Röportaj
10 Mayıs 2010 08:40 Son Güncelleme: 23 Kas 2018 11:17

CUMHURİYET'TE İLHAN SELÇUK'TAN SONRA NELER OLACAK? GAZETENİN 44 YILLIK HAFIZASI KONUŞTU!

“Gülen cemaati Fethullah Gülen'den sonra ne olacak sorusuyla karşılaşırken, Cumhuriyetçilere de İlhan Selçuk'tan sonra ne olacağı soruluyor?”

Cumhuriyet Gazetesi Yayın Kurulu üyesi ve yazarı Şükran Soner ile yaptığımız söyleşiye işte gündemin bu tarafından başladık.

“Sendikal hayat, işçi dünyası, çalışan hakkı” gibi maddelerdeki haber ve analizlerindeki uzmanlığı ile Türk basınının “saygın emekçileri” arasında yer bulan  Şükran Soner’in özgeçmişinde önemli bir tarih var; 1966. Bu tarih, Soner’in Cumhuriyet serüvenin başlangıcı. Ömrünün 44 yılını Cumhuriyet’te pratik eden, Şükran Soner gazetenin özünü ifade eden birkaç isimden biri.

Geçen hafta 86. yıldönümünü kutlayan Cumhuriyet gazetesinin, “44 yıllık hafızası” Soner, www.t24.com.tr nin sorularını yanıtladı: İlhan Selçuk’tan sonra neler olacak; gazete nasıl devam edecek? Gazetedeki resim bir arada olmaya mahkûm olan Cumhuriyetçilerden mi oluşuyor? Genelkurmay Başkanı tabandaki dalgaya nasıl duyarsız kalamadıysa Cumhuriyet yönetimi de öyle mi yaptı? Mustafa Balbay’ın Ankara Temsilciliği’nden alınmasında İlhan Selçuk’un etkisi ne? Gazetede “Balbaycılar ve Balbaycı olmayanlar” şeklinde bir bölünme var mı? Cumhuriyet okurları Tuna Kiremitçi ve Kürşat Başar’a neden tepki gösterdi? Şükran Soner’e göre İlhan Selçuk’un yöneticilik hataları neler, neden Hasan Cemal’in yerinde olmak istemezdi?

Şükran Soner’in www.t24.com.tr’ ye verdiği yanıtlar şöyle:
 

- Adı bizde saklı bir Fethullah Gülen cemaati üyesinden alıntılıyoruz: “Cumhuriyetçiler (gazeteyi kastediyor) iletişim kurma noktasında bizden daha kapalılar.” “Bu değerlendirmeye şu noktada katılıyorum” demeniz ütopik mi?

Bu, Amerika’nın Irak’ı demokrasi adına işgal etmesi ne kadar meşru ise o kadar meşrudur! Bir kere cemaat kavramının kendisi çağdışı bir kapalılık içerir, aksi mümkün mü?

‘İlhan Selçuk’tan sonra vakıfta kimse imtiyaz sahibi olmayacak’

- Ya şu değerlendirme; “Fethullah Gülen cemaati Fethullah Gülen’den sonra ne olacak sorusuyla karşılaşırken, Cumhuriyetçilere de İlhan Selçuk’tan sonra ne olacağı soruluyor?”

Her şeyden önce, bir cemaatle Cumhuriyet gazetesi arasında kıyaslama, değerlendirme yapmanın tutarlı hiçbir yanı yok. “İlhan Selçuk’tan sonra ne olacak” kısmında ise dillendirilmeyen bir nokta var. İlhan Abi uzun zamandır “Artık gazeteye bensiz sahip çıkacaksanız” diyordu. İşte onun bu mesajının dillendirilmeyen bir boyutu da şudur; İlhan Selçuk’tan sonra vakıfta kimse imtiyaz sahibi olmayacak. Berin Nadi’den sonra İlhan Selçuk vakıftaki tek yetkiliydi, bu bilinçli seçilen model artık olmayacak; bir yerde vakıf yönetimi ile daha demokratik olacak. Şimdi zaten geçiş sürecindeyiz. Ne olacağını da bilemeyiz. Veya cumhuriyet yaşamayacak, yaşamaya da bilir. Çünkü dünyada Cumhuriyet gibi doğrudan doğruya hem profesyonel, hem de sermayeye dayalı olmayan bir gazete modeli yok. İslam ülkeleri içinde Türkiye Cumhuriyeti nasıl tek modelse Cumhuriyet gazetesi de öyle. Türkiye Cumhuriyeti de belki parçalanacak, ben Yugoslavya’nın çimentosunu da çok sağlam buluyordum. Çocukluğum orada geçti, ama orayı parçaladılar. Cumhuriyet gazetesinin de ne olacağını bilemeyiz. Yüzde yüz “Başarırız Cumhuriyet yaşar” diyemiyorum. Ama hem çalışanlar, hem de okurlar, beraber olursak devam ederiz.

