Röportaj
04 Eki 2011 14:06 Son Güncelleme: 23 Kas 2018 12:52

FATOŞ GÜNEY'DEN YILMAZ GÜNEY'LE İLGİLİ BİLİNMEYEN ÇOK ÖZEL AÇIKLAMALAR!

Yılmaz Güney'in eşi Fatoş Güney, önceki gece A Haber'de katıldığı Nasıl Yani'de, gazeteci Hıdır Geviş'in sorularını yanıtladı.

Türk sinemasının 'Çirkin Kral'ı Yılmaz Güney'in eşi Fatoş Güney, a Haber'de 'Nasıl Yani?' programına konuk oldu ve Hıdır Geviş'in sorularını yanıtladı.

 

İşte o röportajın metni…

 

Hıdır Geviş: Geçen hafta Adana’da Altınkoza Film festivalinde görüştük sizinle. 1970 yılında rahmetli eşiniz Yılmaz Güney Umut filmiyle aynı festivalde ödülleri toplamıştı. Siz yıllar sonra Adana’ya gidince ne hissettiniz?

Adana’nın ve Çukurova’nın hayatımda özel yeri var. İlk kez 1970 yılında, evliliğimizin ilk aylarıydı, Adana’ya götürdü beni Yılmaz, babasının yaşadığı gerçek bir hikayeyi Umut’u çekecekti. Bir faytoncunun öyküsüydü. Ben orada kırsal kesimle ilk kez karşılaştım: şalvar giydim, başıma da bir yazma bağladım ve Çukurova’da halkının kadınların arasına girdim. Bilincim tuzla buz olmuştu, üzerimden bir buldozer geçmişti sanki o hayatla tanışınca…

 

Sizin zengin kız imajınız var, ‘kolejli kız Yılmaz Güney’le evlendi ‘diyorlardı, gerçekten öyle miydi?

Benim babamlar Türkiye’nin ilk sanayicilerindendir. Yılmaz, onlar için milli burjuvazi derdi, çünkü onlar uzun süre yabancı sermayeye karşı direndiler onun için de küçüldüler ve yok oldular. Ailem Arnavut kökenliydi, çok geleneksel değerleri olan bir aile.

 

‘Yılmaz bana bir çift göz hediye etti’

 

Hıdır Geviş: Aslında sizin evliliğiniz güzel bir birliktelik, aranızda sınıfsal bir farklılık vardı, o taşradan yoksul bir aileden siz gerçek kentten İstanbul’dan bir zengin kızı olarak… O Kürt asıllı siz Arnavut asıllı…

Evet biraz eski Türk filmlerindeki gibi oldu. Ama çok kolay oldu ben hiç zorluk çekmedim. Yıllar boyunca annesiyle yaşadım mesela, evlendiğimiz zaman da yanımızdaydı. O kadar sevimliydi ki ailesi, onları, bacısını, annesini babasını çok sevdim. Hatta sanki bir sure kendi aileme yabancılaştım… Varlıklı olan kendi ailemin içinde bulundukları olanaklardan ötürü onlara kendimi uzak bulmaya bile başladım…

 

‘Hizmetkarlar, kırmızı panjurlu villa şoförlü arabalar’

 

O dönemler öyle dönemlerdi ki Yılmaz Güney’i bile beğenmemeye başladım. Şöyle ki yaşadığımız hayattan ötürü. Çok güzel bir evde oturuyorduk, Levent’te kırmızı panjurlu, bahçesinde güller olan hizmetkarlarımız vardı fakat ben Adana’dan döndükten sonra Yılmaz’a dedim ki madem ki sen halkın yanında olduğunu söylüyorsun o halde nedir bu yaşantın, bunu hemen değiştirmeliyiz. Ne yapmalıyız dedi, dedim ki önce bir gecekondu mahallesine gidip yerleşmeliyiz, dedi ki o zaman ben işe nasıl gidip gelicem, nedir bu arabalar bu BMW’ler, şoförler altımızda. Çünkü o gümlerde, Adana’yı, insanların alınlarının terini toprağa akıttıklarını gördüğüm zaman, o çocukların o gözlerinde ağızlarında burunlarında sinekler, üstleri başları yırtık pırtk, onları görünce bende yeni bir pencere açıldı ve ben bugüne kadar hiç bir şey görmüyor muşum diye düşündüm. Moda’da doğdum büyüdüm ben ve Moda caddesinin ötesini bilmiyordum… Dedim ki ben artık görmeye başladım ve Yılmaz’a teşekkür ettim, bana bir çift göz hediye ettin dedim.

