İki Lafın Beli
17 Kas 2012 10:15 Son Güncelleme: 23 Kas 2018 14:23

HABERTÜRK'ÜN GÖZDE SPİKERİ SİMGE FISTIKOĞLU MEDYARADAR'A KONUŞTU: ''YILDA 1 GÜN İSYAN EDEREK MESLEĞİ BIRAKMAYI DÜŞÜNÜYORUM''

Spordan habere, magazinden söyleşiye her dalda var. Hepsini heybesine sığdırıyor. Habertürk'ün en beğenilen yüzlerinden biri Simge Fıstıkoğlu... Hep o konuklarını alıyordu ekrana; bu kez de biz onu Medyaradar'a konuk ettik.

Haklı olduğunu düşünüyorsa asla pes etmez o... Hakkını arar. İyi bir hak savunucusu... Bir programda mevzubahis kadınlar ise hele bir de o programda kadın aşağılanıyor veya küçümseniyor ise mutlaka stüdyoya davet edilesi bir isim... Cinsiyet ayrımı yapanın sonu stüdyoyu terk etmek olabilir. Çünkü karşında Simge var, kolay değil. Bana göre müthiş bir kadın.
Başarılı, sıcak, güzel olduğu kadar doğal... Soyadı ile bu kadar özdeşleşen çok az isim tanıyorum. Gerçekten “Fıstık”.  Her TV kanalının ekranında görmek istediği, seyircinin izlemekten büyük keyif duyduğu bir isim… 3 saati aşkın bir süre konuştuk. Beni öyle sıcak karşıladı ki; zamanın nasıl akıp gittiğini anlamadım. Konuşurken, anlatırken gözlerinde öyle güzel bir ifade beliriyor ki görmeye değer. Onunla olmak çok keyifliydi; iş, kadınlar, medya sektörü gibi birçok konu vardı ajandamızda.
Dilerim siz de benimle bu keyfe ortak olursunuz…


RÖPORTAJ : ALEV GÜRSOY CİMİN

alevgursoy2008@gmail.com

twitter adresi: @gazetecialev

“Simge” deyince güzellik, başarı ve ekranların aranan bir yüzü geliyor akıllara… Simge Fıstıkoğlu nasıl oldu da bu kadar sevilen, aranan bir yüz oldu. Bu başarıyı neye borçlusun?

- (O güzel kahkahasını patlatarak başladı) İnsanın hayatta alabileceği en büyük ödül yaptığı işin birileri tarafından bu şekilde takdir edilmesi. Bu başarıyı çok çalışmama ve samimiyetime borçluyum. Ben hayatta benden çok çalışan çok az insan tanıdım. Çok çalışıyorum ama şikâyetçi değilim; çalışmayı da çok seviyorum. Ekranda doğallık ve samimiyete inanıyorum. Onun fark edildiğini biliyorum ve benimle ilgili de o samimiyet algısının yerleşmiş olmasından çok mutluyum.

Deneme çekimi bile yapılmadan kendini ekranda bulan bir isimsin. Nasıl oldu bu? Şans mı sadece? Ya da başka nasıl bir açıklaması olabilir?

- Ben şansa inanmıyorum hayatta; kadere inanıyorum. Kaderin benim karşıma çıkardığı çok önemli bir fırsattı bu. Bana verilmiş, lütfedilmiş, bahşedilmiş bir fırsat (O anları sanki tekrar yaşıyor anlatırken... Heyecanlı, gözlerinin içi ışıl ışıl) ve hakkını vermeliydim.  Çok çalışmalıydım. Hakkını da çalışarak verdim. Düşünün sadece “Ne yapabilirim” diye görüşmeye gittiğiniz bir yerde işe başlıyorsunuz hiçbir tecrübenizin olmamasına rağmen...



Nasıl oldu bu peki? Çok zor aslında bu sektörde iş bulmak... İşinde çok deneyimli yüzlerce isim işsizken hele de?
 
- Televizyona geçme kararını bir günde almış olmam gibi, başlamam da aynı süratte oldu. “Bu mesleği öğrenmek istiyorum” diyerek kapısını çaldığım dönemin Habertürk Televizyonu Genel Yayın Yönetmeni Yardımcısı Murat Ongun’dan “Hemen bugün başla” yanıtını aldım. Sonrası mı? Deneme çekimi bile yapmadan kendimi kameranın karşısında buldum. Tarih 16 Ekim 2006 idi. Hiç bir deneyimi olmayan birini ekrana çıkardığı için Murat Ongun’u zaman zaman fazla cesur bulsam da bana güvenmesi ve fırsat vermesini minnetle anar, bunun hayatımda aldığım en iyi karar olduğunu söyleyebilirim.

Peki, mutlu musun? Hiç keşke olmasaymış demedin mi?
 
