İki Lafın Beli
10 Kas 2012 12:12 Son Güncelleme: 23 Kas 2018 14:21

BANA TASMA TAKACAK KİŞİ ANASININ KARNINDAN DOĞMADI!

Vatan Gazetesi'nin en sert kalemlerinden biri olan Mustafa Mutlu,medyadan siyasete birçok konuda görüşlerini Medyaradar röportajcısı Alev Gürsoy Cimin'e anlattı...

Dikkat çeken bir isim... Sivri... Keskin... Sert bir mizacı var. Ama biraz konuşunca o sert bakışlar ve üslubun altında yumuşak bir kalbin varlığı hemen dikkat çekiyor.
Konuşurken zorluyor; soru sormak zor ona ama yine de başardım. Her ne kadar sert başlamış olsak da samimi cevaplardı.
Yarım saat erken gittim randevuya; 2. kattaki sevimli ve bir o kadar da sıcak olan odasının kapısında karşıladı Mustafa Mutlu beni... Vatan Gazetesi’nin en sert kalemlerinden… “Muhalif” diyorlar ona ama o bu terime kızıyor. “Ben gazeteciyim” diyor.
Odasının manzarasına epey takıldım. Gazete binasının bir yüzü adliye manzaralı... Hem de Türkiye’nin “en büyük adliye sarayı” diye övündüğü Çağlayan’daki o koca bina. Mustafa Mutlu’nun odası ise Oto Sanayi Sitesi’ne bakıyor.
“Manzaradan mahrumsunuz” diye espri yapıyorum. 
“Emekçi kardeşlerimi izliyorum” diye takılıyor. Şakalaştık dediğime bakmayın; zaman zaman gerildi sorularıma. Ama diyorum ya içtendi. Medyadan siyasete birçok konuyu konuştuk. Onu en çok kızdıran konu ise hani şu “Tasmalı gazeteciler” ifadesi vardı ya o oldu. Bir de “medya” ifadesine kızıyor. Her “medya” deyişimde itiraz etti.


RÖPORTAJ: ALEV GÜRSOY CİMİN

alevgursoy2008@gmail.com

twitter adresi: @gazetecialev

Mustafa Bey; çok fazla ekranlara çıkmayan ve röportaj vermeyen bir isim olarak beni kırmadığınız için çok teşekkür ederek başlamak istiyorum. Karşımda sizin gibi işinin ehli bir gazeteci olunca medya ile başlayalım istiyorum… Son zamanların en moda cümlesi yeni “Türkiye’nin yeni medyası.” Öncelikle bununla başlamak isterim. Medya nerden nereye? Nasıl buluyorsunuz sektördeki gidişatı?

- Hangi medya? Medya nedir?  (Çok kızıyor bu soruya ve gergin başlıyor söyleşimiz de.)

Neden medyanın varlığını kabul etmiyor musunuz? 

-   Nedir medya, medyadan kastınız ne? Ne kadar aynı özellikleri taşıyoruz ki?

Mustafa Bey; neden bu soruya tepki gösterdiniz anlayamıyorum medyanın varlığını kabul etmiyorsunuz ama medyanın bir bireyisiniz siz de. Vatan bu ülkenin bir medya organı ve siz de bu gazetenin yazarısınız. Yanlış nerede? (Tabii arada medyanın tarifini de yapıyorum.)

- Ben ortak özellikleri olan kurumsal bir yapı göremiyorum. O nedenle bu soruya yanıt vermem. Lütfen bunları aynen yaz. “Aynen yaz” dediğimi de yaz!

Peki; bunları “aynen” yazıyorum. Ama bu soruda diretiyor, merak ettiğim ve yanıtını almak istediğim için sorunun şeklini değiştiriyorum. Ülkedeki görsel ve yazılı medyayı nasıl değerlendiriyorsunuz? Bir durum değerlendirmesi yapsak? 