 

‘Hiton’a bile şalvarla gittim’

 

Yılmaz o zaman bana şöyle dedi, ‘bak Fatoş, bizim amacımız dibe inmek değil, yani olanakları bir tarafa bırakmak değil, amacımız fakirlerin seviyesini yükseltmek, onların daha iyi daha refah bir yaşama kavuşması için mücadele etmek, yoksa ben, örneğin nasıl dolmuşla otobüsle işe giderim görmüyor musun gittiğim her yerde yüzlerce insan etrafıma toplanıyor yani bir kere bu mümkün değil’ ama yine de ben şalvarımı çıkarmadım ve inanır mısınız Hilton’a bile şalvarla gittim.

 

‘Ailem Yılmaz Güneyden korktu’

 

Peki, aileniz sizin bu yeni durumunuzu ve Yılmaz Güney’in ailesini kabul etti mi?

Yabancı bir okulda okuyordum, tahsilimi yapacaktım yüksek öğrenim yapacaktım. Ve ailemin tek çocuğuydum, göz bebeğiydim. Bütün hayallerini yıktım aslında onların ben, tabii ailem Yılmaz Güney’den de korktu…

 

Neden korktular peki?

O zaman Yılmaz zor bir yaşantıdan geliyordu, açık söylemek gerekirse gerçekten çelişkili bir dönemden geliyordu… Yaşadığı ortamla o Yeşilçam ortamıyla tamamen çelişiyordu çünkü… Yılmaz Çukurova’dan gelmiş, çok saf çok temiz değerleri olan geleneksel göreneksel çok genç… Daha 20’li yaşlarında geliyor ve O tamamen farklı bir şeye giriyor, bugün de olduğu gibi o Yeşilçam denilen pırıltılı dünyanın arkasında da başka bir hayat, kirli bir hayat var…

 

Yılmaz Güney’in maço bir erkek olduğuna ilişkin bir imaj var, gerçekten öyle miydi? Hele de siz de el bebek gül bebek yetiştirilmiş biri olunca…

Ben böyle bir şeye tahammül gösterebilir miydim eğer öyle olsaydı, gösterebilir miydim yani… Fakat gerçekten demin de söylediğim gibi, o çelişkili ortamda yaşadığı ilişkilerden ötürü maalesef hiç istemediği olaylar yaşıyordu özel hayatında da…

 

‘Ali Özgentürk’ün Yumurtalık olayıyla ilgili söyledikleri doğru’

 

Geçenlerde yönetmen Ali Özgentürk’ün 1974 Yumurtalık olayında şahit olduğu manzarayı yılar sonra paylaştı. Endişe filminin çekimleri sırasında, Adana Yumurtalık’ta bir yemek verilmiş, tüm film ekibi, dönemin Adana belediye başkanı Ege Bağatur, Şerif Gören ve siz de oradaymışsınız. Sonra savcı Sefa Mutlu geliyor önce Yılmaz Güney’e küfrediyor, sonra tekrar geliyor bu kez size küfrediyor ve sonra da o istenmeyen olay yani savcının öldürülmesi olayı yaşanıyor. Gerçekten öyle mi oldu?

Allah rahmet eylesin gerçekten.. Savcı Sefa Mutlu o gece çok alkollüydü, ayakta duramayacak kadar… Ali Özgentürk’ün söylediği her şey doğru… Maalesef sözle büyük saldırılar oldu, aslında bu tamamen Yılmaz’ın o günkü siyasi duruşundan rahatsız olmanın getirdiği bir tepkiydi, çok kutuplaşmış bir toplumdu. Yılmaz sınıfsal olarak da siyasal olarak da farklı bir kutuptaydı. Ne yazık ki o tepkiyle bir saldırı söz konusu oldu, yoksa genelde Yılmaz Güney’le herkes oturup konuşmak isterdi tanışmak isterdi ama olay ilk başından itibaren böyle bir anlayışın ifadesiydi.

