Medya
16 Mar 2013 13:01 Son Güncelleme: 23 Kas 2018 15:05

ÇANAKKALE SAVAŞINDAN FİLM YAPMAYI BU KEZ BAŞARDIK!

Çanakkale Yolun Sonu, savaşın şiddetini ve Anadolu insanının adanmışlığını gösterebilen "bu defa olmuş" dediğimiz bir film. Murat Tolga Şen filmi yorumluyor.

Eylül’den bu yana kaç Çanakkale filmi izledik? Çanakkale Çocukları, Çanakkale 1915… Bunların yanında yine o ruh halinde başka filmler, örneğin Taş Mektep ve daha çok bir ‘tür sineması’ örneği sayılabilecek Eve Dönüş: Sarıkamış 1915…

Eve Dönüş: Sarıkamış 1915, etkileyici bir hikâyeye ve derli toplu anlatıma sahip, bir dönem filmi için çok gerekli olan başarılı bir sanat ve görüntü yönetmenliğiyle ilgiyi hak eden bir yapım, diğerleri için aynı şeyi söyleyemeyeceğim. Hepsi de cahil cesaretiyle yola çıkılmış, senaryodan itibaren hatalı ve zayıf projeler. Paran yoksa savaş filmi çekmeyeceksin, Photoshop marifetiyle havalı bir afiş yaptırıp seyircinin ‘milli’ duygularını sömürmeyeceksin.

Bu ‘kötü’ örnekler yüzünden eleştirmen ve seyircide bir “Çanakkale filmleri alerjisi” oluştuğundan bahsetmek bile mümkün. Neyse ki, Eve Dönüş’ün hemen ardından gösterime giren Çanakkale Yolun Sonu bu algıyı kırabilecek kadar iyi bir film.

Film Çanakkale Savaşı’nın İnkılap Tarihi kitaplarından itibaren ezberlemekten bıktığımız hikayesini bir kez daha göstermek yerine daha küçük bir öykü ve Çanakkale’deki on binlerce asker yerine özdeşleşebileceğimiz bir karakter olan “keskin nişancı Muhsin” gibi bir kahraman yaratımıyla yola çıkıyor. Dar bir odaktan bakarak geniş çerçeveye ulaşmak… Daha önce Fetih 1453’ün de denediği, işe yarayan bir Hollywood formülü.

Çanakkale’de düşman rütbelilerini avlayarak nam salan ve “sığınacak yer bulamayınca gölgesine saklanan” Onbaşı Muhsin çok orijinal bir karakter değil, gerçekte yaşamış mı yoksa kurgu mu bilmiyorum ancak Enemy at the Gates’in Vassili Zaitsev (Jude Law)’i ile Saving Private Ryan’ın keskin nişancısı Jackson (Barry Pepper)’dan ilhamlandığı ortada. Bizim de bir Enemy at the Gates’imiz olsun denmiş ve fena da olmamış.

Muhsin rolündeki Gürkan Uygun hikayenin inandırıcılığına en çok etki yapan isim. Ömrünü Kurtlar Vadisi’nde tüketmiş bu yetenekli aktör umarım bundan sonra hep sinema yapar çünkü Muhsin karakterine her şeyiyle yüklenerek oynuyor. Beden dili, boyu, posu, şivesiyle rolüne tam olarak girmiş bir şekilde ve filmin başarısında en büyük pay ona ait olacak. Berrak Tüzünataç’da şaşırtıcı derecede iyi oynuyor, düzgün yazılmış replikler olduğunda Umut Kurt’ta öyle ama genç aktörün rolüne pek ısınamadığını da hissediyor seyreden.

Hikayeye Osmanlı saflarında savaşan “Yorgo oğlu Kostas” (İnanç Koçak) gibi olumlu bir karakter koymak yerinde olmuş, hep okurdum Çanakkale’de savaşana gayri Müslim Osmanlı vatandaşlarının hikayesini… Bu karakterin “Ölürsem beni Türklerle birlikte gömün, Hristiyanım diye ayırmayın sakın”! repliği filmin en güzel anlarından biri… Bu arada Çanakkale Yolun Sonu Anzaklarla da empati kurmayı başarıyor ancak bunu bazı yapımlarda olduğu gibi günah çıkarmaya dönüştürmüyor.

Filmin sıkıntılı tarafları da var elbette; Berrak Tüzünataç’ın oynadığı Behice hemşirenin en yeni formüllü deterjanla yıkanmış gibi duran ve hiç kirlenmeyen üniforması gibi… Diğer hemşirelerin ve bir sürü askerin de giysileri yine pırıl pırıl. Sektöre acilen “dönem filmleri kostüm kirletme ve eskitme departmanı” kurulmalı.

Kendi sinemamızda örneğini görmediğimiz kadar başarılı bir final çatışmasının ardından filmin pat diye bitmesi de olmadı. Açıkçası seyirciye bu kadar büyük bir rahatlama duygusu yaşattıktan sonra bir süre daha devam etmesi gerekiyordu filmin. Rocky’nin Apollo’yu indirdiği anda filmin bittiğini düşünün, işte öyle bir şey.

Her şeye rağmen, Çanakkale Yolun Sonu bu vizyonda izlediğimiz en iyi tarihi kahramanlık hikâyesi… İzleyenlerin filmi mutlaka beğeneceklerini düşünüyorum. Bizim kadar çok da takılmayacaklardır bazı olmamışlıklara… Sinemada izlenmesi de şart!

Twitter: murattolga / murattolga@gmail.com