İki Lafın Beli
14 Şub 2013 08:40 Son Güncelleme: 23 Kas 2018 15:01

BALÇİÇEK İLTER MEDYARADAR'A KONUŞTU: RAKİBİM YOK, SADECE KENDİMLE YARIŞIYORUM!

Habertürk'ün en başarılı ekran yüzlerinden biri olan Balçiçek İlter, Medyaradar'dan Alev Gürsoy Cimin'in sorularını yanıtladı. Medyadan, siyaset ve özel hayata kadar birçok konu vardı ajandalarında.

“Memleket Meseleleri”ne çok hâkim. Konuşulmayanı, konuşturulmayanı konuşturuyor ve “Söz Sende” diyor. Yüzünden eksik olmayan tatlı tebessümü ile memleket meselesinin üzerine büyük bir cesaretle gidebilen ender güçlü kadınlardan biri o. Zaten her zaman kadınlara da bir mesajı oluyor. İşte kulaklara küpe olacak nitelikteki tavsiyesi Balçiçek İlter’in: “Biz erkeklerle aynı seviyeye gelebilmek için iki kat daha fazla çalışmalıyız.”
Habertürk ekranlarından tanıyoruz Balçiçek İlter’i; yine aynı kurumun gazetesinde köşe yazılarını okuyoruz. 
İşine dört elle sarılmış başarılı bir kadın. Epeyce bir süre zorladım röportajı. Önce Birand’ın vefatı nedeniyle erteledik, ardından aksilikler üst üste geldi.  Röportaj vermeyi çok sevmiyor. Aslında hiç de kırılmıyor insan ona, çünkü hep soru soruyor, bu kez soru sorulan olmak zordur kuşkusuz.
Habertürk’te yaptık röportajı. Karşımda çok bilgi dolu, zarif, sevecen bir kadın vardı. Her soruyu yüreklilikle cevapladı. Lafa hiç de öyle dünya turu attırmadı. Ne düşünüyorsa hepsini söyledi. Medyadan siyasete kadar birçok konuyu konuştuk. Ben çok keyif aldım. Dilerim siz de bizimle aynı keyfe ortak olursunuz bu röportajda.

RÖPORTAJ: ALEV GÜRSOY CİMİN

Aslında sizden başlayacaktım sorularıma ama medya dünyasından çok acı haber geldi. Hatta o gün bu röportaj vardı. İptal etmek durumunda kaldık. Usta gazeteci Birand’ı kaybettik, elbette vardır söyleyecekleriniz. O gün sizi röportaj için aradığımda epey kötüydünüz.

Benim için çok kıymetliydi, bir haberci olarak, bir ağabey olarak çok önemliydi. Beraber çalışmadık ama sahada hep beraberdik. Çok şey öğrendim ondan, röportajlarda bir araya geldik; sonrasında özel danıştığım bir çok nokta olmuştur kendi işimle alakalı. Sadece Türk basını değil, Türkiye önemli bir aydınını kaybetti diye düşünüyorum.

BİRAND, EN SEVDİĞİM SÖYLEŞİLERDEN BİRİ OLDU
Var mıdır hiç Birand ile anınız?


Rıdvan Akar ile bir sorun yaşamıştı hatırlarsan. Bende bunu köşeme taşıdım. Rıdvan’a çok kızdı; herhalde bana da kızdı ama aramadı. Bana kitabını yollamış ve kitabını yollarken de esprili bir gönderme yapmış. “Alıntı yaptığımı düşündüğün belgeselin kitabı” diye. Hemen üstüne aradım ve yayında bir araya geldik. Son 6 yıldır her gün canlı yayında röportaj yapıyorum ama Birand en sevdiğim söyleşilerden biri oldu. Yani en etli, en içten, en dolu röportajlardan biriydi benim için. Karşıdaki o kadar doğal olunca. Ve ne söyleyeceğini bilince sen de iyi soruyorsun.

HABERCİLİK BİRAND İLE YETİM KALDI

Kanal D Haber epeyce bir yetim kaldı onun ardından. Sanırım Türkiye Birand haberciliğini epeyce bir arayacak?

Evet kesinlikle öyle. Habercilik yetim kaldı diyeyim. Ben hala inanmıyorum biliyor musun? Eşinin röportajını okudum. Gerçekten çok duygulandım. Çok zor.

Habertürk’ün en başarılı ekran yüzlerinden birisiniz. Aynı zamanda bir de Gazete Habertürk’te de yazıyorsunuz.  Zor olmuyor mu hem TV hem gazeteyi bir arada yürütmek?

Onlar birbirini besleyen işler diye düşünüyorum. Haftanın 5 günü ben canlı yayın yapmasaydım. haftanın 5 günü köşe yazamazdım diye düşünüyorum. Çünkü her gün birini ağırlıyorsun ağırladığın kişi için çok çalışıyor, araştırıyorsun. Yayın öncesi sohbeti, yayın sonrası sohbeti derken öyle bir malzeme çıkıyor ki; köşemi çok besliyor televizyon; o nedenle zorlanmıyorum.

Size göre hangisi daha kolay ya da zor iş?

İkisi de çok keyifli. Yazıdan ayrılamam köşe yazarlığı benim için çok önemli. Seviyorum yazmayı. Kelimeleri seviyorum.

Nerdeyse haftanın 6 günü program yapıyorsunuz, zor olmalı. Özel hayatı bitirir sanırım bu durum?

Yoo öyle düşünmüyorum. Organize olursan sıkıntı yok. Ben çok sistemli çalışırım. Zaten sistemli olmazsam yetişemem her yere. Biliyorsun ikizler de var.  Hem ikizler hem ev; bir taraftan da köşe ve televizyon yetişmez ama organize tip olmanın faydaları. Sorun yok yetişiyorum.

Çok mu enerjiksiniz, bu tempoya dayanmak aksi takdirde mümkün değil. Normalde hep şikayet ederler, sizi hiç öyle görmedim.

Yoo yo tam tersi ben bu tempodan besleniyorum. Bundan daha az bir tempoda çalışamam.



TÜRKİYE’DE SEVDİĞİN İŞİ YAPMAK BÜYÜK BİR LÜKS

İşinizi çok seviyorsunuz o halde?

Kesinlikle. Türkiye’de sevdiğin işi yapmak büyük bir lüks biliyorsun.

HERKES BİRBİRİNE ÖTEKİ
Konuklarınızı seçerken en çok neye dikkat ediyorsunuz?

