Medya
15 Ağu 2011 13:46 Son Güncelleme: 23 Kas 2018 12:41

EKREM DUMANLI, HEM YAŞAR NURİ ÖZTÜRK HEM DE ÜMİT ZİLELİ'Yİ YERDEN YERE VURDU!

Dumanlı geçtiğimiz hafta tv ekranlarında tartışmayla başlayan yaşanan küfürle sonlanan programlarla ilgili sert konuştu.

Zaman Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni ve yazarı Ekrem Dumanlı’nın yazısı..

   
Ağzımızın tadını bozmayın!
Her Ramazan birileri ortaya çıkar ve orucun bahşettiği huzura gölge düşürmeye çalışır.Anlamsız tartışmalar, içi boş iddialar, medyanın gürültülü gündemleri arasına girerken halk (oruç tutanıyla ve tutmayanıyla) kendi sade hayatını yaşamaya devam eder. Eskiden Ramazan ayına mahsus taciz atışları daha yaygın ve daha sık yapılırdı. Şimdilerde o nokta atışlar hem bir miktar mahiyet değiştirdi, hem de metot farklılığına gidildi. Kadim hastalık hâlâ sürmekte; ancak eskiden irtica haberlerine örnek teşkil edecek kurgulanmış bilgiler ağırlık kazanırdı; şimdi içtihat farklılığı sanılacak ’İslamî tartışmalar’ gündeme taşınıyor. Sade vatandaşın manevî dünyasında bunların bir yeri var mı? Bir başka deyişle: Bir bardak suda medyatik fırtına koparılmaya çalışılırken vatandaş dönüp bu kışkırtmalara taviz veriyor mu? Hayır. O, kendi asude atmosferi içinde bir yandan kendi ruhunu dinleme gayretini gösteriyor; diğer yandan da ’öteki’ni anlamak için çırpınıp duruyor.

Mesela koca koca adamlar yeni bir şey keşfetmiş gibi sokaklara çıkıp ’Buldum buldum’ naraları atıyor ve kanal kanal savruluyor. Maksat ne? Halkın kafasını karıştırmak. Yok, efendim, aslında teravih namazı diye bir ibadet yokmuş, elli yaşından sonra oruç tutmaya gerek yokmuş, namaz vakitleri yanlış hesaplanıyormuş, aslında namaz beş vakit değilmiş falan filan... Mevzua hâkim olanlar için hiç de yeni iddialar değil bu laf kalabalığı. Öteden beri kafası karışık bir kısım zevat, ibadet kaçkını birtakım adamlar bu ve buna benzer iddialarda bulunmuştur. Aslında cevaplarını almışlardır; ancak bu kişilerin o makul cevaplarla çok alakası bulunmamakta. Ta baştan sünneti doğru kavrayamamış, Hazreti Muhammed’i (sas) Kur’an’ın yaşayan tefsiri saymamışsanız, bu tip konuları şaşalı bir dille, tantanalı bir üslupla çıkar konuşursunuz. Şöhretiniz artar mı? Kısa bir süreliğine evet; ancak sonuçta vicdanlar hem Kur’an’ı hem Kur’an’ın sünnetle şerhini, hem Ashab-ı Kiram’ın kıymetini hem ulemanın mutedil yolunu ve usulünü anlayacak kadar durudur ve doğru kararı verecektir.

SADECE KAFA KARIŞIKLIĞINA YARAR

Ümmet öteden beri hem söylenen lafa bakar hem de söyleyenin kalp hayatına, ruh saffetine. Dolayısıyla ’orijinal olma’ hastalığına dûçar bir kısım zevatın medyatik şovları bir müddet tartışmaya neden olsa da insanların ibadetine mani bir durum çıkmaz ortaya. Olan, bu konuları yeni öğrenen kişilere olur. Daha yolun başındayken kafası karışan insanların sorumluluğu gereksiz tartışmalarla o insanları iğfal edenlerin omzundadır.

Genelde insan vicdanı şöyle söyler: Sen teravih kılmıyorsun diye teravih namazı buharlaşıp gitmez, sen ellisinden sonra oruç tutmuyor olabilirsin ama sağlığı yerinde olan ve Allah’a ibadet etmek isteyen adama neden engel oluyorsun? Mesele sağlıksa elli yaş sınırına da gerek yok! Hayati tehlike söz konusu olduğu an bu din, yirmi yaşındaki bir delikanlıya bile oruç kolaylığını sağlıyor. O halde bu şamata nedir? Kibir dolu fermanlar içinde insanların ibadetine gölge düşürmenin ne hikmeti, hangi maslahatı olabilir?

Bütün bu karmaşanın arasında kadim irtica propagandası da yapılmıyor değil. Mesela ’belediye otobüsünde kısa şortlu gence dayak’ haberi bir hayli yankı uyandırdı. Bir genç kız, kısa şort giydiğinden dolayı kendisine şiddet uygulandığını, bunun Ramazan ve oruçla ilgili olduğunu iddia ediyor. Ne var ki söylediklerindeki çelişkiler insanda bir şüphe uyandırıyor. Anlattığına göre dudağı patlamış ama adli tıp herhangi bir darp izi olmadığını hatta dudağındaki izin bir uçuk sonucu oluştuğunu söylemiş. Yine genç kızın anlatımına göre otobüstekiler (kadınlar dâhil) kısa şortluyu haksız görerek onun otobüsten inmesini istemiş. Kızın ifadesinde ’şort’ lafı bile geçmiyor. Dahası olay, Ramazan’dan iki gün önce yaşanıyor ve haber ajansı konuyu 8 Ağustos’ta gündeme getiriyor. Tuhaf bir durum. Yine de ortada bir maganda varsa ve o maganda, saldırısını Ramazan gibi mukaddes bir mevsime dayandırıyorsa bununla mücadele etmek gerekir.

