Röportaj
20 Mayıs 2015 10:55 Son Güncelleme: 23 Kas 2018 17:34

Fatih Altaylı kazancını ve 'bedel'ini açıkladı: "Maaşımızın yarısı hayatımızın içine...!

Gazeteci Fatih Altay'lı meslek ve özel hayatına ilişkin çarpıcı açıklamalarda bulundu.

"Persona Non Grata" adlı belgeselde konuşan Fatih Altaylı, Derya Sazak gibi eski genel yayın yönetmenleri ile Aydın Doğan gibi medya patronları ile aynı kefeye konulmak istemeyen bazı gazeteciler, yaptıkları açıklamalar ile yan yana "aynı mağduriyet" parantezine alınmamaları gerektiğini söylüyorlardı.

Bağımsız Gazetecilik Platformu P24'ün desteğiyle Tuluhan Tekelioğlu'nun çektiği belgesele yöneltilen eleştirilerin temelinde, gazetecilere baskı/işsiz bırakma sürecinde karar verici ve uygulayıcı konumunda bulunan yayın yönetmenleri ve medya sahiplerinin görüşlerinin, süreçteki rolleri sorgulanmadan belgesele yansıtılmasıyla yetinilmesi oldu.

Tüm bu eleştirilerin ardından T24 sitesinden Hazal Özvarış, Fatih Altaylı'yla yazılı bir söyleşi yaptı.

İşte Özvarış'ın mail ile yaptığı röportajdan çarpıcı bölümler:

ÇOK İYİ PARA KAZANDIĞI TİCARET HAYATINDAN MEDYAYA

Fatih Altaylı’nın serüveni, “medya eliti olup sınıf atlama” çizgisinde  ilerleyen bir serüven değil.  Altaylı Van kökenli varlıklı bir ailenin çocuğu olarak Galatasaray Lisesi’nden mezun olduktan sonra geçtiği Boğaziçi Üniversitesi İdari Bilimler Fakültesi’ni bitirmeden babasının sağladığı sermayeyle ticaret hayatına  atılmış. Hakan Akpınar’ın “Nasıl Gazeteci Oldular” başlıklı kitabında,  Altaylı, konfeksiyondan “çok iyi para” kazanırken gazeteciliğe geçme motivasyonunu şöyle anlatıyor:
“Alacaklı olduğum bir tekstilci ile yaptığım tartışmadan sonra karar verdim gazeteci olmaya. (...) Bu adam bana gelse ‘Kapıcınız ya da şoförünüz olmak istiyorum’ dese almam. ‘Fatih Bey pabucunuzu boyayım’ dese boyatmam. Ama ben bu adamla iş yapıyorum. Bu adama kredi veriyorum, alacak tahsil etmeye çalışıyorum. Ben Galatasaray’da okudum. Anam ağladı. Ben bu yüzden mi Boğaziçi’nde okudum. Ben bu tür adamla konuşmak için mi İngilizce ve Fransızca öğrendim.”
Haftalık kazancının o dönem "bir buçuk iki milyon" olduğunu söyleyen Fatih Altaylı, ekonomik değil ama sosyal sınıf yoluna revan olarak bol sıfırlı TL hesabıyla ayda 25 bin lira ücretle Hasan Cemal’in yönetimindeki Cumhuriyet’e spor servisinden başladı...(...)

Best FM’den sonra Hürriyet yazarlığı, Kanal D’de “Teke Tek” programı ve Kanal D Haber Genel Yayın Yönetmenliği yapan Fatih Altaylı, Doğan Medya Grubu'ndan sonra Turgay Ciner’le çalışmaya başladı. Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu (TMSF), 2007’de el koyana kadar Sabah gazetesinin yayın yönetmenliğini yapan Fatih Altaylı, 2009’da yine Ciner’in patronu olacağı Habertürk gazetesini kurarak başına geçti.

Hükümetin gazeteye döşediği hattın ucundaki Fatih Saraç'ın odağında bulunduğu “Alo Fatih” tapeleri sızdırıldıktan bir süre sonra yayın yönetmenliğini bırakan Altaylı’ya, sondan başlayarak sorduk. (...)

