Röportaj
26 Haz 2012 14:24 Son Güncelleme: 23 Kas 2018 13:50

"EĞER BİR TELEVİZYON KANALIM OLSAYDI, ÜÇ AYA KALMAZ İFLAS EDERDİ!"

Sabah Gazetesi TV yazarlarından Yüksel Aytuğ TV, yaşam ve aktüalite dergisi Kehkeşan'a ilginç açıklamalarda bulundu.

Sabah Gazetesi TV yazarlarından Yüksel Aytuğ "Medya dünyasına dair her şey" sloganı ile yola çıkan TV, yaşam ve aktüalite dergisi Kehkeşan’a ilginç açıklamalarda bulundu.Televizyon makinesinin en iyi eleştirmenlerinden biri olarak gösterilen Yüksel Aytuğ, “Her evde her ailenin fahri bir televizyon eleştirmeni vardır. Bu bazen evin reisi, bazen büyükannesi, bazen de evin en küçük haylazı olabilir.” diyerek hepsinin sesi olmaya çalıştığını dile getiriyor. Sabah Gazetesi’nin Günaydın ekindeki Yakından Kumanda isimli köşesinde, yazılarıyla televizyon dünyasının nabzını tutan Aytuğ, günün 14 saatini mesleği gereği televizyon izleyerek geçiriyor. Televizyon yayınlarındaki detayları iyi yakalayabilmesi ve bunları esprili bir şekilde köşesine taşımasıyla büyük bir okuyucu kitlesine sahip olan Aytuğ, Kehkeşan Dergisi'ne televizyon dünyasını, kariyerini, ilginç anılarını ve çocukluk hayallerini anlattı.İşte o keyifli söyleşi:

Türkiye'de herkes bir şeyleri eleştirmeyi seviyor. Ama millet olarak da eleştirilere tahammül edemiyoruz. Fakat sizin eleştirileriniz hem çok okunuyor hem de tarzınız çok beğeniliyor. Bu başarınızı neye borçlusunuz?
Sanırım bu ülkede yaşadığım için çok şanslıyım. Hem ekranın içinde hem de dışında eleştirilmeye namzet o kadar fazla şey var ki... Bazen "İngiltere'de, Fransa'da, İsviçre'de televizyon eleştirmenliği yapsaydım, halim nice olurdu?" diye düşünmeden edemiyorum. Eminim siz de bir kaç saat aralıksız televizyon izlediğinizde benden daha fazla eleştirilecek olaya şahit olursunuz. Tevazu olarak değerlendirmeyin ama yaptığım işin gerçekten başarı olup olmadığı konusunda kuşkularım var... Ben sadece eleştirmen gibi sevimsiz bir sıfatın oluşturacağı olası antipati halesini kırmaya uğraşıyorum. Bunun için olabildiğince objektif, gerektiğince nazik, elim elverdiğince eleştirilerimi mizaha bulayarak servis etmeye gayret gösteriyorum.

Okurlarınız sizi ilgiyle takip ediyor. Yaptığınız gözlemleri esprili bir şekilde köşenize taşıyor, yazılarınızla TV dünyasına renk katıyorsunuz. Peki okuyucularınızdan genellikle ne tür tepkiler alıyorsunuz?
Yüzde 80 olumlu, yüzde 20 olumsuz tepkiler olarak sınıflandırabilirim. İçlerinde, ben de dahil pek çok meslektaşıma taş çıkartacak kadar başarılı gözlem ve eleştiriler kaleme alanlar var. Zaten her evde ailenin bir fahri televizyon eleştirmeni vardır. Bu bazen evin reisi, bazen büyükannesi, bazen de evin en küçük haylazı olabilir. Ben hepsinin ortak sesi olmaya çalışıyorum.