Ben bu programı neden yapıyorum onu söyleyeyim öncelikle: Merak ediyorum. İnsanların hikayeleri çok dikkatimi çekiyor. Bu mesleğe giriş amacımda insan hikayelerini yazmaktı. İnsan biyografileri, farklı dokunuşlar, farklı fikirler veya açabileceğimi düşündüğüm alanlar dikkatimi çekiyor. Bu yüzden yapıyorum. Sonrasında bir fark ettim ki tabiri caizse o kadar çok öteki var ki bu memlekette. Kadın erkek ilişkisinden başlıyor öteki, etnik kökenden tut din ve yaşa kadar devam ediyor. Herkes birbirine öteki. Dolayısıyla fark ettim ki son 6 yıldır; aslında ben ötekilerin hayat hikayesini taşıyorum ekrana. İnsanların hep konuşası var ve beni çok gülümsetiyorlar. Memnun ediyor.

TÜRKİYE’NİN EN BÜYÜK EKSİĞİ İNSANLARIN BİRBİRİNİ DİNLEMEMESİ
En çok neye dikkat ediyorsunuz ekran önünde?

Bel altından bir soru olmayacak ona çok dikkat ederim. “Aman ofsayda düşsün de ben oradan büyük bir haber çıkarayım” derdinde değilim. Tabii ki haber çıkarayım derdindeyim ama mümkün olduğu kadar samimiyetimi ortaya koyarak bir köprü görevi yapıyorum. Kendi yorumumu çok katmıyorum. Onu ya sevsinler ya da sevmesinler ama en azından dinlesinler istiyorum. Bugün Türkiye’nin en büyük eksiği insanların birbirini dinlememesi… Birbirine dokunmaması. Birini tanımazsan, birine dokunmazsan ondan korkarsın. Ve bizim hayatımız buna endeksli. Bir takım öcüler geliştirmişiz; herkesin öcüsü kendine; o öcüleri tanımıyoruz, dokunmuyoruz, bilmeye öğrenmeye çalışmıyoruz. Bu program ve ben sanırım işte buna hizmet ediyor diye düşünüyorum.

Sizi çok şaşırtan unutamadığınız bir olay var mı hem program hem de konuklara dair?
O kadar çok var ki. Şimdi bunları zaten kitap yapacağız yakında ama birini anlatayım.
Mustafa Kamalak’ın eşi gelmişti ilk defa ve bir daha da başka hiçbir yerde yayına çıkmadı. Çok uzun bir süre başı açıkmış sonra kapatmış, kızlarını sordum dedi ki “Aa ben hemen kapattım onların başını.” Benim mantığıma normal gelmedi, ne kadar büyük acılar çektiğini, ötekileştirildiğini, engellendiğini anlatıyor, mantığım almadı. Nasıl oldu da hemen kızlarının başını kapattı diye düşündüm. Dedi ki, “Çünkü bu ülkede sonradan öteki olmak doğuştan öteki olmaktan daha zordur.”
O kadar çarptı ki beni, tüylerim diken diken oldu. Bir anda başka bir bakış açısı açıldı gözümün önünde. Ve o kadın ki çoluğunu çocuğunu doğurmuş büyütmüş; ve demiş ki Mustafa Kamalak gibi daha ataerkil ve daha muhafazakar kesimden gelen birine, “Sen beni okutmadın, ben evlendim, çoluğumu çocuğumu büyüttüm. Şimdi okuyacağım.” Ve kızıyla bir birlikte hukuk okumuş, avukat olmuş. Bu hikayeler beni çok etkiliyor. Bunun gibi o kadar çok hikaye var ki inşallah kitapta toplayacağız.

Nasıl bir kitap olacak bu?

Etkilendiğim portreler olacak. İsmi henüz belli değil. Topladık o portreleri. Söz bende olacak. Benim kalemimden Söz Sende’ye konuk olan kişilerin portrelerini yeniden kaleme alacağım. Yani soru cevap olmayacak.

PROGRAMLARIN SÜRESİ 25 DAKİKA OLMALI
Sizi ekranda çok zorlayan konuklar oluyor mu?
Ben biraz kendimle yarışıyorum o konuda. Zaten kolay değil bir anda biriyle tanışacaksınız, o size içini açacak, siz oradan haber çıkaracaksınız. Bir de iyi yapmaya çalışacaksınız. Seyredilir olacak. Bir de ben inatla süremi kısalttırmaya çalışıyorum. Çünkü bütün dünyada artık böyle… Biz çok uzun programlar yapıyoruz. Bu işin süresi 25 dakikadır. Ben psikoloji mezunuyum 25 dakikanın ardından dikkat dağılır, algı başka yere gider. Eskiden şöyle konuklar vardı özellikle siyasetçiler arasında; bir şey soruyorsunuz “Ona gelmeden önce” diye başlayınca bitiyor, 10 dakika böyle giderdi. Ama beni biliyorlar artık, “Ona gelmeden önce” bende olmuyor. Dolayısıyla o cümleleri söylemiyorlar ne soruyorsam direkt onun cevabını veriliyorlar. İyi gidiyor diye düşünüyorum zorlanmıyorum.

Neden psikoloji değil de gazetecilik?
Ben zaten gazeteciydim psikoloji okuduğumda. 17 yaşından beri bu işi yapıyorum. Aktüel Ankara bürosunda çalışıyordum, röportajlar yapıyordum. ODTÜ Psikolojide okurken; sonrasında gördüm ki psikolojinin çok büyük bir etkisi varmış yaptığım işe. İyi ki psikoloji okumuşum.

HER GAZETECİNİN OLDUĞU GİBİ BENİM DE KIRMIZI ÇİZGİLERİM VAR

Her soruyu yüreklilikle sorabiliyor musunuz konuklara?

Bence ne sorduğunuzdan çok nasıl sorduğunuz önemli. Karşı taraf eğer sizde kötü niyet hissetmezse ve sizin samimiyetiniz, içtenliğinize inanırsa o soruyu sorarsınız. Cevabını da alırsınız. Her soru tabii ki sorulur ama benim de kırmızı çizgilerim var. Her soruyu sormam. Mesela kimsenin cinsel kimliği ile ilgili bir sormam, neden sorayım. Konuyla ilgili değilse özel hayatıyla ilgili bir şey sormam. Her gazetecinin olduğu gibi benim de kırmızı çizgilerim var. Her soru sırf sormak için sorulmaz. Bu sormaktan korkmak anlamına gelmez.

OTO SANSÜR YAPMAMAM MÜMKÜN DEĞİL
Hiç oto sansür uyguladığınız oluyor mu? Çünkü zor iştir yazmak ve hatta sorgulamak?

