Gündem
10 Haz 2013 14:40 Son Güncelleme: 23 Kas 2018 15:13

''FİTNENİN KOL GEZDİĞİ BÖYLE BİR DÖNEM... '' GÜLEN'DEN GEZİ'YE SERT TEPKİ!

Fethullah Gülen resmi web sitesi Herkul.org'da yaptığı sohbette yine Gezi Parkı olaylarına değindi. Olayları fitnenin kol gezdiği bir dönem olarak niteledi.

İşte Gülen’in o açıklamaları...

Fitnenin kol gezdiği böyle bir dönem var..

Öldüren niye öldürdüğünü ölen de niye öldüğünü bilemeyecek...

Bir dönem gelecek ki katil niye katle teşebüs ediyor bilemeyecek..

Kalleşçe bir kafirlik vardır..

Menfur bir kısım ideolojiler adına bazı kişiler kurban ediliyor. Dün yapılanların hesabı bugün görülüyor gibi.. Dün yapılanların hesabı ne zaman sorulacak

*İfritten bir dönemde yaşıyoruz. Hadis kitaplarında “Kitabü’l-fiten ve’l-melâhim” başlığıyla bazı bölümler yer almakta; ileride gelecek olaylardan, özellikle âhir zamanda cereyan edecek olan dehşetli hadiselerden bahsedilmekte; bunlara karşı müslümanın nasıl tavır takınması gerektiği belirtilmektedir. Bir yönüyle, o hadislerde işaret edilen ifritten günlerin emarelerini görüyoruz.

*Bazı fikirlerini beğenmesem de Türkçe’yi güzel kullanması açısından takdir ettiğim “Tarih-i İstikbal” müellifi Celâl Nuri, kendisine “Her tarafta kan seylapları ve kan gölleri var?!.” denildiğinde, âdeta insanlığın tarihî sergüzeştini hülasâ etmiş ve “O seylaplar ne zaman durdu, o kan gölü hangi devirde kurudu ki? Beşer, birbirini öldürmekten ve birbirine zulmetmekten ne zaman vazgeçti ki!..” şeklinde mukâbelede bulunmuştur. Bu sözün, zulmün ve haksızlığın devamı bakımından bugün de geçerliliğini koruduğu âşikâr.

*Kitabu’l-fiten ve’l-melâhim’de Rasûl-ü Ekrem Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) buyuruyor ki; “Öyle bir zaman gelecek ki insanlar birbirini öldürecek de kâtil niye öldürdürdüğünü, maktul de neden öldüğünü bilemeyecek.”

*Âşık Ruhsati şöyle der:

“Bir vakte erdi ki bizim günümüz,
Yiğit belli değil mert belli değil;
Herkes yarasına derman arıyor,
Deva belli değil dert belli değil.”
İşte her şeyin böylesine belirsizleştiği bir dönemde yaşıyoruz.

*Bu ifritten dönemin en büyük hastalıklarından birisi “nifak”, iki yüzlülük ve takıyye marazıdır.

*Küfür ve inkarını açıktan ortaya koyanlara karşı mücadele bir yönüyle kolaydır ve yapılması gerekenler bellidir. Belki onun yolu, Hazreti Üstad’ın iktibas edip değerlendirdiği, Hafız-ı Şirazî’nin şu sözünde gösterilmektedir:


Yani, “İki cihanın rahat ve selâmetini iki harf tefsir eder, kazandırır: Dostlarına karşı mürüvvetkârâne muaşeret ve düşmanlarına sulhkârâne muamele etmektir.”

*Fakat, münafıkla başa çıkmak çok zordur. Çünkü, inanmadığı halde inanıyor görünmek, akide ve düşüncelerinde münkir olmasına rağmen farklı bir tavır ve kanaat sergilemek, her zaman duruma göre hareket edip sürekli iki yüzlü davranmak demek olan nifak; ferdî, içtimaî öyle bir riyakârlık ve öyle bir ruh hastalığıdır ki bu hastalığı taşıyan mürâî ve münafık, her zeminde ayrı bir tavırda bulunur, her yerde farklı bir görüntü sergiler ve o rengârenk davranışlarıyla âdeta birkaç hayatı iç içe birden yaşar. Din, iman düşmanlarının açıktan açığa diyanet ve mukaddesata sürekli hücum etmelerine karşılık o, çok defa dinî, millî ve vatanî değerlere saygılı görünerek her zaman ehl-i imanı aldatmaya çalışır.. her zaman sinsi davranır ve moda tabiriyle “takiyye”lerde bulunur.. yerinde herkesi dostça kucaklar ama fırsat bulunca da arkadan hançerlemeyi ihmal etmez.

