Röportaj
03 Şub 2013 13:11 Son Güncelleme: 23 Kas 2018 15:00

ECE TEMELKURAN "KEŞKE ERKEK OLSAYDIM DA BENİ KADINLAR SEVSEYDİ"

Son bir yılını Tunus'ta geçiren Ece Temelkuran, eski mesai arkadaşı Asu Maro'ya ilginç açıklamalar yaptı..

Gazeteci Ece Temelkuran, son bir yılın çoğunu Tunus’ta kitap yazarak geçirdi. Sonunda “Düğümlere Üfleyen Kadınlar” romanıyla döndü. Temelkuran entelektüel kadınlara yüklenen hep ciddi görünme misyonundan şikayetçi: “Evet, ben politik bir insanım ve evet kendimi güzel bir kadın olarak görmeyi de seviyorum”

Ece Temelkuran’la ben, mesleğe 20 yıl önce Cumhuriyet’te iki tıfıl muhabir olarak başladık. Birbirimizi önce telefonda tanıdık çünkü o Ankara’daydı, ben İstanbul’da. Sonra hayat bizi sık sık buluşturdu, yolumuzu Milliyet’te tekrar kesiştirdi, birbirimizin büyüdüğünü gördük.

Ece, Habertürk’ten çıkarıldığından beri, yani bir yıldır gazetecilik yapmıyor, kitap yazıyor. Çoğu Tunus’ta geçen bu dönemin sonunda “Düğümlere Üfleyen Kadınlar” (Everest Yayınları) romanıyla döndü. İnsanı sarıp sarmalayan şefkatli bir kitap, hayatı ‘yapan’ kadınların, ‘büyücü’ kadınların öyküsünü anlatıyor. Tunuslu Amira, Mısırlı Mayram, ismi olmayan Türk gazeteci kadın,
bir de zamansız-mekansız Madam Lilla ile acayip bir maceraya çıkıyorsunuz. Kadın dünyasını bir kez daha seviyorsunuz...
Biz de Ece’yle onun deyişiyle ‘en güzel yaşlarına yeni gelmiş’ iki kadın olarak güneşli bir İstanbul sabahında buluştuk, hiç susmadan konuştuk... Hayattan, kitaptan, geçen yıldan ama en çok kadınlardan...

* Tunus maceran nasıl başladı?
İki sene önce ekimde bu kitabı yazmak için gittim Tunus’a. Kitap yazmak için bir yer seçmek gerekiyordu.

* Neden orayı seçtin?
2006’da Milliyet için Beyrut’a gittiğimde aklımda kaldı orası. Sonra hep gittim, geldim. Arada Oxford’a gittim ve ne kadar sıkıldığımı fark ettim Batı’da. Orada galiba herkes o kadar deli ki kendimi normal hissediyorum. Her şey sürekli ayakta, heyecanlı, hareketli, sakinleştiriyor beni o. Kitapta var ya, insanın içinde belki bir Foucault sarkacı var ve dünyanın belli bir yerinde belli bir açıda durunca o sarkaç kaburgalarına çarpmıyor. Ama bu ara “Yeter artık, biraz Batı’ya gideyim” diye bir hissim var.

* Bu roman senin yaptığın bir yolculuktan mı çıktı?
Kitabın en başında Emily Dickinson’dan bir cümle var; “Hakikati anlat ama bükerek anlat”. Yazdıklarımın hepsi gerçek değil ama hepsi hakiki. Ama bu yolculuk benim içimde o kadar gerçek ki, o kadar olur. Delirmek üzere olduğum, çok yalnız hissettiğim bir dönemdi, bir yıl oturup “Nerede hata yaptım?” düşündüm. Şimdi iyiyim ama.

* Buldun mu?
Buldum tabii ama söylemeyeceğim çünkü kendimi bu gözü dönmüş, kana susamış kalabalığa yargılattıracak değilim. Adil bir yargıç olduğunu düşünsem yargılattırırdım ama o benim vicdanım ve hepsinden daha adil olduğuna eminim artık.

* Kadınlar romanındaki kadar birbirine iyi geliyor mu sence?
En büyük kötülükleri kadınlardan görmüş bir kişi olarak söyleyeyim, evet. Bu yıl bana bu hayat, benim yine de kadınlara güvenmem gerektiğini öğretti.
Keşke erkek olsaydım ve beni de kadınlar sevseydi

* Kuran’a göndermeler var romanda.
Ben bu kitabı yazmadan önceki bir yıl Kuran-ı Kerim çalıştım. Bu kadar kadim bir metne Türkiye edebiyatında niye doğru dürüst atıf yapılmıyor? Ya korkudan, ya da yok sayıldığı için. İncil, Batı edebiyatının temel referans metinlerinden bir tanesidir, niye Kuran-ı Kerim öyle değil? Milyarlarca insanın okuduğu kadim bir metin bize bir şey diyor olmalı hâlâ. Nasıl görmezden gelecek kadar kibirli olabiliriz?

* Erkekler sevilmek için bir şey yapmazken kadınların uğraşması gerektiğini söylüyorsun romanda...
Erkekler kadınlar var olduğu için o kadar şanslılar ki, sonsuz şımartıyoruz onları. Keşke ben de erkek olsaydım ve beni de kadınlar sevseydi. Ne kadar kolay bir hayat. Tek yapman gereken, Madam Lilla söylüyor, hayret ve hürmet etmek. Gerisini kadınlar hallediyor zaten. Bütün hayatı yapıyorlar. Bir erkek hayatını kolaylaştırdı mı Asu, sorarım sana...

* Peki sen hiç hayret ve hürmet edecek biriyle karşılaştın mı?
Birden fazla kez. Şanssız şeyler de yaşadım, şanslı şeyler de... Mühim olan şunu anlamak: Bu benim hikayem. Yalnız kadınların mutsuz olması gerektiğine dair saçma bir inanışı bize empoze ettiler. Çok güçlüyüz ama hayatın tadını çıkarmaya gelince bunu yapamayacakmışız gibi bir batıl itikat sahibiyiz. Yok böyle bir şey. Yalnızlık çok güzel.

* Yalnız mısın sen şu anda?
Değilim. Tek başına değilim, öyle söyleyeyim. Yalnızlık baki. Evli kadınların yalnız bir kadından daha az yalnız olduğunu düşünmüyorum ben.

* Senin Tunus’a gidişini bir aşk hikayesine bağlayanlar da var...
Hayır, değil.

* Yok muydu orada sevgilin?
Vardı, çok da klas bir beyefendiydi ama bunla ilgisi yok, ben zaten gitmiştim. Tabii sevgilim olacak; ben eli yüzü düzgün, kafası çalışan, neşeli bir kadınım.

* Peki senin bu sık sık bir yerlere gidişinle ilişkiler nasıl yürüyor?
Bu adamlar beni iyi içli köfte yaptığım için sevmiyorlar zaten. Baştan belli benim ne olduğum. Ama kal diyen olmadığı için gidiyor da olabilirim. Leo Buscaglia gibi olacak ama son bir yılda şunu anladım: Ne bu kariyer, ne kitaplar,önemli olan sevmek ve sevilmek. Ve bunun kıymetini biliyorum. Yani kalmaya değer bir şey olduğunda kalıyorum. Terbiyemden susuyorum canımı sıkmasınlar

Asu Maro'nun Ece Temelkuran ile yaptığı söyleşinin tamamı için tıklayın