Röportaj
29 Kas 2010 12:27 Son Güncelleme: 23 Kas 2018 11:50

"CAHİL MUHABİRİ ARENANIN ORTASINDA BIRAKTILAR!" KANAL D YÖNETİMİNE ŞOK SUÇLAMA!

TV yayıncılığının duayen isimlerinden Haluk Şahin, Şile'deki canlı yayın skandalı için çarpıcı açıklamalarda bulundu.

Röportaj: Mehmet Altun

Şile’de kaybolan 3 yaşındaki Berat’ın annesiyle canlı yayında konuşan Kanal D Muhabiri Özay Erad’ın 17 Kasım’a denk gelen bayramın ikinci gününde imza attığı yayın skandalı, bu konudaki duyarsızlığı bir kez daha gözler önüne serdi. Canlı yayında herhangi bir gerçekliği olmadığı halde rejiden alınan direktiflerle kaybolan çocuğun annesine çocuğun öldüğü haberini veren muhabir ve kanalın tutumu; gerek medyada gerekse kamuoyunda büyük yankı uyandırdı.

Pek çok köşe yazarı tarafından da eleştirilen skandalı, TV yayıncılığının duayen isimlerinden İstanbul Bilgi Üniversitesi İletişim Fakültesi Televizyon Gazeteciliği Program Koordinatörü Haluk Şahin’le konuştuk.

Türk televizyonlarının habere girme refleksinin iyi olduğunu fakat fren sistemlerine pek güvenilemeyeceğini belirterek, “Bizim çocuklar habere yıldırım gibi ulaşıp yayına girerler, ama nasıl çıkacaklarını her zaman bilemezler” diyen Prof. Dr. Haluk Şahin, canlı yayın skandalları ile ilgili çarpıcı açıklamalarda bulundu.

Arkasına kamerayı alıp şehit haberi veren bazı kanallarda olduğu gibi Kanal D’nin de sorumsuz bir yayıncılığa imza atıldığını belirten Haluk Şahin, son skandalda asıl sorumlunun cahil muhabiri arenanın ortasında bırakan Kanal D yönetimi olduğunu söyledi.

İşte meraklısına Haluk Şahin’in Türk televizyonlarındaki canlı yayın skandalları, yandaşlık, Reha Muhtar haberciliği ve Mehmet Ali Erbil’in “Mum Söndü” gafı ile ilgili açıklama ve tespitlerini içeren ders niteliğindeki röportaj...

Sayın Şahin, konuya en sıcak noktadan girelim isterseniz. Kanal D’de yaşanan bu vakayı ilk duyduğunuzda nasıl bir ruh hali ve mesleki algı oluştu sizde?
Üzüldüm. Muhabir için üzüldüm, haber merkezi için üzüldüm, en çok da anne için üzüldüm.

“ARKASINA KAMERAYI ALIP ŞEHİT HABERİ VERENLER BİLE VAR”

Kurum ve şahıslardan bağımsız olmak kaydıyla sizce bu gibi olay veya olaylarda suçlu kimdir?
-Burada elbette bir yayıncılık hatası var. Muhabiri yönlendiren yönetmen kusurlu, "Öyle şey olmaz!" demeyen muhabir kusurlu, bu türden rizikolu haberleri makbul sayan meslek kamuoyu kusurlu, onları tercih eden seyirci kusurlu... Aşırı rekabet sonucu oluşan çığırtkanlık kültürünün sonuçlarından biri bu. Tabii meslek mensuplarından bazılarında etik duyarlılıkların düşük olması da bir etmen.

Toplum olarak biz daha insanların acıya gark oldukları trajik anların onların özel yaşam alanı içinde olduklarını yeni yeni öğreniyoruz. Arkasına kamera alıp, analara şehitlik haberi verildiğini az mı gördük.

Bireysel hakların ve “Sokak Gazeteciliği”nin öne çıktığı bir dönemde sokağı temsil edenlerin sadece haber metası olarak kabul edilmelerini doğru buluyor musunuz?
-Ben öyle bir şey görmüyorum. Sokağı temsil edenlerden kastımız "sıradan insanlar" ise onlar da sandığı kadar çok konu olmuyorlar habere. Daha çok siyasetçilerin, "celebrity"lerin peşinden gidiyor kameralar... Ticari habercilikte bunlar daha değerli meta sayılıyor.