- (Bu kez yumuşuyor) Çok farklı özelliklere sahip bir sektörden bahsediyoruz. Hepsinin birbirinin gazeteci olduğunu kabul etmediği ama herkesin gazeteci olduğunu savunduğu ve gazetecilik yaptığını savunduğu karışık bir sektör... Örneğin ben bugün birçok  iktidar bağımlısı ve iktidar tarafından yönetilen, yönlendirilen kurumlarda çalışan arkadaşları gazeteci olarak kabul etmiyorum. Ama onlar da beni gazeteci olarak görmüyor.

İsim verebilir misiniz bana? Siz kimleri gazeteci olarak görmüyorsunuz? Kimler sizi gazeteci olarak kabul etmiyor?

 - Neden isim istiyorsun ki; kişiye indirgemeyelim. Ben iktidar yanlısı, temel gazetecilik ilkelerinden uzak, bu ilkeleri umursamayan, gazetecilik kaygısından, gazetecilik ilkelerinden çok belli bir gruba, belli bir cemaate hizmet edenleri gazeteci olarak kabul etmiyorum.

Peki, gazeteciden kastımız ne? Yani gazeteci kimdir? Nedir? Nasıl olmalı?

-Çok basit. Türkiye gazetecileri hak ve sorumluluk beyannamesinden, bildirgesinden haberdar olan ve orada yazılan hak ve görevlere sahip çıkan, yaşantısını buna göre düzenleyen; avantalara boyun eğmeyen, bir takım baskılara direnebilen, haber verme ya da özgürce yorum yapabilme kaygısıyla hareket eden meslektaşlarıma ben gazeteci diyorum.  Bunun dışında tüm bunları yok sayıp belli görüşlere kapılarını kapatan; sadece bir takım gruplara hizmet etmek ya da iktidara hizmet etmek amacıyla naatlar yani övgüler yazan bir anlayışı gazeteci olarak kabul etmiyorum. Senin medya patronun olan kişinin bile sözcülüğünü yapmayacaksın der gazetecilik bize…



Siz muhalif bir isim olarak biliniyor; tabiri caizse oldukça da sivri yazılar kaleme alıyorsunuz. Hükümeti de sıkça eleştiriyorsunuz? Korkmuyor musunuz?

- Ben sadece iktidar değil; muhalefeti de hedef alan yazılar yazıyorum. Bir şey söyleyeyim mi size? Bugün bana iktidardan çok muhalefetin açtığı davalar var ve onlarla mücadele ediyorum. CHP’nin açtığı davalarla hâlâ uğraşıyorum.  Bu benim bağımsız duruşumun göstergesi. Korkuyor muyum; “hayır”, gazeteci olduğumu düşünüyorum. Ben gazetecilik yapıyorum. Tavrımın doğru olduğunu düşünüyorum. Tavrım doğruysa ve bunun da bana faturası kesilecekse razıyım.

-Birçok yazar son dönemde yazamamaktan daha doğrusu yazmak istediklerini kaleme alamamaktan şikâyetçi. Siz zorlanıyor musunuz yazarken? Tepkiler alırım veya yazılarım tırpanlanır diye? Veya hiç baskı gördünüz mü? Yazı işlerinde “şu cümle yer almasın Mustafa Bey” denildi mi size?

- Böyle bir dönemde böyle bir baskının olmadığını söylemek koca bir yalan olur. Gerçekleri inkâr etmek demektir. Elbette oluyor. Böyle bir baskı olmasa bile zaten siz çevrenize baktığınızda, yaşananlara baktığınızda, bugün bizi, ülkeyi yönetenlerin açık açık meydanlarda attıkları nutuklara baktığınızda baskıyı fark edersiniz.  Bizi medya patronlarına nasıl şikâyet ettiklerine baktığınızda ister istemez oto kontrol mekanizmasını elinize alıyorsunuz. Bu mekanizmayı işletmek zorunda kalıyoruz.  Eliniz yazarken “acaba” sorusunu hep soruyorsunuz. Ben bu kaygıyı oldukça kulak arkası etmeye çalışıyorum. Ama insanız hepimiz. Belli başlı kaygılarımız var Aşırı bir özen içinde yazıları kaleme alıyoruz. Hepimizin kaygıları var.