 

Başka nasıl bir detay hatırlıyorsunuz o trajik güne dair?

Ben sadece şunu düşünüyorum okyanusun ortasında bir gemi, bir mayın, serseri bir mayın diyelim ona tabi kimseyi suçlamak istemem ve bir mayının gelip gemiye çarpması ve o geminin infilak etmesi.. Yani ben olayı hep öyle canlandırdım gözümde…

 

Filiz Akın’la Paris’te karşılaştı

 

Umutsuzlar filmi biraz sizin Yılmaz Güney’le ilişkinizi anlatıyordu, hatta siz sarışın olduğunuz için filmde de sarışın yıldız Filiz Akın oynuyordu. Filiz Akın ve sizin yollarınız yıllar sonra Paris’te kesişti. O da Paris e gitti, ancak o eski MİT müsteşarı, Paris büyükelçisi Sönmez Köksal’ın eşi olarak siz ise bir muhalif olarak ve muhalif bir ismin eşi olarak… orada hiç karşılaştınız mı Filiz hanımla?

Bir gün Paris’de Galerie la Fayette diye bir alışveriş mağazası vardır, orada dolaşırken birisi geçti yanımdan, tanır gibi oldum, saçları bana Filiz’i çağrıştırdı, gitim baktım emin olmadığım için acaba Fransız da olabilir diye Fransızca ‘sizi tanıyor muyum’ dedim, ‘Aaa Fatoş’ dedi beni görünce, ben de ‘Filiz sensin’ dedim, e çünkü hiç aklımın ucundan geçmezdi Galerie la Fayette de Filiz Akın’a rastlayacağım. Orda sarıldık öyle ama sonra herhangi bir görüşme olmadı.

 

Neden görüşmediniz, sizin muhalif kimliğiniz yüzünden mi?

Yo yo hayrı ben farkı ilişkiler içerisindeydim, onun farklı bir çevresi vardı, zaten o zaman başka bir evliliği vardı.

 

Yılmaz Güney 1981 yılında, hapisteyken izne ayrıldı sonra ülkeden kaçtı, o yolculuk nasıl gerçekleşti?

Ben çocuklarla İsviçre’ye gittim, bir film festivaline davetli olarak, Yılmaz ise bir tekneyle Antalya Kemer den ayrıldı ve Rodos’a gitti sonra biz Paris’te buluştuk.

 

Orada ekonomik olarak nasıl ayakta kaldınız? Sonra dil sorunu vardı, siz bilebilirsiniz ama Yılmaz Güney Fransızca bilmiyordu belki…

Yo Yılmaz Fransızca biliyordu. Çünkü hapishanede Fransızca çalışmıştı. İngilizcesi iyiydi bir de, oyuncu olduğu için insanlarla konuşurken vücut dilini çok iyi kullanıyordu, mimikleri ve gözleriyle ne demek istediğini anlatabiliyordu.

 

‘Elimizde Altın Palmiye eve gidecek paramız yoktu, tercümanımızdan borç aldık’

 

Peki, zorluk çekmediniz mi bir ülkede göçmen olarak kalmak, nasıl geçindiniz?

Olmaz olur mu hani derler ya bülbülü altın kafese koymuşlar diye aynen öyle. Onun dışında gerçekten zor günlerimiz de oldu. İnanın ki zar zor geçindik, bütün basın burada Yılmaz Güney Yol filmiyle trilyonlar kazandı falan diye yazarken, Yılmaz bir dağ kasabasında Yol filminin montajını yaptığı vakit, hepimizin ayağında ince ayakkabı vardı, oysa bot gerekiyordu, sonunda bana ve çocuklara bot aldı fakat kendisine alamadı. Hatta Altın Palmiye elimizde Cannes film festivalinden dönüyoruz, uçaktan indik, hava alanından evimize gidecek paramız yok elimizde, tercümanımızdan borç aldık.

