İki Lafın Beli
07 Tem 2015 11:20 Son Güncelleme: 23 Kas 2018 17:43

Ceyda Karan Cumhuriyet'i böyle savundu: Biz iktidarın PR şirketi değil, haberciyiz!

Cumhuriyet köşe yazarı Ceyda Karan 9 Temmuz’da görülecek ve 4,5 yıla kadar hapsinin istendiği Charlie Hebdo davası öncesi Medyaradar'dan Alev Gürsoy Cimin’e konuştu.

Tarihler 7 Ocak’ı gösteriyordu. Tüm dünyanın gözü, kulağı Fransa’ya çevrildi. Kanlı bir katliamın haberi geldi, Charlie Hebdo isimli mizah dergisinin Paris'te bulunan merkezine silahlı saldırı düzenlendi. Saldırıda 12 kişi hayatını kaybetti, 20 kişi de yaralandı. Saldırının ardından tüm dünyada destek eylemleri yapılmıştı. Cumhuriyet Gazetesi de işte o destekçilerdendi. Gazetenin yazarları Ceyda Karan ve Hikmet Çetinkaya 14 Ocak’taki köşelerinde, katliama karşı ifade özgürlüğü protestolarının dünya çapında sembolü haline gelen kapak karikatürünü kullandılar. Başlarına gelmeyen kalmadı. Hedef de oldular, tehdit de edildiler… Dahası konu yargıya bile taşındı…

İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, 7 Ocak’ta saldırıya uğrayan Fransız mizah dergisi Charlie Hebdo’nun Hz. Muhammed olduğu iddia edilen karikatürünü köşelerinde yayınladıkları gerekçesiyle Cumhuriyet Gazetesi yazarları Ceyda Karan ve Hikmet Çetinkaya’ya dava açtı. İki gazetecinin “halkın bir kesiminin benimsediği dini değerleri alenen aşağılama” suçundan 4,5 yıla kadar hapisleri istendi. İşte o davanın ilk duruşması 9 Temmuz’da görülecek.

Duruşma öncesi Cumhuriyet Gazetesi’nin dış haberler konusundaki deneyimli yazarı Ceyda Karan ile buluştum. Beşiktaş’ın o eşsiz deniz manzarası eşliğinde ben sordum Ceyda anlattı.
Dini değerleri aşağılamak ve peygambere hakaretle suçlanıyorsun, zor bir durum dediğimde Ceyda, asla bunu kabul etmiyor. Ona göre aslolan ifade özgürlüğü, Cumhuriyet’in yaptığı da habercilik… O karikatürü anlamayanlar bizi hedef gösterdi, canımıza kastetti diyor.  
Medya konusunda da çok çarpıcı tespitleri var. İlk mağdurlardan biri benim diyor. Nedenlerini de sıralıyor. Meğer Alo Fatih’in ilk kurbanı Ceyda’ymış… Bunu kendisi anlatıyor…
Şimdi ben aradan çekiliyor. Sizi Ceyda Karan’ın çarpıcı açıklamaları ile baş başa bırakıyorum. Sizlere güneşli güzel günler diliyorum.

RÖPORTAJ: ALEV GÜRSOY CİMİN
TWİTTER: gazetecialev
Mail: alevgursoy2008@gmail.com


7 Ocak'ta Charlie Hebdo Dergisi'nin başkent Paris’teki ofisi basılmış ve aralarında ünlü karikatüristlerin de olduğu 12 kişi hayatını kaybetmişti. Bu konuya tepki göstermek ve dergiye destek olmak istediniz ama şimdi yargılanıyorsunuz, hem de dini değerleri aşağılamak ve Peygamberimize hakaret suçundan. Gerçekten öyle mi yaptınız?

Tabii ki hayır. Habercilik nedir diye sorarsan işte o sorunun yanıtıydı bizim bu yaptığımız. Yani tam anlamıyla habercilik. O sayfayı yayınlamak gazetenin kararıydı ki bana kalırsa çok da doğru bir karardı. İfade özgürlüğü açısından bence Charlie Hebdo hem dünya hem de Türkiye açısından bir dönüm noktasıdır.