Önce şunu söylemek lazım ben televizyona zorla çıktım. Televizyona konuk olarak gitmeyi bile sevmezdim. Daha doğrusu görünür olmayı çok sevmezdim. Endişe duyardım. Yazılı basından buraya 6 yıl önce beni ittiler ve tabiri caizse arkadan stüdyo kapısını kapatıp “Hadi Bakalım” dediler. Medya Grup Başkanım Kenan Tekdağ dedi ki  “Balçiçek televizyon gazete kadar özgür değil.”  “Aa nasıl olur” dedim. Değil çünkü “Başka bir kontrol var orada.”  Ee değil çok haklı çünkü yasalar ona göre değil. Bugün gazetede köşe yazıyorum. Çok sert ve keskin çıkışlarım olabiliyor. Biri beni dava etse, gider aslan gibi ben de mahkemede hakim karşısında avukatımla hakkımı savunabilirim; ama televizyonda böyle değil, RTÜK denilen bir mevzuat var. Benim yayıncı olarak canlı yayında yaptığım herhangi bir gaf, yanlış veya konuğumun söylediğinden dolayı ben bile ceza alabiliyorum. Kanal bir anda kapatılabiliyor, kanala korkunç büyük para cezaları gelebiliyor, bu hiç adil değil. Ee özgürüz demek mümkün mü televizyonda gazete kadar? Oto sansür dedin ya, elbette yapıyorumdur. Yapmamam mümkün değil diye düşünüyorum.



KÜRT SORUNU DİYE SORAMAZDIK TERÖR SORUNU DERDİK

Sanırım Türkiye’de medyanın en büyük sorunlarından biri bu oto sansür değil mi?

Evet her dönem olmuştu bu dönemde de çok fazlasıyla hissediyoruz.  Bir dönem gazete röportajlarında Kürt sorunu diye soramazdık terör sorunu derdik. Kürt girmezdi mesela.  Şimdi de Kürt sorunu diyor başka ifadeleri kullanmıyoruz ama hepsini aşacağız hep birlikte.

HÜKÜMETTEN HİÇBİR BASKI GÖRMEDİM

“Medya üzerinde hükümetin büyük bir baskısı var” deniyor, bu oto sansür sorununda hükümetten ziyade acaba gazetecilerin iç kaygısı mı etkili, biraz da kendimizi sorgulasak mı, biraz da suçluyu içimizde mi arasak?

Ben kendi adıma söyleyeyim şimdiye kadar hükümetten yana hiçbir baskı görmedim. Hükümetin aleyhine lehine bir konuğu al – alma diye hiçbir baskıyla karşı karşıya kalmadım. Kulaklığıma bu konuğu kes- hadi bitir tarzında hiçbir müdahale ile karşılaşmadım. Sadece Ahmet Şık konusunda bir sıkıntı yaşadık ama onda bende de hata vardı. Ve ben çok üzüldüm. Şöyle ki, davası devam eden çetrefilli davalarda dedi ki hukuk servisimiz, “Davası devam edenlerde bant çekimi yapalım.” Ben tercih etmem tabii ki ama hukuk servisinin de böyle bir şey istemesini haklı buluyorum. Çünkü çok ağır cezalar gelebiliyor. Ama hayatım boyunca hiç sansürle karşılaşmadım. Kaldı ki moderasyon da yaptım Karşıt Görüş diye. Keza Memleketin Hali’nde de önemli meseleleri konuştuk. Kimse ne yayınımı kesti ne de müdahale etti. Ama ben kendi kendime oto sansür yapıyor muyum evet yapıyorum çünkü az önce RTÜK mevzuundan bahsettim. Ben Sabah Gazetesi’nden atıldığımda Sezen Aksu aramıştı ve demişti ki “Başkalarının kağıtlarına yazıyorsun, kendi kağıtlarına yaz.” Çok çarpmıştı beni bu cümle, gülümsemiştim ve çok iyi gelmişti o cümle bana. Gerçekten de başkalarının kağıtları bu gazeteler, başkalarının ekranları. O kitap vs. anlamında söylemişti; daha beceremedim kendi kağıdıma yazmayı. Ama gerçekten de başkalarının ekranında bize ayrılan o alan neyse orada biz kendi vicdanımıza dönüp duruyoruz biz gazeteciler. Kimse bizden kahramanlık beklemesin, Türkiye’yi kurtaracağız diye. Öyle Bir şey yok. Biz çalışanlarız. Mümkün oldukça vicdanlarımızı doğru konuşturmaya çalışıyoruz. Ben öyle düşünüyorum. Ben öyle bakıyorum basın özgürlüğüne. Başka bir dönemden geçiyoruz çünkü.

HABERTÜRK HİÇBİR ZAMAN YAYINLARIMA MÜDAHALE ETMEDİ

Habertürk’ün en önemli yüzlerindensiniz, ve çok önemli bir program  peki kanalın hiç müdahalesi oldu mu size; ya da oluyor mu?

Hayır şimdiye kadar hiç karışmadılar bilakis desteklediler. Marka olmasında büyük destekleri oldu. Habertürk deyince akla birkaç isim geliyorsa onlardan biri olmam için yolumu açtılar ama bende onların yüzünü kara çıkarmadım diye düşünüyorum.

Hani zorla itildiniz ya ekrana şimdi ekranları sevdiniz mi?
Seviyorum. Ekrandan çok canlı yayını seviyorum o kadar sahici ki. Ben yıllardır senin yaptığın işi yaptım. Çok güzel iş ama bir insanı seversen onu farklı yansıtabilirsin hiç kötü niyetin olmasa dahi sevmezsen de farklı yansıtırsın. Bir cümle, bir başlık, bir virgül, bir fotoğraf; bunu yıllarca yaptık, ne kadar köprü olmaya çalışıyorum desen de yazılıda başkadır o duygu geçmez ama canlı yayında o duygu geçiyor. Onu çok sevdim ben. Televizyona geçmeni öneriyorum, orada da soru sor.



HABERCİLİK ÖLDÜ DİYEMEM AMA BİÇİM DEĞİŞTİRDİ

Teşekkür ediyorum Balçiçek Hanım, ekran size çok yakışıyor. Biz böyle devam edelim uzunca bir süre daha. Peki Türkiye’deki haberciliğe gelelim. Siz Türkiye’de gerçekten habercilik yapıldığına inanıyor musunuz?

Ben habercilik yapıyor muyum ondan emin değilim; ben söyleşiler yapıyorum. O söyleşilerde insanlara dair merak edilenleri ortaya çıkarıp o meselenin tekrar konuşulmasını sağlama anlamında habercilik yapıyor olabilirim. Ama bir gazeteci, bir haberci gözüm var. Bir olaya baktığım zaman salt bir kadın, bir anne, bir vatandaş olarak bakmıyorum. Haberci olarak bakıyorum. Bazen o haberci reflekslerini zaman zaman unuttuğumuz da olabiliyor. Habercilik öldü diyemem ama habercilik biçim değiştirdi. İyi yönlerinden başlayalım. Teknolojiyle birlikte ben haberciliğin artık tamamen internete, bloklara, tabletlere ve sosyal medyaya kaydığını düşünmüyorum. Öte taraftan da bütün olayları bütün açıklığıyla vermek o konuda da çok ciddi sınıfta kaldık. Çünkü özgür değiliz, çünkü patronlarımız sadece haberci değil. Böyle bir sisteme doğru gidiyoruz. Böyle bir sistemde ne kadar gidebilirsiniz, dönebilirsiniz? Bir dibe vurdu Türk medyası. Çıkacak çıkmak zorunda. Biçim değiştirerek çıkacak. Hiçbir zaman bundan 50 sene önceki haberciliği yakalayamayacağız ya da 30-20 yıl önceki; ama bir şekilde güçlenerek başka türlü çıkacağız. Ben geleceğin internette olduğunu düşünüyorum.
BU MEMLEKET BENİM MESELEM

Köşe yazarlığında nelere dikkat ediyorsunuz?

