajdaki (Ki baraj yüzde 5 gibi makul bir sınıra çekilmelidir o ayrı) “emanet oylar”da geriye dönecektir. Gerçi PKK’lı Mustafa Karasu bu “ödünç oy” meselesine hemen bir “ayar attı” ama ne diyelim? Bir de “PKK vesayeti” yok diyorlar!

O yüzden HDP’de her iki dinamiğinde mevcut olduğunu, iç içe bir arada yaşadığını, kendi içinde mücadele ettiğini, şu an dominant olanın halen klasik eğilim olduğu, bu konuda henüz “yeter güven” telkin etmediği söylenebilir. Bunları halının altına süpürmek ve yok saymak yerine baştan ve açıkça söylemekte yarar var ki herkes pozisyonunu rahat tayin edebilsin. Yoksa gene “tavşana kaç, tazıya tut” mu olacaktır? Silahlar er veya geç zaten susmak zorundadır. Artık önemli olan siyaseten nelerin konuşulacağıdır. Hep “seçmenin verdiği mesajları okumak” tan söz ediyorsunuz. Hadi buyurun okuyun bakayım!

HDP “Çatıştırıcı” değil “yatıştırıcı”, “kaşıyıcı” ve “karıştırıcı” değil “karşılayıcı” dinamiklere yaslandığı sürece, Türkiye dokusunun bir partisi haline gelebilir. Aksi halde “doku uyuşmazlığı” olacak, bünye reddedecektir. O zaman HDP, ne yaparsa yapsın Türkiye siyasetinin “normal” bir unsuru olarak görülmeyecektir. O yüzden HDP, tüm Türkiye’yi kendisine satıh seçtiğine göre ancak “gibi” değil gerçekten “Türkiyeli” gibi davrandığı sürece bu ülkede “etnik tansiyonun düşmesi”ne katkıda bulunabilir. Bu kimsenin kökeninden vazgeçmesi anlamına gelmemektedir. Fakat sürekli “Kökenist” (Terimi ben uydurdum) bir politika da diretmek de başka bir şey olsa gerek!

HDP bunları yapabildiği, bu yönde istek ve irade gösterebildiği, tersine eğilimleri frenleyip dışlayabildiği oranda “Türkiyeli parti” olabilecek ve Türkiye siyasetinden pay ve hak talep edebilecektir. Bunu yapabildiği oranda birileri için “düşman”, “tehlikeli” hatta ”yabancı” bir unsur olmaktan çıkacaktır. Umarım bu yeni konjonktürün getirdiği fırsatları birtakım saplantılı bakışlar uğruna çarçur etmezler. Baştan beri söylediğimiz üzere HDP, baraj geçmekle, Türkiye sathında oy almakla sınavı geçmiş sayılmaz. İnsanların ve kendi zihninizdeki barajları nasıl geçeceksiniz? Onun sınavı asıl şimdi başlıyor…

Neyse; ne diyeyim? Seçim sonuçlarıyla doğan yeni ortamda -HDP dahil- herkese başarılar diliyorum…

11.06.2015.

atillaakar@gmail.com