Nasıl yani? Ne tür kaygılar bunlar?

- Hayat kaygısı diyelim bunun adına. Hayatın kalanını adliye koridorlarında ya da cezaevlerinde geçirmemek için zaten aşırı bir özen içinde yazılarını yazıyorsun. Geçenlerde gördük. Tuncay Özkan’ın hayat arkadaşı mahkemede ara kararın açıklandığı gün kendi kendine söylendiği “Yazıklar olsun” cümlesi için ifade veriyor; yani bu ülkede yazıklar olsun demek bile artık suç ise yazıları yazarken bin defa düşünmek gerekiyor. Kaleminizden çıkacak her türlü ifadeye dikkat etmek gerekiyor. Ben sıfatlar kullanmak yerine bilgi vermeyi tercih ediyorum. Söylenen sözler yanlışsa, çarpıtılıyorsa ben o sözün doğrusu ne ise onu anlatmaya çalışıyorum. Benim işim gazetecilik. Bilgi vermek. Gazetecilik insanları karalamak değil, bilgilendirmek. Vatandaşı aydınlatmak

Biraz da sizin gazeteye gelelim mi?  Vatan Gazetesi el değiştirdiği günden bu yana sarsıntılı bir süreç yaşadı…O süreçte siz nasıl etkilendiniz? Ve şimdiki yönetimle aranız nasıl?

- Ben de bu gazetenin çalışanlarından biriyim. Etkilenmemek mümkün değil. En azından bir kayyum süreci yaşadık. Önce gazetenin yabancı bir gruba satılacağı söylendi. Bağımsızken Doğan Grubuna geçtik, 1 yıl orada çalıştık. Ardından Demirören –Karacan ortaklığı. Ortaklar arası anlaşmazlık. Böyle bir süreçte etkilenmemek elbette yanlış olur. Geleceğinizi göremiyorsunuz. Gelecek ay maaş alıp almayacağınızı bilemiyorsunuz. Yazı kalitesinde değil ama psikolojik olarak inanılmaz etkilendik. Sürdürmek zorunda olduğunuz bir hayatınız var neticede. Ama bunu yazılarıma yansıtmadım hiçbir zaman. Yeni yönetimle hiçbir sıkıntım yok. Gazetemizin sahipleridir. Gazeteci- işveren ilişkisi içinde birbirimizin haklarına ve durumuna saygılı bir şekilde çalışıyoruz 

Hükümet ve medyayı konuşursak; Başbakan Erdoğan’ın medyaya özellikle siz köşe yazarlarına yönelik epey sitemi ve eleştirisi oldu. Neden?

- Hangi medya? Ben sizin bu medya takıntınıza taktım. Başbakan hangi medyaya ağır konuşuyor? Başbakan’ın belli gazetecilerle ilişkileri gayet iyi, bazı gazeteciler hep onun yakınında... Siz onları gazeteciden saymıyor musunuz? El bebek gül bebek davrandığı o gazetecileri neden unutuyorsunuz? Başbakan bir grup gazeteci ve köşe yazarına tepkili... Yani kendisini ve hükümetini eleştiren gazetecilere... Eleştiriyi sevmiyor. Muhalif kesime ve gazetecilik ilkelerini sürdürmek isteyen gazetecilere tutumu belli



-“Tasmalı” ifadesi vardı. Başbakan Erdoğan’ın bir ifadesiydi. Gazetecinin tasmalısı nasıl oluyor? Hakikaten var mı böyle bir ifade, böyle meslektaşlarımız?

-Bana tasma vuracak adam anasının karnından doğmadı. Tasma lafı hayvanlaştırmaya yönelik bir laftır. Ben o hayvanlaşmayı asla ve asla kabul etmiyorum. Bu ülkede gazetecilik yapıyorum diyerek o tasmayı takmayı kabul edenler varsa o tasma da onlara zaten yakışıyor. Ama tasma ve ben hayatta bir araya gelmeyiz. Köpeğim yok ama olsa emin olun onun bile tasması olmazdı.

