Röportaj
02 Şub 2014 11:36 Son Güncelleme: 23 Kas 2018 15:54

Gürkan Zengin Al Jazeera Türk'ü anlattı! 'Yandaş demeleri rahatsız etmez çünkü...'

Geçtiğimiz günlerde online olarak yayına giren ve bir yıl sonra da televizyonu devreye girecek olan Al Jazeera Türk'ün haber koordinatörü Gürkan Zengin Radikal'e konuştu.

40 ülke ve 70'in üzerinde noktada haber büroları bulunan medya devi Al Jazeera, markasını Türkiye'ye taşıdı. Şimdilik online olarak yayına giren, bir yıl sonra da televizyonu devreye girecek Al Jazeera Türk'ü, Radikal'den İpek İzci haber koordinatörü Gürkan Zengin'le konuştu.Bir yıl sonra televizyon kanalı açılacak olan Al Jazeera Türk’ün haber portalı, mobil uygulamaları ve dijital dergisi geçen günlerde yayına girdi. 23 yıllık gazeteci Gürkan Zengin’le, haber koordinatörlüğünü üstlendiği Al Jazeera Türk’ü konuşmak için bir araya geldik, haberlerde Esad yerine Esed ismini kullanmalarına ve henüz yayına bile girmeden yapılan tensikatlara da değindik...

Al Jazeera Türk, kaç yıllık bir emeğin ürünü?

Üç yıl denilebilir ama ortaya çıkan şu son ürünün yani internet sitemizin geçmişi 3.5-4 aylık. TV için yola çıkıldı fakat bina bulunamadı, bulunan binalar oldu ama sonra vazgeçildi. Doha ve İstanbul’da üst yönetim değişiklikleri oldu vs… Bütün bunlardan sonra bir bina bulundu ve TV yayını için hazırlıklar başladı. Baktık, inşaat faaliyetleri bir yıl daha sürecek. Bir karar vermemiz gerekti: Bu ekiple bir yıl daha televizyonu beklemek mi online olarak başlamak mı?

İkincisini tercih ettiniz.

Evet, çünkü bunun bizi yeniden hayata döndüreceğini düşündük. Bu üç yılda meslekten uzak kalmıştık, haber kaynaklarıyla irtibatlarımız kesilmişti; bütün devrimler olurken, bütün bu olaylar yaşanırken biz dışarıda kalmıştık. Buna bir yıl daha katlanmayalım dedik. Dört ay boyunca birtakım eğitim ve dönüşüm çabalarından sonra online dünyaya geçiş yaptık.

O üç yılın son dört ayına gelene kadar bu kadar gazeteci ne yaptı?

Çok ciddi televizyonculuk eğitimleri aldılar, saha tecrübeleri yaşadılar. Belli bir dönemde 10 muhabirimizi, kameraman ve prodüktörümüzü dünyanın 10 ayrı bölgesine gönderdik, bir ay boyunca haber göndermelerini istedik. Suriye olayı patladıktan sonra biliyorsunuz, İstanbul uluslararası trafiğin merkezlerinden birine dönüştü. Hatay’dan başlayarak bütün Suriye hattında önemli gelişmeler oldu ve bizim ekipler network’ün yayında olan kanallarına sahada destek verdi. Son iki yıl içinde bu bizi hem diri tuttu hem de ciddi bir know how transferi oldu. Ayrıca arkadaşlarımızın önemli bir bölümünü 3-4 aylık periyodlar için Doha’ya gönderdik. Doha’da Al Jazeera America’nın kuruluş sürecinde Amerika’ya pek çok Al Jazeera English çalışanı gönderilmiş, bir açık doğmuştu. Bu açığı bizim haber merkezinden ve teknik servisten insanlar kapattı. Belli dönemlerde iyice bunalıma girdiğimiz oldu tabii. Ama sadece kendimiz izleyebilmiş olsak da her gün en az bir ya da birkaç bülten hazırladık. Haber paketleri, konuklar, söyleşiler, aklınıza gelebilecek her şeyi yaptık. Ama şurası kesin, bu üç yıl boyunca gerçek yayında olmamanın ıstırabını hepimiz iliklerimize kadar hissettik.

23 yıllık bir haberci geçmişiniz var. Sizin için nerede duruyor bu çalışmalar?

Türkiye’nin içine girdiği bu dönemde medyamızın Al Jazeera üzerinden ikinci tarihi fırsatı yakaladığını düşünüyorum.

İlki neydi?