*Münafık, konuşurken yalan söyler; bugün vefa sözü verdiği bir konuda bakarsınız, ertesi gün hemen sözünden döner; sizin itimat ve güveninize hıyanetle karşılık verir ve hemen her zaman en haince düşmanlık duygularını dostane tavırlar içinde icra eder. Bu itibarla da o, din, iman ve Kur’ân düşmanı bir münkirden daha tehlikelidir; tehlikelidir zira, sizin gibi düşünüyor görünüp, düşmanca duygulara karşı tedbirli olma ve teyakkuzda bulunma hislerinizde gevşeklik hâsıl ederek yanınıza kadar sokulur, yüzünüze güler; fırsat bulunca da yılan gibi ısırır ve akrep gibi de sinsice sokar.

*Rasûl-ü Ekrem Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

Dört haslet vardır ki, kimde bu hasletler bulunursa o kimse halis münafıktır. Kimde de bunlardan biri bulunursa, onu bırakıncaya kadar kendisinde nifaktan bir haslet var demektir. O dört haslet şunlardır: Kendisine bir şey emanet edildiğinde ihanet eder. Konuşunca yalan söyler. Söz verince sözünde durmaz. Bir konuda taraf olduğunda haddi aşar, haksızlık yapar, işi düşmanlığa dönüştürür.” (Buharî, İman 24; Müslim, İman 106)

*Küfrün hakim olduğu dönemlerde nifak az görülür. Çünkü, münkirler, güçlü kuvvetli olup fırsat da bulunca, açıktan açığa millî ve dinî değerlere karşı savaş ilân ederler, nifaka ihtiyaç duymazlar. Onun için Mekke-yi Mükerreme’de münafıkların sayısı çok değildi. Fakat, ilk devirde Medine-yi Münevvere’de olduğu gibi, İslam’ın kendini ifade edebildiği dönemlerde küfür nifaka dönüşür ve münafıklar çoğalırlar. Zira münafıklar, zayıf düştükleri ya da toplumdan tepki alabilecekleri durumlarda, bir yandan akla–hayale gelmedik sinsi komplolarla düşmanlıklarını devam ettirirken, diğer yandan da, imandan, İslâmiyet’ten bahisler açarak dinin istismar edildiğinden dert yanar ve “Biz de mü’miniz, hem de hakikî mü’min” demeyi ihmal etmezler. Ancak böyle demeleri de fazla uzun sürmez. Kendileri gibi düşünenlerle baş başa kalınca, “Biz temelde sizinle beraberdik ama, inananlarla alay ediyorduk” –bu da yine Kur’ân’ın tespitidir– der ve çıkarlar işin içinden.

*Kur’an-ı Kerim’in daha başında, insanlar üç kategoriye ayrılırken, mü’minleri ve kafirleri anlatan ayetlerin iki katı kadar münafıklara yer ayrılmıştır. İçinde Bakara hadisesinin zikredildiği sûre-i celilede, münafığın nasıl bir maraza mübtela olduğu tafsilatıyla anlatılmış, nifak karakteri açıkça ortaya konulmuş ve mü’minlere onlara karşı nasıl davranmaları gerektiğinin esasları üzerinde durulmuştur.

*Münafıklar, bir kısım avantaj ve imkân elde edebileceklerini düşünerek inanmadıkları hâlde inanıyor görünür, kalben inkâr ettikleri hâlde dilleriyle “inandık” der ve ikiyüzlü davranırlar. Bu sebeple onlar, işin merkezinde değil de, kıyısında-köşesinde durur; menfaat ve çıkarın söz konusu olduğu dönemlerde âdeta dini diyaneti bir ucundan tutar, “bir kenarından da olsa İslâm’a sahip çıkıyor” şeklinde bir görüntü vermeye çalışırlar. Şayet menfaatleri mü’minlerden uzak durmayı gerektiriyorsa, bu defa da hemen saf değiştirir başkalarıyla el ele verirler. Dolayısıyla da onlar, Necip Fazıl’ın ifadesiyle, “zıp orada zıp burada” dolaşıp durmalarıyla tam bir yüzer gezer hali sergilerler. Günümüzde de hemen her yerde bu tür kimseler yaygınca bulunmaktadır.

