İnfial
02 Tem 2015 13:37 Son Güncelleme: 23 Kas 2018 17:42

Gazetecilik yoksa ne “İslamcısı” ne de başka bir şey olur!

Medyaradar medya-siyaset analisti Atilla Akar, Zaman Gazetesi Genel Yayın Müdürü Ekrem Dumanlı’nın “İslamcı gazetecilik bitti!” başlıklı yazısından hareketle bir tartışmaya dönüşeceği anlaşılan konuya kendi cephesinden farklı bir yorum getirmeye çalıştı.

Biliyorum; şu an herkes meclis başkanlığı sonuçlarına ve hükümet formüllerine yoğunlaşmış vaziyette. (Laf aramızda bende bezdim artık!) Kimse medyanın hele de teorik sorunlarına kafa yormak istemeyebilir. Olsun, ben gene de ele almaya çalışayım. Yoksa hangi Meclis Başkanı hatta Başbakan bu sorunu çözebilir ki? Tabii isterse daha da karıştırabilir o başka!..

İşte tam şu sıralar ZAMAN Gazetesi Genel Yayın Müdürü Ekrem Dumanlı’nın “İslamcı gazetecilik bitti!” (29.06.2015) başlığıyla bir yazısı yayınladı. Doğrusu mühim tespitlere dayalı olduğunu düşündüğüm yazıda geçen çoğu saptamaya katılmamak elde değil. Ben kendi payıma önemsedim. Lakin bu yazı Ekrem Dumanlı’ya bir cevap yazısı olarak –öyle görünse bile- ele alınmadı. Dumanlı’nın yazısı bu yazının olsa olsa “vesilesi” olabilir ancak…

Bu arada Dumanlı’ya SABAH Gazetesi’nden Fahrettin Altun “İslamcılık ne güzeldi oysa!” (02.07.2015) başlıklı bir cevap yazısı yazmış.(Milat'tan Adnan Karakaş'ın dünkü 'İslamcı gazetecilik meselesi' başlıklı yazısını da unutmamak lazım) O yüzden zaten dün akşam yazmaya başladığım ve ilk anda ancak yarıladığım ve bugün mecburen revize ederek tamamladığım bu yazı o polemiğe de bir cevap değil. Çünkü belli ki kaygılar başka. İşin içine gene malum “paralel” tartışmaları girmiş. Benden uzak dursunlar yeter!

Dolayısıyla onlar için bir “hesaplaşma” konusu olan şey (Aslında bir türlü “nihai hesaplaşamama” konusu!) benim için sadece bir “acaba?” ve “niye?” meselesi. O yüzden onların birbirlerine “dokundurmaları”nın niyeti, hesapları farklı olabilir. (Örneğin birinin hesabı Erdoğan’a saldırmak ötekinin savunmak gibi.) Beni işin oraları bağlamaz, hiç derdim değil. (Bu manada taraflarla özel bir problemim yok) Hatta bu anlamda bana “yabancı” bir tartışma bile denebilir…

Neyse, devam edelim; Dumanlı örneğin “İslâmcı gazetecilik bitti. Belki de hiç var olmamıştı. Hep bir taklidin, özentinin içinde debelenmişti. İslamcı medyanın yöneticileri büyük çoğunluğu itibariyle gazetecilik mesleğinin felsefî arka planını, geçirdiği tarihî değişimi bilmiyordu zaten. Merak da etmiyordu.” diyordu. Aynı şekilde  “İslamcı medya iktidarın güç zehirlenmesi karşısında yerle bir oldu. Zaten köklü bir medya teorisi bilmiyor, pratikteki doğru-yanlış cetvelini çözümleyemiyorlardı.” demekteydi.

Yahut “En temel dinî hassasiyetlerini kaybettiler. Yıkılası bir ihtiras uğruna insanları kamplaştırma, toplumu bölme, ötekileştirme, nefret duyguları uyandırma ve bunların hepsini yaparken devletin hoyrat gücünü insanların üzerine sürme metodunu tercih ettiler.” sözleri gibi.

Şüphesiz Dumanlı bunları yazarken, kendisinin de vurguladığı gibi daha ziyade “Havuz medyası”nı kastediyordu. Lakin olaya ve yakın geçmişe daha bütüncül bakıldığında bu eğilimin aslında herkesi kapsadığı söylenebilirdi. Yani Dumanlı’nın da dahil olduğu medya aynı eğilimden hiçbir zaman muaf olmamışlardı. Söz konusu cenahın -şu veya bu ölçüde- hep “gazeteleri” ve “gazetecileri” olsa da “gazeteciliği” bu yüzden tartışmalı ve defolu kaldı bir yanıyla. Şimdi eğer bu sorgulanıyorsa herkes için geçerli külli bir “muhasebe” yapılmalı önce. Yoksa “onlar kötü biz iyi” diye bir şey yok. Bu anlamda biten aslında bir “anlayış” ve onu şimdiye dek yürütenler olabilir mi acaba? 

Yoksa daha düne kadar kimlerin kimlere ne yaptığının, hangi, hoyratlıkları mubah gördüğünün, şimdi şikayet ettikleri konularda hangi rekorları kırdıkları malum. Düne kadar aynı kulvarda olanların şimdi “değilmiş” gibi konuşmaları da çok acayip. Özeleştiri, eleştiri iyidir de (Kaldı ki bu yazı bir “özeleştiri olsun” diye yazılmamış belli ki!) insan kendi yaptıklarını da unutmamalı herhalde. Yoksa en doğru tespitler bile manasız kalır!

SEN ÖNCE GAZETECİLİĞİNİ YAP SONRA NE OLACAKSAN OL!

