Gündem
30 Haz 2017 16:36 Son Güncelleme: 23 Kas 2018 22:57

Enis Berberoğlu'ndan "gerekçeli karar" açıklaması: Mahkeme icat ettiği suçu benden sakladı!

CHP İstanbul Milletvekili Enis Berberoğlu, kendisini 25 yıl hapse mahkûm eden İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi’nin gerekçeli kararına ilişkin açıklama yaptı.

CHP İstanbul Milletvekili Enis Berberoğlu, kendisini 25 yıl hapse mahkûm eden İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi’nin gerekçeli kararına ilişkin açıklama yaptı. Berberoğlu, gerekçeli karada yer alan "Cumhurbaşkanı’nı Uluslararası Savaş Mahkemesi’nde yargılatma kastı" suçlamasının soruşturma ve yargılamanın hiç bir aşamasında kendisine açıklanmadığını söyledi.

MİT TIR’ları davasında ‘siyasal ve askeri casusluk’ ve ‘FETÖ’ye yardım ve yataklık’ suçlamasıyla 25 yıl hapis cezasına çarptırılan CHP İstanbul Milletvekili Enis Berberoğlu, İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi’nin gerekçeli kararına ilişkin açıklama yaptı.

Berberoğlu, tutuklu bulunduğu Maltepe Cezaevi’nden avukatları Murat Ergün ve Yiğit Acar aracılığıyla yaptığı açıklamada “Sayısız hukuki kara deliğe, çarpıtma ve mantık hatasına rastlanan bu karara karşı, avukatlarım üst mahkemelerde gerekli itiraz yollarına başvuracak. Adalet umarım er veya geç yerini bulacak” dedi.

Önce Aydınlık gazetesinde yayımlandı

Mahkemenin delil kararttığını vurgulayan Berberoğlu, MİT TIR’ları haberinin Cumhuriyet’ten önce Aydınlık Gazetesi’nde yayınlandığını ama bu gerçeğin saklandığını ifade etti.

Berberoğlu, mahkemenin "Cumhurbaşkanı’nı Uluslararası Savaş Mahkemesi’nde yargılatma kastı" iddiasına ise şu sözlerle cevap verdi: "Cumhurbaşkanı’nı savaş suçuyla yargılatma kastı Mahkeme’nin aklına ilk kez gerekçeli karar yazılırken mi geldi? Neden bu kadar ağır bir itham son güne kadar ve suç icadı amacıyla tarafımdan saklandı?"

İşte açıklamanın tamamı

Berberoğlu’nun açıklaması şöyle:

14. Ağır Ceza Mahkemesi’nin hakkımda verdiği ceza ile ilgili gerekçeli kararını okudum.

Sayısız hukuki kara deliğe, çarpıtma ve mantık hatasına rastlanan bu karara karşı, avukatlarım üst mahkemelerde gerekli itiraz yollarına başvuracak. Adalet umarım er veya geç yerini bulacak.

Ben ise sadece adil yargılanma ilkesinin nasıl ayaklar altına alındığını gerekçeli karardan birkaç alıntı ve örnekle ortaya koyacağım.

Cumhurbaşkanı’nı Uluslararası Savaş Mahkemesi’nde Yargılatma Kastı İftirası:

Mahkeme diyor ki, ben casusluk yapmışım. Çünkü Cumhurbaşkanı’nı Uluslararası Savaş Mahkemesi’nde yargılatma kastım varmış.

Bu deli saçması cümleyi kararda ve yandaş medyada okuduğumda, inanın, yazanlar ve yayımlayanlar adına utandım.

Ama cezamın ağırlığı ve tutukluluğum bu kasta bağlanıyor.

Ve herkesin anlayacağı dilden açıkça soruyorum:

Cumhurbaşkanı’nı savaş suçuyla yargılatma kastı Mahkeme’nin aklına ilk kez gerekçeli karar yazılırken mi geldi?

Neden bu kadar ağır bir itham son güne kadar ve suç icadı amacıyla tarafımdan saklandı?

Daha dokunulmazlığım kalkmadan hazırlanan, 18 Nisan 2016 tarihli fezlekede bu ifade yoktu.

1 Ağustos 2016 tarihinde Ankara Cumhuriyet Başsavcıvekiline talimatla verdiğim ifademde bu kast iddiasıyla ilgili tek soru sorulmadı.