*Münafık, mevhum hasımları için ne komplolar ne komplolar plânlar.. plânlar da, hasım kabul ettiği kesim veya kimselerin sıkıntılı hâl ve kritik durumlarında gerçek niyetini hemen ortaya koyuverir. Sonra da başkalarının, “hüsnüzann”a binâen ardına kadar açık bıraktıkları kapıdan içeriye girerek akla-hayale gelmedik kötülüklerin hepsini yapar. Kur’ân-ı Kerim münafığın sukûtunu anlatırken şöyle buyurur:

“Şu kesindir ki münâfıklar cehennemin en alt katındadırlar (dibindedirler). Onları oradan kurtaracak bir yardımcı da bulamazsın.” (Nisâ, 4/145)

*Günümüzde imana, Kur’an’a, o yüce mefkureye hizmet eden insanlar, nifak afeti ve takıyye musibetiyle karşı karşıya bulunduklarını hatırdan çıkarmamalıdırlar. Hazreti Ömer (radiyallahu anh) efendimizin, Persli Ebû Lü’lüe tarafından sabah namazında hançerlenmesi sonucunda ruhunun ufkuna yürüdüğünü; Hazreti Ali (kerremallahu vechehu) efendimizin camiye girip çıkan İbn-i Mülcem tarafından şehit edildiğini unutmamalıdırlar. Aksi halde, güzergâh emniyetini tehlikeye atmış olurlar.

Herkul.org

*Hindistan’ın bölündüğü, Pakistan’ın ayrıldığı günlerde Gandi, Muhammed Ali Cinnah’a “Beni testere ile ortadan biç, ikiye böl; fakat, Hindistan’ı bölme!” demiştir. Fakat, nifak orada da galip gelmiş, inananları oyuna getirmiştir.

*Nifak, asrımızda öyle yaygınlaştı ki, aldatmayı “takıyye” adı altında dinin bir düsturu haline getirenler mevcut. Takıyye, kendini gizlemek, olduğundan farklı görünmek, inandığının aksini söylemek ve hileli yola başvurmak demektir. Bazıları, takıyyeyi müslümanlığa mal etmek isteseler de, İslam’da takıyye katiyen yoktur. Allah Rasûlü (sallallahu aleyhi ve sellem) “Aldatan bizden değildir” buyurmuştur.

*Emin olarak yürüyebilmeniz ve yapmanız gereken şeyleri güzergâh emniyeti içinde yapabilmeniz için sizinle kimlerin oynadığını ve sizi kimlerin istemediğini bilmeniz lazım. Ruhunun âbidesini ikâme etmek ve üç asırlık tahribatı tamir eylemek peşindeki fedakâr ruhları kimlerin istemediğini bilmeniz, emniyet içinde yürümeniz adına çok önemlidir. Bu açıdan, bir nifak şebekesinin, takıyye ve aldatma ruhunun, her toplumun kılcallarına kadar nüfuz ettiğini düşünerek ona göre hareket etmelisiniz.

*Kimseye merhametsizlik ve şefkatsizlik etmeyin. Fakat, takıyyeci insanlardan ve onlara lojistik destek sağlayan yabancılardan şefkat ve merhamet geleceğine de ihtimal vermeyin. Üstad hazretlerinin mülahazasıyla “hüsn-ü zan, adem-i itimat”. Sırtınızı dönmeyin, vururlar.. sırtınızdan hançerlerler.

*Omuzunuzda taşıdığınız şey size ait değil. Onda başta Allah’ın hakkı var.. Rasûlullah’ın hakkı var.. bugüne kadarki yüzlerce müceddidin hakkı var.. ve çağınızdaki Pir-i Mugan ile onun etrafında zindanlarda o dantelayı örgüleyenlerin hakkı var. O hak yemeyi bir yönüyle affetmez Allah celle celalühu.

*Gelin Allah aşkına biraz da kardeşçe yaşayalım. Türkçe Olimpiyatları’nda dile getirdikleri gibi, “yeni bir dünya.. yeni bir dünya.. el ele yeni bir dünya!..” Hakimiyet değil.. hükmetme değil.. baskı yapma değil.. totaliter sistemler tesis etme değil.. diktatörlükler tesis etme değil.. tiranlıklar kurma değil.