“KİMSEYE HAKARET ETMEDİK, HABERCİLİK YAPTIK”
Ama takdir edersin ki çok hassas bir konu bu. İşin içine hele dini değerler girince insanlar çok çabuk galeyana gelebiliyor. Ya da çabuk parlayabiliyorlar… 
Öyle bir hale geldik ki artık her şey hassasiyetler üzerinden tanımlanmaya başlandı. Peki, neyin hassasiyeti, kimin hassasiyeti ve neye göre hassasiyet? Bu soruyu sorgulayamaz olduk. Herkesin farklı konularda hassasiyetleri var. Ama biz burada kimsenin hassasiyetine zarar vermedik, kimseyi tahrik etmedik. Habercilik yaptık, habercilik yaparken de düşünce özgürlüğüne vurgu yaptık. Türkiye’de habercilik unutulduğu için gerçekten iyi yapılan şeyler de göz batıyor ya da yargıya taşınıyor. 



“ O KAPAK DA HAKARET YOKTU, SİYASİLER KIŞKIRTICILIK YAPTI”
Nüfusunun çok bir bölümünün muhafazakâr olduğu bir ülkeden bahsediyoruz ve her zaman bu tarz kapaklar, yayınlar, karikatürler başa dert açmıştır. Charlie Hebdo gibi korkunç bir katliamın yaşanmasının nedeni de aslında böyle bir şey değil miydi? 
Bizim kimseye hakaret ettiğimiz, ya da herhangi bir yerleri aşağıladığımız yok. Bakın size çok ilginç bir olay anlatayım. Kalabalık bir grup Çağlayan Adliyesi önünde eylem yapıyor ve bize tepki gösteriyor. Gazeteciler neyi protesto ediyorsunuz diye soruyor ve aldıkları yanıt şu: Peygamberimize Cumhuriyet Gazetesi hakaret etti.” Ardından gazetecilerin: Peki gazeteye baktınız mı, nasıl bir hakaret var, sorusuna ise hemen hepsi “Bakmadım” diye yanıt veriyorlar. Felaketi düşünebiliyor musunuz? Adam gazeteyi eline alıp bakmamış bile ama meydanlara çıkıp bizi hainlikle suçluyor, bizi hedef gösteriyor. İnsanların bu psikolojiye girmesinin sorumlusu kim peki? Bunu liderlik kademesinde olan insanlar yaptı, insanları alenen resmen üzerimize kışkırttılar. Aslında içerisinde hiçbir hakaret olmayan bir Arap figürü duruyor o gün yayınlanan sayfada ve altında  ‘Je Suis Charlie‘  yani Ben Charlie’yim yazılı bir döviz tutuyor.  Üstte de, ‘Tout est Pardonné‘ yani ‘Her şey affedildi‘ yazıyor. Şimdi ne var bunda? Bu mudur hakaret? Sapla samanı birbirine karıştırmamak lazım. Bu seçkiyi hazırlarken yayın ilkelerimiz ışığında toplumların inanç özgürlükleri ve dini hassasiyetlerine de özen gösterdik. İncitici tek cümle kullanmadık. Bizim zaten bunu yayımlama amacımız bir haksızlığa başkaldırıydı, bunu yapmak isterken daha beterini neden uygulayalım? Dünyanın hiçbir ülkesinde o çizimin bir hakaret unsuru taşıdığını hiç kimse ispatlayamaz. Ha sen ama şeriata göre böyle diyebilirsin ama biz şeriatla yönetilen bir ülke değiliz. Türkiye hukukla yönetiliyor. Hiçbir hakaret unsuru olmayan bir çizimi sen kalkıp kutsalın alanında değerlendirip insanları kışkırtıcılıkla yargılayamazsın. O zaman Topkapı Sarayı’ndaki minyatürleri izah etmen gerekir. Ben yanlış yapmadığımızı düşünüyorum.