İlhan Selçuk: Benden sonrasını düşünün, yoksa sizi parçalarlar

- İlhan Selçuk’un “Keşke imtiyaz sahipliği yerine vakıf modelini geliştirseydik” dediğini duydunuz mu hiç?

Törenden (Cumhuriyet’in 86. kuruluş gecesini kast ediyor) önce onu ziyaret gittiğimde “İlhan Abi arkadaşlara bir mesajınız var mı?” diye sordum. İlhan Abi’nin bilinci yerinde değil, sağlık durumu fevkalade ağır. Sadece gözlerini açtı ve sevgiyle gülümsedi. O ifadesi, bizim daha önceki konuşmalarımızla bağlantılı bir gülümsemeydi; “Ben olmadan devam edeceksiniz. Benden sonrasını düşünün çocuklar, ancak kenetlenirseniz bu gazeteyi koruyabilirsiniz. Yoksa sizi parçalarlar.” Bunu yıllardır söylüyordu İlhan Abi, hatta arada sinirlenip “Çocuklar benden sonrasını yeterince düşünmüyorsunuz, hepiniz bir arada olmaya mahkûmsunuz” diyordu. İlhan Abi’nin elbette bu uzun süreli rahatsızlığı nedeniyle canı çok yandı ama ben bu dönemin bizi ayılttığını düşünüyorum.  Çünkü biz,  birlikte olma zorunluluğunun bilincine vardık.  “Nasılsa İlhan Abi halleder”in olmadığını, birbirimize mecbur olduğumuzu gördük.

’İlhan Selçuk’tan sonra tek karar alma mekanizması kalkıyor’

- Şu anki resim, gazeteyi yaşatmak için bir arada olmaya mahkûm olan Cumhuriyetçilerden mi oluşuyor?

Kurumlarda birebir insan ilişkileri hiç önemli değildir. Cumhuriyet çok şey yaşadı; Cumhuriyet’i yaşatmak Ahmet, Mehmet, isimler işi değildir. Burada kalmaya, bu değerleri savunmaya kararlı olan çalışan ve okurdur. Dışarıdan bilinmeyen şu; İlhan Selçuk’tan sonra imtiyaz sahibi olma, tek karar mekanizması kalkıyor. Cumhuriyet Vakfı Yönetim Kurulu karar verecek; Yeni Gün A.Ş’yi kim işletecek; Yeni Gün’ün yaptığı işler doğru mu; Yeni Gün’ü beğenilmezse sözleşmeyi iptal ederek başka bir şirket kurulacak mı? Tüm bunlar vakfın yönetiminde. İmtiyaz sahibi de vakıf. Yeni Gün işletmeci ve Yeni Gün’ün yüzde 51’i de vakfın.

’Ben inan Kıraç’ın gelmesi için vakıf yönetiminden ayrıldım’

- Vakıf yönetiminde kaç kişi var?

