Medya
15 Oca 2012 13:10 Son Güncelleme: 23 Kas 2018 13:13

GENETİĞİ BOZUK TÜRKÇE İLE YAZAN ‘MÜREKKEP HOKKA'BAZI! PERİHAN MAĞDEN'İ YERDEN YERE VURDU!

Sabah Pazar yazarı Ferhat Ünlü, Taraf yazarı Perihan Mağden'i sert bir yazıyla eleştirdi.

SABAH Pazar yazarı Ferhat Ünlü, Taraf yazarı Perihan Mağden’i sert bir yazıyla eleştirdi. Ünlü, Mağden için “Genetiği bozuk Türkçe ile yazan ‘mürekkep hokka’bazı”, “çeşme başı münevveri”, “Frodo’nun yüzüğünü ele geçirmeye çalışan mutant Smeagol” diye yazdı. İşte Ünlü’nün tartışma yaratacak o yazısı:

Siyasetin ’Frodo’su, medyanın ’Smeagol’u

NY Times, Başbakan Erdoğan’ı, zaman zaman elindeki yüzüğün büyüsüne kapılsa da sonunda gezegeni kurtaran Frodo’ya benzetmiş. Bu yazıda Frodo’ya kılavuzluk yaptığını ileri süren, ama aslında yüzüğü ele geçirmeyi hedefleyen Smeagol’ların öyküsünü okuyacaksınız.

Bir zamanlar devlet güvenlik mahkemelerinin, şimdilerdeyse özel yetkili mahkemelerin bulunduğu Beşiktaş’taki Boğaz’a nazır binada konuşlanmış İstanbul Adliyesi yine yoğun günlerinden birini yaşıyor. Binanın içinde sorgulanmakta olan şüpheli, bu defa daha ’üst düzey’ biri -eski bir genelkurmay başkanı- olduğu için medyanın ilgisi epey yoğun.

İlker Başbuğ, ’İnternet Andıcı’ soruşturmasında savcıya şüpheli sıfatıyla ifade veriyor. O sırada sosyal medyada ’tutuklanacak mı tutuklanmayacak mı’ bahisleri açılıyor. Ve nihayet 7 saatlik bir sorgunun ardından bir dönemin erkan-ı harbiye umumiye reisi, Türk ordusunun eski başbuğu savcının yanından çıkıyor. Genelkurmay başkanlığı dönemindeki basın toplantılarında olduğu gibi yorgun ve öfkeli. Sanki tutuklanacağını biliyor. Nitekim İstanbul Nöbetçi 12. Ağır Ceza Mahkemesi, sorgunun ardından Başbuğ’u tutukluyor. Suçlama, ’silahlı terör örgütü yöneticiliği ve hükümeti ortadan kaldırmaya teşebbüs’. İlker Başbuğ, adliye çıkışında "Türkiye Cumhuriyeti’nin 26. Genelkurmay Başkanı terör örgütü kurmak ve yönetmek suçundan tutuklanmıştır. Takdir yüce Türk milletinindir," diyor. Sonra bir arabaya bindiriliyor ve Türkiye tarihinin darbe dönemleri dışındaki ilk tutuklu eski genelkurmay başkanı olarak Silivri Cezaevi’ne götürülüyor.

’MÜREKKEP HOKKA’BAZI

İlker Başbuğ’un cezaevine gitmeden önceki sözleri, genlerinde darbe geleneği olan bir ordunun yöneticiliğini yapmış insanların bile o menhus gelenekten büyük oranda sıyrıldıklarını ve takdiri millete bırakabildiklerini gösteriyor. Askerler bile takdiri millete bırakırken, takdiri millete bırakmamakta direnen küçük bir medya azınlığı var. Bu azınlığın üyelerinden biri -ismini de verelim- Perihan Mağden, "Ordu millet elele" sloganıyla dalga geçen ucuz bir başlığın altına döşediği GDO’lu köşe yazısıyla milletin seçtiklerini aklı sıra hizaya getirmeye, tahakküm altına almaya çalışıyor.