“ONLARCA İNSANIN ÖLDÜRÜLDÜĞÜ PLANLI KATLİAMA BİR TAVIR VE TEPKİYDİ BİZİMKİ”
Pişman mısın? Yoksa bugün olsa yine aynı şeyi yapar mıydın?
Tabii ki değilim. İfade özgürlüğü mücadelesidir bu. Hoşgörüyü, ince eleştiriyi arındıran bir kapaktı o. O kapak yayınlanmasaydı bir kez bir şeyler eksik kalacaktı. Onlarca insanın öldürüldüğü planlı bir katliama bir tavır ve tepkiydi bu. Bir kez din feci halde kullanılmaya başlandı her şeyde. İnsanların dini duyguları sömürülüyor… Ben inançlı bir insan değilim, ateistim ama insanların inançlarına saygılıyımdır.  Şunu da söylemem şart oldu, Her şeyde de saygılı olacağım diye biat edemem.
Ama bu bıçak sırtı bir konu ve ne yaparsan yap anlatamazsın. Hele işin içine peygamber ve dini duygular giriyorsa… Yani zor bir durum bence…
Hiç de değil.Bana o karikatürün nasıl bir hakaret anlamı taşıdığını biri gelsin anlatsın, tartışalım. Ne var ki bunda? O olaydan sonra Cumhuriyet büyük tehditler aldı, bizler ölümle tehdit edildik. Orada acıklı olan asıl durum; Türkiye’de kendine liberal-demokrat diyen bir takım insanların utangaç kınamalar yapmalarıydı.  Yani demeye çalışıyorlar ki “Biz de aslında yaptıklarına karşıyız, kınıyoruz ama sakın bu insanları öldürmeyin.”  Bizi şiddetle kınıyorlar ama öte yandan da öldürülmemizi istemiyorlar.  İşte bu durum asıl can yakıyor. Trajik komik bir durumdan başka bir şey değil.

“CANIMIZA KASTEDİLDİ, KORUMA ALMAK ZORUNDA KALDIM”
Peki, süreçte neler yaşadınız. Uzunca bir süre ölüm tehdidi almışsınız özellikle sen ve Hikmet Çetinkaya, doğru mu?
Hem de çok fazla. Canımıza kastedilmek istendi,  koruma almak zorunda kaldık. Başımıza her an bir şey gelebilirdi, ayrıca hala da gelebilir.  Çünkü bize yönelik provokasyonlar, hedef göstermeler devam ediyor. Cumhuriyet Gazetesi önünde iki aydan fazla onca polis bekledi. Polis barikatı varken adamlar gazete önünde pankart açıp, “C4’ler hazır, gelip sizi patlatacağız” diye alenen bize öfke kustular ve polis hiçbir şey yapmadı, savcılık bunu soruşturma konusu yapmadı. Peki, yarın bir gün başımıza bir şey gelse bunun sorumlusu kim olacak?  Bir tarafta insanları düşünmeye sevk eden ve içinde hiçbir hakaret olmayan basit bir çizim, öbür tarafta ise bu tarz çizimler nedeniyle insan canı almaya kasteden, tehdit eden bir tavır var.

“DOĞRU BİR DESTEKTİ, ARKASINDAYIZ”
Yangına körükle gitmek gibi oldu sanki sizin ki. Kendinize yönelik özeleştiriniz var mı bu konuda?
Tarih kimin haklı olup kimin olmadığını zamanla çıkaracaktır. Biz doğru bir şey yaptık, arkasındayız.
Dini değerleri aşağılamakla yargılanıyorsunuz şu an değil mi?
Evet. Onlarca suç duyurusu var hakkımızda. Aralarında Cumhurbaşkanı’nın ailesinden kişilerin ve iktidar partisinin il örgütlerinden kişilerin de bulunduğu şikâyet dilekçeleri var. Dilekçelerin içeriğine bakarsanız bazıları Türkçe yazım konusunda bile çok zayıf. Bu bile durumu özetlemeye yetiyor.

“EVET GAZETE İÇİNDE DE TARTIŞMALAR OLDU, BU NORMAL”
Ama sadece iktidara yakın isimler değil, sizin kendi gazetenizin yazarlarından bile size tepki gösterenler oldu.
Bir gazete içinde elbette farklı görüşler olabilir. Bütün yazarların aynı tavır içerisinde olmasını beklemek zaten çok da doğru değil. Herkesin bir köşesi var orada kendi düşüncesini yazar.
Süreçte yalnız kaldığınızı hissettiğiniz anlar oldu mu?
Hayır, çünkü gazete yönetimi en başından itibaren bizim yanımızdaydı.

