Kitap
26 Haz 2012 14:40 Son Güncelleme: 23 Kas 2018 13:50

GAZETECİ İBRAHİM KARAHAN 'SARI GELİN'İN HİKAYESİNİ YAZDI! (MEDYARADAR- ÖZEL)

Gazeteci- yazar İbrahim Karahan, adı bilinen ancak içeriği yeterince irdelenmeyen bir konuyla ilgili araştırma yaptı..

İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde master yapan ve 25 yıldır gazetecilik mesleğini sürdüren gazeteci- yazar İbrahim Karahan, adı bilinen ancak içeriği yeterince irdelenmeyen bir konuyla ilgili araştırma yaptı.

Vefat etmeden önce, muhacir olan ninelerini ve dedelerini dinledi. Onların anlattıkları hep aklında tazeliğini korudu. Duyduklarını destekleyen belgelere, kitaplara ve başka kaynaklara ulaştı. Yaklaşık iki buçuk yıl süren çalışması sonucu "Sarı Gelin" adlı romanını kaleme aldı.

Önce Ermeniler yaşadıkları topraklardan zorunlu göçle uzaklaşıp gittiler. Ardından, Rus işgali ve Ermeni tedhiş hareketleri sonrası Türkler, dondurucu soğuğa rağmen her şeylerini bırakıp batıya doğru, yani güneşin battığı yöne doğru yola düşmüşlerdi... Doğu toprakları adeta zulümhaneye dönmüştü...

O muhacirlik ki ne kadar anlatsan kafi gelmez. Sırtlarında yaralar oluşan analar, bebelerini yola terk etti; arabaları çeken hayvanlar, burun delikleri patlayana kadar nefes alıp verirken telef oldu. Daha bitmedi, asker kaçağı eşkıyalar, bitap düşmüş zavallılara saldırdı! Şiddetli kar, açlık, hastalık kırdı geçirdi...

Kuşkusuz "Sarı Gelin" türküsü, insanlarımızı duygu yoğunluğuna boğmaktadır. O türküyü dinlediğinde duygulanmayan insan belki yoktur. Romandaki Ermeni kızı Alis de Müslüman bir aileye aşık olarak gelin giden Sarı Gelin. O hem bir gelindi hem de bir kız evladı sahibi muhacirdi. Yaşadıkları o tarihin gizli kalmış sahifelerindeki en dramatik olayların ta kendisiydi. İşte İbrahim Karahan, yukarıdaki aşk hikayesinin notalarının bulunduğu türküden esinlenerek kaleme aldığı romanında hazin bir göç hikayesini anlatıyor.

Araştırmacı yönüyle gerçek bilgilere ulaşan Karahan, kaleme aldığı Sarı Gelin adlı romanında bizi o serencamın tam içine alıyor...

Yazar diyor ki; "Yaşanan talihsiz olaylar, jenerasyonları etkiliyor. Öz güven kaybı nesilden nesile devamlılığını sürdürüyor. İnsanlar, topraklarını, yurtlarını, ailesini kaybetme korkusuyla yetişiyor. Muhacirlik hatıraları dinleyerek büyüyen analar, babalar, evlatlarının dizlerinin dibinden ayrılmasını istemiyorlar. Aynı evde, aynı binada yaşamayı tercih ediyorlar. Çünkü yüreklerindeki o muhacirlik korkusu hep canlılığını koruyor. Tek endişeleri vardır: Ya evladım evlenip bizi bırakıp başka şehire veya ülkeye göçerse..." İşte yöre insanı için muhacirlik bir korku selidir! İnsanların genlerine işlemiştir. Ben de romanımda insanları bu kadar etkileyen muhacirlik sırasında yaşanan dramlara, acılara, hüzünlere yer verdim. Yine de diyorum ki keşke bu olaylar yaşanmasaydı, bizler de böyle acıları kağıda dökmeseydik... Palandöken dağının üzerine düşen yoğun sis perdesinin örttüğü gibi zaman denen gerçek de geçmişte kalan bu acıların üzerine örtü örttü... Belki bir daha açılmamak üzere...”



MEDYARADAR- ÖZEL