(Sayarak cevaplıyor) İbrahim Yıldız, Cüneyt Arcayürek, Mustafa Balbay, Orhan Erinç, Hikmet Çetinkaya, Alev Coşkun, ben İnanç Kıraç’ın gelmesi için ayrıldım; vakıf yönetimi böyle. Tabii Yayın Kurulu da çok önemli. Bunun gerekliliği de 1970’li yıllarda ortaya çıktı; ailenin damatları yönetimde sorun çıkardılar, oylarını o istikamette kullandılar. O dönem İlhan Abi tutuklu olduğu için işten çıkarılamadı, 212 nolu yasa gereği Oktay Kurtböke de çıkarılamadı. Beni ve Mehmet Barlas’ı attılar, Nadir (Nadi) Bey de istifa etti. Böyle bir yönetim darbesi oldu. Ardından birçok arkadaşımız istifa etti, okur da boykot etti. Cumhuriyet’ten bir yıl uzak kaldık. Bir yıl sonra kız kardeşler, ağabeylerden özür diledi; yönetim yeniden Nadir Nadi’ye döndü. Nadir Nadi, olanlardan sonra Cumhuriyet’in geleceğinin aile mirasçılığına bırakılamayacağını düşündü. Dünya modelleri araştırıldı; yayın kurulu Le Monde ve Mısır’deki Elhamra modellerinden esinlenerek oluşturuldu. O nedenle Cumhuriyet’te Yayın Kurulu’nun esprisi Cumhuriyet kimliği ve değerlerinin savunulmasında otokontroldür. 1991’deki ayrılmamızda da Yayın Kurulu’na sormadan yazar belirlenmiş olmasıydı. Konu Osman Ulagay’ın yazıp yazmaması değil, bu kuralın çiğnenmesiydi. Fakat şu da çok mühim; bizde çarkı okur da döndürür. 1970’te ve 1991’deki ayrılmalardan sonraki okur boykotu, Cumhuriyet’te okuyucunun denetiminin çok belirleyici olduğunu gösterdi. Başka bir gazetede böyle bir okur refleksi yok.

’Okur Balbay’ın görevden alınmasını kuşkuyla karşıladı ama…’

- Okur refleksine dikkat çektiniz, güncelleştirerek soralım. Şöyle bir izlenimi haklı bulur musunuz; “Mustafa Balbay’ın Ankara Temsilciliği’nden alınmasını yönetim, yazı işleri, muhabirler büyük ölçüde olumlu karşılasa da Cumhuriyet, bir taraftan ‘Balbay bizim başımızın tacıdır’ gibi bir söylem geliştirdi. Genelkurmay Başkanı tabandaki dalgaya nasıl duyarsız kalamadıysa Cumhuriyet yönetimi de öyle yaptı?”

Hayır, orada şöyle bir sorun var. Bir geçiş dönemi yaşıyoruz, genel olarak okurda da, “İlhan Selçuk’un iradesi bu kararda ne kadar baskın?” gibi bir kuşku var.

‘Balbay, görevden alınma kararının zamanlamasına gönül koydu’

- İlhan Selçuk’un Balbay’ın görevden alınma kararındaki hacmi nedir?

Tabii ki onun da iradesi var. Zaten Balbay’ın da buna itirazı yok, çünkü ortada bir boşluk var; Balbay içeride, Ankara Temsilcisi yok. Yönetim bu ihtiyacın gereğini yaptı. Balbay, sadece bu kararın zamanlamasına gönül koydu. O da yanlış anlaşılacağı için. Balbay kendisi açısından çok haklı olarak diyor ki, “Ben zaten Ankara Temsilciliği’ndeki çalışmalarımdan dolayı yargılanıyorum, şimdi görevden alınmam, gazetem beni terk etti gibi bir tablo yarattı.”

- Siz iddianameyi okudunuz mu?

Bütünüyle okumadım. Okumam da.

- Balbay’ı ilgilendiren kısımları okudunuz mu?

Hayır, çünkü ben bu iddianamenin baştan sona sivil darbe hukuku olduğunu düşünüyorum. Ceza hukukunda toplu suç olmaz; suç olan eylemle suçlular arasında maddi kanıtlar ilişkilendirilerek dava açılır. Burada ise böyle bir ilişkilendirme yok, doğrudan doğruya siyasi suçlamalar var. Ben Ergenekon iddianamelerinin tümünün toptan sivil darbe hukukuyla özel yargıç ve savcılar eliyle hazırlanmış komplo teorileri olduğunu düşünüyorum. Senaryolara bakarak insanları neden suçlayayım?

’Darbe günlüklerinin Nokta’da yayımlanması sivil darbe hukukuna hizmet’

- Ergenekon davasının içeriğine değil, habercilik prensiplerine işaret ederek soralım; darbe günlüklerinin Nokta dergisinde yayımlanmadan sekiz ay önce Mustafa Balbay’ın elinde olması ve bunları yayımlamaması nasıl bir gazetecilik refleksiyle açıklanır?

Ben bunların Nokta’da yayımlanmasının da sivil darbe hukukuna bir tür hizmet olduğunu düşünüyorum. Çünkü ne gerçek, ne sanal, ne düzenlenmiş bilmiyorum. Senaryolar üzerinden gazetecilik olur mu; ben bunu hiç yapmadım.