Şuna inanıyorum söz uçuyor yazı kalıyor. Köşemde en çok dikkat ettiğim bu memleket. Memleket benim meselem. Çünkü benim için kıymetli. Bir anne olarak bir gazeteci olarak meselem.  Dolayısıyla bu ülkenin meselelerinde benim ilgimi çeken ne varsa onu yazıyorum.

ÇOK KÜÇÜK YAŞTA ÖNEMLİ KONUMLARA GELDİM
Türkiye’de kadın olmak zor derler ya medyada kadın olmak sanki çok daha zor. Hiç çektiniz mi bu zorlukları sizde?

Zor hem de çok. Ben çok mücadeleciydim; çocuklarım olana kadar da çok hırslıydım. Niye öyle söyledim özellikle çünkü çocuklar olunca insan törpüleniyor. Hırslarının başka tür yere kanalize olmasını sağlıyor. O nedenle o döneme kadar çok mücadeleci olduğum için çok üzmediler beni kadın olduğum için; ama çok ciddi şekilde ayırımcılığa maruz kaldım. Çok küçük yaşta önemli konumlara geldim. Şimdi dönüp baktığımda inanamıyorum çok küçük bir yaşta Ankara temsilcisi olmuşum, o kadar genç yaşta Sabah Gazetesi gibi büyük bir gazetenin ilk kadın Yazı İşleri Müdürü olmuşum. Şimdi verseler “hiç almayayım” derim. Yapamam, nasıl bir kendini bilmezlik, nasıl bir gözü dönmüşlük. Hakikaten şimdi olsa yapamazdım. Dolayısıyla kadın olmak çok zor. Erkek egemen bir medya. Kadına öngörülen roller de belli. Daha life star yazsın. “Mümkünse karar verici mercilerde olmasın” kadın onlara göre. “Röportaj yapabilir” vs. gibi birtakım noktaları var onlar öngörüyor ve alanlarınızı daraltıyorlar. Ben çok uzun bir süre mücadele ettim bu bakış açısıyla. Manşetlerin dilinden, fotoğraflara kadar... Ben ekrandan aynı mücadeleyi sürdürmeye çalışıyorum.  Gelenleri uyarıyorum, meslektaşlarımı uyarıyorum, kadınları uyarıyorum. Sert yazılar da yazıyorum bu konuda. Çünkü o algının değişmesi Türkiye’deki kadın sorunu için çok önemli. Ve bu işe medyadan başlamak lazım. Ama bugün bana sorarsan yönetici olmak ister misin diye, asla!

6 YIL BOYUNCA YEL DEĞİRMENLERİNE KARŞI SAVAŞTIM
Neden?
Çünkü yel değirmenlerine karşı savaşmak demek bu. Benim için hayatta konumlardan daha önemli şeyler var. Şimdi baktım ki 6 yıl boyunca yel değirmenlerine karşı savaşmışsım ama bir arpa boyu yol ilerlemediğimi görüyorum. Ama kendime ait olan alanlarda daha çok söz söyleme şansım oluyor. Bu nedenle ekranda olup program yapmayı köşe yazmayı yöneticiliğe kesinlikle tercih ederim.

Çok erken yaşta zirveyi görmüşsünüz. Sizinki biraz şans mıydı yoksa tırnaklarla kazıyarak gelinen bir hikaye mi?

Kesinlikle tırnaklarla kazıyarak geldim. Yapmadığım iş kalmadı. Stajyerlikten, muhabirliğe, birilerinin deşifresini yapmaktan arşivlemeye kadar. Sabah akşam gazeteleri keserdim. Ellerim simsiyah olurdu. Gazeteler şimdiki gibi değildi. O kadar çok görevde bulundum ki Haber Müdürü oldum Aktüel Dergisi’ne. Sarı basın kartım yoktu. Meclis’e giremiyorum. Şaka gibi. Her gün bir milletvekilinin koluna girip Meclis’e girerdim. Kulise girdim. Sonra çıkarırlardı bunun basın kartı yok diye. Çok komik şeylerdi (gülüyor).

Bu ülkede her önüne gelene “gazeteci” deniyor. Siz buna nasıl bakıyorsunuz, bunun bir kıstası yok mudur?

Herkes kendine ne demek isterse desin. Beni rahatsız etmiyor. O kadar belli ki kimin ne olduğu. O kadar hissediliyor ki okuyucudan, izleyiciden, sokaktan. Hiç küçümsememek ve hiç yabana atmamak lazım... Çok güzel veriyorlar notlarını. Bu millet acayip hakikaten. Kim o soruyu neden sordu, kim o yazıyı neden yazdı. Kim samimi, kim değil Kim gazeteci kim içten kim numara yapıyor acayip güzel bu millet notunu veriyor.

Ekran önünde görsellik yani güzellik mi samimiyet mi sizce?
Tabii ki samimiyet… Hepimiz süsleniyoruz daha iyi görünmek istiyoruz. Görüntü bir şekilde önemli ama ona fokuslanırsan, odaklanırsan zaten bu bir gazeteci için çok tehlikeli.

Çalışması zor bir kadın derler sizin için. Fazla titiz ve mükemmeliyetçi imişsiniz, doğru mu? Ekiple aranız nasıl?

Mükemmeliyetçiyi bilmem ama ben çok çalışkanım, o konuda tevazu gösteremeyeceğim. Ee ben çok çalışınca ekibimin de öyle olmasını isterim.

Dev bir ekipten bahsedebilir miyiz?
Çok küçük bir ekipten bahsediyoruz. Bir tane asistanım bir tane de editörüm var.



TEK KİŞİLİK DEV KADROYUZ
Peki onca konuğu nasıl getirebiliyorsunuz?
Ee ben arıyorum. Konuk sıkıntısı da şükür yaşamıyoruz. Ben tek kişilik dev kadro diyorum bizim için.

İşte neyi affetmezsiniz, size göre yayıncılıkta hangi hatanın dönüşü yoktur?