-Sizi ekranlarda çok sık görmüyoruz? Bu sizin tercihiniz mi yoksa TV kanalları muhalif kişiliğinizden dolayı size yer vermek istemiyor mu?

- Her ikisi de doğru. Çünkü beli bir medya yok. Sizin medya kuruluşu olarak tabir ettiğiniz o medya kuruluşları beni ekranlarına çıkarmaya korkar. Benimle yan yana bile gelmez, yok sayarlar ama ben de onları yok sayıyorum.  Ekranımıza çık da demez diyemezler. Ara gruplar var birde, bu medya mensupları hem iktidara şirin görünmek hem de gazetecilik yapıyormuş gibi görünmek isteyenler. Dertleri reyting. Ben onları da asla kabul etmiyorum.  Düşünsenize Atatürk’e “diktatör” diyen, “Atatürk’ten nefret ediyorum” diyen biriyle nasıl ekrana çıkar da tartışırım ki?  Kendime hakaret sayarım bunu. Onlar kim ki?

-Dünden bugüne ne değişti? Nasıl buralara gelindi. Ya da daha öncesi nasıldı bugünlerin? Hep böyle miydi bu sektör? Baskı diyorsunuz yazamamak diyorsunuz; ekranlara çıkan belli isimler. Daha önceleri de var mıydı bunlar?

- Her dönem yaşandı bunlar ama bu kadar değil. Türkiye’de gazetecilik yapan herkes belli bir baskıya kurban oldu. Belli bir baskı ile karşılaştı. Eğer bir ülkede yüz senede yüzden fazla basın şehidi verdiyseniz; her dönem gazeteciler cezaevlerini doldurduysa bu baskının sadece 10 yılda olduğunu söylemek de yanlış. Dönem dönem özellikle darbe ve tek parti iktidarı dönemlerinde baskılar yoğunlaştı. Cezaevleri gazetecilerle doldu. Bugün sadece olayımız cezaevindeki gazeteciler değil, evet 100’e yakın gazeteci içeride ama dışarıdaki onlarca gazeteci hakkında on binlerce tazminat davası var ve o insanlar o kâbus ile uyuyor. Gelecek kaygısı var. Herhangi bir sert yazıda gazetecilerin işsiz kalma korkusu da var. İşsiz kalma korkusu da büyük bir baskı. 

“Gazetecilerin işsiz kalma korkusu var” diyorsunuz ya hani, peki siz hiç düşündünüz mü yarın “işsiz kalabilirim” böyle olursa ne yaparım? Ya da şöyle sorayım; Mustafa Mutlu yarın köşesinden olursa ne yapar?

- Türkiye’de gelecek planlamasının yapılamayacağı tek meslek bizim mesleğimiz. Eğer gazetecilik yapıyorsanız yarını düşünmeye çok fazla hakkınız yoktur. Çünkü yarını düşünmek bugün yapmanız gerekenlere engel olacaktır. Korkmanıza, sinmenize neden olacaktır. Oysa bir gazetecinin yarını düşünerek korkmaya ve sinmeye hakkının olduğunu düşünmüyorum. Ben o nedenle yarını planlamadan ve düşünmeden bugün bir gazeteci olarak ne yapabilirim diye düşünüyorum.




Peki, geleceğe yönelik kaygılarınız var mı?

- Elbette insan olarak benim de korkularım var, umutsuzluklarım var ama umut da her zaman bizimle... Ben mesleğimi iyi yaptığıma inanıyorum. Kaygıların esiri olmamak benim gazetecilik tavrımın gereğidir.

Haberlerin görülüş şeklini konuşalım iki gazeteci birazda. Son dönemde şehit haberlerinin çok köpürtülerek verilmemesi gündemde... Bu olayların terör örgütünü daha fazla şımarttığı söyleniyor. Sizce şehit ve terör haberleri nasıl görülmeli?

