Medya
01 Nis 2011 14:52 Son Güncelleme: 23 Kas 2018 12:11

"BU ÇOCUKLARI KİM ÖLDÜRDÜ!" NİHAT HATİPOĞLU'NDAN BAŞBAKAN'A ÇAĞRI!

Kayseri ve İstanbul'da yaşanan çocuk cinayetleri hakkında yazan Hürriyet Gazetesi yazarı Nihat Hatipoğlu Başbakan'a çağrıda bulundu.

Bu çocukları kim öldürdü?


Toplum olarak şok geçiriyoruz. Vurgun yemiş gibiyiz. Olanlara anlam veremiyoruz.

Ülkenin her tarafında, evlerde, sokaklarda, caddelerde, kahvehanelerde, dost meclislerinde hep aynı konu konuşuluyor. Herkes Kayseri ve İstanbul’daki caniliği konuşuyor. Ben gazetelerden ayrıntıları okudukça el ve ayaklarımın buz kestiğini hissediyorum. Birkaç gün içinde birkaç bin e-mail aldım. Herkes bu konudaki görüşümü merak ediyor. Konuşun diyorlar. Televizyon programlarım bu aralar, dört haftada bir ve gece saat 01.00’den sonra yayınlandığı için herkese ulaşmakta zorluk çekiyorum. Onun için ben de bu haftaki yazımı bu konuya ayırdım.

Kayseri’de bir cani üç çocuğu hunharca katlediyor. Gazetelerin beyanına göre, gayriahlaki filmler izleyerek dengesini kaybeden bu kişi hıncını üç masumdan alıyor. Melekleşmiş çocukların kemikleri çukurdan çıkarıldı. Hazin bir merasimden sonra toprağa teslim edildiler. İnanıyorum ki onlar şu anda Hz. Peygamber’in (s.a.v.), Hz. İbrahim’in misafirleridirler. Peki, bu cani ruhlu insanlar bu ülke toprağında nasıl ürüyorlar. Bir insan bu denli vahşi olabilir mi? Bu insanların yüreğine bir gramlık bile ‘Allah’ ve ‘vicdan’ damlası hiç mi düşmez? Bu kadar feci cinayeti işleyenlerle ‘iman ve İslam’ı bir potada tutabilir misiniz? Yüz bin kez hayır.
Bu cinayeti çözen emniyeti kutlarız. Keşke aileler çocuklarına her kapının çalınmayacağını, iyi insanların yanı başında ruh hastalarının da olabileceğini söyleseler. Keşke yabancı yere, tek başına gitmeyecekleri anlatılsa. Keşke küçükleri tuzağa düşürmek için internetten pusu kuranlara herkesten önce emniyet güçleri ulaşsa. Keşke çocuk tacirlerine, çocuk katillerine fırsat vermemek için özel birimler her türlü istihbarat ve iletişimi kullanabilse. Keşke bu katillere karşı şu anda yasalarda olmayan ağır, ama mazlumun yakınlarının ve halkın vicdanını rahatlatacak kadar ağır cezalar gelse.

İnternet kanalıyla oluşan pornografi konusu mutlaka bir çözüme kavuşturulmalıdır.

Kolay kazanma arzusu, dizi filmlerde ön plana çıkan lüks hayat, rahat ve hızlı yaşam, sınırsız hırs, reytingin araç olmaktan çıkıp amaç haline dönüşmesi, hatta ahlakın önüne geçmesi bu iğrenç cinayetlerin çoğalmasında olgunlaştırıcı rol oynuyor olabilir.

Ya İstanbul’da, 9 yaşında başı koparılıp öldürülen Fırat. Ya o masum çocuk. Ya o masum Fırat. Ya, Fırat Nehri’nin o berrak suyunu bile kızıla boyayacak kadar feci olan şu cinayet. Üvey anne(!) ve üvey anneannenin caniliğine kurban giden sevgili yavrucak! Ona ne diyeceksiniz. Anlamak için hakikaten hafakanlar geçiriyorum. Çünkü bu son cinayet herkesin onurunu zedeleyecek kadar alçaltıcıdır. Rahatsız edicidir. Yaralayıcıdır. Günahkâr kılıcıdır.

Çünkü bu son cinayet göstere göstere işlenmiş. Herkesin burada payı var. Kimse alınmasın ama biz Fırat’ı beraberce katletmişiz. Düşünebiliyor musunuz?

Mahallelinin anlattıklarını düşünebiliyor musunuz? Ne diyorlar: “Üvey annesi Fırat’ı dövüyordu. Sokağa atıyordu. Bazen günlerce aç bırakıyorlardı. Biz doyurmazsak bu çocuk aç kalıyordu.” Tanık olmuşlar bu olaya ama sanık olmamak için tanıklıklarını içte saklamışlar. Veya söylemişler ama, insaflı ve iş bitirici
bir kulak bulamamışlar. Kulaklar sağırlaşmış. İşitebilme hassasiyetini yitirmiş. Mahalledekilerin sözlerini duydukça kendimden utanıyorum.

Dün gece evimde oturdum ve bir muhasebe yaptım. Altı yıldır Star TV’de İftar ve Sahur programı yapıyorum. Fırsat verildikçe hafta içi konuşuyorum.

Milyonlarca insan programımdan çok şey öğrendiğini kulağıma fısıldadı. Açıkça söyledi. Yazdı. Her konferansıma on bin insan katılıyor. Peki bir şey yapabilmiş miyiz. Bence maalesef hiçbir şey yapamamışız. Hele dün gece Fırat’ın öldürülmesinden sonra komşularının konuşmalarını dinledikten sonra kendi kendime hayıflandım. Sen hiçbir şey yapamamışsın dedim kendi kendime. Sen komşuluğun ne olduğunu anlatamamışsın. Sen masuma sahiplenmeyi anlatamamışsın. Sen zalimin elinden zulüm kırbacını söküp almak gerektiğini anlatamamışsın. Sen babaya masum bir yavrunun ne olduğunu belli olmayan bir vicdansıza teslim edilmeyeceğini anlatamamışsın. Velhasılı sen hiçbir şey yapamamışsın dedim kendi kendime. Peki tek suçlu ben miyim? Elbette hayır... Elbette hayır ama, benim gücüm ancak kendi kendime hesap sormaya yeter de onun için kendimle boğuşuyorum sadece...

Bu zulmü yetkililere şikâyet etmişler de yetkililer tedbir almamışsa Allah katında sorumludurlar. Bu çocuğun amcası, dedesi, filan yok muydu! Varsa ve bilerek susmuşlarsa Allah katında sorumlular. Komşular gerekeni yapmamışlarsa Allah katında sorumlular. Bu tür ailelere böyle çocuklar bırakılamaz. Avrupa’da bu çocukları aileden alırlar. Bizde neden bu konuda kanun çıkmaz bilemiyorum. Ama inanıyorum ki Sayın Başbakanımız ve aileden sorumlu bakanımız bu olaydan sonra mutlaka gerekeni yapacaktır. Başka türlü vicdanımız sükûn bulmayacaktır.

Gökten melekler inerek bu masumları korumaz. Sünnetullah gereği, bu imtihan dünyasında böyle bir şey olmaz. Ama yeryüzünde bu masumları koruyacak melek ruhlu insanlara ihtiyaç var. Haydi, bu konuda herkes gerekeni yapsın lütfen.

Nihat Hatipoğlu/Hürriyet