Yalan söylenmesini affetmem ben.  Zaman zaman konuklar da söylüyor hem de gözümün içine baka baka. İşte o zaman benim için o röportaj bitiyor. Anlıyorum ve tüm keyfim kaçıyor. O zaman da sevmiyorum röportajı. Samimi olmalarını bekliyorum. Ya oraya çıkıyorsan samimi ol.
ÇOCUKLARIM HERŞEYİN ÜSTÜNDE
Bunca yoğunlukta eve yani ikizlere vakit ayırabiliyor musunuz?
Aaa tabii. Benim bir günüm şöyle geçer her sabah kalkar birlikte kahvaltı ederiz ve ben onları okula götürürüm, servis asla kullanmayız. Arabada güzel oyunlar oynarız. Geceleri de onlar yatmadan mutlaka masallarını okuyorum. Onlar 5 gibi evde oluyor ben de buradan metro ile gidiyorum geliyorum onlara daha hızlı kavuşmak için. Başka türlü İstanbul trafiğinde eve erken gitmek mümkün değil. Eğer bir davet, yemek varsa da onlar uyuduktan sonra gidiyorum.

Gezmeyi de çok seviyorsunuz diye biliyorum ...

Evet evet çok severim. Cumartesi günü onlar babasında kalıyor. Pazar günü ise benimle gün boyu vakit geçiriyorlar. Yüzmeye gidiyoruz geziyoruz. Full onlarlayım.

Onlar da televizyoncu olsun ister misiniz?

Ne isterlerse o olsunlar. Hoşlarına gidiyor, beni izliyorlar, en çok da oğlum. Bugün ne giymişim, saçlarımı nasıl yapmışım. Kızım o kadar değil.

’Balçiçek Pamir’ nasıl ’Balçiçek İlter’ oldu?

Evlenince ve boşanınca soyadı da değişiyor doğal olarak. Pamir’dim 15 sene sonra İlter oldum. Çok basit.

Balçiçek Pamir olmak için epey emek verdiniz. İsminiz bir marka oldu. Ama bir boşanma süreci geçirdiniz Pamir’den İlter’e geçiş zor oldu mu? Hem buna alışmak hem de alıştırmak açısından?

Çok önemli değil soyadı değişikliği. İsmim Balçiçek ve zaten Balçiçek deyince başka isim de yok medyada. O büyük bir avantaj diye düşünüyorum. Kendi babamın soyadına döndüm. Çok da mutluyum.

Bu mesleğin içindeki kadınlar; bilhassa başarılı olanlar özel hayatlarında eksik kalan bir şey mi var ki evlilikleri yürümüyor, ya da iş yoğunluğu mu?

Bütün detaylarını burada konuşmak istemem ama iş yoğunluğu vs. denemez. Neticede 15 yıllık süren bir beraberlik, evlilik için şudur budur diye konuşulması doğru değil. Çok da güzel yaşandı. Muhteşem ikizler var ortada. İyi ki oldu, iyi ki evlendim. Çok güzel bebekler ikizlerimiz oldu. İyi ki de evlenmişim ve şimdi iyi ki de şimdi yalnızım, öyle diyelim.

Peki hiç haber sunmayı düşündünüz mü? Ya da öyle bir teklif geldi mi?

(Çok güzel bir kahkaha attı) Promter okuyamam. Bana bununla ilgili çok yorum geliyor “Niye Ana Haber sunmuyorsunuz” diye. Hiç düşünmedim ama özgür olabileceğimi düşünürsem niye olmasın ki. Doğaçlama gidebilirim Birand gibi. Niye olmasın. Eskiden “Aa yok” dediğim çok şeyi yuttum. Mesela ekrana da asla çıkmam diyordum.



Biraz da siyasete girelim. Müzakere sürecini sormak istiyorum size İmralı ile görüşmeler ve sürece sizin bakışınızı. Bir sonuç bekliyor musunuz?

Ben de tam onu yazıyordum. (Köşesini yazıyordu gittiğimizde böldük) Ayşen Gruda’nın çıkışı mesela; ister safça deyin ister “aa mağaraya gidecekmiş; hiç bir şey bilmiyor” deyin. Ben çok kıymetli buluyorum bu açıklamaları, çünkü insanlar artık ‘Ben de bir şey yapayım, ben de bir şeyler söyleyeyim, bu kan dursun yeter ki, insanlar ölmesin’ noktasına geldi. Ve dağdaki çocukları, -ben “çocuklar” diyorum bazıları için-; çünkü bir evden biri askere, diğeri dağa gidiyor böyle dramlar var. Ve gerçekten şöyle bir durum var, “Onlar da bu ülkenin insanı, onlar da bu ülkenin evladı” noktasına gelindi. Bu bile çok kıymetli ve algıyı değiştirdi. Ben ümitliyim ama ben iflah olmaz bir iyimserim. İmralı görüşmelerini önemsiyorum ve Abdullah Öcalan’ın sürece dahil edilmesini önemsiyorum. Şöyle bir nokta var, zaten olup bitenlere baktığımızda görüşmeler hiç kesilmemiş. Bu da hoş. Şöyle ki hoş; bir dönem Başbakanın ve bütün liderlerin dilleri çok acılaşmıştı seçim sürecinde. O acılaşan dil bir taraftan devam ederken diğer taraftan da önemli adımlar atılıyormuş.

Hükümeti bu noktada gerçekten samimi buluyor musunuz, netice elde edilecek mi?

Samimi olduğuna inanmak istiyorum.

MHP BENİM TARZIMDA BİR SİYASET YAPMIYOR

MHP teröristbaşının muhatap alınmasını kesinlikle kabul etmiyor, bu partinin çizgisini nasıl buluyorsunuz?

MHP’nin çizgisi belli. MHP’den yeni bir şey bekleyemeyiz. MHP benim tarzımda bir siyaset yapmıyor. Benim bakış açıma sahip değil. Ama MHP istikrarlı; bundan 10 yıl önce ne söylüyorsa yine onu söylüyor. Hiç değiştirmeyen bir siyasi yapısı var ve bunda da ileri geri gitmiyor. “Budur” diyor. MHP gerçeği ve MHP’nin temsil ettiği vatandaşlar var bu ülkede.

HABUR İYİ YÖNETİLEMEDİ

Ama bir de Habur, Oslo gerçeği var bu ülkede değil mi, tutmayan?

Habur girişleri ya da karşılamasının iyi yönetilmediğini düşünüyorum. Aslında kötü bir amaç için olduğunu düşünmüyorum ve olumlu da bakıyordum ama iyi yönetilemedi ve maalesef krize dönüştü. Aynı kriz BDP açısından PKK’lılarla kucaklaşma aşamasında da iyi yönetilemedi. Ama iyi yönetilemeyen çok şey yaşanıyor bu memlekette; tüm bunlara bir set çekip, bir adım atılacak gibi geliyor bana. Yine ümitliyim; çünkü ümit etmek zorundayız, çünkü bu meseleyi çözmek zorundayız.

Ana Muhalefet Partisi CHP’nin bu noktadaki politikasını nasıl buluyorsunuz?

CHP’nin bir politikası mı var mı ki?

Yok mu?