- Terör her zaman silahlı propagandayı ön plana çıkarır. Ona göre haberin iyisi kötüsü yoktur.  Gazetelerin ön planında olmak... Sansasyon yaratmak onu amacına ulaştırır. Terör haberlerinin çok fazla abartılarak ve büyütülerek verilmesine ben de karşıyım. Ama bunu yaparken bir siyasetçinin talimat vermesi gerekmez, ben zaten iyi bir gazeteciysem bu sorumluluğumu yerine getiririm. Ama bu şu anlama gelmez; terör haberlerini görmezden gelmek.

Peki, 15 şehit haberinin görülme değeri 12 saniye midir?

- Bunu haberleri 12 saniye haline getiren arkadaşlara sormak gerekir. Eğer sokaklarda insanlar şehit cenazelerinde vakit geçiriyor ve bu hayatın gerçeği haline geliyorsa bunu hak ettiği kadar görmek de mesleğinizin gerekçesidir. Bundan kaçınamazsınız. Haberciliğinizi yapmalısınız. Tabiî ki sömürmeyeceksiniz. Oradaki insanların acılarını köpürte köpürte vermek, duygu sömürüsünden beslenmek habercilik değil, fırsatçılıktır ama bunları hepten görmezden gelmek de hem o insanlara hem de şehitlere saygısızlıktır.

Gelelim gazetelere ekran yasağına... O deklarasyonda sizin gazetenizin de imzası var. Buna kimileri hak veriyor, kimileri ise çok tepkili. Hatta bu yasağı delenler oldu. Siz nasıl bakıyorsunuz bu olaya?
 
- Gazetelerin özel haberlerini daha o gazete yayımlanmadan bir takım özel yöntemlerle ele geçirilip yayımlanmasını ben de kabul etmiyorum. Zaten haber ekmekten çabuk bayatlayan bir şey, hiç değilse bu özel haberleri önce gazete kullanır belli bir süre geçer ardından kaynak göstererek kullanabilir diğer internet siteleri veya gazeteler. Ama diyorum ya belli bir süre. Biz birbirimize yasaklar getirirsek, birbirimizin işini sekteye uğratırız. Bence belli bir saat üzerinde tarafların anlaşması lazım. Haber kamunun malıdır. 

Bazı yazarlar şu an yaşanan süreci “12 Eylül’den bile daha beter” söylemi ile değerlendiriyor. Bu eleştiri yerinde mi gerçekten?

- Ben hayatım boyunca kıyaslamalara karşı çıktım. 12 Eylül basın özgürlükleri açısından bugünden daha hafif geçti dersem meslektaşlarıma haksızlık olur. Şunu söyleyebilirim;12 Eylül’de akşam gazeteler baskıya girmeden sıkıyönetim komutanlığından kişiler gelir ve ilk baskı sıkıyönetim komutanlığına gider bazı haberler sansür yerdi. Hatta bazı haberlerin sayfası boş çıkardı. Tepkiler o boşluklarla dile getirildi. Bu şu anlama gelirdi; “Bu haber sansürlendi, biz de boş yayımladık.” Bakın o sansür bugün direkt yok ama bugün daha beteri var, hiç yazmamak ya da yazamamak, bu daha tehlikeli... Bazı konular var ki cızz ve herkes o cızın ne olduğunu ve asla yazılmaması gerektiğini biliyor. Bugün Türkiye’deki tüm gazetelerin hem iktidara bağlı hem de iktidarla muhalefet arasında bir  denge tutturmaya çalışan hatta muhalefetlik yaptığını iddia eden gazete ya da televizyonların haber toplantılarında bile o gün yayımlanacak haberlerden çok “Hangi haberi kesinlikle görmeyeceğiz” konuşuluyor.  Tablo bu.

Durum bu kadar vahim mi gerçekten meslekte? Genç bir meslektaşınız olarak içim karardı vallahi.

