Röportaj
19 Şub 2012 12:27 Son Güncelleme: 23 Kas 2018 13:21

''FATİH ALTAYLI İLE BARIŞTIK AMA YİNE AYNI YAZIYI YAZARIM''

Meslek hayatında 40. yılına giren Akit yazarı Hasan Karakaya, Fatih Altaylı ile barıştığını ancak ...

Vakit Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hasan Karakaya, meslek hayatının 40. yılına girdi.

Karakaya, Zaman gazetesine verdiği röportajda çarpıcı açıklamalarda bulundu..

Gazetecilik serüveniniz nasıl başladı?

İlkokulu bitirdikten sonra Konya İmam-Hatip’e gitmek istiyordum. Fakat köyümüzün imamı ’Hayır, ezberi güzel de, sesi güzel değil.’ demiş. O yüzden imam-hatibe gidemedim. ’Madem imam olamadım, bari müftü olayım.’ diye Erzurum İlahiyat’a gittim. 8 gün boyunca puanların düşmesini bekledim. Kar yağınca geri dönmeye karar verdik. Sonra puanlar indi ama biz Sivas’taydık. Orada kara saplandık. Gazetecilik ve Halkla İlişkiler Yüksekokulu paralıyken, o yıl akademiye bağlanmış. Bunu öğrenince müracaat ettim. O sıralarda yerel gazetelere edebi yazılar yazardım. Beni keşfeden, hocamız İlhan Bardakçı oldu. Barış Gazetesi’ni tavsiye etti. Üst kat CHP Genel Merkezi. CHP’nin yarı resmî yayın organı gibi.

Geldiğiniz yer itibarıyla yabancılık hissetmediniz mi?

Barış benim için iyi bir tecrübe oldu. Sol o zaman daha namusluydu, bugünkü gibi kaypak değildi. Yaşar Aysevdi, gazetenin sahibiydi. Saat 5’e kadar oturup Hacıbayram’a sabah namazına gidiyorduk, matbaa işçileriyle. Bu, şikâyet konusu olmuş. Cevabı şu olmuş: "Mesai haricinde yaptıkları hiçbir iş beni ilgilendirmez. Onlar oradayken ben rahat uyuyorum." Barış’tan sonra yazı işleri müdür yardımcısı olarak Yenigün Gazetesi’ne gittim. Hasan Hüseyin, Fakir Baykurt, Necati Cumalı, Sevgi Soysal’ların yazdığı bir gazeteydi.

Size bakışları nasıldı?

6 ay sonra ’İçimizde hain beslemişiz.’ dediler. (Gülüyor) Emine Işınsu’nun Batı Trakya’daki zulmü anlatan Azap Toprakları kitabını ödünç verdiğim birisi, yazı işleri müdürünün önünde kitabı iade edince, müdürün gözleri fal taşı gibi açıldı. Daha fazla kalamadım. Mustafa Özkan’ın Başkent Gazetesi’ne geçtim. Bir yıl sonra yazı işleri müdürü oldum, Başkent’in. Kayıtlarda da var, Türkiye’nin en genç yazı işleri müdürü oldum. 22 yaşındaydım. 2 yıl orada kaldım. Daha sonra Milli Gazete’de 8 yıl, Türkiye Gazetesi’nde 9 yıl kaldıktan sonra 18 yıldır da buradayım. Gazetecilikte 40. yılın içine girdim.

18 yıldır Akit’tesiniz. Kimi zaman Vakit olsa da ismi... Bu süreçte sizde en çok iz bırakan olaylar hangileri?

Çok büyük baskılar gördük, tehditler aldık. Özellikle 28 Şubat döneminde... SSK’dan müfettişler gelip bir ay boyunca burada defter inceledi. Hiçbir şey bulamadılar. Taciz etmek için yaptılar. Yayın hayatımıza başladığımız Aksaray’daki binanın önüne, patlamamış el bombası koydular. 400 polis, 2 panzer, keskin nişancılar eşliğinde bir baskına maruz kaldık, 1999’da. Odamda 3 saat bir arama yapmışlar, ne aradılarsa... Binayı hedef alan 2 kurşun sıktılar, bir gece. Kurşun hâlâ üst kattadır. Gözaltılar yaşadık. 6 gün gözaltında kaldım.

Sebebi neydi?

Kasım Gençyılmaz adındaki bir mafya lideri, Emin Çölaşan’ın avukatıyla görüşüyor. O da Emin Çölaşan’la görüşüyor. "Ben bu adamı tanıyorum, biz bununla pazarlık yaptık." gibi şeyler öne sürdüler. Güya ben Yekta Güngör Özden’i öldürmesi için adama 2 milyon dolar teklif etmişim. Emin Çölaşan, 5 Kasım 1999’da ’Kim bu Hasan?’ diye yazı yazdı. Ertesi gün gelip bizi götürdüler. İlk duruşmada beraat ettim. Sahte tanık daha sonra cezaevinden mektup yazıp bana attığı iftiradan dolayı helallik istedi. Birçok gazete beni hedefe koyarken Zaman’ın tavrını unutamam. ’Bu adamın 2 milyon doları olsaydı 15-20 bin liralık Renault arabası çalındığında peşinde koşmazdı.’ diye bir haber yapmışlardı. Ki gerçek de odur.