Yok tabii ki. Çok üzülüyorum ve Kılıçdaroğlu’nun Birgül Ayman Güler’e sahip çıkmasını anlayabilmem mümkün değil. Ben bir gün eğer CHP’ye oy verecebileceksem Sezgin Tanrıkulu, Şafak Pavey ve Hüseyin Aygün’ün oluşturduğu CHP’ye oy veririm.

Hüseyin Aygün’ün de sözleri epeyce tartışılıyor ama?

Aykırı çıkışları var bir kesime göre ama çok tutarlı; hiçbir zaman değişmedi.

MAHALLE BASKISINI DİBİNE KADAR YAŞADIM
Birgül Ayman Güler’i dinlediğinizde ne düşündünüz?

Son derece ırkçı bir zihniyetti, istediği kadar çevirsinler. Çevir kazı yanmasın. Ben onu eleştirmiyorum bu onun düşüncesi ama ben bu zihniyete, bu düşünceye oy vermeyeceğim.

“YETMEZ AMA EVETÇİ” DEĞİL, DİREKT “EVETÇİ”YİM

CHP’ye hiç oy vermediniz mi?
Hayır vermedim, vermeyeceğim de.

SIRRI SÜREYYA ÖNDER’E OY VERDİM

Kime oy verdiniz ve verirsiniz diye sorsam ayıp olmaz galiba?
Sırrı Süreyya Önder’e oy verdim. O yüzden BDP’ye oy verdim. Sırrı Süreyya Önder’in de, Ertuğrul Kürkçü’nün de bu Meclis’te olması gerektiğini düşünüyorum. Ben TİP’li bir babanın çocuğuyum, öyle bir aileden geliyorum.  Ama referandumda da “Evet” oyu verdim. Onda da mahalle baskısını da dibine kadar yaşadım.  Bana “Yetmez ama evetçiler” diye bağırıyorlar ama ben “Yetmez ama evetçi değilim” diyorum. En son bana Hrant Dink yürüyüşünde bağırdılar. “Yetmez ama evetçiler, sizin yüzünden oldu bunlar” diye. Ama ben de döndüm dedim ki, “Yetmez ama evetçi değilim ben evetçiyim” dedim. “Yetmez” demedim yani. AK Parti için de “Tu kaka” demiyorum ama ben hayatım boyunca hiçbir zaman bir sağ partiye oy vermedim, vermem de. CHP’yi de solda görmüyorum.

BDP’NİN VARLIĞI BU ÜLKE İÇİN ÇOK KIYMETLİDİR

Peki BDP’yi ırkçı buluyor musunuz?
Irkçı bulmuyorum BDP’yi. Ben oyumu zaten Sırrı Süreyya Önder’e verdim arada bir fark var. Kürt milliyetçiliğini yapıyorlar orası net. Ama BDP’nin varlığı bu ülke için çok kıymetlidir.

AK PARTİ’NİN ANAYASASI OLMAMALI BU
BDP süreci dezenformasyona uğratmıyor mu peki?

Valla derin gazetecilerden değilim; o kadarını göremiyorum. Ama şunu biliyorum ki şimdi çok konuşmuyoruz aslında 2013’ün öncelikli gündeminin sivil Anayasa olması gerektiğini düşünüyorum. Ama öyle değil. Sivil Anayasa’yı kim yapacak, AK Parti tek başına mı yapacak. Yapmamalı. Çünkü bunda benim desteklemediğim görüşüyle MHP de BDP de CHP de olmalı. Biz daha birey ve vatandaşlık kavramlarında bile uzlaşamadık, nerde Anayasa yapacağız. AK Parti’nin Anayasası olmamalı bu. Benim Anayasam, senin ve herkesin Anayasası olmalı

MİT’İN HÜKÜMLÜ BULUNAN ÖCALAN İLE GÖRÜŞMESİ İNFİAL YARATMADI
Süreç işliyor, görüşmeler devam ediyor. Peki dillendirildiği gibi teröristbaşı Öcalan’ı bir gün gerçekten siyaset sahnesinde görecek miyiz?

Birand, buna çok daha iyi cevap verebilirdi. Çünkü Öcalan ile röportaj yaptı. Ben Öcalan’ı hiç görmedim, tanımadım. “Siyaset yapar, yapamaz” biraz boyumu aşan bir açıklama olur. Ama şunu da biliyorum. Bu ülkede bu kanın durması için Öcalan’la yapılan görüşmeleri duyunca insanlar ayağa kalkmadılar; bu çok önemli diye düşünüyorum. Çünkü yakın zamana kadar bebek katili, İmralı canisi, terörist başı diye tanımlamalarla çağrılan Abdullah Öcalan farklı bir gerçek olarak ortaya çıktı. MİT’in hükümlü bulunan Öcalan ile görüşmesi infial yaratmadı. Kıyamet kopmadı. Bu gerçekten önemli…

HALK BU KANIN DURMASINI İSTİYOR, HER TÜRLÜ GÖRÜŞMEYE DE AÇIK

Alıştırıldı mı toplum buna, zemin iyi mi hazırlandı?

Alıştıramazsın böyle bir şeye. Ama tabiri caizse artık insanlar bu işin bitmesi, bu kanın durması için kiminle görüşülürse görüşülsün noktasına geldi, “Görüşün ne yaparsanız yapın, hadi bakalım benden açık çek” dedi bu halk. Ben öyle düşünüyorum. Ama bununda sınırları vardır tabii. Ev hapsi ne kadar olur olmaz. Öngörüm Birand, kadar olamaz. Ama bu halk bu kanın durmasını istiyor, bu kanın durması içinde her türlü görüşmeye açık.

Bir gazeteci olarak terörist başı Öcalan’la röportaj yapmak ister miydiniz peki? En yüksek perdesi midir bu gazeteciliğin, Birand’ın dediği gibi?

Tabii ki isterdim, kim istemez. Ama asla en yüksek perdesi değildir.

Ne sormak isterdiniz peki?

Şu anda yaşanan tüm gelişmeleri tüm detayları ile konuşmak sormak isterdim. Kim istemez ki?
BU ÜLKENİN EN BÜYÜK SORUNLARINDAN BİRİ KÜRT SORUNU
Bu ülkenin en büyük sorunu terör sorunu mu yoksa Kürt sorunu mu ve yahut ikisi de aynı şeyler mi, çünkü bu durum karıştırılıyor?
İkisi aynı şey değil, hiç alakası yok. Bu ülkenin en büyük sorunlarından biri Kürt sorunu. Bu sorunu çözmediğimiz ve halının altına itelediğimiz sürece sorunu bir noktaya varamayacağız. Bu memlekette Kürt sorununu insanlar algılayabildi. Kürtlere yapılanları, yaptıklarımızı; biraz daha farkındayız. “Evet biliyoruz” diyebiliyoruz. En azından bunun bile çok önemli olduğunu düşünüyorum. 

