Medya
08 Mar 2010 12:56 Son Güncelleme: 23 Kas 2018 11:08

EKONOMİ BİLMEYEN EKONOMİ YAZARLARI VAR!..KİMLER Mİ BUNLAR?

Star Gazetesi ekonomi müdürü Oğuz Karamuk'un ekonomi yazarlarının portföyleri olduğu iddiasından sonra Akşam yazarı Deniz Gökçe de bombayı patlattı.Gökçe'nin listesinde bakın kimler var?

Ekonomi bilmeyen ekonomi yazarları

Bir kere daha vurguluyorum. Ülkemizde ekonomi yaklaşımı aynen bir "inanç" sistemi gibidir. Her ne kadar görüşleri bilinen gerçeklerle örtüşmese de, bazı kişiler görüşlerinde inat ederler. Bu hem bazı vatandaşlar hem de bazı iktisatçılar açısından böyledir.
Örneğin bir Hintli, her yıl Ganj Nehri'nin sularında bir banyonun, onu "arındıcağına" nasıl inanıyorsa, bizim iktisatçılarımızın bazıları da bazı temaları abone olarak gündeme getirmek konusunda benzer inançlara sahipler.
Tabii en etkili ve popüler ekonomistler ise medyada köşe sahibi olanlardır. Vatandaşı da en çok onlar etkilerler.
Bunların bazıları iktisatçı bile değildirler.
* Büyük tirajlı bir gazetenin başekonomisti muhasebe uzmanıdır. Yurtdışında muhasebe eğitimi almıştır, muhasebe Master derecesi  sahibidir, akademik ekonomi formasyonu yoktur, akademik literatürü takip etmez, sayıları yakından izlemez, şirket yöneticiliği yaptığı için de, ülkeyi şirket sanmak gibi bir de zaafı vardır.
* Medyadaki bir diğer iktisatçı ise vergi uzmanıdır, Orta Vadeli Program Çerçevesi'nde bütçe açığı 62 milyar TL düzeyinde ilan edilince (sonra 52 milyar TL düzeyine indi ) "Cumhuriyetin en büyük bütçe açığı" etiketini yapıştırıvermiştir. Bütçe açığına nominal rakam olarak almakta, dünyaya nominal bakmaktadır. Halbuki insanlık tarihinde 12'nci yüzyıldan sonra nominal sayı değil oranın önemli olduğu anlaşılmıştır. Bu ülkede 52 milyar bütçe açığı oransal olarak GSYİH'nın yüzde 5-6 kadarı eder. Bu ülkenin 2001 krizi öncesinde bütçe açığı/GSYİH oranı yüzde 20 düzeyinde dolaşıyordu. Bugün ise yüzde 5-6 civarında. Nasıl bugünkü açık Cumhuriyetin gelmiş geçmiş en büyük bütçe açığı olabilir? Kriz şartlarına göre küçük bile sayılmalıdır. Örneğin Yunanistan'ın (ve mesela ABD ve İngiltere'nin) bütçe açığı bizimkinin iki mislidir!
* Medyada geniş yer bulan bir başkası ise Sosyal Sigorta müfettişliğinden gelmektedir. Kanunları ve ek mevzuatı bilir, size ne zaman emekli olup kaç para alabileceğinizi anlatabilir ama birleşik faiz hesaplamasını bile bilmez, ekonomi uzmanlığı ve akademik formasyonu da yoktur. Bu bilgi zafiyetine rağmen ülkenin sosyal güvenlik sistemi açığının boyutu konusunda (ikaz etmemize rağmen)   medyada atıp tutar, ahkam keser! Dünyadaki emeklilik sistemi yaklaşımları konusunda da bilgisi yoktur ama, bu ülkede uzman sayılır.
Aslında bu listeyi genişletebiliriz de, şimdi gelelim esas temamıza.
Bu ülkede ciddi  bir tasarruf açığı vardır. Ülkenin tasarruf oranı ülkenin yatırım  gereği oranından az olduğu için de, dış finansmana gereksinme vardır.
Kişiler açısından gelir eşittir vergi, harcama ve tasarruf olarak basit bir şekilde tanımlanırsa ve gelir ve vergi sabit veri olarak alındığında, harcama artarsa, tasarruf azalır, tasarruf artarsa harcama azalır. Bu nedenle sorunu tasarruf zafiyeti veya tüketim ve harcama fazlalığı olarak söylemek aynı şeydir.
İktisatçılar tasarruf açığından bahsederler, diğer kişiler ise harcama çokluğundan!
İktisatçılar için ülkenin cari denge açığı (dış açık yani) tasarruf zafiyetini gösterir, ülke açısından bakıldığında cari denge açığı "tasarruf zafiyeti" veya "tüketim ve harcama yüksekliği" olarak ifade edildiği zaman ayni şeyden bahsedilir. Bu nedenle bizim tasarruf açığı dediğimiz şeye bazıları harcama veya tüketim fazlalığı derler. Ama aynı şeyden bahsetmektedirler.
Cari açık konusunu sık sık gündeme getirenler bir de dış borç kullanımından şikâyetçi olurlar. Bu bu ülkenin Osmanlı döneminden beri mevcut olan bir kompleksidir. Osmanlı döneminde ülke sanayi devrimini ıskalamış, bu nedenle hızla güç ve toprak kaybetmiştir. Borçlanma artışı bu dönemde olmuştur. Borç bir neden değil, bir sonuçtur.
Osmanlı dönemine bakarak "Aman borç almayalım batarız!" diyenler tarih konusunda bilgi sahibi de değiller. 
Örneğin Amerika ikiyüz yıl önce kurulurken Avrupa'nın özellikle de o günlerin hakim ülkesi (hegemon)  İngiltere'den aktarılan ödünç fonlarla ekonomik sorunlarını çözmüştür.
Bugün "hegemon" olmaya çalışan Çin ise, Japonya ve ABD'nin tasarruf ve teknoloji transferi ile ayakta durmaktadır. Kaldı ki ürettiklerini satabileceği ülkeler de ona bu fonları transfer eden Japonya ve ABD'dir. Çin bu nedenle  fazla da horozlanamaz! 
Önemli olan şey borç olarak aldığın fonları çarçur etmemektir. Yapılması gereken geleceğin üretim kapasitesini yaratmaktır. Borç bu hedef için alınıyorsa zararlı değil faydalıdır. Bu ülkeler için geçerli olduğu gibi şirketler için de geçerlidir.      
Halka saçma sapan şeyler anlatmayalım.
"Yerli malı haftası" da teknolojinin patladığı bu yüzyılda gündeme gelemez. Hele bizim gibi teknolojik pek gelişmeye katkı yapmayan, teknolojiyi ithalde ve kopyalamada da yavaş ilerleyen, verimliliğe de saygı duymayan, rekabeti de sevmeyen  toplumlarda, "yerli malı haftası" demek teknoloji kullanımında geri kalmak ve rekabet gücü kaybetmek demektir.
Türkiye bugün önemli bir dönemeçtedir. Ya dünyada önemli bir ülke olmaya karar verecektir ya da Roma İmparatorluğu gibi, İngiliz İmparatorluğu  gibi yavaş yavaş sahneden çekilecektir. Önümüzdeki alternatifler bunlardır. İçimize kapanırsak da bu "sahneden çekilmeyi tercih etmek" anlamına gelir!

Deniz Gökçe/Akşam