CNN’di... CNN International 1999’da Türkiye’ye geldiğinde, o fırsat değerlendirilmesi gerektiği kadar değerlendirmedi. Ben 10 yıl orada da çalıştım, biliyorsunuz. Dünyanın en önemli network’lerinden biridir CNN International ama imkânlarını CNN TÜRK’e yansıtmadı. CNN International’ın ne bürolarını kullanabildik, ne muhabirlerini... Al Jazeera ise tam tersi; Al Jazeera Türk’e bütün bürolarını ve muhabirlerini açıyor, muazzam bir training, know how transferi var. Dahası marka kıskançlığı da üst düzeyde.

Marka kıskançlığı derken?

Al Jazeera network, Türk projesiyle yeni bir pazara giriyor. Logo’yu basar gideriz, bir daha arkamıza bakmayız diye bakmıyorlar. Markanın korunmasına, bu yeni piyasada yıpratılmamasına çok önem veriyorlar. Biz de geçmiş tecrübelerimizden bunun kıymetini biliyor ve buna göre davranıyoruz. Benim için böyle bir anlamı var Al Jazeera Türk’ün. Çok da büyük konuşmak istemiyorum ama düzgün bir habercilik yapacağız.

Kanal ne zaman yayına girecek?

Bir yıl sonra diye ümit ediyoruz. İnşaat devam ediyor Topkapı’da, onu bekliyoruz.

Al Jazeera Türk’ün nasıl bir duruşu olacak?

Asla taviz vermeyeceğimiz üç prensibimiz var: Doğruluk, tarafsızlık ve insan odaklı olmak. Bunlar gazetecilik ilkeleri olarak söylenir hep ama hayata ya geçmez ya da tatminkâr şekilde geçmez. Biz burada iddialıyız. Haberi hızlı verelim, ‘en önce’ verelim diye bir hırsımız yok ama ‘doğru verelim’ diye bir derdimiz var. Haber geç verilebilir, ‘yanlış’ verilemez. Amacımız, “Al Jazeera Türk verdiyse, doğrudur” dedirtmek.

Program servisi ne üretecek?

Program servisimizin çıkartacağı işlerde haberden bile daha iddialıyız. Türk kamuoyu ilk kez bu kalitede haber belgeselleriyle tanışacak. Ve sadece haber belgeselleri olacak, endişeye mahal yok...

Hükümetin medyaya baskısı ortadayken, bağımsız kalacağınızı garantileyebilir misiniz peki?

Hükümetle, muhalefetle, öteki güç merkezleriyle herhangi bir ticari, siyasi, organik ilişkimiz yok. Bu imkânınız varsa ve eğer siyasi mülahazalardan, ideolojik önyargılardan uzak bir habercilik yapıyorsanız, gazeteciliği gazeteci gibi yapıyorsanız Türkiye’de haber yapmanın önünde ciddi bir sıkıntı görmüyorum ben.

Türkiye’deki olumsuz etkiler, Al Jazeera Türk’e yansımaz mı?

Bazı siyasilerin basın algısının sorunlu olduğu ortada. Geldiğimiz noktada herkes kendi basınını istiyor. Biz gazeteciler kendi meslek ilkelerimizde sağlam durur, doğru ve tarafsız bir dil tutturabilirsek herkes için faydalı olur. Biz Al Jazeera olarak öyle yapacağız.

Al Jazeera Türk için kimi yandaş diyor kimi hükümet karşıtı. Yorumunuz?

Bu bizi rahatsız etmez çünkü Al Jazeera Türk’ün çizgisine uygun bir algı oluşuyor; doğru iş yapıyoruz demektir, zira hayat da haber de sadece siyah ve beyaz değil.

Yandaş demeleri rahatsız etmez mi yani?
Eğer bir kesim de “Bunlar hükümet karşıtı” diyorsa etmez. Hükümet karşıtı demeleri, hükümet yanlısı da diyorlarsa, rahatsız etmez. Kürtçü demeleri Türkçü de diyorlarsa rahatsız etmez. Hayatın akışı içinde haber yapmaya çalışıyoruz, algıları kontrol edemeyiz. O haber kimi zaman şu grubun, kimi zaman bu grubun işine geliyor; kimi zaman şu grubu kimi zaman bu grubu rahatsız ediyor. Anlık tepkilerle sizinle ilgili değerlendirmeler yapılıyor. Yapılsın. Bir süre sonra herhangi bir gruba yakın olduğumuz için haber yapmadığımızı kamuoyu anlayacak.

