İnfial
07 Nis 2015 16:45 Son Güncelleme: 23 Kas 2018 17:27

Gazeteciliğin “Tarih”le İmtihanı!..

Medyaradar medya analisti Atilla Akar Yeni Şafak'ta yeralan “Atatürk’e Suikast” haberi dolayısıyla gazetecilikte tarihsel konuların nasıl ele alınması gerektiğini yazdı.

Birkaç gündür medyada Yeni Şafak’ta yer alan “Atatürk’ü İsmet İnönü öldürttü” başlıklı iddiadan dolayı yoğun bir tartışma yaşanıyor. Medyaradar medya analisti Atilla Akar da “Atatürk’e Suikast” haberi dolayısıyla gazetecilikte tarihsel konuların nasıl ele alınması gerektiğini belirten bir yazı yazdı.

İşte o yazı:

Tarihi hep sevmişimdir. Okulda da bu konuda fena bir öğrenci sayılmazdım. Düşük notlar aldığımı pek hatırlamıyorum. Her ne kadar bize tarihi sevdirmeyi değil de adeta bıktırmayı hatta nefret ettirmeyi şiar edinmiş bir “Anlayış” söz konusu olsa da tarihin gerçekten anlayabileceğimiz bir şekilde aktarıldığını ise hiç zannetmiyorum.

Bu noktada bize anlatılan ezberci, sadece isim ve rakamlardan ibaret tarihten hoşlanmasam dahi tarihin kendisi hep ilgimi çekmiştir. Lakin mevcut ve hakiki bilgilerimi okul kitaplarından değil, kendi çabamla tarihle ilgili yayınlardan edinebildim. Sonuçta bende çok popüler düzeyde de olsa doğrudan tarih kitabı değil ama tarihle ilgili çalışmalara imza atabildim. Bu yönümü ve açlığımı biraz böyle tatmin ettim belki de!

Biliyorum; bizim gazeteciliğimiz ve gazetecilerimiz aslında tarihi pek sevmez. O yüzden tarih pek az yer tutar bizim medyamızda. (Eskiden öyle değilmiş. Bir dönemin gazeteleri “Pehlivan tefrikası” tadında olsa da tarih dizi yazılarına, tarihi şahsiyetleri, olayları anlatan yazılara, bölümlere geniş yer verirdi. Şimdi hafta sonları belki biraz değiniyorlar o kadar. Bu “Misyon” bazı TV programlarına kaldı biraz.(Onların eleştirisi de ayrı konu ya neyse!) Sonra da hep birlikte “Ne kadar hafızasız bir toplumuz” diye şikâyet ederiz. Bunda da haklılık payı vardır. Çünkü hakikaten tarih entelektüel bir faaliyettir, her kişinin harcı değildir. İlber Hoca’nın “Caps’leri ve arada ona buna şarlayan (Çoğu kez haklı olarak) çıkışları olmasa tarihçiyi ise hiç hatırlamayacağız. Buna da şükür! 

Neyse, ben aslında Yeni Şafak’taki “Atatürk’ün zehirlenmesi” üzerine etraflı ve daha “Tarihsel” bir yazı yazmayı planlıyordum. Ancak belli ki iş şimdiden bir “İlkesel hatırlatma” yazısına dönecek sanırım. Malum birkaç gündür bu konu gündemde. Bilende bilmeyende konuşuyor. Ve sanırım iş giderek her zamanki gibi “Politize” olduğundan giderek bir “Tarih tartışması” ndan çoktan çıkıyor. Yani bu gibi konulardan amaç hasıl olmuyor bir anlamda. Tarihin kendisi de –herkes için- bir “kavga aracı” haline gelebiliyor.