“CUMHURİYET EN CESUR GAZETE OLARAK BUNU YAYINLADI”
Ama Utku Çakırözer’i koltuğundan etti bu süreç.
Ama bir yönetim zaafiyetinin sonucudur bu. Utku için üzüldüm elbette ama şu an hak ettiği yerde. Zaten bazı tartışmalar dışarıya da yansıdı. Sonuç olarak bu karikatürlerin bütün dünyada ifade özgürlüğüne destek için yayınlandığı, Cumhuriyet’in de Türkiye’de bu konuda en cesur karakterde yayın kuruluşu olarak yayınladığı da beyan edildi. Kendi içinde tartışmalar yaşansa da sonuçta biz bunları yayınladık, doğru olanı yaptık.
Şu anda hakkında kaç tane soruşturma var?
Charlie Hebdo’dan  4,5 yıl hapis cezası ile yargılanıyorum. Geçen sene Taraf Gazetesi’ndeyken yazdığım bir yazı sebebiyle açılmış ceza davası vardı, tam nihai sonuçlanmadı. Bir de bir bakanımızın Berkin Elvan tweeti nedeniyle açmış olduğu dava var.  Ayrıca çok komik bir olay daha var, Çağlayan Adliyesi’nde Savcımızın başına gelen acı olayın yaşandığı gün sosyal paylaşım sitesi Twitter’da yaptığım bir  retweet nedeniyle açılmış bir soruşturma var. Bu retweeti sanki ben tweet atmışım gibi gösteriliyor. Oradaki komedi şu, atılan tweetler orada duruyor, açıp baksan her şey ortada, bana da sormuşlar siz nasıl bakıyorsunuz bu olaya kesinlikle yapılmaması derhal sonlandırılması gerektiğini, böylesi bir şiddet eyleminin hiçbir şekilde tasvip edilemez, bu olayın kan dökülmeden sonuçlandırılmasını gerektiğini söylediğim bir sürü tweet var orada. Retweet ettiğim tweet ise şöyle; “Eğer içeridekiler IŞİD’çi olsaydı burunları dahi kanamazdı” Sonuçta artık bu ülkede attığın bir tweet bile senin yargılanmana neden olabiliyor.  Bir şey retweet etmek o şeyi onayladığın anlamına gelmez ki, işte böyle bir komedi. Bunu sadece ben yaşamıyorum bütün gazeteci arkadaşlarımın başına gelen bir tirajı komik durum.

“AKIL ALMAZ ALÇAKLIKLAR İÇERİSİNDELER”
Mirgün Cabas ve daha birçok gazeteci olay sırasında attığı tweetler nedeniyle zor durumda kalmıştı sanırım?
Evet. Hem de atılan bir tweet nedeniyle yok terörist ilan ediliyoruz, yok DHKP-C’li, sucu bucu. İnsanları yaftalamak en kolay iş haline geldi artık bu ülkede. Kahraman ve hain ilan edilmenin en kolay olduğu günlerden geçiyoruz. Olaylar soruşturulmuyor, 14 yaşında bir çocuk terörist ilan ediliyor. Bırakın onu, annesi yuhalatılıyor. Böylesi bir zihniyetle karşı karşıyayız. Ama burada başka bir acıklı durumla karşı karşıyayız, bu siyasal zihniyeti destekleyen medya kuruluşları akıl almaz yalancılıklar, akıl almaz alçaklıklar içerisindeler.



“ANKARA’NIN SORUNLARINI BIRAKMIŞ TWİTTER’DA GAZETECİLERLE UĞRAŞIYOR”
İktidara yakın medya organlarından mı bahsediyorsunuz?
Elbette. Bunların bütün yaptıkları linç kültürü, başkalarını karalama içerisindeler. Bunu Gezi sürecinden beri çok gördük. Mesela o dönem Twitter’ı daha yeni yeni kullanmaya başlamıştım, yanlışlıkla attığım aslında çok geyik konusu olacak bir tweeti alıp başka atılan ve sahte yazılan tweetlerle birleştirip, ben atmışım gibi gösterdiler. Ertesi gün Yeni Şafak Gazetesi’nde Ceyda Karan’ın attığı 16 yalan tweet diye haber çıktı. TRT gibi bir yerde haber oluyor bu yalan haber. Şimdi bunu okuyan insanlar ne düşünecek? Aslında bu yalan, ama bunu düzeltiyor mu yalancı medya? Düzeltmiyor. Benim atmadığım şeyleri de bana mal ederek kamuoyunda linç operasyonu yapıyorlar. Melih Gökçek bile bir tweet nedeniyle üstüme saldırdı, saldırması bir şey değil korktuğumuz yok kendisinden ama onun bir de avareleri var, Ne diyebilirim bir gazeteci olarak. Gökçek Ankara’nın sorunlarıyla uğraşacağına kalkmış gece gece Twitter’da gazetecilerle uğraşıyor. Yöneticilerinin bu düzeyde olduğu bir Türkiye ile karşı karşıyayız.

