Röportaj
04 Tem 2010 11:51 Son Güncelleme: 23 Kas 2018 11:26

''BİR GÜNDE EN AZ DÖRT TEHDİT ALMAZSAM YAŞAYAMAM''

"Bir günde 4 tehdit almadıysam bu benim için o günkü yazının kötü olduğu anlamına gelir!"

Mustafa Mutlu,“Rica Etsem Saçımı Okşar mısınız?” adlı bir kitap yazdı. Bir buçuk ay önce çıkan kitabı bir solukta okudum.

Gazeteye her gün gelir Mustafa Mutlu ve sık sık karşılaşırız. Kitabı okuduğumu söylediğimde, “Gel kahve içelim” dedi ama bir türlü buluşmayı başaramadık. Geçen hafta iş çıkışı evime doğru giderken Boğaz’da balık tutanlar arasında Mustafa Bey’i gördüm.

“Rastgele” demek için hemen aradım ve stresten uzaklaşmak için iş çıkışında balık tuttuğunu öğrendim. İşte bu sohbeti de bir iş çıkışında Tarabya’da Hayrola Cafe’nin önünde gerçekleştirdik. Foto muhabiri arkadaşım Barış’la birlikte Mustafa Mutlu ve arkadaşları Galip ve Umut Bey’lere eşlik ettik. Bereketli bir gündü, yağmurdan sonra oltamıza gümüş balıkları takıldı.

* Kaç yıldır balık tutuyorsunuz?

10 yıl oldu. Umut, Star’da çalıştığım dönemde kuaförümüzdü. O yıllarda sohbetimiz arttı. Umut iş çıkışında balık tutuyordu, ben de Umut’un yanına uğrardım. Galip Amca’yla beni Umut tanıştırdı. O da kuaför. Onlar benim de elime kamışı verdi. Ben başta yalnızca sohbete geliyordum. Sonraları başladım balık tutmaya.

* Malum gündem çok yoğun, iş çıkışında buralarda mı stresinizi atıyorsunuz?

Evet. Tutku mu tam bilemiyorum. Balık tutmanın rahatlamak için çok iyi bir yöntem olduğunu biliyorum. Ayrıca burada dostlar var hem balık tutuyoruz hem sohbet ediyoruz.

* Siz nerelisiniz?

Ben Kırşehirli’yim. 5 yaşındayken Paşabahçe’ye gelmişiz. Balıkçıların, kalkancıların arasında büyüdüm. Balık kokusunu oradan aldım.

GAZETECİ KİMLİĞİMİN ALTINDA KALMAMAYI ÖĞRENDİM

* Sizi yıllardır tanıyorum. Yazılarınızı okuyorum. Yazılarınızda eleştiriyor, sorguluyorsunuz. Sizi hiç kızgın, sinirli, öfkeli görmedim... Duygularınızı bastırır mısınız?

28 yıldır gazeteciyim. İnsan bunca yılda kendi ruh sağlığını korumak için ister istemez mekanizmalar geliştiriyor. Bu mekanizmalardan biri o gazeteci kimliğinin etkisi altında kalmamayı öğrenmek... Çünkü o gazeteci kimliğine zaman zaman davalar açılıyor, kimi zaman alnından öpülüyor. Bu gazeteci kimliğini ayakta tutan ise bir omurga insan kimliği. Ben insan kimliğinin gazeteci kimliği altında ezilmesine izin vermedim.

* Önce insanım sonra gazeteci mi diyorsunuz?

Tam onu demek istemiyorum ama evet her şeyden önce kendi ilkelerim ve yaşam dengem önemli. Alkıştan da ölüm tehdidinden de etkilenmemeyi öğrendim.

SELAHATTİN DUMAN BİLE ARA VERMEK ZORUNDA KALIYOR

* Gündem yazarı olmak Türkiye gibi bir ülkede çok ağır bir yük değil mi?

Gündem Türkiye’de hep sert. Ülkede hep şimşekler çakıyor. Biz de o şimşeklerin neden çaktığını sorguluyoruz. Özellikle Başbakan ülkedeki tüm sorunların nedeni olarak köşe yazarlarını gösteriyor. Her Allah’ın günü bir felaket haberi gelince, analar ağlayınca yazılar da sert oluyor. Güldüren, güzel yazılar yazan Selahattin Duman Abimiz bile yazılarına ara vermek zorunda kalıyor.

* Siz gazeteci olarak birinden etkilendiniz mi?