- Bu konuda bir kriminal rapor var.

Ergenekon iddianameleri nedeniyle Türkiye Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde ne kadar tazminat ödeyecek; göreceğiz. Tüm iddianamelerde terslik var.

’Balbay’ın notlarını yayımlamanın gazetecilik olduğunu düşünmüyorum’

- Okumadığınızı söylediğiniz bir iddianameyle ilgili iddialı yorum yapıyorsunuz, bunda sizce terslik yok mu?

İddianameleri tek tek okumadığımı söylüyorum. Oluşturulma biçimini doğru kabul etmiyorum, niçin okuyayım? Bakın çok tipik örnektir; sendikalarda çok liderlik kavgası ve yolsuzluk iddiası olur. Eline “Sendika başkanının 36 evi var” diye bir liste gelir. Ben bunu 36 eve ulaşmadığım, kanıtlayamadığım için yayımlamadım. Yüzde yüz hırsızlık, yolsuzlukla elde edildiğini biliyorum ama kanıtlayamadığım için yazmıyorum. Benim ölçülerim bu. Ölçüler de böyle olunca iddianamelerde yer alan ya da “Balbay’ın notları” denen olayların hiçbirinin bir gazetede yayımlanmasının hak, hukuk, demokrasi, gazetecilik olduğunu da düşünmüyorum. Zaten sorun bu, biz burada infaz yapıyoruz.

’Ben Hikmet Çetinkaya gibi düşünmüyorum’

- Hikmet Çetinkaya, T24’e verdiği söyleşide “Balbay’ı darbe günlüklerini yayımlamadığı için affetmeyeceğim. O haber yazı işlerine gelseydi manşet olurdu” demişti. Şimdi sizin bu son değerlendirmelerinizle anlıyoruz ki, Cumhuriyet’te bu konuda bariz bir fikir ayrımı var?

Ben Hikmet gibi düşünmüyorum.

- Cumhuriyet’te bugün hangi kısım daha ağır basıyor?

Her haberde aynı sorunla karşılaşırsınız. Biri haberi farklı bir pencereden görür, diğeri farklı. Bu çok normal. Ama bu konu, çok spesifik ve medyatik.

- Gazeteci-haber kaynağı ilişkisinin üzerine çıkan, generallere “Daha ne bekliyorsunuz” ifadeleriyle “tavsiyeler” içeren diyaloglar, gazeteci olarak tüylerinizi diken diken etmiyor mu?

Etmiyor çünkü gerçeği bilmiyorum. Bunların ne kadarı spekülasyon; bilmiyorum. Benim düğün yemeğim gizli terör örgütü toplantısı sayıldıysa, ben bunları yaşadıysam, demek ki her şey olabilir diyorum. (Şükran Soner ve eşi 12 Mart sonrasında Madanoğlu davasında cuntacı olmakla suçlanmış, ihbarı Mahir Kaynak’ın yaptığı ortaya çıkmıştı.)

’Diğer gazetelerde yoktur; biz her an birbirimizle kavga ederiz’

- Siz bu süreçte gazeteyle ilgili bir özeleştiri süreci geçirmediniz mi?

Biz, her dakika özeleştiri yaparız. Cumhuriyet’i Cumhuriyet yapan fark bu. Diğer gazetelerde yoktur; biz her an birbirimizle kavga ederiz.

’Ergenekon’la ilgili olarak gazetede oturup kavga etmiyoruz’

- Gerçekten öğrenmek istiyoruz; Balbay- Ergenekon başlıklarında şu andaki en büyük kavganız nedir?

Ergenekon’la ilgili olarak gazetede oturup kavga etmiyoruz. Zannediyorum Ergenekon’la ilgili Cumhuriyet çalışanlarının çoğunun kanısı şu; bir dolu suç olayını toplayıp, bu iktidarın, neoliberalizm-emperyalizmin Ortadoğu hesaplarına uygun gelmeyen ne kadar düşünce sistemi varsa bunları mahkûm etmeye yönelik bir bütün kurmuşlar.

‘Normal koşullarda okur Tuna Kiremitçi ve Kürşat Başar’a tepki göstermezdi’

- Gazetenin 86. kuruluş yıldönümü nedeniyle verilen gecede bir Cumhuriyet okurunun sözlerine tanık olduk: “Dinamizm, değişim diyorlar. 30 yıllık okurum, Cumhuriyet’e değişimi Kürşat Başar’la Tuna Kiremitçi mi getirecek?”