“CUMHURİYET’TE BASKI, SANSÜR ASLA OLMAZ”
Yeni Cumhuriyet’i konuşalım mı biraz da! Çok tartışılıyor özellikle yani yazarları mesela Hasan Cemal yıllar sonra yazdı, Nuray Mert çok tartışılıyor ve gazetenin Genel Yayın Yönetmeni Can Dündar çok tartışılıyor neler oluyor Cumhuriyet’te, sen neler düşünüyorsun? Orada yazmaktan mutlu musun?
Cumhuriyet’te yazmaktan çok mutluyum. Her açıdan, rahat rahat yazabiliyorum, Cumhuriyet Gazetesi’nde hiçbir şekilde sansür söz konusu değil. Dışarıda olduğu gibi bir durum yok. Sahaya gidebiliyorum. Kendi adıma, kendi alanımda uzman olduğum konuları dünyayı anlatma çabasını burada çok rahat yapabiliyorum. Irak’a Kürdistan bölgesine gittim, Suruç’a gittim, İskoçya’ya gittim, gidebildiğim yerlerde neler oluyor bitiyor anlatmaya çalışıyorum, benim açımdan bir sıkıntı yok. Cumhuriyet çok köklü ve gelenek üstüne oturan bir gazete. Belirli rahatsızlıklar olabilir, kırmızı çizgileri belli olan bir gazete, demokrasiden, haktan, hukuktan yana bir gazete Cumhuriyet. Elbette her gazetenin geçmişinde dönem itibariyle belli dönemlerde belli sıkıntılar yaşanmış olabilir ama çok uzun yıllardır Cumhuriyet Gazetesi’nin çizgisi ortada, bu çizgide zaten bir kayma olamaz. Temel ilkeler bağlamında, bunu defalarca dile getirdiler yöneticilerimiz, yazarları da çizerleri de. Ama tabi bir takım bakış açısında farklılık olabilir.
Mesela Kürt politikasına bakış açısı, Kürtçü bir gazete haline geldi gazete deniyor. Taraf’la eşgüdümlü tutuluyor.
Katılmıyorum ben. Türkiye’de bir takım dönüşümler yaşanıyor. Farklı görüşte olan insanlar elbette olabilir ama önümüzdeki tabloyu da iyi anlamamız lazım. Bu memlekette hep beraber barış içerisinde huzur içerisinde bir yaşam kuracaksak önümüzde çok ciddi meseleler var, bunlara odaklanmalıyız.

“CAN’IN TEK DERDİ GAZETECİLİK”
Can Dündar’la çalışmak kolay mı?
Çok iyi bir gazeteci, iyi bir yönetici, onunla çalışmak çok güzel bir duygu. Gazeteye geldiğinden beri sıkı durdu. Toplumun ruhunu yansıtacak tavırları alabilecek birisiyle çalışıyoruz biz Cumhuriyet Gazetesi’nde. Son derece sıkı duran, gazetecilik oldu mu gerisini önemsemeyen bir gazeteci o…

“ÖZLENEN HABERCİLİKTİ BU”
Hain ilan edildi bu MİT TIR’ları haberleriyle…
Habercilik yapmanın adı ne zamandan beri hainlik oldu? Toplumuzu yakından ilgilendiren bir soru. 5 senedir dibe batmış bir dış politika var biz şimdi burada kalkmışız ne yapacağız diye düşünüyoruz. Bu dibe batışın sebeplerini de konuşmamız lazım elbette. Araştırmacı ve sorgulayıcı bir gazetecilikti. Belgelerle yapılan bir haberdi. Tartışılması bile yanlış, özlenen bir habercilik yaptı Cumhuriyet…

