Güldürü programlarının yeni misyonu: İzahı olmayan şeylerin artık mizahı var!

Modern dünyada Nasreddin Hoca, tabiri caizse o meşhur kavuğunu televizyonlardaki mizah programlarına devretmiştir. İşte size örnek olarak Güldür Güldür ve Çok Güzel Hareketler isimli programlar…

Gülmek devrimci bir eylem ise güldürmek de zeki insanlara bahşedilen özel bir yetenektir… Hiç kuşkusuz Nasreddin Hoca buna verebileceğimiz en iyi örnektir. Fıkralarını dinleyip de gülmeyen yoktur. Klasik söylemle yüzyıllardır hem güldürmüş hem de düşündürmüştür.  Mizahın dünyanın en iyi iletişim araçlarından birisi olduğunu bilgeliğiyle bizlere kanıtlamıştır. Fıkralarında kimi zaman şark kurnazlarına, kimi zaman zekâsını kötü yolda kullananlara, kimi zaman da otoriteye göndermeler yapmıştır. İnsanları güldürerek de bazı şeylerin eleştirilebileceğini anlatmıştır.

Modern dünyada ise Nasreddin Hoca, tabiri caizse o meşhur kavuğunu televizyonlardaki mizah programlarına devretmiştir. İşte size örnek olarak Güldür Güldür ve Çok Güzel Hareketler isimli programlar…

Her ne kadar siyasi mizahın ustası Levent Kırca’nın ‘Olacak O Kadar’ı gibi olamasalar da suskunluk sarmalından geçtiğimiz şu günlerde hepimize iyi geliyorlar. Giderek çölleşen ruhumuzu yeşertiyorlar.

Mesela; haber bültenlerinin neredeyse tamamına yakınında bugünlerde pek de duymadığımız derin yoksulluğu,

Mesela; kendilerini de eleştirerek, televizyon kanallarının halkın gerçeklerinden nasıl koptuğunu,

Mesela; Neo klasik ekonomi düşüncesinden, epistemolojik bir kopuşu temsil eden, heteredoks yaklaşımın bizi nerelere getirdiğini,

Mesela; işsizliği, sığınmacı sorununu, yönetenlerin halkın problemlerine olan ilgisizliğini ve daha pek çok şeyi…  

İzliyoruz ve gülüyoruz…

Güldükçe farkına varıyor, farkına vardıkça da halimize üzülüyoruz…

Aynı zamanda birilerinin bizimle empati yapmayı başarabilmiş olduğunu görmenin mutluluğunu da hissediyoruz. Lakin yüzümüzdeki gülümseme dakikalarla sınırlı kalıyor. Yüzümüzde gülücükler oluşturan o skeç bitiğinde, boyun eğmemiz gereken ve değişmeyen kaderimizle baş başa kalıyoruz.

Elbette fark ediyoruz…

O, göndermelerle dolu skeçleri hazırlarken kılı kırk yararcasına gösterdikleri hassasiyeti…

Oyuncuların yüzüne yansıyan “acaba birilerini kızdırmış olabilir miyiz?” tedirginliğini…

Zira yasalar “Benim işim güldürmek” diyenler için de geçerli. Hele ki birkaç gün önce çıkan Sansür Yasası’nın daha imzası bile kurumamışken…

Üstelik, senin savunduğunu savunmayanların, senin düşündüğünü düşünmeyenlerin de bu coğrafyada aynı havayı soluduğunu hatırladıkça…

Aziz Nesin’in mizah anlayışının, yönetenler tarafından hep sakıncalı ilan edildiğini gördükçe…

George Orwell’in “1984” romanının bir bölümünde şu cümleler geçiyor:

“Bağlılık düşünmemek demektir, düşünmeye gerek duymamak demektir. Bağlılık bilinçsizlik tır.”

Yaşadığımız pek çok olumsuzluğun o bağlılığın yarattığı sorunlardan kaynaklandığını hepimiz çok iyi biliyoruz.

Ama olsun…

Yine de şunu unutmamak gerekir…

Mizah, toplumsal bilinç oluşturmak adına en önemli iletişim araçlarından biridir. Bazen gerçekleri doğrudan söylemek yerine espriyle karışık anlatmak daha etkilidir. Biz de güldürü programlarında son günlerde giderek atan eleştirel mizah içerikli skeçlerden bir kez daha anlıyoruz ki: “Asıl işi halkın sorunlarını dile getirmek olan gazeteciler işini yapmıyorsa, ya da yönetenler sizi anlamıyorsa mizah da bunun bir başka yöntemidir.”

Ayrıca sizin de çok iyi bildiğiniz gibi: İzahı olmayan şeylerin ancak mizahı yapılır...