Bu tip tepkiler alıyoruz. Ama tabii hepsi bu yönde değil. Bence o yazarların şanssızlığı zamanlaması oldu; birkaç olay üst üste geldi. İlhan Abi hasta, Balbay temsilcilik görevinden alınıyor ve o yazarlar başlıyor. Normal koşullarda o yazarlara okur o tepkiyi göstermezdi. Ama orada Balbay’ın gönlü kırıldı konusu olunca okur da duygusal bir tepki verdi. Bu da yazarların kişilikleriyle ilgili değil, üst üste gelişen olayların sonucu oldu. Ama bu bize bir ders verdi; Cumhuriyet okuru her zaman denetler, bu da bizi disipline sokuyor. Zor bir dönem geçiriyoruz; her yerden saldırıya uğradık. Darmadağınız. Daha önce sonuç iradesine güvendiğimiz bir beyin vardı, şimdi o beyinin hayatı alt üst. Sadece nefes alıyor. Ve nefes alması dahi bizi bir çatı altında topluyor.

- Bir gazetenin tek kişiye bu kadar bağımlı olması sorun değil mi?

İnsaf edin, İlhan Abi henüz hayatta.

’Okurumuz da darmadağınık, biz de darmadağınığız, yönetim boşluğu içindeyiz’

- Aslında sorduğumuz şu: “Biz de şu konularda inisiyatif almayarak bu durumu hazırladık” gibi bir sorgulamanız oluyor mu?

Hayır, yöneticimiz yok, iradeleri yok, demiyorum. Biz yönetim boşluğu içindeyiz. Biz savrulduk, darbe yedik. Bir sürü insan içeri alındı, gazete tahrip edildi. Gazetenin değerlerine saldırı var. Türkiye kuşatıldı; dinci, ırkçı neo-liberal emperyal saldırılar. Okurumuz da darmadağınık, biz de darmadağınığız. Bir geçiş süreci yaşıyoruz. Cumhuriyet uzayda değil Türkiye’de, tıpkı 12 Mart’ta, 12 Eylül’de olduğu gibi şimdi de benzer sorunları yaşıyor gazete. Ben bugün yazımı “Var mısınız?” diyerek bitirdim. Hem okurlar, hem çalışanlar olarak tüm bu saldırılar içinde sağduyumuzla ayakta kalmanın dengelerini vermek zorundayız. Verebilirsek kalırız, veremezsek kalamayız, bu kadar basit.

Cumhuriyet belgeselinde Uğur Mumcu’ya neden atıf yoktu?

- Kuruluş gecesinde gösterilen Cumhuriyet tanıtım belgeselinde Uğur Mumcu’nun görüntüleri vardı ama Mumcu’ya tek kelimelik atıf yoktu. Bunda bir kasıt aramıyoruz, fakat bu işçilik eksikliğinin genel resimdeki yansımasını örneklendirebilir misiniz?

Az önce söylediğim buydu; ben hiçbir şeyi tek tek eleştirmiyorum. O kadar kötü koşullarda çıkıyoruz ki, bir travma dönemi yaşıyoruz. Türkiye ile bağlantılı olarak, bütün travmalar Cumhuriyet’e daha ağır yansıyor. Çünkü klasik sermaye gazetesi değil. Detaylarını bilmiyorum, ama o belgeselin nasıl hazırlandığını tahmin edebiliyorum. En ucuz reklam şirketine, son dakikada, küçük bir bütçeyle ya da tamamen gönüllü olarak bu işi yapacak kişilere yaptırılmıştır. Bunu hazırlayanlar da belgeselde Uğur’un öldürüldüğü günün görsellerini kullanmayı yeterli bulmuştur. Ama doğru; Uğur niye yok? Bu şartlar altında hazırlanan bir iş böyle oluyor.

- Bir de şu var; 20 yıl önce Cumhuriyet’in düzenlediği bir geceye sanatçıların, siyasilerin, toplumun ilgiyle izlediği insanların yaygın olarak katıldığı söylenir. Son tören ise bu pencereden bakınca oldukça mütevazıydı?