“BİZ İKTİDARIN PR ŞİRKETİ DEĞİL, HABERCİYİZ”
Devletin gizli belgeleri ifşa ettiğiniz söyleniyor ama?
Devletin gizli belgelerini ifşa etmek mi? Gazetecilik zaten böyle bir şeydir. Yani devlet değiniz şeyi kutsal bir yere oturtamazsınız. Böyle bir şey yok. Hükümet politikalarını, hükümetin yapıp ettiklerini topluma anlatmak suç değildir. Eğer varsa gizli kapaklı, yanlış şeyler ortaya sermek zaten gazetecilerin işi. Gazetecilik dediğimiz şey yazılmasını istemediğimiz şey aslında, yoksa yazılması istenen her şeyi herkes yazıyor.  O PR’cılık faaliyetine giriyor. Biz PR şirketi değiliz bir gazeteyiz. Maalesef şu anki hükümet 13 yıldır medyayı öyle alıştırdı. Herkesi kendi PR ajansı olarak algılıyorlar. Ona göre koskoca bir medya şekillendirdiler, kendi talimatlarıyla satın alınan ona göre içine yazarlar doldurulan, inanılmaz meblağlarda paralar verilen bir PR faaliyetine dönüştürdüler. E tabi bu şekilde bütün Türk medyasını ele geçiremeyecekler tabi. PR faaliyetine karşılık hakikaten kamuoyuna gerçekleri duyuracak bir medya da olacak. Biz de onu yapmaya çalışıyoruz gazeteci olarak. İşimiz o, yoksa reklam ajansı kurardık yani.

“SEÇİMLERDEN SONRA DÜNYA BİLE RAHATLADI”
Seçimlerden sonra medyanın durumu ne olur sence? Bir rahatlama var mı?
Seçimlerden sonra herkes rahatladı, dünya rahatladı. Türkiye rahatladı, basın da rahatladı. Yani ne kadar sıkıntılı işler yaptıklarını, bugün Doğan Grubu’nun yaptıkları yayınlarından anlayın, üzerlerindeki baskıyı. Bu hükümet her türlü ekonomik silahı her türlü PR’ı da tabi linçten bahsettim, linçte böyle bir şey algı yaratıp gerçeklerin ötesinde bir algı yaratıp topluma bunları pazarlamaya çalışıyorlar. Bunun karşısında durmak o kadar kolay iş değil. Hükümetin elinde her türlü aracı var. El koyabilir, onu yapabilir, bunu yapabilir. Biz bunların bir kısmının kayıtlarını dinledik ya, yazarların nasıl işte atıldığını, onu yazmasın, bunu yazmasın diye kimlere talimat verdiklerini dinledik dehşet içerisinde.

“HABERCİLİK YAPMAYINCA TİRAJLARI DA ERİYOR”
Türk medyasının bugünkü durumu nasıl buluyorsun? Gerçekten gazetecilik yapılabiliyor mu?
Yapmaya çalışan bir medya var bunu görüyoruz. İşi gücü hükümete bağlı olmayan tamamen bağımsız olan medya var onlar Cumhuriyet Gazetesi, Birgün, Kürt medyası aynı şekilde. Bunların hükümetten bir beklentisi olmadığı için her hangi mali veya başka beklentisi olmadığı için daha rahat tavır alabiliyor. Hakikaten sıkıntılı bir medya grupları da var bunları da görüyoruz zaten. Sürekli tehdit alıyorlar mali siyasi tehdit altındalar. Türkiye’nin en büyük medyasından birinin böyle olduğu bir durumda sıkıntısız bir medya söz konusu olabilir mi Türkiye’de. Her şeyi ele geçirip, abuk sabuk programlar yapıyorlar tabi tutmuyor bunlar da. Tirajlarına bakın, gazeteciliği sadece algı operasyonlarına indirgediğiniz zaman satmazsınız. Bir süre sonra insanlar size yüz çevirir. Söylediklerinizle olup bitenler birbiriyle bu kadar çelişmez, tabi çelişebilir gazetecilikte ama hiç bu kadar makas açılmamıştı. Olup bitenlerle aktarılanlar arasındaki makas bu kadar açılmamıştı. Böyle olunca halkta ne yapar ilgilenmez o zaman sizinle. Çünkü onlar size gerçekleri söylemiyor, olup bitenleri yazmıyor. O zaman almazsın zaten.