Bazen (tek tük de olsa) görgüsüz insanlar çıkabilir. Çok eski yıllarda ben de böyle Ramazan magandalarına rastladım. Oruçlu olmadıkları halde oruçsuz insanlara ’Ramazan günü sigara içiyorlar’ diye saldırmışlardı. Bu tür çapsızlıklar her zaman ve her yerde yaşanabilir; ancak böyle bir saldırı varsa onu bütün oruçlu kişilere mal edip o çirkin manzara üzerinden irtica propagandası yapmak ya da ’Al sana mahalle baskısı’ demek çok ayıptır ve günahtır. İsteyenin oruç tutup, isteyenin tutmadığı bir ortamda tekil bir olayı bahane edip huzuru bozmak ve o karamsar manzara üzerinden imaj çalışması yapmak, başka bir maksada binaen gerçekleşen nahoş bir çalışmadır. Kaldı ki o kavganın kısa şort nedeniyle çıkmadığı da görgü şahitleri konuşunca anlaşıldı... Demem o ki insanların bir bölümü oruç tutup ibadetini yerine getirirken, tutmayana da saygı duymayı öğrenmek zorunda. Oruç tutmayan da oruçlu insanlara empati ile yaklaşıp onları rencide etmemeli. En iyisi Ramazan’ı hayırsız işlerle heba edenlere şöyle demek galiba: Ne istiyorsanız yapın; ancak lütfen ibadet ayını, egonuzla kirletmeyin ve ağzımızın tadını bozmayın...

İnsanlık bu cömertliği unutmayacak
Samanyolu Televizyonu tarihî bir programa imza attı ve açlık içinde kıvranan Somali’ye yardım elini uzattı. Programa hemen her kesimden insan katıldı; sanatçılar, işadamları, sivil toplum kuruluşları... Çok sayıda ünlü insan bizzat stüdyoya gelerek Afrika’ya yapılan yardım kampanyasında görev aldı. Telefonla canlı yayına bağlanan çok sayıda insan Afrika için yaptıkları bağışlar vesilesiyle unutulmayacak bir geceye imza attı. Başbakan Tayyip Erdoğan da programa katılarak seferberliği teşvik eden bir konuşma yaptı. STV’nin açıkladığı bilgiye göre Kimse Yok mu Derneği ile hazırlanan yardım programına yapılan yardımlar 25 milyon lirayı aşmış bulunmakta. Muhteşem bir başarı! Kanalın seçtiği başlık da kampanya kadar önemliydi: İnsanlık ölmedi.

Afrika’daki açlığa ’dur’ diyebilmek için bu ülkenin cömert ve yiğit halkı var gücüyle seferber oldu. İnsanlar gözyaşları içinde yardıma koşarken kendini ulusalcı sayan bir kısım insanlar ’Bu Afrika işi nereden çıktı, bu ülkedeki yoksullar dururken ne gereği vardı?’ demeye başladı. Neyse ki tertemiz vicdanlar bu anlamsız itiraza sanal âlemde anında karşılık verdi. Somali’de büyük bir insanlık dramı yaşanırken bu milletin, ekmeğini o yoksul insanlarla paylaşması bu ülke insanının civanmertliğinin nişanıdır. Burnunun ucunu göremeyenler ufuktaki aydınlığı da sezemez. Oysa bugün naif bir ses tonuyla söylenen o kısa cümleyi bütün Afrika bir gün gürül gürül söyleyecek: İnsanlık daha ölmedi!


PANORAMA
İnternet andıcı davasında ek klasörler yayınlandıkça insan dehşete düşüyor. Bu davadaki gelişmeleri yakından izlemek gerekiyor ki, Türkiye’nin hangi uçurumun kenarından döndüğü anlaşılabilsin. Bir ülkenin ordusu o ülke halkının seçtiği hükümetle ilgili onlarca site açıp oradan kara propaganda yapıyor. Hangi hakla, hangi yetkiye dayanarak? En üst düzeyde komutanların itiraf ettiği internet andıcından bazı gazete okurları hiç haberdar olamıyor. Neden acaba?

Televizyon programlarında ölçü kaçıyor. Hele canlı yayında tansiyon yükseliyorsa... Hafta içinde birisi Mehmet Baransu için ağza alınmayacak hakaretleri sıralamış. En küfürbaz adam bile halka açık bir yerde bu lafları etmez. Kalibresi düşük bu laflar televizyonda bu kadar pervasızca söylenirken kanal yöneticileri ne iş yapıyor? Editörlerin hiç mi sorumluluk duygusu kalmamış? Ya da reyting uğruna her laf mubah mı sayılıyor?

Hafta içinde Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı’nın iftarı vardı. 17 yıldır sürdürülen bu güzel gelenek, Türkiye’nin bütün renklerini bir araya getiriyor. Sanat ve siyaset dünyasından, kanaat önderleri ve gazetecilerden çok sayıda katılımcı aynı masa etrafındaydı. Emin olun, o akşam Swiss Otel’deki iftara gelmeyip evinde çok daha mükellef sofralar kurabilecek insanlar vardı davette. Ancak mesele "yemek vermek" değil, "bir araya gelmek". Türkiye’nin de bu diyalog ortamına çokça ihtiyacı var...