Hiçbir zaman iktidar çok gelmedi bize. Ancak okur hiç yalnız bırakmadı Cumhuriyet’i böyle günlerde. Fakat bu söylediğinizde şu da var; burası artık Ergenekon’a bir loca olarak gösteriliyor. Kamuoyu algılamasında burada olmak suç. İnsanlar öyle yıldı ve ürktü ki, kimseyi yargılamak için söylemiyorum; ama bu da etkili olmuş olabilir. Diğer yandan yaşananlardan dolayı köşesine çekilen, küsen, haber izlemeyen, gazete okumayan o kadar çok insan var ki.

’Serdar Turgut elmayla armudu toplarken karıştırıyor’

- Tam burada bir soru var; Cumhuriyet Vakfı İkinci Başkanı Alev Coşkun törendeki konuşmasında sürekli “ulusalcı yazarlarımız” vurgusunu yaptı. Bu söylem, gazetenin bekası açısından sınırlayıcı değil mi?

Hep söylüyorum; büyük bir kavram kargaşası yaşıyoruz. Cumhuriyet’in bekası nasıl olabilir; Cumhuriyet’in bekası Kürtçülükle mi, Türkçülükle mi, cemaatçilikle mi, tarikatçılıkla mı olacak?

- Cumhuriyet’in bekası ulusalcı yazarlarla mı sağlanacak?

Cumhuriyet’in bekası cumhuriyet çimentosuyla olabilir ancak. Oradaki “ulusalcı yazarlarımız” ifadesi Türkçü, ırkçı bir söylem değil. Bir çimentoya ihtiyacımız var. Belki kemalizmin değeri ve önemi de bu. Bugün başka alternatif söylem yok. 1970’lerin en sıkı solcuları şimdi, “İki sol vardır; liberal demokrat ve ulusalcı sol” diyor. Böyle bir tanımlama olmaz. Sol enternasyonaldir bir kere. Ama sol aptal değildir, emperyalizme karşı direnir, emperyalizme karşı direnmek ise ulusalcılıktır.

- Bu sözlerinizin eşliğinde, Serdar Turgut’un “Laiklerin beyin ölümü gerçekleşti” sözlerini işaret ederek soralım…

Bir dakika, Serdar Turgut elmayla armudu toplamaya kalkışırken, elmanın ve armudun ne olduğunu bilmiyor bir kere. Beyin ölümü nedir; kavramların ne olduğunu bilmemek olabilir mi? Cehaletin sonucu sarf edilmiş bir söz, kendisini suçlamıyorum bile. Şimdi gelelim kavramlara, liberal demokrat olabilir. Liberal demokrata da şapka çıkarırım, onlara çok ihtiyacımız var. Ama liberal demokrat solcu diye bir şey olamaz.

- Sorumuzun devamı şöyleydi: “AKP’li değilim, oyumu CHP’ye de vermiyorum. Hükümetin laiklikle ilgili şüpheli tutumları olduğunu düşünüyorum. Ama Cumhuriyet gazetesini de okuyamıyorum” diyen bir gencin bu değerlendirmesini gazete bir özeleştiri için dikkate alır mı?

Gazeteyi Türkiye koşullarının dışında dünya üstü profesyonel bir kurum gibi düşünmek istiyorsunuz , “Öyle bir görev yapıyor mu?” diye soruyorsunuz. Ama ortada öyle bir kurum yok.

‘Kaliteli bir gazetecilik yapamıyoruz’

- Gazete yönetimi “Hükümetin laiklikle ilgili şüpheli tutumları olduğunu düşünüyorum. Ama Cumhuriyet gazetesini de okuyamıyorum” diyenlerin bu atıflarını, özeleştiri yaparken dikkate alır mı diye soruyoruz?

Bakın, Cumhuriyet günlük olarak çıkmaya çalışıyor. Olabildiğince kendi değerleri ve profesyonel gazetecilik kuralları içinde bir sentez yapmaya çalışıyoruz. Ama hiç kimse tek tek, o dediğiniz biçimde oturup kafa patlatacak koşullara sahip değil, belki bilince bile sahip değil. Bunu düşünenler yok mu; elbette var. Şu gerçeği silip atabilir misiniz; Doğan grubunda, yandaş medyada, cemaatin gazetesinde çok kaliteli araştırmalar, haberler, kültür yayınları var, ama bunları bizim yapmamız olası değil. Öyle bir kadromuz ve paramız yok. Kaliteli bir gazetecilik yapamıyoruz. Çünkü kaliteli gazeteciliğin koşulları yok elimizde; eleman sayısı, ücret, özel haber getirecek gençler yetiştirmek bunların hepsi para demek. Çoğu haberi ajanstan alıyoruz. Okurumuz da bunu biliyor. Ama şu var ki, bizim üstünlüğümüz haberi diğerlerinin sansürlediği pencereden verebilmek.