    - Hayatımın en cesur kararını verdim, şimdi olsa herhalde bunu yapamazdım. İyi ki olmuş diyorum. Benim hayatımda keşkelere yer yok.

Medyada olmak zordur… Hele de bir kadın için, tutunmak kalıcı olmak… Parlayan ama çok çabuk kaybolan bugün ismi bile hatırlanmayan o kadar çok kişi var ki, neden böyle sence?

     -  Sistem böyle, çünkü hepimiz içinde yaşadığımız dünyanın parçalarıyız. Sistem bize yeni şeyler bulmayı, yeni şeylere yönelmeyi öneriyor. Sistemin şekli bu, böyle işliyor. Televizyon da bu sistemin parçası… Hem de en renkli parçası. Birçok insanın parçası olmak istediği bir parça... Bu sistem birilerini parlatıyor. Bir süre biz onları hayranlıkla izliyor, seviyor, beğeniyor, alkışlıyoruz. Sonra sistem diyor ki hayır bu eskidi şimdi bunu izle, bunu dinle, bunu oku, bunu tüket ve biz de buna yöneliyoruz, bu tüm dünyada böyle. Diyorum ya sistem.



Peki, sence bu sektörde olmayı hak etmeyen isimler var mı ve bunların o ekranlarda olması seni yaralıyor mu?
  
-Yaralamıyor; çünkü sadece televizyonda değil dünyanın her yerinde hak etmedikleri pozisyonları işgal edenler var. Tabii bizim meslekte de ağırlıklı… Ben izleyiciye güveniyorum. Onlar kimin neyi hak ettiğine karar veriyor. Kısa vadede bir şey diyemem ama uzun vadede gerçekten seyirci hakkını veriyor.

A Haber’de Son Durak’ta gördük bir süre seni, sonra tekrar eski yuvana Habertürk’e döndün, ne oldu da yollar ayrıldı A Haber’le?
   
 - (Gülüyor) Habertürk “Geri dönmek ister misin” diye sordu ve döndüm. Düşünmedim.

Peki, neden? Mutsuz muydun? İyi bir marka açmışlardı, sana özel bir programdı?

  - Hayır, mutsuz değildim, Çalışma arkadaşlarımı da çok seviyordum, hepsi saygıdeğer isimler, özlemle de hatırlıyorum. Orada bulunduğum hiçbir gün mutsuz değildim.  Habertürk’ten “Dön” dediler döndüm. Fazlada düşünmedim. Başka bir neden gerçekten yok. Benim hayatımda, kariyerimde böylesine beklenmedik dönüşler vardır.

Büyük bir haber kanalının en beğenilen yüzlerinden biri olmak şüphesiz hiç de kolay değil. Simge, haberden, spora ve hatta magazine kadar birçok dalda oldu ve altından da kalktı. Çok mu azimlisin?

- Evet, bu tabir daha doğru… Hırslı değil azimliyim… Yaptığım işi en iyi şekilde yapmak… Benim tek derdim bu.

Büyük bir özgüven var sende yanılmıyorsam?

- Özgüven olmazsa başarı olmaz ki... Kendime inanıyorum demek belki de en doğru cümle olur.

Çok yoğun çalıştığını biliyorum, kendine ve ailene vakit ayırabiliyor musun? Onlar ne diyor bu koşuşturmaya?

   -Çok çalışıyorum ama asla çevremi ihmal etmiyorum. Aileme ve dostlarıma mutlaka zaman ayırırım. Beni ailem de arkadaşlarım da takdir ediyor. Onlara illa ki vakit ayırıyorum. Çok yoğun olsam bile formüller buluyorum. Bazen uykumdan feragat ediyorum. Ya da onların bana uymasını sağlıyorum. Hafta sonlarım var mesela; yani yoğun tempoya rağmen kendime vakit ayırmam aslında çok da zor olmuyor.

İş dışında neler yapıyorsun peki? Neyle meşgul olmaktan keyif alıyorsun?
 -  İşimden bana kalan vakitlerde en büyük tutkum müzik…. Bir sabah işe giderken “Ben bu şarkıyı çalmak istiyorum” diyerek başladığım piyano derslerim de hızlıca alınmış, iyi kararlardan biri... Müzik gibi edebiyat da sevdiklerim arasında; bir gün kitap yazmak hayallerim arasında…



Yoğunluk, aile derken biraz terletecek bir konuya giriyorum; özel hayat ne durumda? Böyle güzel bir kadının yalnız olması çok da mümkün değil. Aşk var mı aşk?

- (Çok düşündü bu soruyu.) Evet, var; özel hayatımda çok özel biri...

Peki, biz tanıyor muyuz, yani sektörden mi eniştemiz?

    - Hayır, sektörden değil ama mutluyuz bunu söyleyebilirim.

Evlilik düşünüyor musun?