"Bu adam anama küfretti, bak onunla barıştım"
 
Akit’e marjinal denmesi sizi rahatsız ediyor mu?


Her yiğidin bir yoğurt yiyişi vardır. Yayın hayatımıza 12 Eylül 1993’te, badirelerle başladık. İlk manşetimiz başörtülülerle ilgilidir. Bu sorun halen devam ediyor. Birileri marjinal yasalar çıkartıyor, adımlar atıyor, gören yok. Ama biz eleştirel yayınlar yapınca marjinal oluyoruz! Daha ılıman bir bakış açısı olabilir; ama bizim mizacımız da bu!

Bu agresifliğin karşılığı olarak bugüne kadar ne kadar tazminat ödediniz?

312 General Davası var, biliyorsunuz. 2 generali eleştirdik, 312 general dava etti. O zaman istenen para 624 bin liraydı. Bu faiziyle falan herhalde, bugün 2 milyon liraya gelmiştir. Dava, Danıştay’da.

Aleyhte karar çıkarsa nasıl ödeyeceksiniz?

Herhalde kepenkleri kapatırız. Bunu Aydın Doğan bile ödeyemez. (Gülüyor) 10-15 bin liralık küçük davaların birçoğunu ödedik. Ama ödemediklerimiz de oldu.

Bu yüzden haciz geldi mi?

Benim evime geldi. Evimi satmak zorunda kaldım. Güven Erkaya’nın vârisleri dava açmıştı. Hem benim, hem Abdurrahman Dilipak’ın evine haciz koymuşlardı. Haciz konulan evin bir yıl içinde satılması gerekiyor. Onlar da 365 günü doldurdular. 366. gün ben de evimi bir vatandaşa sattım, epey ucuza. Ben evi satınca, Abdurrahman’ın evine yüklendiler.

Fatih Altaylı ile aranız nasıl?


Şu anda iyi.

Nasıl barıştınız?

Kayseri’de, İBB ile Beşiktaş’ın kupa maçı vardı, geçen yaz. Enerji Bakanı Taner Yıldız davet etmişti. O maç esnasında ister istemez, aynı grupta olduğumuz için göz göze geldik, konuştuk. Baktım o sıcaklığı gösterdi, muhabbet başladı. Daha sonra ABD ziyareti sırasında beraberdik. Birisi Fatih Altaylı’ya "Bana bunları yaptın, sana küsüm." dedi. O da beni gösterip dedi ki: "Bu adam benim anama avradıma küfretti. Bak, onunla barıştım." Şu anda görüşüyoruz.

Pişman mısınız o yazıdan?

O yazının şartları bugün olsa, yine aynı yazıyı yazarım. Ama şimdiki Fatih Altaylı’ya değil. O günkü Fatih Altaylı’ya. En azından bazı şeyleri kavradı diye düşünüyorum. Başörtüsü benim kırmızı çizgim. Ilıman olamam.

Başbakan’ın ve Cumhurbaşkanı’ nın uçağına alınmanıza meslektaşlarınızdan tepki gösterenler oldu.

Günlerce yazdılar. Milliyet’ten Cumhuri-yet’ine kadar. Sözcü, ’Oktay Ekşi küfür etti diye bunu yapıyorsun ama en küfürbaz adamı uçağına alıyorsun’ diye, Başbakan’a yönelik sürmanşetler yaptı. Milliyet, başımı daire içine alıp hedef gösterircesine, ’Bu adam uçakta’ diye yayınlar yaptı.

Tayyip Bey’le tanışıklığınız eski midir?

1982’lere gider. Refah Partisi İstanbul il başkanlığı dönemiydi. O zamanlar oturur, dertleşirdik. Ama belediye başkanlığı döneminde de, şu anda da belediye binasına adım atmadım. İhtiyacım olmadı. Tayyip Bey’le, belediye başkanlığı döneminde yemek için sözleşmiştik. İstanbul trafiği malum... Kırk yılda bir randevuya gitmek istedim. Ona da yetişemedim. Tayyip Bey gücendi, gönül koydu, gitmedim diye. Ha, daha sonra görüştük.

Size ’Hasan abi’ mi der?

Abi dediğini duymadım. ’Hasancığım’ der. Günü gününe, yılı yılına ondan tam bir yaş büyüğüm. 26 Şubat’ta doğduk ikimiz de...

Uçakta sizi yeni tanıyan gazetecilerin ’Kalemi ne kadar sertse, yüreği o kadar yumuşak’ dedikleri doğru mu?

Aynen öyle. Keşke her şey güzel olsaydı, ben de romantik yazılar yazsaydım. Böceklerden, kuşlardan, nehirlerden, dağlardan bahsetseydim. Şair der ya ’Beni bu havalar mahvetti’. Beni de bu cuntalar mahvetti! Türkiye, bir türlü normal olamadı. Ben de mesleğim gereği hareket edip normal olamadım!