’Fethullah Gülen için Amerika’daki sümüklü demem, diyeni de yargılamam’


- Aslında sorumuzun nişan aldığı kısım şuydu; örneğin Fethullah Gülen’den bahsederken “Amerikalı’daki sümüklü” demek... Bu dil sorunlu değil mi, eleştirinin kalitesini örselemiyor mu?

Öyle bir dil sevimli değil, ama o kişi de Soros’la kardeş kardeş Amerikan emperyalizmi için bütün dünyada İslam’ın adını kullanıyor, bunların şakası mı var?

- Dolayısıyla bir Cumhuriyet yazarı da “Amerika’daki sümüklü” diyebilir mi?

Ben demem, ama bunu diyeni de sorgulamam ve yargılamam.

- Başbakan’dan bahsederken Tayyip, RTE demek; bu ifadeler Cumhuriyet’e yakışıyor mu?

Ya Tayyip Erdoğan’ın konuşmaları, sizce bir Başbakan’a yakışıyor mu? Düzeysizlik, kalitesizlik bulaşıcı bir hastalıktır. Türkiye’de genel olarak bunları yaşıyoruz, ben bu kalitesizlikten elbette memnun değilim.

- Ama siz de böyle bir söylemle buna katkıda bulunmuyor musunuz?

Hayır, ilk günden itibaren devamlı hakaret eden, kavga eden bir Başbakan. Standart düşüyor tabii. İnsanlar başka bir dilden anlamıyor; neden-sonuç ilişkisi.

- Cumhuriyetçiler neden sürekli kendi içinde kavga ediyor?

Bir tekelde ya da yandaş medyada kavga etmek kimin haddine? Emir-komuta zinciri içinde fikrini söylemek mümkün mü?

İlhan Selçuk’a kafa tutan biri Cumhuriyet’te kalabilir mi?

- Burada da “İlhan Abi vetosu” yok mu?

O halde size bir kavga anlatayım; İlhan Abi ile ne kadar çok kavga ettim. Hatta bir yıl küs kaldık, hem de iflas zamanı. O para bulamadığı için toplu sözleşme düzenini tasfiye etmek zorundaydı. Ben de sendikal hakları savunan biri olarak kurulan şirkete geçmememe sınavını vermek zorundaydım. Bana herkes “Seçimini yap, ya Cumhuriyet ya sendika” dedi. Ben sendikanın yaptığını yanlış buluyordum ama sendikanın bitirilmesini de savunamazdım. “Tercih yapamam” dedim. İlhan Abi ile aramızda çok özel bir konuşma geçti. “Ben de senin yerinde olsam sendikayı savunurum ama ben aybaşında para vermek için selam vermeyeceğim insanlardan para dileniyorum. Benim elim taşın altında, seninki değil” dedi.

- Sizin cevabınız ne oldu?

“İlhan Abi öyle olmasa şu anda yan yana olur muyduk? Sen görevini yapıyorsun, ben de bana düşeni” dedim. Ve bir yıl aynı binada konuşmadan durduk. Ben de kimseye telkinde bulunmadım, yazılarımı yazdım ve bir kenarda işimi yaptım. Sonra şirket-sendika meselesi bitti. Ve bir gün, hatırlıyorum İpek Çalışlar, “İlhan Selçuk seni niye hâlâ atmıyor anlayamıyorum” dedi. “İpekciğim sen çok dışarıda kaldın, Türkiye’yi unuttun, ondan anlayamıyorsun” dedim.

- İlhan Selçuk’a kafa tutan biri Cumhuriyet’te kalabilir mi?

Anlattığım tam da buydu.

’İlhan Selçuk düşünce önderim, ama yönetici olarak çok yanlışları olmuştur’

- İlhan Selçuk’u eleştireceğiniz bir şey yok mu?

O benim düşünce önderim ama yönetici olarak çok yanlışları olmuştur. Yöneticilik birikimi yoktu, iflas etmiş bir gazeteyle yüz yüze kalmıştık; bu ayrı konu.

’Cumhuriyet’e destek diye gelenler Cumhuriyet’i kullandı’

- “Yönetici yanlışlarını” somutlaştırabilir misiniz?