- Bu Türk basının ortak derdi. Eğer yazı işleri masasında hangi haberi büyüteceğiz konusuna odaklanmaktan çok “Aman hangi haberi kesinlikle görmeyeceğiz. Sakın ha tek sütün bile girmesin” kaygısı hâkim oluyorsa o bu dönemin gazetecilik kalitesini gösteriyor. 12 Eylül’de öyle bir korku yokken bugün bu korkunun fazlasıyla var olduğunu düşünen gazetecilerdenim. Bugün doğrudan sansür yok ama daha sonra hesap sorma var… Cezaevine düşmemek, tazminat davalarıyla uğraşmamak için kalemlerini frenlemek gereği duyuyor gazeteciler, bu da onlara fazlasıyla hatırlatılıyor.

Ama bu nereye kadar gidebilir ki; basından bahsediyoruz? Bir sansür korkusuyla, kaygıyla bu meslek nasıl yapılır?

- Nereye kadar gider sorusunun yanıtını verecek olan sizsiniz. Ben kendi açımdan yapabileceğim gazeteciliğin en fazlasını her dönemde yaptım. Bundan önceki iktidarlar döneminde ben yine muhalif gazeteciydim. Bugün iktidarda olan anlayış o gün benim gazeteciliğim övüyordu. “Ve bir gün biz iktidara geldiğimizde sizin rahat gazetecilik yapmanızı sağlayacağız” diyordu ve biz de “Telefonlarımıza bile çıkmayacaksınız” diyorduk. Ve gerçekten öyle de oldu.

Peki, hiç hükümetten isimlerin yazılarınızdan dolayı sizi bire bir aradığı oldu mu?

- Olmaz mı? İlk iktidara geldiklerinde arayan bakanlar oldu. Ben cari açık tehlikesini yazmıştım. Ali Babacan aradı, “Asla böyle bir şey yok” dedi. Ama cari açık bugün hâlâ Türkiye’nin en büyük kâbusu. Cemil Çiçek ve Sağlık Bakanı da aramıştı. 

Başbakan Erdoğan ile bir görüşme yapsanız neler söylemek istersiniz? Köşe yazarlarına tavrı nedeniyle sitem eder misiniz hiç?
             
- Ben sadece soru sorarım. Zaten o soruları da 10 yıldır her gün köşemde düzenli olarak soruyorum ama yanıtını alamıyorum. Başbakan’a bazı sözüm ona meslek büyüklerinin yaptığı gibi yanağını okşayıp, sırtını sıvazlayıp akıl vermek benim haddim değil. Benim anayasam bana der ki sen gazetecisin, soru sor. Başbakan’ın da zaten konuştuğu belli gazeteciler var, bizim sorumlarımızı yanıtlayacağını hiç düşünmüyorum.

Son günler en çok konuşulan bir konu varsa o da Suriye. Siz bir gazeteci olarak nasıl bakıyorsunuz bu ülke ile gerilen ilişkilere?

- Köşemde de milyonlarca kez sordum. Biz 2 yıl önce bu ülke ile ortak bakanlar kurulu toplantısı yapacak kadar dost ve kardeşken ve komşularla sıfır sorun politikasına kilitlenmiş bir hükümet tarafından yönetilirken ne değişti? Sonuçta o zamanda Suriye’de haksız durumlar vardı Çatışmalar, ölenler, öldürenler vardı. Peki, bizim ikili ilişkilerimizde ne değişti? Dünyada belki de Suriye ile ilk savaşa girecek ülke haline geldik! Bunun ötesinde Suriye ile savaş çıkar mı? Nereden bileyim ben savaş çıkar mı bilsem de söylemem, ben gazeteciyim.

Neden gazeteci bildiğini ya da öngörüsünü söyleyemez mi?

- Gazeteci fal açmaz. Açmamalı. Böyle bazı isimler, özellikle Taraf Gazetesinde bir arkadaş var. Neredeyse günü gününe, saati saatine terör örgütünün nerede eylem yapacağını bir hafta ya da 10 gün önceden yazıyor. Bu gazetecilik mi? Hayır! Gazetecilik muhbirlik ya da ajanlık değildir. Her iyi gazetecinin yapması gereken iki iş vardır: 1- Doğru soruyu doğru zamanda sorabilmek 2- Eğer haberci ise doğru olarak yazabilmek ve yorumcu ise doğru olarak yorumlayabilmek.  