Genetiği bozuk Türkçesi ile yıllardır kendini büyük yazar, hatta edip olarak pazarlayan bu postmodern ’mürekkep hokka’bazı, memleketin -Taksim’deki mekânlardan kalkıp da gidemediği bütün köşelerinden oy almış bir partiye siyaset öğretmeye kalkıyor. En fazla çeşme başı muhabbetlerine yakışacak bir üslupla münevverlik taslıyor. Derken hızını alamıyor, Hürrem Sultan gibi ihtirasına, öfkesine yenilip bağırıp çağırmaya, saldırganlaşmaya, hakaret etmeye başlıyor. Böylece kaleminin ne kadar iktidarsız olduğunu anlıyoruz.

Bu zatın yazdığı gazeteyi; dağlara gel dağlara diyerek Kürtleri Grup Yorum edasıyla dağlara çağıran, AK Parti’den BDP’ye bütün partilere, ordudan sivil topluma bütün kurumlara, Türk’ünden Kürt’üne memleketin bütün asli unsurlarına ayar verirken en ufak bir eleştiriye tahammül göstermeyen bir genel yayın yönetmeni yönetiyor.

TUTUKLULUK ELEŞTİRİLERİ

Bu yazarlara, Türkiye’de yapılmak istenen şeyin ne olduğunu tersinden anlatmak lazım belki de. Yapılmak istenen herhalde devleti, devletin kurumlarını, milleti birbirine düşürmek, iç savaş çıkarmak değil. Maksat, vatandaşına saygılı, güçlü ama demokratik bir devletin temellerini atmak... Ancak nedense bu yazarlar, yeni devletin harcına sürekli ’çatapat’, ’kızkaçıran’ gibi mikro dinamitler koyuyorlar. Kendi işlerini bırakıp siyaseti, devleti dizayn etmeye çalışıyorlar. Bir zamanlar Erdoğan için "Muhtar bile olamaz," diyen Ertuğrul Özkök’ün yaptığı şeyi yapıyorlar yani.
 Tutuklanması, daha önceki bazı tutuklamalar gibi tartışma yaratan İlker Başbuğ için ise Alparslan Türkeş’in "Kendimiz içerideyiz, fikrimiz iktidarda," sözünden ilhamla şöyle söylenebilir: Eğer kendisi içerde ve düşüncesi askerdeyse ortada tuhaf bir durum var demektir. Çünkü yeni ordu, Cemal Gürsel’lerin, Cemal Madanoğlu’ların, Kenan Evren’lerin, Çevik Bir’lerin ordusu değil, Rüştü Erdelhun’un torunlarının, Hilmi Özkök’lerin ordusu. Böyle bir durumda zaten darbe tehdidi yok demektir. Eğer Başbuğ darbe hazırlığı suçu işlediyse de türünün son örneğiydi demektir. Bunu yargılama sonucunda anlayacağız.

İlker Başbuğ, Üç Boyutlu Portre’de sözü edilen ikinci GK Başkanı. İlki Işık Koşaner’di. Koşaner için "TSK’yı CEO gibi yönetecek," demiştik. Haklı çıktık, hakikaten CEO gibi profesyonelce yönetti, istifası da profesyonelce oldu. Koşaner’le ilgili yazının sonunda gelecekte darbe tehdidi olmayacağı için genelkurmay başkanlarının portresini yazmaya bile gerek kalmayacağını söylemiştik. Bu da Türkiye’nin normalleştiğinin göstergesi olacaktı. Hâlâ genelkurmay başkanlarını yazdığımıza göre birileri Türkiye’nin normalleşmesini istemiyor olmalı.
Bu arada... New York Times, Başbakan Erdoğan’ı, Yüzüklerin Efendisi’nin -zaman zaman yüzüğün büyüsüne kapılsa da sonunda gezegeni kötülüklerden kurtaran- Frodo’suna benzetmiş. (Haklarını teslim etmek lazım, bu ecnebi yazarlar soyutlama işini iyi biliyorlar.) Ben de bu metinde bahsi geçen yazarları -kontes Dracula Perihan Mağden’den başlayarak- Frodo’ya kılavuzluk yaptığını ileri süren, ama aslında yüzüğü ele geçirmeyi hedefleyen mutant Smeagol’a (namı diğer Gollum) benzetmeyi öneriyorum.

