Medya
09 Mayıs 2010 13:59 Son Güncelleme: 23 Kas 2018 11:17

DENİZ BEY, BU OLAYI O AKŞAM OLCAY HANIM'LA NASIL KONUŞMUŞTUR?

Ertuğrul Özkök, kendisi gibi herkesin merak ettiği sorunun yanıtını aradı...

O akşam evde neler konuşuldu

SAMİMİ olalım, benim gibi siz de şunu merak etmişsinizdir.

Deniz Bey, bu olayı Olcay Hanım’la nasıl konuşmuştur?

Bence, bu olayın en dramatik yanı budur.

Bill Clinton ve Hillary Clinton’ın hatıralarında en ilgimi çeken bölümlerden biri, Monica Lewinsky olayının “aile içinde” nasıl konuşulduğunun anlatıldığı bölümlerdi.

Bunu 2004 yılında yazmıştım..

Clinton’ın kitabında 15 Nisan sabahı şöyle anlatılıyordu:

ABD Başkanı o sabah çok erken kalkmış.

Hillary’nin yanına gelmiş ama her zaman yaptığı gibi yatağın kenarına oturmamış.

“Durumun çok ciddi olduğunu” söylemiş.

Hillary ise kitabında bunu “Karnıma yumruk yemiş gibi oldum” diye anlatıyor.

Eşinin başka kadınlara ilgi duyduğunu bildiğini ama bunun bir gerçek olarak karşısına çıkmasının yarattığı travmayı tarif ediyor.

Bir de şunu söylüyor:

“Bu olaydan sonra evliliğimiz devam eder mi bilmiyorum”.

Tabii bu konuşmanın kitaba yansıdığı kadar “cool” geçtiğini sanmıyorum.

Böyle durumlarda her karı-kocanın davranışı farklıdır.

İnsanlar böyle günlerde, genellikle, hayatları boyunca birbirlerine başka alanlarda verdikleri güvenin rantını alırlar.

Veya güvensizliğin bedelini öderler.

***

Bakın geride hâlâ sağlam bir şey kalmışsa neler oluyor.

Monica olayından sonra Bill Clinton’ın yapacağı “itiraf” konusunda karı-koca birlikte çalışmışlar.

Bütün detaylarını tek tek belirlemişler.

Clinton yaptığı itirafı şöyle anlatmış:

“Hukuka uygun bir açıklama yapmakla, sahte bir itiraf arasındaki çok ince yolda yürümeye çalıştım”.

Peki yürüyebilmiş mi?

Onun samimi cevabını da şöyle veriyor:

“Ancak bugün geriye baktığımda, bu amaca tam olarak ulaşabildiğimi söyleyemem. Bana sorulan bazı sorulara verdiğim cevaplar doğru değildi.”(*)

Böyle bir şeyi yaşayan kim bütün sorulara dürüstçe cevap verdiğini söyleyebilir ki...

En cesurumuzun söyleyeceği tek şey, “Bu benim özel hayatım. Hesap vereceğim kişilerin sayısı sandığınızdan çok daha az” olabilir.

Ama ne yazık ki, şöhret pahalı bir şeydir ve siz hesap verme zorunluluğu hissetmeseniz de, başkaları işaretparmaklarını acımasızca sallamaya devam eder.

Böyle anlarda insanların iki şeye ihtiyacı vardır.

Derin bir yalnızlığa ve güvenilecek dostlara...

***

Bill Clinton’la, Hillary Clinton’ın evlilikleri bitmedi.

Hillary, ABD Başkanlığı’na adaylığını koydu.

Peki Clinton’ın karakteri değişti mi?

Hayır değişmedi. Hâlâ kadınlara ilgi duyuyor.

Ama Türkiye dahil, birçok ülkeye gidiyor, ABD tarihinin belki de en saygın başkanı olarak muamele görmeye devam ediyor.

Bu arada geçirdiği kalp rahatsızlığı ona, hayatta çok daha önemli şeylerin olduğunu da öğretti.

Neticede hayat devam ediyor.

O gün insana “dünyanın sonu” gibi görünen en travmatik olaylar bile geçip gidiyor.

İz bıraksa da geçip gidiyor.

Allah’tan ki hayat insanlara böyle anlar için çok kıymetli “jokerleri” veriyor.

Önemli olan, insanın yaşadığı şeyi taşımasını bilmesi.

Böyle zamanlarda hep rahmetli Adnan Menderes’i hatırlarım. Bize nasıl büyük bir erkeklik dersi verdiğini hiç unutmam.

Ya kadınlık dersi?

Onu zaten Ayhan Aydan bize yarım asır önce, hem de gönlümüze dövme yaparak vermişti.

Bu toplum onu, en ahlakçılarımız için bile saygıdeğer bir kadın olarak hayranlıkla izledi.

Allah’tan böyle insanlar var.

Yani en zor anlarda, en ihtiyaç duyulan anlarda ayna gibi bakılabilecek erkekler ve kadınlar... 

(*) Christopher Andersen: “American Evita”, William Morrow, HarperCollins, 2004, s. 5

Ertuğrul Özkök/Hürriyet