Günde 14 saat TV seyrettiğinizi birçok yerde dile getiriyorsunuz. Bu kadar çok TV karşısında vakit geçirmek ruh sağlığınızı nasıl etkiliyor?
Kirleniyorum... Evet, pek çok zaman ruhsal açıdan kirlendiğimi hissediyorum. Zira televizyonu keyif amaçlı değil, mesai olarak izlemek insanı çok yoruyor. Hayat görüşünüzle bağdaşmayan, size zevk vermeyen pek çok programı sadece iş sorumluluğu nedeniyle sonuna kadar izlemek, hatta pür dikkat seyredip, not almak zorunluluğunuz var. Bazı zamanlar ciddi ciddi psikolojik yardım almayı düşündüğüm bile oldu. İçinden sadece şiddet ve felaket geçen üç ana haber bültenini ard arda izlemek bile insana yetiyor. Allah tüm meslektaşlarıma kuvvet ve sabır versin. Benim bu kirlilikten arınma yolum ise her gün düzenli olarak 2 saatimi belgesel izlemeye ayırmak. Bu süre içinde tüm kirimden, pasımdan arınıyorum, beynimi ve ruhumu filtre ediyorum.

Televizyon eleştirmeni olarak yaptığınız işten memnun musunuz? Siz eleştirilmekten hoşlanır mısınız?
Çocukluğumdan beri televizyona tutkunum. Bu iş zaten sevmeden yapılabilecek bir meslek değil. Hatta meslek olduğunu bile söyleyemem, tam bir yaşam biçimi... Mesai saati yok. Uykuya direnebildiğim son ana kadar iş başındayım. Eleştiriye tahammül konusuna gelince: Objektif, yapıcı olduğu, saygısızlığa varmadığı sürece her fikri, her eleştiriyi sonuna kadar dinler, içinden işime yarayacak dersler çıkarmaya çalışırım. Çünkü ben de eleştirirken aynı kriterlere uyuyorum.

Sizce bir TV eleştirmeninin hangi özelliklere sahip olması gerekir?
Spor yazmak için spordan, ekonomi yazmak için iktisattan, siyaset yazmak için politikadan anlamak yeterli olabilir. Ama televizyon eleştirmenliği yapabilmek için sektörel bilgi ve tecrübenin yanında az önce bu saydıklarımın tümünden haberli olmak zorundasınız. Zira aynı gün içinde bir spor, bir siyaset ve bir ekonomi programını kritik etmek zorundasınız. Bilginiz yoksa söyleyeceğiniz sözünüz de olmaz. Ben 30 yıla varan gazetecilik yaşantım boyunca ekonomi gazetesinde genel yayın yönetmenliği, borsa dergisinde yazıişleri müdürlüğü, kadın dergisi editörlüğü, spor muhabirliği ve yazarlığı yaptım. Şimdi tüm bu kariyer dallarındaki meyveleri topluyorum. Televizyon yazarlığı yapmak için mutlaka televizyon seyretmek ilk şarttır. Kulaktan dolma bilgiler ve başkalarının izlenimleri hem büyük risk oluşturur hem de sizi tembelliğe iter. Ayrıca bir televizyon eleştirmeninin sahip olması gereken gazetecilik nosyonunun yanı sıra sektörde bilfiil mesai harcamış olmasında büyük yarar var. Çünkü bu sektörün iç dinamikleri sadece dışarıdan gözlemleyerek anlaşılamaz.

Bir dönem TV programı da yaptığınızı biliyoruz. Hep yorumlayan ve analiz eden kısmındayken kendinizi diğer tarafta programcı olarak izlediğinizde nasıl buluyordunuz?
Ne yalan söyleyeyim, bunca yıl geçmesine rağmen hala kendimi izleyemiyorum. Bana büyük sıkıntı veriyor. Çünkü kendimin de en büyük eleştirmeniyim. Sanırım bu durum, bir türlü kurtulamadığım mükemmeliyetçi karakterimden kaynaklanıyor. Altında imzam bulunan her şeyin mükemmel olması gerektiği gibi bir imkansızın peşindeyim. Yaptığım ya da konuk olduğum programı kayıtlardan izlerken, "Orada öyle mi sorulur?", "Şu kravatını düzeltsene", "Bu ışık koca televizyon eleştirmeninin yaptığı programa yakışıyor mu?" diye kendi kendimi yiyip, bitiririm. Kanaltürk ekranlarında yaptığım ilk Medyatik programının ertesi günü, kendi köşemde kendi programımı yerden yere vuran bir eleştiri yazısı kaleme almıştım. Kimseye fırsat vermedim yani...