"DERYA SAZAK HEP KOVULTUKTAN SONRA KONUŞUYOR"

- Siz “Persona Non Grata” belgeselinde varlığı ve sözleri tartışma konusu olan diğer isimler Derya Sazak ve Aydın Doğan’ı izlerken neler hissettiniz? “Hapishaneye girmediğim için özür dilerim” diyerek karşı çıktığınız “mağdur olanlar ve mağduriyetlere neden olanların eşleştirilmesi” itirazı aklınızdan hiç geçmedi mi? 

Hazal Hanım, kimin elinde bir mağduriyetmetre var? Kim ne kadar mağdur, kim hesaplıyor? Aydın Doğan’ı suçluyorlar. Peki Aydın Doğan mağdur değil mi? Milyarlarca ceza ödemedi mi? Bu yaşında bunca hakarete, hem de her iki taraftan maruz kalmadı mı? Bakın Aydın Doğan’a bugün söven o gazeteciler var ya, yarın onların herhangi birine “Gel Hürriyet’te yaz” dese Aydın Doğan, alayı koşa koşa gider. “Yayın yönetmeni ol Hürriyet’e” dese kırk takla atarlar.

Derya Sazak’tan ise söz etmek istemiyorum. Sürekli olarak kovulduktan sonra konuşuyor. Son olarak Yurt gazetesine “şantajcı”, “vergi kaçakçısı” dedi. Yahu bir gün önce oradaydın, bir gün sonra mı şantaja başladılar? Ayıp. İstifa edip “Bunları yapıyorlardı, dayanamadım” dese yerden göğe hak vereyim. Ama bütün bunlar kovulunca mı aklına geldi be Derya? Yapma. Diyeceğim şudur özetle: Mağduriyet tecavüz gibidir. “Mağdurum” diyorsan mağdursundur. Ama ben demem. Çünkü Türkiye’de mağduriyet de çok ucuzladı. Şimdi bakıyorum İslamcılar mağduriyetten söz ediyorlar sürekli. Yahu Türkiye 1960’tan sonra iki darbe gördü. Hangi İslamcı’ya dokunuldu? Solcu gençler idam edildi, idam edilmeyenin bir tarafına cop sokuldu, cinsel organına elektrik verildi, sağcı gençler idam edildi, işkenceden geçirildi. Kürt gençleri öldürüldü, işkence gördü. Deniz Baykal, Bülent Ecevit, Süleyman Demirel, hepsi aylarca hapis yattılar. Hiçbiri “Mağdurum” demedi. Necmettin Erbakan bile demedi. İslamcılardan bunu yaşayan kim var? Üç ay bey gibi yarı açık cezaevi mağduriyet oluyor. Ama dedim ya “Mağdurum” diyorsan mağdursundur.

- “Aydın Doğan ‘Yayın yönetmeni ol Hürriyet’e’ dese kırk takla atarlar” sözleriniz üzerine: Hürriyet’in başına geçmek size takla attırır mı?

Ben Hürriyet’te en güçlü adamlardan biri olarak görünürken ayrıldım. Ben hiçbir şey için takla atmadım. Kendimden eminim.  (...)

"İNGİLİZ MEDYASI GİBİ OLMAMIZ İSTENİYORSA TÜRK HALKI DA..."

- Ana akımda genel yayın yönetmenleri kendi hayatlarının yanı sıra işten attıkları, sansür ettikleri gazetecilerin, görmedikleri haberlerin de failidir. Sansürlenen, işten atılan bir muhabirin "kullanım süresi dolmuş" bir genel yayın yönetmeninin akıbetinin faili olduğunu iddia edebilir misiniz?