SİYASETÇİ MİSİN GAZETECİ MİSİN?

Siyaseti dizayn etmeye çalışan bazı gazeteciler, Uludere olayından sonra serinkanlı analizler, eleştiriler yapmak yerine önceden idmanlanmış gibi harekete geçtiler. Şimdi de dış basında tutukluluk sürelerinden ötürü Türkiye, "Jüristokratik eğilimlere dikkat," uyarılarına muhatap olurken yargıyı kışkırtmaya çabalıyorlar. Ne bekliyorlar? 27 Nisan E-Muhtırası’nda ve öncesinde askeri bürokrasiye eyvallah etmemiş bir iktidarın, "28 Şubatçı dizayn çabaları kokan ’Ayağını denk al, yoksa fena yaparız’ yollu küçük medya tehditlerine boyun eğmesini mi...

Siyaseti üstü kapalı tehdit edenler, yeni devlet gelecekte soruşturma konusu olacak hataları, haksızlıkları yapmamaya çalışırken kurumları sürekli birbirine karşı fiştekleyip güç devşirmeye çalışıyorlar. Kurumlar kavga etmezlerse onlara ekmek çıkmayacak çünkü. Türkiye’nin geleceğe hazırlanması için kurumlar arası uyumun sağlanması, iç çatışmaların sona erdirilmesi, yeni anayasanın yapılması ve Kürt sorununun çözülmesi şart. Yoksa bu yazarlar aslında bunu istemiyor da istiyormuş gibi mi yapıyorlar. Öyle ya, atanmış İlker Başbuğ bir yana seçilmiş milletvekillerinin ya da gazetecilerin tutuklu yargılanmasından bir demokrasi zaferi türetmeye çalışanlar onlar değil mi? Mamafih yaman bir çelişkiyle, seçilmiş BDP’li belediye başkanları hadi neyse de silahlı efendileri tarafından atanmış KCK sanıklarını savunanlar da onlar değil mi?
İran’a müdahale olasılıkları, Irak’taki muhtemel mezhep çatışması ve Suriye’deki karışıklıkların devam ettiği ve böyle bir iklimde Türkiye’de kurumlar arası çatışmalara son verilmesi gerektiği aşikârken bu yazarlar, "Ben istediğimi elde edeyim de ülke yanarsa yansın," diyorlar. Ama şunu unutuyorlar: Öteden beri bu topraklarda değişim; ekonomi, bürokrasi, medya ve sanatın gücüyle değil, siyasetin lokomotifliğinde gerçekleşti. Lokomotif durursa tren de durur. İleride herkesin içinde olduğu treni soymaya hazırlanan haydutlar, kulağını raylara dayamış beklerken lokomotife vurursanız herkesle birlikte siz de zararlı çıkarsınız.

Gerçekten demokratikleşmiş bir ülke, gündemi yargı tutuklamalarının değil, siyasetin ve demokratik tartışmaların belirlediği bir ülkedir. Bu ülke yakın geçmişte parti kapatma davalarının ve askeri darbe dönemlerinde tutuklamaların gündem belirlediği zamanları da ziyadesiyle yaşadı. Yetmedi, hukuk eliyle siyaset yapan 367 Sabih Kanadoğlu, Abdurrahman Yalçınkaya ve onların atalarını da gördü. Başbakan Erdoğan’ın "Cübbenizi çıkarın da gelin," dediği siyaset meraklısı hukukçulardı bunlar. Geleceğin Türkiyesi, liderlerin hiç kimse için böyle sözler söylemek zorunda kalmayacağı bir ülke olmalıdır.