Kariyeriniz boyunca başınızdan geçen ilginç anılarınız oldu mu?
Olmaz mı? Kanaltürk ekranlarında sunduğum ve Filistin'e yardım kampanyası içeren Medyatik-Gazze Özel programını asla unutamam. 5 saatlik canlı yayın boyunca hepsi birbirinden ünlü 46 konuğu sırayla ağırlamıştım. Bir ara kafam öyle dağıldı ki, reji odasına çıkıp, "Karşıma Fatih Terim gelse bile bana konuğun kim olduğunu kulaklıktan söyleyin lütfen" diye rica etmiştim. Daha yüzlerce ilginç anı var. Ama bunun için ayrı bir röportaj sayfasına ihtiyaç var! 

Şu anda hedeflediğiniz konumda mısınız?
Yakından Kumanda köşesini konumlandırırken; yönetmeninden yapımcısına, izleyicisinden sette kablo taşıyanına kadar herkesin gelip geçerken birbiriyle selamlaşacağı, hal hatır soracağı, birbirinin düşünce ve taleplerinden haberdar olacağı bir meydan, bir agora olmasını hayal etmiştim. Bu köşe, televizyonun referans noktalarından biri olmalıydı. Çok şükür ki, büyük ölçüde başardığıma inanıyorum. Ama bu konudaki nihai kararı halka ve sektörün aktörlerine bırakmakta fayda var tabii ki...     

Gaf Kürsüsü isimli köşenizle aynı adı taşıyan bir kitabınız bununla birlikte iki adet de şiir kitabınız var. Bu kadar yoğun bir temponun arasında kitap yazmaya nasıl vakit bulabiliyorsunuz? Kitaplarınızdan biraz bahsedebilir misiniz?
Aslında Gaf Kürsüsü serisi her yıl tekrarlanacak bir antoloji olacaktı. Sadece bir kez basılabildi. Oysa her yıl televizyon ekranına yansıyan gaflar, ilginç sözler ve olayları derlemeyi düşünüyordum. Yoğun mesaim buna şimdilik engel oluyor. Şiir ise benim için bir deşarj olma yöntemi. Aslında kendime şair demek, gerçek şairlere haksızlık olur. Bana dense dense gönül arzuhalcisi denebilir ancak. Liseden bu yana yazdığım şiirlerim vardı. Benimle beraber yok olmasın, paylaşılsın diye basmaya karar verdim. Bir de şiir yazan insandan kimseye zarar gelmeyeceğine inanırım. Şiir, benim için iyiliğe ve güzelliğe ulaşmayı sağlayan mısralardan bir merdiven...

Şiire olan ilginiz nereden geliyor. Genellikle ne tür konulardan esinleniyorsunuz?
Romantik bir insanım. Özellikle aşka çok kıymet veririm. Şiirlerimle birlikte yayınevine gittiğimde, işletmenin sahibi bana biraz tuhaf bir bakış fırlatıp, "Hala aşk şiiri yazan var mı yahu?" demişti. O anda kitabımın ismi de aklımda beliriverdi: "Aşk Tedavülden Kalkmadan..." Allah'a çok şükür ki aşk henüz tedavülden kalkmadı. Ama kalp matbaalarında kalp paralar basan çok kimse var.

Gazetecilik dışında farklı meslek alanlarına ilginiz oldu mu? Mesela üniversite arkadaşınız Rasim Öztekin gibi oyuncu olmayı hiç düşündünüz mü?
Çocukken Ömercik olma hayalim vardı. Hiçbir filmini kaçırmadım. İlkokuldaki okuma bayramında askere giden bir genci canlandırmıştım. İzleyen bütün velileri hüngür hüngür ağlatmıştım. İlkokul öğretmenimden sonra bendeki oyunculuk yeteneğini (!) keşfeden kişi Tekin Akmansoy oldu. Jübile oyununda bana bir rol verdi. Oyun sonrasında kulise gelen tiyatro hocaları nerede eğitim aldığımı filan sordular. Öyle hoşuma gitti ki... Eee, her gün dizilerdeki oyuncuları eleştiren birinin, azıcık sahne tozu yutmasında fayda var. Ki, "Yapan yapar, yapamayan eleştirmen olur" demesinler. Ama keşke sevgili Rasim'in yeteneğinin binde birine sahip olabilseydim…