İnşallah bir gün genel yayın yönetmeni olursunuz. Bunu Tanrı’dan diliyorum. Ben bir gün bile genel yayın yönetmeni olmak istemedim. Sabah’a geçerken Turgay Ciner’e “Asla genel yayın yönetmeni olmam” dedim. 6 ay sonra zoraki oldum. “5 yıl yapar bırakırım” dedim. Siz ne kadar gazeteciyseniz, bir genel yayın yönetmeni olarak ben de o kadar gazeteciyim. Bakın bakalım geçmişimde ne haberler var. Bu milletin kaç lirasını kurtarmışım. Kaç haber yapmışım, kaç ödül almışım.
Mal mıyız biz de kullanım süremiz dolsun. Hata yaparız. Yanlış fikir söyleyebiliriz. Eleştiride dozu ve üslubu kaçırabiliriz. Hatalı gazete yapabiliriz. Ama kullanılacak mallar değiliz. En azından ben değilim. Medyadaki herkes kadar suçluyuz. Medyadaki herkes de, bu toplumdaki herkes suçludur. Türkiye’de herkes kendine bakmaz, başkasını suçlar. Diyelim ki, en iyi medya İngiliz medyası. Bizim onun gibi olmamız isteniyorsa, Türk halkı da İngilizler gibi olsun. Türkiye’den bir Isaac Newton çıktı da, gazeteci mi çıkmadı mesela. Ki medya dünyanın her yerinde benzer suçlamalarla, sorunlarla boğuşuyor.

"ÖZGÜR OLACAĞIZ DİYE MEDYA PATRONLARINA BEDEL ÖDETİYORUZ"

- Siz Türkiye’deki medya sorununu nasıl formüle ediyorsunuz?

Aslında bu soruyu röportajın son sorusu olarak sorsaydınız daha iyi olabilirdi. İşinize karışmak gibi oldu, kusura bakmayın. Bu konuda çok ayrıntılı konuşabiliriz ama kısaca şunu söylemek isterim: Bu gibi baskı rejimi dönemlerinde gazete sahiplerinin gazeteci olması lazım. Sermaye gruplarının değil, bağımsız gazetecilerin gazete çıkarması lazım. Niyesini de siz sormadan söyleyeyim. Sermaye grupları baskıya açıktır. Hele hele Türkiye gibi yargının bağımsız olmadığı, ekonomide devletin ağırlığının hâlâ çok yüksek olduğu ülkelerde. Şimdi düşünün, adam işadamı. 50 yılını verip, bir grup kurmuş. Medyasıyla, başka işleriyle. Özellikle de başka işleriyle. Biz gazeteciler bağımsız olacağız, fikrimizi söyleyeceğiz, iktidarlarla savaşacağız, özgür olacağız diyeceğiz ama bunun ceremesini patrona çektireceğiz. Bakın Türkiye’de merkez medyadaki patronlar büyük bedeller ödediler. Aydın Doğan cezalar ödedi. Turgay Ciner daha ağır bedellere maruz bırakıldı. Elinden iki gazetesi, iki televizyonu alındı. O günlerde uluslararası piyasalarda 1,4 milyardı değeri. Nükleer ihalesini kazanmıştı, iptal edildi. Ve aynı fiyattan Ruslara verildi. Son olarak Show TV alındı elinden. Aynı durumdaki ve benzer yargı kararlarına muhatap olmuş diğer televizyonlara veya gazetelere el koyulmazken. Biz özgür olacağız diye bu adamlara bedel ödetiyoruz. Oysa kendi gazetelerimiz olsa, şerefini de biz kazansak, bedelini de biz ödesek daha doğru olmaz mı?

- "Özgür olacağız diye medya patronlarına bedel ödetiyoruz" yaklaşımınızı yadırgadım. Gerçekten öyle mi, yoksa medya dışında işleri olan patronlar medya da satın alarak gazeteciliği araçsallaştırmıyorlar mı? Diğer işleri için medya sahibi olarak siyasi-ekonomik baskıya aslında "yatırım" yapmış olmuyorlar mı? Medya sahiplerinin, gazetecilerin özgürlük arzusu nedeniyle mi bedel ödediğini düşünüyorsunuz gerçekten?

De ki, araçsallaştırıyorlar. Ne demekse. Gazeteciler de oralarda çalışmasınlar o zaman.
(...)

"MEDYADA TEK BİR MİSYONUM VAR"

- Siyaset ve patronların medya dışı işlerinin yanı sıra “medya elitleri” sizce medya sorununda nasıl bir yer kaplıyor?