Uğur Mumcu’nun etkisi var. Onu çok beğeniyordum. Üniversite sınavlarında da basın yayın tercihi yaptım. Okulu kazanır kazanmaz da bildiğim bir şey vardı, okulu bitirince hemen gazeteci olunmuyordu, o yüzden çalışmaya başladım. Sonra ekonomi gazeteciliğine yöneldim. Nezih Demirkent’le 16 yıl çalıştım. Sonra Tayfun Devecioğlu’yla birlikte Liberal Bakış’ı çıkardık.

* Gündem yazarı nasıl oldunuz?

Düzce depreminde gazetecilik kaderim değişti. Ben Düzce’ye depremin ikinci günü çok geç saatlerde gittim. Gazetecilerin hemen hemen hepsi gündüz çalıştıkları için yorgun düşüp gece Bolu’ya gidiyor, sabaha karşı Düzce’ye geliyorlardı. İlk gittiğim gün çok feci olaylara tanık oldum. Ve orada karar verdim, orası 24 saat anlatılmalıydı. Ben kendim çadır kurdum, 24 saat orada yaşadım tam 20 gün. Yazılarımda insanları anlattım. O dönemde Star bu haberleri çok iyi verdi. Ben o günden sonra ekonomiyi de içine alan daha geniş bir gazetecilik yapmaya karar verdim.

* Gözünüzü açar açmaz gazeteleri mi okursunuz?

Sabah evden çıkıp arabama biniyorum, işe gelene kadar radyodan gündemi öğreniyorum. 12-13 gazete okuyorum. Önce manşetlere, birinci sayfalara sonra gündem sayfalarına bakıyorum. Olmazsa olmazım köşe yazarlarını okuyorum.

* Kimler onlar?

Başyazarlar ve gündem yazarları. Star’dan Ahmet Kekeç’i de okuyorum. Görüşlerine hiç katılmadığım insanları da okurum.

* Vakit ve Yeni Şafak da okuyor musunuz?

Normal hayatta asla okumayacağım gazeteler ama gazeteci olduğum için okuyorum. Biliyorsun bir de yazarlar kavgaya meraklı. Bir gün adamın biri, “Hangi köşe yazarları şarkı olsaydı hangi şarkı olurdu” diye yazmış. Benim için Orhan Gencebay’ın bir şarkısı yazılmış. Ben de çıkıp “Seni ninniye benzetiyorum” diye yanıt verecek değilim. Türkiye böyle bir ülke değil. Maden ocağında insanlar can vermiş, Yeni Şafak’tan Salih bilmem ne yazmış, çok da beni ilgilendirmiyor.

Gündemden bunaldığımda bu kitap ortaya çıktı

* Bu kitabı niye yazdınız?

Her gün gazete yazılarıyla okurların karşısına çıkıyorum. Tehdit aldığım oluyor, övüldüğüm oluyor...

* Çok tehdit alıyor musunuz?

Bir günde 4 tehdit almadıysam bu benim için o günkü yazının kötü olduğu anlamına gelir. İmza günümde 86 yaşında biri, 10 senedir evinden çıkmıyormuş, benim için gelmiş. Çok duygulandım. Her zaman balık tutarak rahatlayamıyorum. Ülke gündeminden bunaldığım kendim için yazdığım bir dönemde çıktı bu kitap. Hiçbir şeyi kurgulamadım. En son cümle kağıda döküldüğünde ben de kitabı öğrendim. Karekterleri planlamadım, hepsi içimden çıktı.

Kısa sürede yazdım. Çok doğal ve içten, hayatın hep o her gün tanık olduğum inişlerini çıkışlarını değil de, o iniş çıkış içinde dümdüz yaşamak isteyen insanları anlatmaya çalıştım. Toplumsal dönüşüm ve dalgalanma var ve insanlar her şekilde hayat sürüyor. Eşim bile kitaptaki bir kahramanla ilgili olarak, “Sen bu kadını nereden tanıyorsun?” diye sordu, ben de “Tanımıyorum” dedim.

* Bu kitabı ilk kim okudu?

Eşim ve kızım okudu.

* Çekindiniz mi bu kitabı çıkarırken? Köşe yazarlığından çok farklı roman yazarı olmak...

Tepkileri çok merak ettim. Çok sığ da görülebilirdi, bu sana yakıştı mı da denilebilirdi, beğenilebilirdi. Üçüncüsü oldu, her gün kitapla ilgili mailler alıyorum.

* Bu kitapla sizi tanıyanlar var mı?

Var.Gelen maillerden anlıyorum, gazeteden beni yeni okuyanlar var.