TV'de özellikle takip ettiğiniz kanallar hangileri? Takip ettiğiniz kanallarda genellikle ne tür yayınları izlersiniz?
Majör kanallar olarak bilinen Kanal D, atv, Show TV ve Star'a mutlaka göz atarım. Tematik kanallar arasında Kanaltürk, tv8, Samanyolu TV, Kanal 7 mutlaka yer alır. FOX'un bazı programlarını kaçırmam. Son zamanlarda mönümde TNT'nin yerini tvem almaya başladı. Haber kanalları da mutlaka günlük izleme programım içinde yer alır. Dijital platformlarda yer alan Turkmax ve Lig TV ile beraber neredeyse tüm yerli ve yabancı belgesel kanalları da ilgi alanıma girer. Ayrıca RAI, BBC, NBC, CBS, Channel 5, gibi uluslararası kanalları da düzenli aralıklarla izlemeye çalışıyorum.

En çok hangi programları/dizileri izlerken keyif alıyorsunuz? Samanyolu'ndaki Şefkat Tepe dizisini nasıl buluyorsunuz?
Samanyolu TV'de iki favorim var. Biri, sevgili Oktay Usta'nın Yeşil Elma programı, diğeri de Şefkat Tepe dizisi. Özellikle Şefkat Tepe, giderek közlenen ya da unutturulmaya çalışılan vatan sevgisini, ülke için yapılan fedakarlıkları gözler önüne sermesi açısından son derece dikkat çekici. Ortadoğu'da da büyük ilgiyle izlendiğini biliyorum. Bana e-mail gönderen Lübnanlı, Filistinli dostlar, dizinin yayınlandığı akşamlarda restoranların özel tarife uyguladıklarını, özellikle Aslıhan Güner ve Mert Kılıç'ı mutlaka ülkelerinde görmek istediklerini söylüyorlar.

Dizi ihracatlarımızla ilgili ne düşünüyorsunuz?
Şimdilik bize sadece gurur veriyor. Ama bu işten para da kazanmalıyız. Düzenlenen uluslararası televizyon formatı fuarlarında Türk standlarının önü her zaman kalabalık. Bu ilgiyi bir an önce ciddi bir ihracat kalemine dönüştürecek düzenlemeler yapılmalı. Ayrıca o diziye emek verenler, oyuncu olsun, teknik kadro olsun bu yeni satış ve yeni gösterimden mutlaka pay almalı. Yani ciddi bir ticari ve hukuki düzenlemeye ihtiyaç var. Yurtdışına ihraç edilen dizilerin, Türkiye'nin tanıtımına ve özellikle turizm potansiyelinin genişlemesine büyük katkı sağlayacağına inanıyorum. Ayrıca dizilerimizin, modernizmle İslam'ı birleştiren model ülke Türkiye'nin özellikle Ortadoğu'daki pek çok ülkeye siyasi ve sosyal açıdan rehberlik etmesine olanak verir diye düşünüyorum.

Dönem dönem evlenme ve yemek gibi belirli konulara ağırlık veren yayınlar ortaya çıkıyor. Önümüzdeki yıllarda size göre ne tür programlar ön plana çıkacak, bir tahmininiz var mı?
İnternet, yazılı ve görsel medyanın tüm silahlarını birer birer onların elinden almaya başladı. Reklamveren artık sanal dünyayı izleyip, pastasını ona göre dilimler oldu. Bugün olduğu gibi gelecekte de televizyonun rotasını reklamveren belirleyecek. Televizyondaki reklam kuşaklarının izlenme oranı giderek azalıyor. Ekran başındakileri tıpkı sanal alemde olduğu gibi interaktif ve katılımcı hale getirecek yeni formatlara ihtiyaç var. İzleyici eskiden olduğu gibi edilgen değil, etken olma yolunda hızla ilerliyor. Onları doğrudan sistemin içine katacak içeriksel ve teknik yeniliklere ihtiyaç duyulacak. Özetle, sosyal paylaşım siteleri gibi davranmayan televizyon kanalları zorunlu olarak sistemin dışına savrulacak.