Malum; aslında “Atatürk’ün zehirlendiği” iddiaları hiç yeni değil. (Bu konuda birkaç kitap bile yazıldı.) Yeni Şafak’ta bu hem bu konudaki iddiaları hatırlatmış hem de kendince bazı “belgeler” eklemiş. Kimi bunları “Deli saçması” kimi de “Vay be!..” duygusuyla okudu. Kimileri bu belge ve bilgilerdeki “hatalara”, ayrıntılara yoğunlaştı. kimileri “esas iddia”ya. Öyle veya böyle tepkiler halen sürüyor.

Benim buradaki asıl amacım “Atatürk, öldü mü, öldürüldü mü?” ya da “Öldürüldüyse kimin tarafından öldürüldü” diye yeni bir tartışma başlatmak değil. Hatta Yeni Şafak’ı yermek yahut övmek gibi de bir derdim yok. Herkes kendi yaptığı yayından sorumludur.

Ben bu tartışma “vesilesiyle” gazetecilikte “tarihsel konuların ele alınışı üzerine” bir “İlkesel hatırlatma” yazısı yazmak istedim o kadar. Tam bu noktada;

1) Tarih konusu güncelden “ayrı” bir konu olarak ele alınamaz. Gazeteler ve gazeteciler günceli hangi sorumluluklarla ele almak zorunda iseler tarihi konuları da aynı şekilde ele almalıdırlar.

2) Gazeteler ve gazeteciler nasıl güncel haberlerde “titiz” olmak, ayrıntılı araştırmak zorunda iseler aynı konu tarih içinde geçerlidir. “Nasıl olsa tarih, gelmiş geçmiş” denilemez.

3) Gazeteler ve gazeteciler güncel haberlerini nasıl “belgeli” yahut “kaynaklı” vermek zorunda iseler  aynı şey tarih içinde geçerlidir.

4) Gazeteler ve gazeteciler güncel haberlerini verirken nasıl yaşayan kişilere iftira, çamur ve küçük düşürücü ifadeler kullanamazlarsa aynı şey tarihi şahsiyetler içinde geçerlidir.

5) Tarih spekülasyon içerir ama kendisi “Spekülasyon” değildir. Kişiler spekülatif tarih alanına giren yayınlar yapabilir, kitaplar yazabilir ama gazeteler (Kurum olarak) bunu yapamazlar.

6) Tarih siyasi tartışmalara, iddialara yer verir ama bu tartışmalar verilirken “Taraf” olunamaz.

7) Bilhassa toplumsal hafızamızın önemli isimleri, “milli semboller” ele alınırken ve onlara bazı iddialar isnat edilirken azami hassasiyet gösterilmelidir. Gelişigüzel yakıştırmalardan kaçınılmalıdır.

8) İdeolojik tarafgirlikler konuyu çarpıtmamıza, tahrif etmemize gerekçe olamaz.

9) “Resmi tarih”in varsa saçmalıklarından kurtulmak çabası anlaşılır. Ama bunu yaparken başka bir “Gayr-ı resmi resmi tarih” yaratmamaya da dikkat edilmelidir.

10) Tarihi konular güncel politik gelişmeleri ajite etmek veya “Psikolojik savaş” malzemesi olarak  kullanılamaz.

11)  Gazetelerin bir “Tarih Danışmanı” veya konusunda uzman “Editör”ü olması sanırım iyi olur. (Temenni niyetine!)

Dediğim gibi –belki başka maddeler de eklenebilir- aslında Yeni Şafak “vesilesiyle” başlayan tartışma iyi oldu. Bu anlamda yazı da gerçekte bir “Yeni Şafak’a cevap yazısı” değil zaten. Bu tartışmadan hareketle “Gazetecilikte tarih konularının ele alınış prensipleri ” üzerine -biraz da afaki olarak- “Esintiler”, “Hatırlatmalar” diyebilirsiniz.

Çünkü öyle anlaşılıyor ki biz gazetecilerin her şeyden önce şu sıralar –çoktandır unuttuğumuz- hemen her konuda bir “Perspektif”e ihtiyacımız var. Şimdi süren tartışmayı herkes bir de bu gözle okusun…

atillaakar@gmail.com