Türk televizyonlarında gelişmiş demokrasilerdekine benzer tarzda bir canlı yayın refleksinden söz edilebilir mi sizce?
-Türk televizyonlarının habere girme refleksi çok iyidir, ama fren sistemlerine pek o kadar güvenilemez. Bu durum özellikle terör saldırısı gibi olaylarda ciddi sakıncalara yol açar. Yoksa bizim çocuklar habere yıldırım gibi ulaşıp yayına girerler, ama nasıl çıkacaklarını her zaman bilemezler.

Kanal D'nin o haberinde olduğu gibi. Bence hata olduğu anlaşılır anlaşılmaz canlı yayından çıkmalıydılar, zavallı cahil muhabiri arenanın ortasında bırakıverdiler.


“TELEVİZYONCULUK, REHA MUHTAR’DAN SONRA ŞİMDİ DE “YANDAŞLIK” İLLETİYLE ZAAFLAR İÇİNE DÜŞÜYOR”

Söz konusu bu yayındaki vahim hatayı da göz önünde bulundurduğunuzda, canlı yayınlar konusunda gerek iletişim fakültelerinde gerekse televizyon kanallarında bireysel haklar ve kamu çıkarlarını gözetecek şekilde bir bilgilendirme yapıldığını düşünüyor musunuz?

-Canlı yayın her zaman rizikoludur. Adı üstünde "canlı”, her şeyi kontrol edemezsiniz. Çoğu kez istenmeyen şeyler olur, bunlarla ilgili çoğu matrak gaflardan oluşan albümler vardır. Önemli olan iletişim fakültelerinde verilen eğitimden çok çalışılan haber ortamıdır, başarı tanımlarıdır, mesleki ceza ve ödüllerdir.

Bu ülkede Reha Muhtar haberciliği dört yıl rakip tanımadı. Daha önce dediğim gibi, aşırı rekabet kültürü ve şimdi de "yandaşlık" illeti dolayısıyla ciddi zaafları var televizyon haberciliğimizin. Bakalım önümüzdeki süreçte daha neler göreceğiz!

“MEHMET ALİ ERBİL ŞIMARIKLIĞI VE GEVEZELİĞİNİN KURBANI OLDU”

Güner Ümit ve Mehmet Ali Erbil’in “Mum Söndü” gafları sonrasında da görüldüğü üzere Türkiye gibi duygusal tepkilerin yoğun olduğu bir ülkede gerek fakültelerde gerekse medyada bu konudaki hassasiyete vurguda bulunan eğitim ve bilgilendirmeleri yeterli buluyor musunuz?*
-Bilgi Üniversitesi İletişim Fakültesi'nde bu gibi olaylar çeşitli düzeylerde tartışılıyor. Mehmet Ali Erbil'in hatasının nedeni de bence şımarıklığı ve gevezeliğidir, eğitim noksanlığı değil. Dediğim gibi çoğu kez ortamdır insanları yoldan çıkaran. Bu konularda düşünmeden meslekte ilerleyen, tepelere yükselen alaylılardır.

Değindiğiniz bu “alaylı”lık faktörünün yanı sıra Türkiye’de uzun yıllardan beri güdülen canlı yayın politikasının “teşhircilik” üzerine inşa edildiği fikrine katılıyor musunuz?
-Hayır katılmıyorum, televizyon canlı olduğu zaman heyecanlı olan bir araçtır. Televizyon tarihinin en övünülen anları da canlı yayınlarda yaşanmıştır. Teşhirci televizyon varsa bu röntgenci seyircinin ve basının fonksiyonudur.

“DİZİLERDE HER ŞEY MÜBAH GÖRÜLÜYOR”

İyi ama bahsettiğiniz bu röntgenci seyirci talepleri nedeniyle her şeyin mübah görülerek canlı yayınlarda ortaya konan işlerle teşhirciliğin desteklendiğini düşünmüyor musunuz?
-Hayır, her şeyin mübah göründüğü programlar canlı yayınlar değil, daha çok bant olarak yayınlanan dizilerdir. Ayrıca her şeyin mübah görüldüğü bu programların halkın en çok seyrettiği programlar olduğunu da söylemekte fayda var.