Medya elitinden kastınız ne bilmiyorum, anlamıyorum. Beni de o elit dediğiniz kesime katıyorsanız teşekkür ederim ama ben hiç öyle hissetmedim. Tam aksine gazetecilerle pek alakam yoktur. Bu yüzden de tanımazlar ve sevmezler. Medya eliti diye kast ettiğiniz havalı civalı gazetecilerse onların da tamamını aynı kefeye koyamazsınız. Bakın son yıllarda sürekli hedefte iki adam var: Ertuğrul Özkök ve ben. Demek ki biz olmasaydık Türkiye’de hiçbir sorun olmayacaktı. Bakın Hazal Hanım, benim medyada tek bir misyonum var kendime yüklediğim. Bu ülkeyi daha modern ve daha özgür görmek. Ben modernite yanlısıyım. Türkiye giderek moderniteden uzaklaşıyor. En büyük derdim bu. Baskı rejimi, şu rejimi, bu rejimi bir gün gider. Er veya geç. Ama moderniteden uzaklaşırsanız bir daha yakalaması çok uzun sürer.

- Neden bir gazeteci için gazetecilikten daha önemli bir misyon olsun, gazetecilik şu veya bu misyon nedeniyle yeterince araçsallaştırılmadı mı, yeterince itibar kaybetmedi mi? “Siyasetçiler gazeteciliğe, gazeteciler siyasete yön vermeye çalışıyor, kimse kendi işini yapmıyor” gibi bir manzara çıkmıyor mu ortaya?

Bu ülkede yaşayan herkesin misyonu, bu ülkenin daha yaşanabilir, insanların daha mutlu olduğu bir ülke haline gelmesine katkıda bulunmaktır. Evrensel olarak daha yaşanabilir bir dünya istemek ayıp mı?
(...)

"30-40 BİN LİRA CİVARI BİR MAAŞ ALIYORUM..."

- Habertürk’ün genel yayın yönetmeniyken aldığınız ücret ve varsa eklentileri ne kadardı, köşe yazarıyken ücretiniz ne kadar?

Nedir bu maaş merakı anlamadım gitti. Yıllardır mal beyanı veririz. Son yıllarda defalarca MASAK (Mali Suçları Araştırma Kurulu), Maliye inceledi. Her şeyimiz açık. Çok merak ediyorsanız söyleyeyim. 30-40 bin lira civarı bir maaş alıyorum. Televizyon, gazete yöneticiliği, yazarlık, her şey dahil. Açık söyleyeyim, bunun yarısı yaptığımız işin karşılığıdır, yarısı da hayatımızın içine sıçılmasının. Her gün orada burada bir sürü kişinin haklı haksız eleştirisine, küfrüne maruz kalmamızın. Bakın 20 yıldır ekrandayım, 30 yıldır gazeteciyim. 15 yıldır genel yayın yönetmenliği yapıyorum. 20 küsur yıldır köşe yazısı yazıyorum. Bu maaş çok görünebilir. Eş değerlerimin kazandıklarına bakın bir de. Bende şirket kredi kartı yoktur. Gazetemden “temsil giderleri” adı altında bir para almam. Evimin masraflarını gazete ödemez. Konumumuzdan ötürü gelen taleplerin yanı sıra vicdanen yaptığımız yardımların parası da bu maaştan çıkar. Bizim gruba yönetici olarak gelen birisi maaşımı öğrenince “Bu mu? Biz bunun 5 mislini falan alıyorsundur diye düşünürdük hep” dedi. Özel sektörde bizim çapımızda şirket yönetenler de bizden çok kazanırlar, kimse merak etmesin.

- Eş değerleriniz ne kadar kazanıyor, neler elde ediyorlar?

Ne bileyim ben. Onlara sorun.                    
(...)
"NE YAPAYIM ÖLEYİM Mİ"

- Medya elitlerinin, bazı haberlere karşı kayıtsızlıklarının onlara sağlanan büyük imkânlarla satın alındığı görüşüne ne dersiniz?