ERMENİ KELİMESİ BENCE ASIL TABUDUR BU ÜLKEDE

Bu ülkede Kürt sorunu yok diyenlerin de sayısı bir hayli fazla ama.

Kimi söylüyor bunu? Hiç akla yatkın sağduyulu bir düşünce değil bu. Umarım çözülür bu sorun. Ben hayatım boyunca hiçbir zaman ayrımcılığa uğramadım. Ne kimliğim, ne dinim, düşüncem, ne ailem yüzünden. Ciddi bir ayrımcılıktan söz ediyorum, hakikaten uğramadım. Şunu biliyorum ki ben bu ülkenin son vatandaşı; benim gibi hissedene kadar bu mücadeleyi sürdürürüm. Gerçektende vatandaşın ayrımcılığa uğramaması ve benim gibi hissetmesi gerekiyor. Huzurlu olması gerekiyor. Bakın tabu konulardan biri hala bu ülkede Ermeni sorunudur. Ermenidir. Hala konuşamıyoruz. Siz bakmayın Hrant için yürüdüğümüze. Ermeni kelimesi bence asıl tabudur bu ülkede. Kürt kelimesi değil, Kürt sorunu konuşulabiliyor, anlatılabiliyor ama Ermeni kelimesi kesinlikle bir tabudur.  Hala konuşamıyoruz. Ne yaşandı diye

Birçok konu konuşuluyor geçmişte konuşulamayan diyorsunuz bunu da o zaman konuşabilecek miyiz?
Konuşacağız, konuşmalıyız. Mecburuz. Bizim çocuklarımız daha net konuşacaklar diye düşünüyorum. Çünkü onlar bu tarz bir ortamdan gelmiyorlar. Biz geçiş dönemindekiler daha şanssızız diye düşünüyorum. Sancılar yaşanıyor işte o sancıları yaşaya yaşaya konuşacağız diye düşünüyorum.

Yeni bir Türkiye mi var, nasıl bir süreçten geçiyoruz?
Yeni bir Türkiye uzunca bir süredir. AK Parti’nin iktidarıyla yeni bir Türkiye var zaten. Yeni bir seçmen, yeni bir kadın tipi, yeni bir işadamı ve yeni bir Türkiye var.

BEN AZINLIĞIM BU YENİ TÜRKİYE İÇİNDE

Nasıl bir süreç nasıl bir yeni Türkiye bu peki?
Ben azınlığım bu yeni Türkiye içinde. Ve azınlık haklarımı korumak için de mücadele ederim bu yeni Türkiye’de. Ama bu Yeni Türkiye’nin olma gerçeğini de değiştiremem. “Bu olmasın hadi bakalım bizim hegomanyamız öne geçsin” durumunda olmadım olamam da ama bu yeni Türkiye içinde  hak, hukuk gözetmeleri için, insan hakları için adaletin var olması için eşit haklar için de mücadele ederim.

Neden azınlıksınız, hangi hakkınız, hangi hukukunuz yok?
Yoo yok değil, azınlık deyince hiçbir şeyin yok diye farklı düşünüyorsunuz. Böyle bir şey yok azınlığım sadece. Ne kadar fena; azınlık deyince hangi hak hukukunuz yok düşüncesi hakim. Ne kadar fena değil mi? Azınlığım ama düşüncede. Azınlık demek şu: Benim gibi düşünen, benim gibi hisseden ya da benim çizgimde olan insanlar açısından ben azınlığım bu yeni Türkiye içerisinde. Ama bu yeni Türkiye nefes kesiyor, bu yeni Türkiye ilerliyor. Ama ben de diyorum ki azınlık olarak. “ben hak ve hukuk gözetmek için insan hakları için, sosyal çalışma şartları için mücadele ederim.” Tekrar söylüyorum, bu Yeni Türkiye’de ben ve benim gibilerin azınlık olduklarını düşünüyorum.

BEN AK PARTİ’YE OY VERMEDİM, VERMEM DE

AK Parti’ye nasıl bakıyorsunuz peki, 10 yıllık bir iktidardan söz ediyoruz?

Ben AK Parti’ye oy vermedim. Vermem de. O muhafazakar yapıda değilim ama AK Parti ile birlikte bu ülkede çok olumlu adımlar atıldı. Fakat AK Partili ile birlikte 2 adım atılıp 1 adım da geri gidildi. Ve o geri adımlarla da mücadele edilmesi gerektiğini düşünüyorum. En önemlisi de adalet, kaybolan adalet duygusu, bu kadar insan bu kadar gazeteci içeride. Ben Başbakan Erdoğan’ın mesela “Onlar gazeteci değil terörist” söylemini veya “Kadın mı kız mı belli değil” diyor biliyorsun bu ifadelerini çok tehlikeli buluyorum. Şunu söyleyeyim ötekileştirmeyi kötü buluyorum.  Bu hükümet ki şu anda bu ülkeyi yönetenler ötekileştirmenin hasını yaşadılar ve kendileri ötekileştiriyorlar şimdi. Bu beni endişelendiriyor, kısasa kısas mı diyorum. “Evet galiba öyle” gibi hissediyorum. Ben Balyoz’a çok inandım, Ergenekon Davası’nın bir şey olduğunu düşündüm.  Hala da inanıyorum ama çok ciddi şüphelerim var, çelişkiler var, doğru yargılama yok. Tutuklama süreleri o kadar büyük cezaya dönüştü ki meslektaşlarımızın hali ortada.  Ben yürümekten yoruldum. İnsanlar yorulmadı bu insanlara haksızlık etmeye. Şimdi düşünüyoruz diyoruz ki “Gazeteciler içeride, biz kendi arkadaşlarımız için yürüdük” diyoruz ama çok ciddi bir şekilde bugün “Kürt medyası” aslında içeride ona da bakmak lazım KCK tutuklamaları altında. Çok ince bir çizgi Kürt coğrafyasında gazeteci olmak. Ciddi bir şekilde onlar içeride. Bunları nasıl göremiyoruz.  Adalet duygusu yok. Pınar Selek davasında en son adalet duygumu yitirdim. Adaletin olmadığı yerde kaos çıkar bu yüzden mücadele etmek gerekiyor diye düşünüyorum.

Bir yanda İmralı süreci devam ederken diğer yanda da KCK operasyonları buna nasıl bakmalı?

Vallahi sanırım iyi polis kötü polis oynanıyor. Bunlar beni aşıyor ama KCK operasyonlarında Büşra Ersanlı’dan, Zarokol’a kadar hangi isimlerin içeri alındığını da unutmamak gerekiyor.