“RTÜK’ÜN DİL POLİSLİĞİ YAPMASINI TEHLİKELİ BULUYORUM”

Radyo ve Televizyon Üst Kurulu’nun Teke Tek programı özelinde canlı yayınlanan tartışma programlarında moderatör veya kanalı, konuğun sözlerinden dolayı sorumlu tutması ve bu konuda yaptırıma gitmesi konusunda neler söyleyeceksiniz. Bu yeni düzenleme canlı yayınlara “gözdağı” anlamına mı geliyor?
-Böyle bir müdahale en temel haklardan biri olan ifade özgürlüğüne ve Anayasa'ya aykırı düşer ve zamanla bir sindirme kamçısına dönüşür. Program sunucusunun elbette kışkırtıcı olmamak, özür dilemek yada sözü açıklatmak gibi sorumlulukları vardır, ama sonuçta yasal sorumlu o lafı söyleyendir. Suç işlediyse bedelini öder. RTÜK'ün haber programlarına karışmaya kalkmasını çok tehlikeli bulurum. Dil polisliği yapmasını da.

“TÜRK TOPLUMU KAVGADAN HOŞLANIYOR”

Canlı yayında konuklarını kovan moderatörler, konuklarına ayar çeken sunucular, yayınlarda uyuyan daimi konuklar ve canlı yayın heyecanıyla kendisine gelen her türlü bilgiyi yayına aktaran eğitimsiz muhabirlerin olduğu bir ortamda sizce canlı yayın sürecinde olması gereken tutum ne olmalıdır?
-Türk toplumu bağrış-çığrış, yüksek sesli tartışma ve kavgadan hoşlanıyor. Reyting raporları bunu gösteriyor. En kavgacı konuşmacılar en çok rağbette olanlar. Başarıyı yalnızca reytingle ölçen TV yöneticileri de yanlarında çalışanlardan böyle şeyler talep ediyorlar. Yani sistemsel bir olay söz konusu. Bu konuda istisnalar da yok değil.

Örneğin: Biz TV 8'de kavgadan kaçınmak ama fikrin üzerine gitmek fikrini benimsiyor ve bu doğrultuda yayınlarımızı sürdürüyoruz. Her ne kadar kavga programları kadar reyting almasak da.

“KANAL D YÖNETİMİNE ÖNERİM”

Sayın Şahin ilk soruda olduğu gibi güncel olduğu için yine Kanal D’deki sakandalla ilgili bir soruyla bitirelim bu güzel röportajı. Bütün bu anlattıklarınızdan da hareketle Kanal D Genel Yayın Yönetmeni siz olsaydınız röportaja konu olan olaydan sonra sorumlular hakkında nasıl bir süreç işletirdiniz?
-Onların etik bilinçlerini yükseltmek üzere Bülent Çaplı ile Hakan Tuncel'in editörlüğünü yaptığı ve tam da bu konuda iki makalemin yer aldığı kitabı okumalarını sağlardım. Dediğim gibi burada asıl kusur etik dışı davranmayı marifet sayabilen profesyonel ortam.


*(Güner Ümit, 1995’te, sunuculuğunu yaptığı Turnike programında, ‘Mum söndü yapıyorlar’ cümlesini kullanınca büyük tepki çekmiş, TV binası taşlanmış, Ümit, görevi bırakarak uzun süre meslekten uzak kalmıştı. Ümit, Alevi cemaatinden özür dilese de bir daha eski şaşaalı günlerine dönemedi.)

** (Programın konuklarından yazar Sevan Nişanyan’ın Türkiye Cumhuriyeti’ni küçük düşürücü sözler sarf ettiğini öne süren RTÜK, şok kararın gerekçesi olarak da bu sözler karşısında moderatör konumundaki Fatih Altaylı’nın yerine Nişanyan’la tartışmak üzere stüdyoda bulunan Prof. Yusuf Halaçoğlu’nun yanıt vermesini göstermişti.)


medyaloji.net