Atmaktan pişmanlık duyduğunuz manşetler var mı?

Vallahi yok. Onu bana yazılarım için de soruyorlar.

Danıştay cinayeti öncesi attığınız manşet?

Biz o konuda tamamen masumuz. ’Hedef gösterdiler’ diye yayınlar yapıldı. Ergenekon’un tek cinayeti Danıştay saldırısı, tek tetikçisi Alparslan Arslan olsa, ’hatalıyız’ deriz. Abdülhamit’i tahttan indiren de bu zihniyet değil miydi? İttihatçı zihniyet, 150-200 yıldır devam ediyor. Sadece Mustafa Yücel Özbilgin’i öldürmediler. Ortalık faili meçhuller dolu. Uğur Mumcu, Bahriye Üçok, Turan Dursun öldürüldüğünde Akit Gazetesi mi vardı? Ahmet Taner Kışlalı öldürüldüğünde de ’Akit hedef gösterdi’ dediler, ’Resminin üzerine çarpı işareti atıldı. Bu, öldürün demektir’. Bu da CHP Gençlik Kolları’nın, Önder Sav’ın üzerine bugün attığı çarpı işareti (Bir gazeteyi gösteriyor). Demek ki çarpı işareti sadece ’öldürün’ anlamına gelmiyor, ’Ben senin fikirlerini sevmiyorum’ demek.

Bilgisayar kullanmam, mahalle baskısıyla telefon aldım
 
Sizinle ilgili internette yaygın bir illüstrasyon var. Elinizde bir matkap...


İllüstrasyon değil o, gerçek. Benim bir lakabım da Matkap Hasan (gülüyor). Sabah gazetesine röportaj vermiştim. Sonra orijinal bir fotoğraf çekmek istediler. Yanlarında poşet getirmişler. İçinde matkap var. ’Bu matkapla çekeceğiz.’ dediler. Ben ’Olmaz.’ deyince, ucuna kalem koyacaklarını söylediler. ’Ben de kalemimle oyarım’ mesajı verdiler. Pişman mıyım, değilim.

Masanızda bir bilgisayar yok mesela. Bir nedeni var mı?

Bir yıl öncesine kadar telefonum da yoktu (gülüyor).

Peki nasıl ulaşıyorlardı size?

Ben plana, programa riayet eden biriyim. Mutlaka orada olurum. 2004’te yurtdışına gezilere başladık. 7 yıl boyunca o gezilere telefonsuz gittim. Sorun, hiçbir gün beni beklememişlerdir. Mahalle baskısı sonucu telefon edindim. 17 Ağustos depremine kadar bilgisayar kullanıyordum. Depremden sonra 15 gün çadırda kaldık. Gazetede de elle yazmaya başladım. İlk bir, iki gün yadırgadım, ama daha sonra düşüncelerimi toparlamamda daha etkili oldu. O günden bu yana bilgisayar kullanmıyorum.

Burayı bulmak çok zor. Bir tabelanız bile yok. Neden?

Tazminat davalarının yoğunlaştığı zamanlarda, buradan taşınmıştık. Gazeteyi de kapattık. Başka bir yer kiralayıp yeni bir gazete çıkarttık. Dolayısıyla tabela da olduğu yerde çürüdü kaldı. Doğru çöpe... İnşallah bir, bir buçuk yıl içinde yeni binamıza taşınıp tabelayı asarız. O zamana kadar asmaya gerek yok. Ne olacağı belli olmaz yine (gülüyor).

Babacığım bize de randevu ver

"2007’de kalpten geçirdiğim operasyona kadar, 16-17 saat çalışıyordum gazetede. Sabah namazını gazetede kıldığım oluyordu. Kızım daha ufaktı. Bir gün kapının arkasına mektup bırakmış: ’Babacığım herkese randevu veriyorsun. Bize de bir randevu ver de, beraber olalım’. (Gözleri doluyor) Okuyunca ağlamaklı oldum. Onları ihmal ettiğimi düşündüm. Ama yapabileceğim bir şey de yoktu. Çünkü bu işi birilerinin de yapması gerekiyordu. Eşim, ’Ben Hasan Bey’in ikinci eşiyim. Birinci eşi, gazetesi.’ der."

Akşam 8-11 arasını okurlarıma ayırırım

"Akşam saat 8’le 11 arası, gelen bütün telefonlara bakarım. Okuyucu arar, duygusunu paylaşır. İsyanını dile getirir. Özel problemi vardır, onu anlatır. İyi bir dinleyiciyimdir. Yardım etmeye çalışırım. Odamın kapısı sürekli açıktır. Çaycısı da, muhabiri de, söyleyecek bir şeyi olan da gelir. Arayıp not bırakanlara mutlaka dönerim. Günde 10-15 görüşme yapıyorum. Saat 11’e kadar buradayım."