Türkiye'deki TV izleme süreleriyle Avrupa'daki izleme süreleri arasında fark var mı? Bilinçli bir TV izleyicisine sahip miyiz?
Televizyonun anavatanı ABD'den sonra dünyada en fazla televizyon başında vakit geçirilen ülkeyiz. Ama umutla söylemeliyim ki, eskisinden daha bilinçli, ne tükettiğini bilen, talepkar ve eleştirel bakış açısına sahip yeni bir izleyici kitlesi oluştu. Bunun sektöre kalite ve özen getireceği umudunu besliyorum.

Bir TV kanalınız olsaydı yayın akışınızda ne tür programlara yer verirdiniz?
Eğer bir televizyon kanalım olsaydı, üç aya kalmaz iflas ederdi. Zira ne yazık ki reyting açısından kısır olan bilgi ve kültür programları ile nitelikli eğlence programlarına yer verirdim. Prime Time'da belgesel yayınlardım. Gecede sadece bir diziyi ekrana sürer, onu da zırt pırt reklamla kesmezdim. Dedim ya, felaketim olurdu!

Hayatta en çok keyif aldığınız şey nedir? Korkularınız var mı?
Hayatta bana en fazla keyif veren, sevdiklerimle birlikte, klasik otomobilimin direksiyonunda Boğaz turu atmak. Ya da bir Küçükkuyu akşamında çapariden istavritleri toplamak... En büyük korkum, başkasına muhtaç hale gelmek... Allah kimseye göstermesin.

Müzikle aranız nasıl? Gelecekle ilgili en büyük hayaliniz nedir?
Müzikle aram, 10-15 ayrı yarışmada jüri üyeliği yapacak kadar iyi. Kulağıma ve müzik zevkime güvenirim. Azıcık klavye ve davul çalarım. En büyük hayalim, bu dünyadan göçtükten sona iyilik ve güzellikle anılmak.

Yeni mezun olacak gençlere, iyi birer eleştirmen olmaları konusunda ne tür önerilerde bulunursunuz? Gençler kendilerini bu alanda yetiştirmek için ne okumalı/izlemeli?
Yukarıda da sözünü ettiğim gibi, iyi bir televizyon eleştirmeni olmak için spordan sanata, ekonomiden siyasete kadar geniş bir yelpazede genel kültür ve bilgi sahibi olmaya ihtiyaç var. Söyleyecek sözü olmayanın, eleştirecek gücü de olmaz. Bir de gazeteciliğin her alanında olduğu gibi televizyon yazarlığında da merak ve eleştirel göz gerekir. Herkesten daha çok sormalı, sorgulamalı ve merak etmelisiniz. Sadece eleştirmek yetmez, yol göstermek, alternatif fikir üretmek de lazımdır. Bir de eleştirmeyi hep olumsuz anlamıyla düşünmemeli. İyiyi, doğruyu, güzeli bulduğunuzda tadını çıkara çıkara övmeyi, takdir etmeyi de becermelisiniz. En zoru da isminizin başında eleştirmen gibi soğuk bir sıfat taşımanıza rağmen, hoşgörülü, esprili, sıcakkanlı olabilmek, insanları ya da kurumları eleştirmeden önce empati refleksi geliştirmektir. Ayrıca teknoloji ile barışık olmak, dijital çağın uzağına savrulmamak, hem içinde yaşadığın toplumun gelenek, örf ve adetlerinden haberli olmak, hem de yüzü Batı'ya dönük yaşamak gerekir. Ayrıca televizyonu sadece bir eğlence aracı olarak görmeyip, onu topluma açılan bir pencere, bir sosyal laboratuar olarak görüp, analiz etmeyi de ihmal etmemeli. Vay be... Bu televizyon eleştirmenliği ne zormuş! Böyle alt alta sıralayınca anladım...

KEHKEŞAN DERGİ - HAZİRAN