Hangi büyük imkân! Bana öyle bir imkan sağlanmadı hiç. Bana ev hediye eden bir patronum olmadı. Oturduğum evi neredeyse 20 yıl önce aldım. Gerçek değeri üzerinden aldım. Vergisini öyle ödedim. Yarısını başka bir mal satarak ödedim, yarısı için banka kredisi aldım. Öyle acayip imkânlar falan talep etmedim. Patronlarla tekne seyahatleri yapmadım. Sahip olduğum imkânların büyük bölümüne çocukken de sahiptim. O zaman da eleştiriyorlardı. “Zengin o yüzden rahat” diyorlardı. Şimdi de “Rahatını bozmamak için sesini çıkarmıyor” diyorsunuz. Ne yapayım? Öleyim mi?
Benim anlamadığım şu: Etkili ve okunan yazar olmak suç oldu. Okunmasam, yazdıklarım etkili olmasa kimse bir şey demeyecek. Kimler neler yazıyor, neler yapıyor kimsenin ruhu duymuyor. Benim bunca iş yaparak kazandığımın misli misli fazlasını kazanıp adını bilmediğiniz adamlar var medyada. Onlara kimse bir şey demez. Okunmak kabahat mi hanımefendi? Sabah’ı yönettim 550 bin tiraja çıktı, BİAK’ta Hürriyet’i geçti. Habertürk’ü çıkardım “Tutmaz” dediler, 400 bin tiraja çıktı 6 ayda.

"PEK ÇOK GAZETE TİRAJININ 10'DA BİRİ KADAR KAĞIT ALIYOR"

- Ulusal gazetelerin açıkladığı tirajları son olarak Fuat Avni yalanladı. Yakın zamana kadar yöneticilik yaptığınız için soracağız; hangi gazete aslında ne kadar satıyor, tirajlar hangi yöntemlerle yüksek gösteriliyor?

Hakikaten çok acayipsiniz. Bu ülkede kimsede hafıza yok. Bakın ben Habertürk’ü kurar kurmaz ne yaptım. “Tirajlar denetlensin” diye yıllarca yazdım. Söyledim. Habertürk’ün tirajını bağımsız denetime açtık ve açıkladık. Bizden başkası yaptırmadı. Sonunda biz de pes ettik ve vazgeçtik. Ben o dönemde “Bu tirajlar yalan” diye defalarca yazdım. Kimse tınmadı. Fuat Avni yazınca mı “Aaaa!” dediniz. Fuat Avni adındaki Twitter hesabının verdiği tirajlar üç aşağı beş yukarı doğru. Doğrusu yöntemlere çok hakim değilim. Dağıtım şirketleri daha iyi bilir o işleri. Ama pek çok gazetenin ithal ettiği veya satın aldığı kâğıt miktarı tirajının gerektirdiği kâğıdın 10’da biri kadar. Bazı gazeteler üniversitelerde, marketlerde, otobüslerde bedava dağıtılıyor. Ama bunlar yine de tiraj. Bazıları basmadığı gazeteyi tiraj diye yazıyor.
(...)

"ÖZGÜRCE YAZACAĞIM DİYE BAŞKALARINA BEDEL ÖDETMEM"

- “Persona Non Grata” açıklamanızdan bir alıntı: “Köşesini aylardır kapatmış bir gazeteci olarak asla mağdur edebiyatı yapmadım.” Bugün siyaset yazmamanız sizin tercihiniz mi? Ruşen Çakır’ın son dönemde yazmıyor olması aynı sebepten mi kaynaklanıyor?

Eğer özgürce yazamayacaksam, yazmamayı tercih etmek de benim hakkım. Ben özgürce yazacağım diye de başkasına, başkalarına bedel ödetmem. Ruşen’in niye yazmadığını bilmiyorum. Ayrıca bilsem de söylemek benim vazifem değil. Ama bugün gazeteyi hâlâ ben yönetiyor olsaydım ve Ruşen yazmıyor olsaydı, “Ruşen Çakır’a da yazdırmıyor şerefsiz” diyecekti herkes.

- “Eğer özgürce yazamayacaksam, yazmamayı tercih etmek de benim hakkım. Ben özgürce yazacağım diye de başkalarına bedel ödetmem” sözleriniz üzerine: O zaman neden hâlâ istihdam ediliyorsunuz?

Bilmem. Yanlış adrese soruyorsunuz.