 

Eşiniz genç yaşta yaşamını yitirdi, 47 yaş insanın gerçek olgunluğa eriştiği en üretken yaş…

Biliniyordu kanser olduğu, O her seferinde hastanelere çıktığında -ki Yılmaz hasta olduğunu söylemeyi pek sevmez ama gerçekten büyük acılar çekiyordu ve hastanelere çıkıyordu ve o zaman- Genelkurmay’dan telefon geliyor ve diyorlardı ki ‘Orada tutmayın, kaçabilir her an’ diye, bu nedenle hastanelerden tedavi sonuçlanmadan geri gönderiliyordu ve bu arada da sürekli bizim evimiz basılıyordu sabaha karşı, oğlum uykusundan uyanıyordu, yani böyle bir kabustu.

 

 

Vatandaşlıktan çıkarılınca ağlamıştı’

 

Yılmaz Güney’in Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı 1983 yılında, 12 Eylül rejimi tarafında elinden alınmıştı… Nazım Hikmet’in de alınmıştı ama 2009 yılında AK Parti yönetimince Nazım’ın vatandaşlığı iade edildi, şimdi ister misiniz Yılmaz Güney’in de vatandaşlığı iade edilsin?

Hayır hayır, benim için vatandaşlığının elinden alınması sadece kağıt üzerinde bir işlem, çok çok üzülmüştü, çok büyük bir acı hissetmişti ve ağlamıştı ve ben demiştim ki ‘Yılmaz ne önemi var, kağıt üzerinde bir işlem bu, sen halkının aklında bilincinde ve yüreğindesin’. Bugün geçtiğimiz 9 Eylül’de ölümünün ardından 27 yıl geçmiş oldu ve işte bugün hala ben buradaysam, Altınkoza’da onun filmleri varsa, onun filmleri o kadar evrenselse… Yılmaz Güney bir sinema dehası ve ulusaldan evrensele ulaşmış bir sinema ustasıydı. Şöyle bir özgünlüğü var onun filmlerinin, hepsi hala güncel…

 

‘Başbakanın samimiyetine de inanıyorum’

 

Yurtdışındaki tarihi eserleri devlet güzel bir çalışma yaparak geri getiriyor, aslında Yılmaz Güney’in 12 Eylül askeri rejimi nedeniyle şimdi kayıp olan filmleri de birer kültür varlığı gibi ortaya çıkarılsa, bunun için çalışılsa…

Bugüne kadar yapılmadı ama umarım bundan sonra yapılır. Başbakanın sözünü ben önemsiyorum, samimiyetine de inanıyorum dedi ki ‘Eğer bugüne kadar Yılmaz Güney’in filmlerine kulak verilmiş olsaydı Türkiye bu durumda olmazdı.’ Bu bugüne kadar Yılmaz Güney hakkında söylenmiş en doğru tespit ve üstelik bunu bir devlet adamı olarak söyledi.

 

‘Aslında açılımı Yılmaz Güney 30-40 yıl önce başlatmıştı’

 

Bir de Kemal Kılıçdaroğlu genel seçim öncesinde Paris’te Yılmaz Güney’in mezarını ziyaret etti. Bu durum sizi biraz kızdırdı zannedersem, bunu bir şov olarak değerlendirdiniz.

Ben kimseye kızmıyorum. Çünkü sınıfsal açıdan ve bulundukları mevki açısından… Çok güzel, gidip mezarını ziyaret etmeleri ama sonradan da sahip çıkmaları gerekiyordu, yani ‘biz sadece onun sanatını takdir ediyoruz’la ifade edilecek bir duruş değildi bu; Yılmaz Güney’e karşı büyük bir haksızlık çünkü. Yılmaz Güney bütün ömrünü adamış halkının kurtuluş mücadelesine adamış bir düşünür. Yılmaz Güney yazılarından ötürü 100 yıl ceza aldığı için Türkiye’den ayrılmak zorunda kalmış ve şunu söyleyeyim, bugün yapılmaya çalışılan açılım denilen şeyi Yılmaz Güney 30-40 yıl önce yapmış ve bunun bedelini ödemiş ve bu yüzden Türkiye’den ayrılmak zorunda bırakılmış ve sürgünde acı içinde ölmüş.