“DIŞ POLİTİKADA BENDEN PR’CILIK BEKLENDİ, PR’CILIK YAPMADIM KOVULDUM”
Her gazeteci bir bedel ödüyor, peki sen hiç bu 13 yıllık süreçte bedel ödedin mi?
Tabi, hem de nasıl. Hatta ilk ödeyenlerden biri olduğumu söyleyebilirim. Ben Hopa olaylarında ilk darbeyi yedim. İbrahim Kalın telefon açmıştı, Hopa’da attığım tweetler üzerine. Tepki göstermişti, sonrası da geldi zaten, hiç bitmedi…Benim konumum biraz daha dış politikayla alakalıydı. 2011 yılından itibaren dış politikada yapıp edilenler uygulanan gündemi sıkıntılı buldum açıkçası ben. Komşularla sıfır sorun politikası dediler. Sorun yaşamadığımız ülke kakmadı. 2011 Arap isyanlarıyla başlayan bir siyasi gündem bana göre araya sokuldu. Ve o gündemin sonucunda da Türkiye Suriye-Ortadoğu batağına battı. Bunları en baştan beri eleştirdiğim için benim durumum biraz daha sıkıntılı oldu. 2013 Ocak’ında Haber Türk televizyonundan hiçbir gerekçe olmadan işten çıkartıldım. Ondan öncesinde de işte o dönemin Dışişleri Bakanı olan Ahmet Davutoğlu ile 3 tane röportajım var televizyonda 2’si çok sıkıntılı geçti. Çünkü Suriye’deki Selefileri sormuştum kendisine. Ve aldığım yanıt “Ceyda Hanım biz köy köy kasaba kasaba biliyoruz Suriye’yi” demişti, 2011’in Aralık’ın da ve 2012 Mart ayındaki söyleşilerimizde. Aradan geçen 4 yılda benim Selefiler’e yönelik sorumun ne kadar anlamlı bir soru olduğu ortaya çıktı. Ama ben süreçte yapmayın etmeyin başka bir komşu ülkede rejim değişikliği için silahlı bir isyanı desteklemenin bir bedeli vardır sizin memleketinize, 900 km sınırınız varsa. Dolayısıyla bizim yapabileceğimiz sahaya gitmek, olup bitenleri aktarmak, bu konudaki politikayı eleştirmek yapmayın etmeyin demek, biz bunu yaptık.  Ama bu istenmiyordu, istenen şey şuydu “En büyük Türkiye, Türkiye her şeyi yapar her şeyi düzenler”  PR’cılık beklendi yine. Ben PR’cılık yapan bir insan olmadığım için işimden oldum.



“ALO FATİH’İN İLK KURBANIYIM”
İktidar baskısı ile mi gittin Haber Türk’ten?
Evet. Tabi ki, Mehmet Fatih Saraç, “Alo Fatih”in künyeye girdiği tarih 2012 Aralık ayıdır benim işten çıkartıldığım tarih 7 Ocak 2013’tür, yani bir ay sonra. İlk kurban bendim sanırım…

“İSTENMEYEN SORULAR SORDUM, MAĞDUR OLDUM”
Alo Fatih zedelerdensin yani?
Elbette. Gazeteci olarak bir program yapıyordum, soru soruyordum orada. Dolayısıyla çok istenmeyen sorular sorduğum için böyle bir şey geldi başıma. Ondan sonra da bu süreçte birçok arkadaşımız işsiz kaldı bu süreçte. Her şeye rağmen her platformda işimizi yapmaya çalıştık. Ama mağdur olduk tabi ki de. Bunun bir önemi yok kişisel mağduriyetin aslında mesleği yaparken başınıza gelen kazalar bunlar.
Türkiye Suriye’ye girer mi?
Kısaca şunu söyleyeyim, böyle bir olasılık var, böyle bir tehlike var, Türkiye açısından. Ama bana gelen kulis bilgilerinden anladığım kadarıyla ordu içerisinde bu işin Türkiye’nin çok da hayrına olmayacağı kanaatinde olanlar var. Umarım onlar baskın gelecek, burada ABD’nin tavrı da belirleyici. Çok hevesli olmadığı anlaşılıyor ABD’nin bu konuda.
Girerse ne olur kısaca?
Girerse çok kapsamlı bir giriş yapamaz zaten. Çok dar bölgede bir şey olabilir. İlk sonucu Kürt kantonlarının birleşmesini engellemek gibi bir hedef. Tabi bu daha çok içeriğe pazarlanacak bir durum, dışarıya pazarlanacak kısmı ise IŞİD. Ama burada çok ciddi sorunlar var çünkü dünya kamuoyunda doğrudan IŞİD’e olmasa bile oradaki radikal gruplara desteği olduğu. Umarım yanlış hesap Bağdat’tan döndüğü gibi Şam’dan da dönecek. Akli selim kararlar alınacaktır umarım.