Hediye almam, basın gezilerine gitmem, objektif olmaya çalışırım

* Bu dönem basın-iktidar ilişkileri de çok gerildi. Siz de iktidar karşıtı cephede yer alıyorsunuz. Sık sık eleştiriyorsunuz iktidarı...

Başbakan kameraların karşısına her çıktığında ilk önce muhalefete sonra da medyaya yükleniyor. Ben gazeteciyim, doğru bulduğumu yazıyorum, sen de iktidarın başısın ciddiye alıyorsan doğru dürüst yanıt ver, ciddiye almıyorsan da alma. Benim bunu yazıp yazmamaya hakkımın olup olmadığını sorgulamak senin hakkın değil. Biz durmadan siyasetçilerden ve bürokratlardan gazetecilik dersi alıyoruz. Ben 28 yıldır bu işi yapıyorum. Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nin Gazeteciler Hak ve Sorumluluk Bildirgesi’nin 100 küsur maddesini hayatımın her alanına işlemişim. İş dünyasından, haber kaynağından hediye almam, gezilerine gitmem, objektif olmaya çalışırım.

Şunu mu bekliyorlar, “Ben şunu yazdım siz bir bakın, onaylayın mı?” diyeceğiz? AKP hükümetinden önce bu kadrolar başka çatı altındaydı, ben de televizyon programı yapıyorum. Daha sonra AKP iktidarında bakan olan Ali Çoşkun o dönemde bana, “Mustafa seninle gurur duyuyoruz, çok iyi gazetecilik yapıyorsun, gazeteciliğin ruhu olan muhalifliği çok iyi yansıtıyorsun, biz senin yazılarından beslenerek hükümeti eleştiriyoruz” dedi. Ben “Siz de iktidara gelseniz yanlış görürüsem sizi de eleştiririm” dedim, iktidar oldular, biz bir daha görüşemedik, bırakın ilişkiyi. İktidarda kim varsa yanlışı göstermek gazetecinin işidir.

* Bu söylemin nedeni ne sizce? Yalnızca Başbakan’ın üslubuyla anlatılabilir mi?

Özellikle iktidardakiler güç kaybetmeye başladıklarında daha sertleşiyor. Bu sertleşme onların yalnızlaşmalarını getiriyor. Bizim gazeteci büyüklerimiz doğruları yazdıkları için sürgünlere gönderildi, cezaevlerinde yattı. Onların hepsi kahraman, onları içeri atanların tarihte yeri yok.

Yazdığım 7’nci kitap ama ilk 6’sını evde kendime sakladım

* Roman yazmaya devam edecek misiniz?

Bu benim ilk kitabım değil. Benim yazdığım 7’nci kitap.6 kitap evde rafta. Onlar ortaya çıkmayacak. Ben kendimi bildim bileli yazıyorum. Okurun karşısına çıkmak için bir aşama kaydetmek istedim. Bundan sonra cesaret edeceğim, çünkü çok güzel eleştiriler aldım.

* Gündelik hayatı anlatmışsınız, gündelik hayat da politiktir, siz bunu da göstermişsiniz...

Son zamanlarda moda oldu, tarihi kişilikleri alıp biraz geçmişi anlatarak sunmak. Ben günümüzü anlatmayı çok seviyorum. Günümüzde olup bitenleri anlattım, kahramanlarım bu yüzden hepimize çok yakın.

* Kitapta ağır basan duygu yalnızlık... Gittikçe yalnızlaşıyor muyuz diye düşünüyorsunuz?

Ben yalnızlığın çok yaygın olduğunu düşünüyorum. Sıradan vatandaşların gününe tanıklık etmek istedim. O tanıklık içinde de bulduğum ortak nokta aslında yalnız olduğumuz...

* Pırlanta diye bir öykü var... Kanser hastasının yalnızlığını anlatıyor... Çok etkileyici buldum.

Kanser görünmeyen en büyük dertlerden biri. Her evde, herkesin bir yakını var kanser olan. Günümüz insanını yalnızlaştıran, içine kapatan bir hastalık. Yoksulluk da böyle. Anlatmak lazım. Kanser bir gün tarih olacak ama kanser hastalarının duyguları hep bir kenarda kalacak. Bence günümüzün en büyük hastalığı yalnızlık. Evimize gidiyor, evlerimize kapanıyoruz. En yakınlarımızı hiç görmeyerek, aylarca telefonlaşarak idare ediyoruz. Sonuçta hayattan aldığınız haz paylaştıkça artar, bu azalıyor. Başarılarımızı bile paylaşacak yakınlarımız kalmadı...

Elif ERGU / VATAN