 

‘İlk resmini gördüğümde bu ne çirkin bir adam demiştim’

 

Çirkin Kral diyorlar Yılmaz Güney için aslında çok yakışıklı bir beyefendi, neden Çirkin Kral denmiş?

Şöyle bir şey, ben de ilk gördüğümde daha doğrusu ben onu ilk ses mecmuasının kapağında gördüm ve dedim ki bu ne çirkin bir adam. Bakın yanım da arkadaşlarım vardı ve gün geldi bana bunu hatırlattılar. Dedim ki bu ne kadar çirkin bir adam çünkü o zaman biz kolejli hoppa zoppa çocuklarız ve Türk filmlerine gitmiyoruz, bizim beğendiğimiz Alain Delon’lar falan… Dedim ki ‘bu ne kadar çirkin bir adam, dünyada bir tek ben ve o kalsak dönüp de ona bakmam…‘ Fakat sonra ilk gördüğüm andan itibaren çok etkilendim, Yılmaz gerçekten güzel bir adam ama fotojenik değildi, gerçekten kendisi de filmlerinde ve fotoğraflarında olamadığı kadar yakışıklı ve karizmatik bir insandı

 

‘Yılmaz’ın gülümsemesini, bembeyaz dişlerini ve gözlerindeki hüznü sevdim’

 

İlk tanıştığınızda Yılmaz Güney’in neyi etkiledi sizi en çok

Gülümsemesi, bembeyaz dişleri ve gözlerindeki hüzün… Hep düşündüm ondan ayrıldıktan sonra niçin bu kadar hüzünlü bakıyor diye ve o bana Muş’tan sayfalar dolusu mektuplar yazdı 1 yıl boyunca çünkü bana demişti ki ‘beni kimselere sorma, sana yine beni ben anlatacağım çünkü kimse beni bilme’ O mektuplarda da anlattı. Çünkü ben hep üstüne gittim, niçin gözlerin bu kadar hüzünlü bakıyor diye… Bana dedi ki ‘çünkü ben dünyadaki acı çeken insanları görüyorum, her an gözümün önünde açlıktan bir çocuk ölüyor.’

 

Belki kendi geçmişini hatırlatıyordu her şey ona, kendi geçmişi de öyle ağır ve acıydı…

Evet, öyleydi, Çukurova yaşamının bütün çilekeşliğini yaşamış.

 

O zor yıllardan sonra Adana’ya geçen hafta gittiniz çok gelişmiş bir kent siz ne düşündünüz Adana ile ilgili

En son 10 yıl önce gitmiştim Adana’ya ve o ilk gördüğüm uçsuz bucaksız pamuk tarlalarını aramıştım fakat görememiştim, hep binalar…

 

‘Yılmaz Güney filmi için kimse taşın altına parmağını koymuyor’

 

Yılmaz Güney hayatı neden hala film yapılmıyor sizce, kimse cesaret mi edemiyor mu?

Kimse taşın altına elini koymak istemiyor.

 

Belki yapılsa çok da izlenecek, Türkiye siyasi olgunluk anlamında da bir Yılmaz Güney filmine hazır aslında…

Ben Yılmaz öldükten sonra bir şeyler yazdım bir kenara koydum, bir şeyler yazdım bir kenara koydum şimdi artık onları toparlamanın zamanı geldi fakat bunlar anılar olmayacak… Hikaye roman tadında olacak bir kitap bu. Bu kitapta ne kadar samimi olursam ve gerçek olursam, beni o kadar anlayacaklardır.

 

Peki, kimin çekmesini istersiniz bir film çekilse Yılmaz Güney’in hayatıyla ilgili? Mahsun Kırmızıgül’ün isminden söz etmiştiniz… Yılmaz Erdoğan da Fatih Akın da hazır olmadıklarını söylemişlerdi böyle bir proje için.

Evet hiçbiri hazır değil fakat ben gençlerin hazır olduklarını düşünüyorum. Adana Altın Koza Film Festivali’nde ödül alan genç arkadaşların filmlerini gördüm, o kadar kuvvetli yapıtlardı ki inanın çarpıldım ve dedim ki müthiş sinemacılar geliyor, bence onlar Yılmaz Güney filmini yapacaklar.