Ben “Cumhuriyet’e destek” diye gelen herkesin Cumhuriyet’i kullandığını düşünüyorum. O anlamda, “İlhan Abi yanlış yaptı” diyorum. Cumhuriyet’e kötü günlerde parasal destek yapanlara teşekkür ama hepsi de Cumhuriyet’e verdiklerinden fazlasını aldılar.

- Bunun içinde kimler var?

Hepsi var. Sonradan baktığımda görüyorum ki, onlar bir şekilde kârlı çıkmışlar; prestij, moral kazanmışlar kendilerini bir biçimde gazete sayesinde savundurmuşlar. O anlamda verdiklerinden daha fazla kazandılar.

’Cumhuriyet’e para verip ’oğlum müdür olacak’ diye tutturan bile oldu’

Kim bunlar; CHP, asker?

Hayır, ben para verenleri söylüyorum. Şu anda bizim Yeni Gün’de, yüzde 49 hissemizin yarısı Turgay Ciner’in, diğer yarısı Karamehmet ve Çapan’ın (Gündüz Çapan). Daha öncesinde gelip giden başka isimler de oldu, hatta parasını iade ettiklerimiz de oldu. Mesela iflasın en kötü günlerinde Almanya’dan bir sosyal demokrat işadamı, ismi önemli değil, birkaç ay maşımızı ödedi. Ardından, “Oğlum müdür olacak” v.s. gibi taleplerde bulundu. Hemen parasını ödedik ve gitti.

‘Hasan Cemal’in durumuna düşmek istemezdim’

- Size çağrıştırdıklarını söyler misiniz; Hasan Cemal?

Uzun zaman iş çalışma düzeninde en iyi anlaştığım arkadaşlardan biriydi, şefimdi. O da kendine göre benim gazeteciliğime tapardı. Ama her zaman çok hesaplı olduğunu görürdüm. Giderek çok kimlik, kabuk değiştirdi ve zaten kendi de söylüyor. Doğan Avcıoğlu’nun müritliğinden neoliberal politikanın en ucuna gitti. Onun adına üzüldüğüm bir sahnedir; ikinci tezkere zamanında Irak’tan canlı yayın yapıyordu. Bir gece “Mutlaka gelmeliyiz” diyerek tamamladı yanını. Ertesi gün Amerika’nın kararı değişince “Burası Türkiye için bir tuzak” dedi. Bir gazeteci için çok acı bir sahnedir, bana göre çok ayıp, utanç verici bir şey. O duruma düşmek istemem.

’Taraf; Fethullah ve Soros kardeşliğinin ürünü, bir misyon, bir atış poligonu’

- Taraf?

Gazete değil o, bir misyon. Parası da ona göre geliyor. Tamamen Soros ve Fethullah kardeşliğinin bir ürünü. Ortadoğu politikalarında emperyalizmin oynadığı oyunların Türkiye’deki atış poligonu.

- Burada şunu duysanız: “Yıllardır aynı şeyleri söylüyorsunuz. Hep aynı nakarat?”

Keşke öyle olsa, keşke aynı şey olsa. Bence çok geriye gidiyoruz. Türkiye de dünya da 1970’li yılların çok gerisinde. Demokrasi, insan hakları paylaşımı, iş sahibi olma, insan onuru her şeyde gerideyiz. Ne aynısı?

- “Tehlikenin farkında mısınız?” kampanyasından da pişmanlık duymuyorsunuz o halde?

Hayır, ben o kampanyanın ilancılık işinde çok başarılı olduğunu düşünüyorum

- Gazetenin siyasi parti gibi algılanması v.s?

Hayır hayır. Taraf olmanız gereken noktalarda tarafsınızdır. Bunda bir sakınca yok ama profesyonel gazetecilik yaparken asla siyasi bir partiye üye olmam. İflastan sonraydı, Erdal İnönü çağırmıştı, gönlünde bana milletvekilliği önerisi olduğunu söyledi. “Gelemem Erdal Bey” dedim. “İlk kez biri reddetti” diyerek müthiş şaşırmıştı.

- Şimdi siz de “Taraf’ın tarafında değilim. Ama gazeteciliğini, yayınlarını kıskanıyorum” diyerek şaşırtabilir misiniz?

Zor! Gazete değil çünkü o.

Selin Ongun/t24.com.tr