Haberlerde Esad yerine Esed’i kullanıyorsunuz…

Ben iki kitap yazdım, birincisinde Esad, ikincisinde Esed dedim.

Neden değişti?

Adamın adının Esed olduğunu, ayıptır söylemesi Türkiye’nin büyük bir bölümü yeni yeni öğreniyor. 80 yıldır Ortadoğu’dan uzaktık, üç liderin ismini bilirdik, onlardan birinin ismini de yanlış biliyormuşuz. Adamın adı gerçekten de Esad değil, Esed’miş ve Arapçada ‘aslan’ anlamına geliyormuş. Beşşar Esed, ‘müjdeleyen aslan’ demekmiş.

Ama Türk medyasında Esad’ın Esed’e dönüşmesi siyasi bir mesajdı.

Bizde maalesef böyle algılar var, ama Allahaşkına böyle siyasi mesaj mı olur? Adamın adı bu.

Ne zaman öğrendiniz Esed olduğunu?

İlk kitabı yazmadan önce duymuştum ama kimisi öyle kimisi böyle diyordu. 2005’te adamla Şam’da röportaj yaptım, “Esed misiniz Esad mısınız?” diye sormak aklıma gelmedi valla. Kötü gazetecilik!... Sonra Al Jazeera’da Ortadoğu alanına biraz daha fazla girip bölgeden insanlar, yazar çizerlerle konuştukça durum iyice vuzûha kavuştu.

Al Jazeera Türk’e dönersek... Demişsiniz ki “Buradaki örgütlenme, Türkiye’deki diğer haber merkezlerinden farklı bir örgütlenmeye sahip.” Bu tam olarak ne demek?

Burada şaşırarak öğrendiğimiz yeni bir haber merkezi organizasyon şeması var.

Nedir farkı?

Haber müdürümüzün unvanı input manager. Bir de output manager’ımız var. İki müdür var yani: Biri, sahadaki muhabirlerimiz, kameraman ve prodüktörlerle ve onların getirdiği içerikle; ötekisi içeriden, haber merkezinden üretilen haberlerle ve ekrana yansıyan alanlarla ilgileniyor. Adını Türkiye’deki belki de hiçbir televizyoncunun duymadığı pozisyonlar var. Girmeyeyim ayrıntılara.

Al Jazeera Türk’te bir tensikat sırasında “Siyasetçi değiliz, STK değiliz. Taraf olduğunuz yerde başınıza iş alacaksınız. Daha beter dalgalar yaratacak kararlılıktayım. Bütün tweetleri kapatırım...” dediniz mi?

Evet, dedim. Dünya çapında bir organizasyonunun bir parçası olmak, finansal bağımsızlık, buradaki üst yönetimin doğru mesleki parametrelerde olması vs. Bu kadar değerli bir imkânı, durumu kavrayamamış bazı çalışanların heyecanına kurban edemeyiz. Doğruluk ve tarafsızlıktan taviz veremeyiz. Ülkede harareti yüksek siyasi tartışmalara, onların bir tarafı olarak katılan Al Jazeera çalışanına bizim haber merkezinde yer yok. Gazetecilerin politik perspektifleri olur, olmalıdır. Ama bunlar haber içeriğini etkileyemez. Haber bize ait bir şey değildir, halkındır.

Taraflı haber yazmak mı yani işten çıkarılma gerekçeleri?

Her haber merkezinde kurumun prensiplerini ve hassasiyetlerini içselleştirememiş personel olur. Bizde de oldu.

Ve hemen kovuldular mı?

Tabii ki hayır, birkaç kez uyarıldılar.

‘Topluma haberin ulaşmaması söz konusu değil’

"Türkiye’de herhangi bir şeyin saklanabileceğini düşünmüyorum. 'Bir haber var ve bu, hükümet baskısı yüzünden verilemiyor' gibi şeylere inanmıyorum. Burada verilemiyorsa, orada verilir. A gazetesi hükümet yanlısıysa, B gazeteci hükümet karşıtı çünkü! Getirin belgeyi, bakalım söylenebiliyor mu, söylenemiyor mu? Kısacası topluma haberin ulaşmaması diyen bir şey söz konusu değil, tek mesele nasıl ulaştığı... Doğruluk önemli. Al Jazeera Türk de burada önemli bir yere oturacak. Çok sürmez, televizyona kadar bu kimlik ve algı meseleleri oturmuş olur kamuoyunun gözünde."