Medya
27 Şub 2012 10:39 Son Güncelleme: 23 Kas 2018 13:23

BÖYLE ATLATMA BİR HABER, GAZETECİNİN KAÇ KERE AYAĞINA GELİR Kİ?

Hasan Pulur, Habertürk'ün şike davası fotoğrafını basma kararına destek çıktı.

Habercilik

Gazetecilikte ana yemek “haber”dir, gerisi, olsa da olur olmasa da...
Hani lokantaya gider, bonfile söylersiniz, tabağa bonfilenin yanında patates, haşlanmış sebze, salata gibi başka şeyler de koyarlar, asıl ana yemek bonfiledir de diğerleri garnitür, hatta bazıları el bile sürülmeden geri gider.
İşte haber budur, gazeteciliğin ana yemeğidir, diğerleri garnitür, bazılarının tadına bile bakılmaz.
* * *
“Haberciliğin” en büyük kuralı da “atlatma” ya da “atlama”dır, haberi kim önce verip diğer gazeteleri atlatmıştır, o “bir günlük” yıldızdır. Atlayan ağzıyla kuş tutsa o gün yüzüne bakan olmaz.
Tabii bunları “di’li geçmiş zaman” içinde yazıyoruz, şimdi bu kurallar acaba geçerli mi, bilemeyiz, her şey o kadar değişiyor ki!
* * *
Örneğin günlerden beri “bizim sektörde bir fotoğraf tartışılıyor.” Bizim zamanımızda olsaydı “Babıali” derdik, artık “Babıali” filan kalmadı ya!
Fatih Altaylı tartışmayı özetliyor...
Olay, Silivri’de geçiyor, tarihi “Şike” davası duruşmasında.
“Önceki gün Mahkeme Başkanı, salona gazetecilerin alınmamasını, çünkü salonun çok kalabalık olduğunu söyledi. Bunun üzerine gazeteciler itiraz edince, mahkeme salonuna bir kamera koyulması ve bunun başka bir odadaki televizyona bağlanmasına, gazetecilerin de duruşmayı bu odadan televizyondan izlemesine karar verdi mahkeme.
Kamera kuruldu. Yandaki bir odadaki televizyona bağlandı. Bu çalışma sırasında o odaya giren muhabirlerimizden biri, televizyonda duruşma salonunu görünce bu görüntüyü fotoğrafladı. Ancak daha sonra mahkeme heyeti karar değiştirdi ve bu yayından vazgeçildi. Ama bizim arkadaşlar fotoğrafı çekmişti. Biz de bu televizyon görüntüsünün fotoğrafını yayınladık.”
* * *
Fatih Altaylı olayı şöyle noktalıyor:
“Bunun adı gazeteciliktir beyler.”
Bize de sorarsanız öyle, hani “buz gibi” derler ya “buz gibi” gazetecilik...
Bir gazeteci bunu görecek ve çekmeyecek...
Böyle atlatma bir haber, gazetecinin meslek hayatında kaç kere ayağına gelir ki?
Haber doğruysa, başka eller karışmamışsa, başkaları adına servis yapılmıyorsa, bu dört dörtlük haberdir, anlatmanın alası...
Tabii bize göre!
Meslek tarihi bu gibi “atlatma” ya da “atlatılan” haberlerle doludur.
Suç mu?
Gazetedeki haberlerin çoğu suç...
Gazeteci, saklanan, gizlenen haberi arayıp bulacak, kaynaklarının yardımıyla elde edecek, yayınlanacak.
Eğer, bunlar suçsa kadı kızında da bu kadar suç olur.
Tabii birilerinin verdiği haberi, onun adına yayınlamıyorsan!
Bir gazeteci, haberi ne pahasına olursa olsun, tereyağından kıl çeker gibi çekip çıkaracak ve yayınlayacak...
Bunun keyfini gazeteci olmayan anlayamaz...
* * *
Haber için neler icat etmişizdir!
1960 öncesi olaylara, tabii iktidarın hoşuna gitmeyen olaylara “yayın yasağı” konuyor, tam gazeteyi hazırlamışsınız, postaya vereceksiniz “Kamber efendi” kapıdan gözükür, elinde bir zarf .
“Neşir yasağı!”
Sil baştan, yeni gazete...
* * *
İçimizden biri, belki de biz, çare arıyoruz:
“Arkadaşlar, yayın yasakları kararını veren mahkeme olayı da anlatmıyor mu? Filan yerde filan kişilerin karıştığı olayın yayınını yasaklamıştır... Böyle demiyor mu? O halde biz de mahkeme kararını yayınlayalım mahkeme kararını yayınlamak da yasak değil ya!”
Tamam mı?
Tamam!
Bir de avukatımız rahmetli Kendi Turel’e soralım, dedik.
O bizden hızlı:
“Çok iyi olur!”
Başladık mahkeme kararını yayınlamaya; “falan olayın yayını yasaktır, filan konuşmanın yayının yasaktır.”
Bir süre böyle gitti.
Bir gece İstanbul C. Savcısı Hicabi Dinç telefon etti:
“Ne yaptığınızı sanıyorsunuz yarından sonra mahkemeler yayın yasağının sonuna, bu kararın yayını da yasaktır” diye yasaklarlarsa, o zaman ne yapacaksınız?
“Olanla, ölümden başka çaresi olmayan ne var ki”.
Gazetecilerin birinci sayfaları beyaz boşluklarla çıktı, herkes bir şeyler olduğunu anladı.
* * *
Evet, kimse kusura bakmasın ama biz de Fatih Altaylı gibi düşünüyoruz.
Gazetelerin işi yasakları zorlamak, halktan haber alma özgürlüğünü savunmaktır.
Onun için, biz Fatih Altaylı’dan yanayız.
“Elli kusur yılda bunu mu öğrendin?” diyecekler.
Evet, tek kalemden çıkmış “ajans gazeteciliğini” hiç beceremedik.