“13 YILDIR ÜLKENİN SİNİR TELLERİNİ GEREN SARAY LİDERİNE DUR DEDİLER”
Seçim sonuçlarıyla ilgili ne düşünüyorsun?
Valla seçim sonuçları sıkıntılı oldu ama toplumun rahatladığını söylemek mümkün. Çünkü 13 senedir bu memlekette bütün sinir tellerini geren bir lidere insanlar ” Yeter artık, bu kadar da değil.” Dedi, dahası onca algı operasyonuna rağmen sandıktan çıkan sonuç şuydu: Halk “Ben seni başkan olarak istemiyorum, senin dayattığın başkanlık sistemini de istemiyorum” dedi. Sorunlu bir siyasi heyet bizi yönetiyor. Her şeyi ele geçirmek istiyorlar. Herkes kendilerine biat etsin istiyorlar. Ama Türkiye’ gibi renkli, çeşitlilik içeren, nüfusunun çoğunluğunun gençlerden oluştuğu bir ülkede herkesi bu memleketin sarayında oturan adamın kafasındaki gibi yaşatamaz, yönetmezsin. İşte buna “Dur” dediler. Kaldı ki ben seçim sonuçlarının çok adil ve demokratik bir ortamda gerçekleştiğine de inanmıyorum. Anadolu’da devlet medyası izleniyor. Medyada muhalefet sesini duyuramadı, iyi ki sosyal medya var. Farklı sesler duyurulmadı. Medyanın yarından fazlası tek sesli, yani iktidarın yayın organı, diğer geri kalan da kıvranıyor. Böyle bir medya varken vatandaş gerçekler öğrenemiyor.

“BEN MOR TÜRK’ÜM”
Süreçte bazı medya organlarının HDP’yi parlattığı söylenilip durdu. Sen de HDP’yi parlattığı iddia edilen Beyaz Türklerden miydin?
Ben kendimi mor Türk olarak nitelendiriyorum. Artık kim beyaz, kim siyah, kim mor, bilemiyorum. Ben aykırı bir tipim, Bu tanımlamanın kendisi yanlış. İnsanları böyle  kategorilere koymamak lazım.
HDP’yi başarılı buluyor musun?
Yüzde 13 gibi bir oy oranı alan bir partiyi başarı bulmamak yanlış olur. Ama asıl bundan sonra HDP’yi takip etmek lazım. Çünkü Türkiyelileşmek vaadi ile ortaya çıktılar. Mecis’te neyi nasıl yapıyorlar buna bakmalı. Türkiyelileşmek sadece Kürt sorunun çözümü değil. Bu çok önemli bir mesele bunu toplumsal barış projesi olarak düşünmek gerekiyor. Sadece İmralı ekseninde ya da tepeden inme akillerle olacak işte değil. Meclis’te doru düzgün tartışılmalı ve çözülmeli. HDP’yi bundan sonra göreceğiz bence.
MHP ve kırmızı çizgileri var çözüm süreci için…
Valla MHP, takkeyi önüne koyup Türkiye manzarasına bir bakmalı. Artık her şey değişiyor. Fotoğrafı iyi okumalı. Siyaset dediğin sadece her şeye karşı çıkmak değildir.
Koalisyonu kimler kurar?
Benim baştan beri fikrim sarayın koalisyon da istemediği. Erken seçim istediği. AKP-MHP koalisyonu daha akla yakın geliyor ama onun da ömrünün çok uzun olacağını düşünmüyorum. Çünkü MHP bu kadar yolsuzluk, hırsızlık üzerinde iktidara yüklendi, oylarının büyük bir bölümünü de öyle aldı. Bu sözlerin ardından her gün eleştirdiğin kızdığın bir parti ile koalisyon yapmak büyük bir siyasi intihar demek bence.
Röportajımızın sonuna gelirken önümüzdeki günlerde görülecek dava ile ilgili son birkaç mesaj alayım senden. Teşekkür ederek de bitireyim…
Valla adalet varsa eğer gerçekten bu ülkeden davanın düşmesini bekliyorum. Bir gazeteci olarak yaptığım tek şey ifade özgürlüğünü savunmaktı. Şiddete, yaşama hakkına kasteden bir zihniyete direnişti bu. Dolayısı le en başta meslektaşlarım olmak üzere tüm kamuoyundan destek bekliyorum…