- Bir aile kurmak ve çocuk sahibi olmak istiyorum, ama bu işlerin planlaması olmaz bence. Hayırlısı demek lazım. (gülüyor)


Madem aşk var. Özel biri de var. O halde bana aşkın tanımın yap dersem kırmazsın değil mi: )?

  - Yok, seni kırmam. Aşk bence insanın asla yapmam dediği şeyleri yapması ve bundan hiç pişmanlık duymamasıdır. Onsuz olamayacağına inanmasıdır. Sabah kalkarken ve akşam yatarken onu hayal etmesidir. Bana göre aşk böyle bir şey!


Simge; ekran önünde gerçekten çok iyi... Peki ya ekran arkası, ekip arkadaşlarınla nasıl aran, iş girince işin içine asabi bir Simge olabiliyor musun?

  -Ben hayatta sesimi çok az yükseltmişimdir, çok zor sinirlenirim. İş yetişmeyeceği zaman biraz panik olurum. Bir de işin kötü olma ihtimali beni çok endişelendirir. Çünkü gerçekten yaptığım işin iyi olmasına dair muazzam bir isteğim vardır, kendime haksızlık edebileceğim kadar… Bugüne kadar yaptığım hiçbir yayından sonra iyiydi demedim. 6 yıldır ekranlardayım, daha bugüne kadar hiç iyi bir yayın oldu, iyi bir program yaptım demedim. Hatta bir defterim vardır, yazı yazmayı çok severim; orada ilk sayfada şu yazar “En iyisini henüz yapmadım.” O yüzden ekibe değil hep kendime kızarım…

Sen yöneticilik de yaptın. Spor deyince akla kuşkusuz ki ilk gelen kadınlardansın. Bir kadın olarak spor yönetici olmak zor muydu?

    -Elimden gelenin en iyisini yaptım. Her işin bir zorluğu var, zor olması da onu daha çekici kılıyor, sevdiriyor. İyi bir ekip, iyi çalışma arkadaşları ve işini sevmek belki de başarının anahtarı bunlar. Kadın ve spor deyince bunun üzerinde biraz durmak gerek.  Türkiye’de ben inanıyorum ki uzun vadede “kadınlar ve spor” önyargısı daha da kırılacak, kırılmasında benim en ufak bir katkım olduysa ne mutlu bana.

Bir program vardı; “Kim demiş kadınlar spordan anlamaz“ diye gürlediğin… Sanki bu cümleyi sen o programda kalıplaştırdın ve kadınların da sesi oldun. Çok konuşuldu, sana soruldu ama yine de sormak isterim. Neydi o gün Ümit Özat’la yaşananlar ve onun stüdyoyu terk etmesine kadar varan olay?

     -Ben orada üsluba ve bir önyargıya karşı çıktım. Saygı sınırlarını aşmadım ama isyan ettim. Öyle bir üslup benim kabul edebileceğim bir şey değildi. Benim isyanım karşımdaki insanda rahatsızlık yarattı. Ama ben kendi düşüncemi söyledim ve söylemek zorundaydım, söylemesem olmaz (gülüyor).

Spordan kadınların anladığını da göstermeye çalıştın yani o programda bir nevi. Peki, ben sana kadınlar ve spor dersem; ne dersin?

- Bunu aslında uzun zamandır başka kadınlar da gösteriyor, haksızlık etmemek lazım. Bir Feryal Pere dediğimiz zaman durup düşünmek lazım. Kadınlar spordan, futboldan anlamaz demeden bir durup düşünmek lazım. Birilerine haksızlık ediyor muyum demek lazım. Ebru Kılıçoğlu ile 3 yıl program yaptım, çok iyi bir spor yazarı. Keza ablası yine öyle... Yani örnekler bitmez. Bu kadar da birilerinin emeğini görmezden gelmek kolay olmamalı...



Seni en çok kızdıran konular ne mesleğe dair?

 - Bazen bana değil de televizyonculuğa yapılan haksızlıklara kızıyorum. Mesela “Kadın futboldan anlamaz” ve ya “Sadece güzel olduğu için kadınları ekrana çıkarıyorlar.” Bu kadar basit mi bu ya? Böyle yapılarak bir sektöre, bir mesleğe haksızlık edildiğini düşünüyorum.

Peki, buna yakın bir örnek anlatabilir misin bana yaşanmış? Seni üzen, çok şaşırtan…

    - Hem de ne şaşırma! Trabzon’un bir maçı vardı, Trabzon’a maçı takibe gittim. Spor müdürüyüm ve hiçbir habercilik deneyimim yok. Statlara gittim. Maçlara katıldım ama aktif habercilik farklı sonuçta. Rize’de o gün sel oldu ve biz maç sonrası hemen merkezden gelen telefonla oraya geçtik. Yaz havası gibi, ben babetler ve beyaz bir pantolonla gitmişim düşünün. Rize’ye geçtik ve ben hayatımda ilk kez o gün ölü gördüm, dizlerimize kadar çamurdayız. Hayatımın en büyük travmalarından biriydi, bir ilçede birçok apartman çökmüştü, bir aile apartmanından gözlerimin önünde 4 kişinin cesedi çamurdan çıktı ve ben ilk habercilik yayınımı yapıyorum. Sürekli bağlantılar. Ağlamak istedim. İsyan etmek istedim. O cesetleri görünce insan hayatı bu kadar ucuz mu diye sormak istedim.