   

Siz peki 18 yaş önerisine nasıl bakıyorsunuz, 18 yaşında vekillerimiz olur mu dersiniz?

- Bu söyleşiyi en çok da gazeteci arkadaşlarım okuyacağı için, o arkadaşlara da bir hatırlatmaya yapayım. Bu sorunuza vereceğim yanıt benim gazetedeki yazı konum ve bu yazının bedelini Erdoğan Demirören’den alıyorum. Bu ülke gündemine ilişkin benim yorumum gazetede köşemde yer alır ve bunun bedelini alırım. Eğer başka bir yere yorum yaparsam kuruma ihanet olur bu. Çünkü ben bunları yazarak maaşımı alıyorum. Ben elbette yorum yaparım ama yorum yapacağım yer burasıdır. 

Ama bu bir röportaj ve ben de sizin görüşünüzü merak ediyorum.

- Tavrım asla size karşı değil, ben bunu etik bulmuyorum. Ama şunu söyleyebilirim, sorunuz yanıtsız kalmasın. Bir gündem değiştirme malzemesidir. Eğer bu ülkede Anayasa’nın toptan değiştirilmesi için 1 yıldır çalışan bir komisyon varsa ve konunun halkın önüne gelmesi bekleniyorsa niye böyle bir değişikliğe gidiyoruz? Anayasa’yı değiştiriyoruz bir yandan, diğer yandan da birkaç madde daha değiştirmeye çalışıyoruz. Ben bunu gereksiz buluyorum.

Hakkınızda 70’e kadar dava açıldı; peki neden? Kimler açtı?

- Bu 70’e yakın davaların önemli bir bölümü siyasiler tarafından açıldı. En çok da CHP dava açtı bana. Bunların bir bölümü Yargıtay’da ama çoğunlunu kazanmış durumdayım.

Dava dedik aklıma cezaevindeki gazeteciler geldi. Tuncay Özkan, Soner Yalçın ve daha sayamadığım birçok isim. Ne düşünüyorsunuz meslektaşlarınızın bu durumuyla ilgili? Meslektaşlardan da çok ses çıkmıyor.

- Bu insanlar ne suç işledi? Mahkeme ya da savcılık makamı hâlâ bunu net bir şekilde ortaya koymuş değil. Bu ülkede domuz bağıyla kadın öldüren, gasp yapan, cinayet işleyen insanlar 3-5 ay yatıp serbest kalıyor. Katiller, tecavüzcüler serbest bırakılırken ben son derece masum bir şekilde içerideki gazeteci arkadaşlarımın hangi korkunç suçu işleyip de 5 senedir içeride yattıklarını merak ediyorum. Ben davaları izliyorum. Ve onlara yöneltilen suçlar benim vicdanımı rahatlatmıyor. Ayrıca bu insanlarla ilgili kaçacaklar ve delilleri karartacakları gerekçesi önümüze sunuluyor. Bunların hiçbiri kaçmaz, kaçmayacaklarının kanıtı da bugün tahliye edilenlerin aramızda olması, hangisi kaçtı? Hangi delili karartacak bu insanlar? 5 yıldır senin bulamadığın dellilerler varsa ve sen bunları bulamıyorsan sorumlusu sensin. Ben bu gazeteci arkadaşlarımın cezalandırıldığını düşünüyorum.

Neden cezalandırılıyorlar?

Muhalif oldukları için… Sert yazdıkları için…

Hâlâ birçok isim var muhalif olan ama sektörde, ee biri de karşımda?

- Eee herkesi içeri mi tıksınlar? Birkaç serbest insan da olsun ki özgürlük görüntüsü verilsin değil mi?

Mustafa Bey; sertsiniz zaman zaman sorularıma nasıl tepki vereceğinizi anlamakta güçlük çektim ama bir o kadar da samimisiniz. Gerçekten işiniz zor, yazdıklarınız nedeniyle zorlanmanız bana “zordur zorda gazeteci olmak” söylemini hatırlattı. Bu güzel sohbet için çok teşekkür ediyorum. Tabii güzel çay için de.