22. Ağır Ceza Mahkemesi’nin 31 Ağustos 2016 tarihinde kabul ettiği iddianamede yine bu konudan söz edilmedi.

Yine 22. Ağır Ceza Mahkemesi’nin hakkımda açılan davayı Can Dündar ve Erdem Gül’ün davasının görüldüğü 14. Ağır Ceza Mahkemesi’ndeki dosya ile birleştirme yönündeki gerekçeli kararında bu husus tek kelime ile geçmedi.

16 Kasım 2016 tarihli ilk duruşmamda gerçekleştirilen hâkim sorgusunda yine bu kastımla ilgili yakın uzak bir soru veya imaya muhatap kalmadım.

Hatta Başkanı dahil 3 defa üyesi değişen, içinden bir FETÖ’cü çıkan Mahkeme heyeti bir yana, Cumhurbaşkanı ve Milli İstihbarat Teşkilatı’nın müdahil/katılan avukatları da tek bir suçlama yöneltmedi.

Özetle, 8 duruşmada hiç gündeme gelmeyen ve dolayısıyla bana, karşısında hiçbir savunma hakkı bırakılmayan bu iddia, ne yazık ki hakkımdaki cezanın sözde hukuki omurgasını oluşturdu.

Mahkeme sormadığı (sormak istemediği) için, bu iddiaya hak ettiği yanıtı kamuoyu aracılığıyla vermek zorundayım:

“Hayır, Cumhurbaşkanı’nı veya herhangi bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşını yabancı yargıçlara yargılatma gibi bir kastım ve niyetim asla yok, hiç de olmadı.

Türkiye’de görüş ve üslup farklılıkları nedeni ile ayrı düşebilir, sorun yaşayabiliriz. Ama bu sorunların çözümünde yabancı güce asla yer yoktur. Yabancı hukukun topraklarımızda egemenliği ancak ülkenin işgali ile mümkündür.

Ülkenin bağımsızlığını savaş alanında kazanan kurucu kadroların partisinde siyaset yapıyorum. Logosunda Atatürk resmi olan ve “Türkiye Türklerindir” ibaresini taşıyan bir gazeteyi yıllarca yönettim. Ülkemin işgale uğrama tehlikesi sadece ihtimal olarak belirdiğinde bile tarafsız, kayıtsız kalamam, mücadelemi, gücüm yettiğince savaşımı veririm.

Mahkeme’nin gerekçeli kararında, MİT Tırları haberinin Cumhuriyet’ten önce çıktığı tek yayın organı olarak Aydınlık Gazetesi gösterildi, gerçek saklandı.

Çünkü ben, TBMM’deki 21 Temmuz 2014 tarihli MİT Tırları konulu basın toplantısını ve ertesi gün bu haberin fotoğraflı olarak ayrıntılı şekilde çıktığı 12 ayrı gazeteyi (Aydınlık, Birgün, Bugün, Cumhuriyet, Sözcü, Evrensel, Habertürk, Milliyet, Hürriyet Daily News, Özgür Gündem, Taraf, Zaman) Mahkeme’ye kanıt olarak sundum. Hem de 2 kez. 16 Kasım tarihli ilk ve 14 Haziran tarihli son duruşmada.

Ayrıca gerekçeli kararda, haberi daha önce basan Aydınlık gazetesi hakkında açılan soruşturma ve bu nedenle Aydınlık Gazetesi’nin yöneticisinin alınan ifadesinde geçen “Haberi Suriye politikasını eleştiri amacıyla bastık. Cumhuriyet Gazetesi bizden 1.5 yıl sonra yayınladı” diye özetlenebilecek açıklamasına hiç değinilmedi.

Mahkeme bu tutumuyla delil karartmış oldu.

Siyasi sorumluluk ne demektir?

Hakkımda fezleke hazırlandığına dair haberler medyaya sızdırılınca, bir soru üzerine, meseleyi “Medya Özgürlüğü” davası olarak gördüğümü söyledim ve ekledim, “Eski bir gazeteci ve yeni bir siyasetçi sıfatıyla bu haberin siyasi sorumluluğunu üstleniyorum.”

16 Kasım’daki ilk duruşmada kıdemli üye hakim bu ifadeyi ayrıntılı şekilde hatırlattı ve “Hukuki kastınız var mı?” diye sordu. Aynen şu yanıtı verdim.

“Can Dündar’ın ya da Erdem Gül’ün davasında bu meselenin bir medya özgürlüğü davası olduğunu düşünüyorum, bir ifade özgürlüğü davası olduğunu düşünüyorum, halen de efendim öyle düşünüyorum. Benim şüpheli sıfatıyla karşınıza çıkmam bu konudaki tavrımı değiştirmiş değil. Bunun ötesinde bir amacı yoktur bu söylediklerimin, bir anlamı yoktur.”