Bunca ters laftan sonra ve ona rağmen “İslamcı gazeteciliği” ne de yazıyı küçümsediğim sanılmasın. (Tersine, demek ki önemsiyorum ki yazıyorum) Ancak İslamcı gazeteciliğin uzun süre “gazetecilik yapma” kaygılarından çok bir var olma, ayakta kalma mücadelesi içinde, bir “araçsal” nesne olarak yaşadığını ve kendisini sürdürdüğünü söyleyebilirim. Şimdi ise iktidar olmanın avantajları ve kibri ile de hepten bambaşka noktalara savrulduklarını gözleyebiliriz. Gazetecilik o cenah için siyasi ihtirasların zırhı olmuştur!

Bu noktada adına “İslamcı gazetecilik” denen olgu zaten “gazetecilik” birikiminden kopuk gelişti ve kendi içinde –zorunlu veya değil- bambaşka misyonlar yüklendi. (Dumanlı’nın tabiriyle “İslamcı medyanın yöneticileri büyük çoğunluğu itibariyle gazetecilik mesleğinin felsefî arka planını, geçirdiği tarihî değişimi bilmiyordu zaten.”) Onlar salt bir iman ve biat duygusu ile işi götürdüler ama yetmediği anlaşıldı. O yüzden “Gene biz yönetelim, bizim ideolojimizi yansıtsın ama doğru düzgün bir medyamız da olsun” dertleri olmadı hiç. Hep “güç biriktirme” peşinde koştular buldukları anda da çuvalladılar. O fırsatı yakaladılar ama çarçur ettiler. Pek “avami” kaldılar. (“Gazetecilik ehliyetleri” yoktu da denebilir!) Neyse, insan ufku, kapasitesi kadar sonuçlar yaratır!

Hülâsa; her tür gazeteciliğin temeli gene gazeteciliktir. Her şey onun üzerine inşa edilir. Temel olmadan bina çıkamazsınız. Gazetecilik olmadan ve yapmadan da ne “İslamcı” ne “solcu” ne de başka bir gazetecilik faaliyeti ortaya koyamazsınız. (Pirinç yoksa pilav olmaz yani!) Yani siz kendinize hangi sıfatı seçer ya da yakıştırırsanız yakıştırın önce gazeteci olmak, gazeteciliğin temel kurallarını bilmek, yaşamak ve kurumlaştırmak zorundasınız. Bu noktada sizin neye inandığınızın hiçbir önemi yoktur. O yüzden karşı tarafta en beğenmediğiniz medya bile bu açıdan daha donanımlıdır.

Tabii buna rağmen yapmaya kalktığınızda siz “gazeteci” değil bir mürit, bir ajitatör, bir propagandist, bir saha komiseri, bir “savaşçı” (en çakmasından!), bir tetikçi olabilirsiniz. Bir kez bu misyona soyunduğunuzda da gelsin karalama, iftira manşetleri, hedef göstermeler, kişilik infazları, can yakmalar, psikolojik manevralar, şartlamalar, ona buna malzeme sunmalar, yalan, çarpıtma haberler (!), çifte standartlar, bilumum utanmazlıklar, vb. lakin bunları yaparken yaptığınızdan en ufak bir rahatsızlık, beis duymazsınız. Çünkü siz bütün bunları “yüce”, “büyük” hatta “ilahi” bir misyon uğruna yaptığınıza inanırsınız. Böylelikle (olmayan ya da kalmayan) vicdanınızı rahatlatır, çarpılmış aklınızla durumu kendiniz için rasyonelleştirirsiniz. Sonuçta kendinize öyle bir kabukla örersiniz ki neleri ezip geçtiğinizin farkına bile varmazsınız. Bugün “totalde” olan ve varılan nokta da budur!

Üstelik şimdi bir de buna “inançsal Saikler”den başka hatta ondan çok başka “maddi” hesaplar, çıkarlar, beklentiler eklenmiş ve çok büyük miktarlarda paralara hükmetmenin getirdiği imkânlar olayı artık bambaşka ve yeni bir “sınıf sözcülüğü”ne çekmiştir. (Yoksa “İslamcılar para kazanmasın, zengin olmasın” diyen yok. Bunun yaparken nasıl ve hangi yaşama kültürüne-ahlaka dayanarak yaptığınız önemli) Bilemiyorum, bu noktada daha fazla ne söylenebilir? Durum ortada zaten…

Kısaca siz önce “gazeteciliği” hedeflemediğiniz, ona yaslanmadığınız, birikiminizi bu yönde sağlayamadığınız, kadro istihdamınızı buna göre oluşturmadığınız, eğitim ve kültürel arka planınızı buna göre düzenlemediğiniz sürece ancak “gazeteciliği olmayan gazeteler, gazeteciliği olmayan gazeteciler” yaratırsınız. Sonra da hep birlikte oturup şikâyet edersiniz “biz niye buralara vardık” diye. Yoksa ha “havuz” ha “cemaat” medyası (Ya da başka bir şey) ne değişir ki?

O yüzden Dumanlı’nın yazısı doğru tespitlerde bulunuyor gibi görünse de arka planı sağlam bir özeleştiriye dayanmadığı, sorunu dışlaştırdığı için –en azından- eksiktir. Çünkü olay gerçekte bir iğne çuvaldız meselesidir yani!.. 

Tekrar ediyorum; kimseyi özel olarak hedeflemek gibi bir niyetim yok. Lakin geldiğimiz aşamada herkesin takkesini önüne koyup “ben ne yaptım, yapıyorum?” diye düşünmesinin vakti geldi de geçmedi mi?..

02.07.2015,

atillaakar@gmail.com