Çok zor ilk yayına böyle başlamak, insan habercilikten korkar böylesine bir ilkle. Peki ya sonra ne oldu?

      - Düşünün çamur içinden cesetler çıkıyor. Onlarca ölü var. Saatlerce o gün 3G bağlantısı yapmışım. Yorgun düştük. 24 saatin sonuna yaklaşmışım sadece gördüklerimi anlatıyorum ve o deneyimsizliğe rağmen. Sonra bilgisayarımı açtım, haber yazıp merkeze göndereceğim. Maillerime bakarken bir izleyicinin mailini gördüm. Düşünün ilk habercilik deneyim zaten sarsılmışım, orada insanlar ölmüş. Saatlerce ekranda kalmışım. Benim yüzümde  makyaj yok,daha doğrusu kalmamış. İzleyici mailinde bana şunu yazmış: “Makyajsız bir “halta” benzemiyorsun.”  O sahneye bakıp benim makyajsız halimi gören bir beyin yapısına çok acıdım. Orada insanlar hayatını kaybetmiş, yüzlerce insan evsiz kaldı. Sen o sahneye bakıp ha bu da makyajsız güzel değilmiş diyorsan burada hastalıklı bir ruh hali var.


Bayağı vahim ve son derece ilginç bir olay... Ama habere çok yakıştın ve artık sporla değil haberci olarak anıyoruz seni.

      -  Haberi çok seviyorum. Soru sormayı. Konukları konuşturmayı. Sanırım soru sormadan yaşayamam, hayatımın bir parçası oldu.

Medyada kadın olmak zordur, bunu en iyi bu sektördeki biz kadınlar biliriz… Hırslar. Çekişmeler. Rekabetler. Simge Fıstıkoğlu hiç böyle hırslı kişilere denk geldi ve onlarla mücadele etmek zorunda kaldı mı? Ve hiç bu yüzden pes ettiği oldu mu?

- Spor servisinde çalışırken bu anlamda çok rahattım, çünkü tek kadın üyeydim orada. Ama şunu söyleyeyim. Ben ayrımlara inanmıyorum. Benim için hırslı kadın, hırslı adam yok. Hırslı insan var, ihtiraslı ve dikkat edilmesi gereken insan var. Bir de işini iyi yapmayan ve işini iyi yapamayan insanlar var. Ben erkek sunucu kadın sunucu ayrımını da reddediyorum. İyi sunucu ve kötü sunucu vardır. Ben böyle bir kadın hırsı ile hiç karşılaşmadım. Karşılasam da böyle bir hırs yüzünden asla mesleğimi bırakmazdım.

Bence de bırakma mesleği, çünkü seviliyorsun bu sektörde.

  -Biliyor musun “Senede bir kere böyle avuçlarımı sıkıp ben bırakacağım bu işi bir balıkçı kasabasına yerleşeceğim, organik tarım yapacağım“ dediğim oluyor.

Niye çok mu patlıyorsun, neye kızıyorsun bu kadar?

- (Gülüyor) Evet bu işin stresi, bu ülkedeki gündemin yoruculuğu, yoğunluğu. Senede bir kez ağlayarak gerçekten gitmek istiyorum.  Sonra sabah utandığımda işe gidiyorum hem de koşa koşa (kahkaha atıyor).



Buralara kadar geldim, ne güzel de vakit geçirdik, sormazsam olmaz. Peki son olarak şunu sorayım; Medyaradar’la ilgili ne düşünüyorsun?

- Önce seninle başlamak istiyorum. Benden çalışkan olduğuna inandığım birisin. “Twitter’ın haberci divası” diyorum sana. İşine duyduğum saygıyı takdir ediyorum. Medyaradar ise medyada olup bitenlerin doğrusunu öğrenmek için çok doğru bir adres. Ben her siteye itibar etmem, biraz mesafeliyim ama Medyaradar takdirlik bir site…

Beni çok utandırdın Simge, ne güzel sözler bunlar… Bir de senden duymak... Gerçekten hem çok güzel, hem başarılı hem de mütevazılığı bir araya getirmek zor, hepsi sende birleşmiş. Seninle olmak çok güzel; özel bir gündü. Teşekkür ediyorum bu büyük samimiyet ve güzel yürek için…