Başbakan Erdoğan’ın son günlerde tutuklu askerlere yönelik çok keskin açıklamaları var, bu açıklamaları nasıl okumalı, tahliyeler gelir mi sizce?
Tahliyeleri bilmiyorum ama beni üzüyor İlker Başbuğ’un içeride olması. Ben hiçbir zaman hiçbir darbeyi desteklemem. Ya da darbe ihtimalini  destekleyen ve darbe yapmayı düşünenlerin bile en ağır yargılanması gerektiğini düşünüyorum. Bakın düşünenleri diyorum yapanları bile değil. Ama iddianameye baktığınız ya da bütün belgelere baktığınızda bugün Başbuğ’un içeride olmasının doğru olmadığını düşünüyorum.

Ya Başbakan’ın çıkışları?
İnsan kendi kendine diyor ki daha önce başka bir şey söylüyordu. Şimdi başka bir şey söylüyor. Dengeler değişiyor galiba.

Hükümet size göre hangi konuda başarılı oldu?
TRT Şeş’in açılması ve Kürtçe savunmaya (ana dilde savunma) izin verildi bunlar çok önemli diye düşünüyorum.

Peki var mı hükümet bu konuda sınıfta kaldı diyebileceğiniz bir konu?
Adalet konusu tabii ki. Uzun tutukluluk sürelerinden tut da yargılamalara kadar. Diyecekler ki “şimdi onlar bağımsız” ama önemli davaları iyi yönetemediler diye düşünüyorum. Evlere şenlik bir içişleri bakanımız vardı biliyorsunuz (İdris Naim Şahin).

Başbakan’ın medya üzerinde bir egemenliği söz konusu mu peki?
Vallahi bunu uçaklara davet edilen gazetecilere soracaksınız bana değil. O nedenle bilemiyorum.

Davet edilseydiniz gider miydiniz?

Giderim tabii ki neden gitmeyeyim? Ben gazeteciyim her yere de giderim.

Sizleri neden Başbakan’a soru soran gazeteciler arasında göremiyoruz, hep aynı isimler?

Vallahi bunun cevabını bilmiyorum, çağırırlarsa giderim. Çok da iyi sorular sorarım. Başbakan’ın da hep aynı isimleri karşısında görmek istediğinden çok emin değilim.



RAKİBİM YOK, SADECE KENDİMLE YARIŞIYORUM
Birazda Söz Sende’yi konuşalım. Söz Sende nasıl bir program ve önümüzdeki günlerde var mı bizi bekleyen değişiklikler?

Süreyi 25-30 dakikaya indirdik. Çünkü kendimizle yarışıyoruz. Dersen ki var mı rakibin, hakikaten yok öyle bir şey. Kendimle yarışıyorum sadece.  O konuda tevazu gösteremeyeceğim bu tarz programlarda en iyisi olduğumu düşünüyorum.

Söz Sende programının ardından buna yakın programlar türedi isimler bile benzer diyeceğimiz noktaya geldi bir de değil mi?
İsimlerimizi de aldı işin garibi (gülüyor). Ah ah keramet söz lafında olsaydı değil mi? Diğer arkadaşlarda başarılı işler yapıyor. Ama ben sadece kendimle yarışıyorum. Bu konuda asla mütevazı olmayacağım.

ÇOCUKLARIM İŞİMDEN DAHA ÖNEMLİ
İşkolik bir kadınsınız galiba?
İşimi çok seviyorum ama işkolik değilim çünkü çocuklarım daha önemli. Beni heyecanlandırdığı sürece Söz Sende’yi yapacağım.6 sene oldu yani bir 16 sene daha Söz Sende’yi yapacak değilim. Beni heyecanlandıracak bir proje lazım. Memleketin Hali o nedenle çok önemliydi. 13 bölümle de tadında bıraktık. Çünkü memleket meseleleri ile sokağı ve popüler kültürü bir araya getirip ses getirmek istedik, getirdik de. Uzamamalı öyle bitmeli diye düşünüyorum. Şimdi yeni heyecanlar lazım. Heyecanlanmalıyım. Kendi kendimi geliştirmeye çalışıyorum. Artık konuşmadığım adam kalmadı. Olmadığı kadar Söz Sende her yere haber oluyordur. Ben bu konuda iyiyim ve Söz Sende bu konuda bir numara. Şampiyon belli ikinciyi konuşmayalım. (Gülüyor)

“Beni neden programa almıyorsun” diye gönül koyan oluyor mu?
Oo dolu. Hem de ne isimler. Kimler kimler söylesem şaşırırsın. Araya torpil koyanlar bile var.

Peki siz kimi çok getirmeyi isterdiniz?
Emine Erdoğan ve Hayrünnisa Gül.

Sürprizler bekliyor mu bizi?
Aklımda bir şeyler var ama heyecanlanmam lazım. Belli mi olur belki Ana Haber sunarım (gülüyor).

İkinci bir program mümkün mü?
Götürebilirim ama şu an düşünmüyorum. Çünkü bir kitap gerçeği var. Bir şeyler daha var, olursa söz ilk sana söyleyeceğim (Sözü aldık, hadi hayırlısı).

Balçiçek İlter’i bana 3 kelime ile anlatsanız, nasıl anlatırsınız?

Anne derim... Dost derim… Çünkü dostlarıma dost olurum gerçekten. Ve azim derim…

Çok çirkin bir olayla karşı karşıya kaldınız.Twitterdan size pornografik içerikli mesajlar atan  bir sapık  tarafından uzun süre taciz edilince savcılığa başvurdunuz sanırım. Nedir bu olayın aslı astarı?

Evet böyle birşey var. Avukatlarım devrede. Ama bu  ilk değil; Neticede böyle olaylar başımıza çok geliyor.  17 yaşından beri bu işi yapıyorum. Çok kez böyle şeylerle karşı karşıya kaldım. Sosyal paylaşım sitelerinde bu ve buna benzer taciz mesajlarını avukatlarım takip ediyor, hakaret olması halinde savcılığa suç duyurusunda bulunuluyor.

Var mı genç meslektaşlarınıza tavsiyeleriniz?
Yılmayacaklar ve çok çalışacaklar. Bak sen kaç kez beni aradın ve hakikaten acayip işinin peşine düştün. Bu ne kadar önemli ve kıymetli biliyor musunuz? Özellikle kadın meslektaşlarım için şunu söyleyeceğim.  Özellikle gençlere: Biz erkeklerle aynı seviyeye gelebilmek için iki kat daha fazla çalışmalıyız. Bu kesinlikle önemli…

Bu arada okurlarımızla yeni dövmelerini de anlatalım. Yeni yaptırdınız ne anlama geliyor bu?
Bu şimşek. Bende kitaptan okudum, öğrendim ve çok sevdim, anlamı şu: Zafere giden yolda ne zaman kaybedersin; oturup, durup ganimetleri toparlamaya başladığın zaman dolayısıyla durup ganimet toplamayacaksın, yola devam edeceksin. Yani maddiyat da gelir şan şöhret de geldiği gibi de gider.

Çok güzel ve anlamlı... Ya bu 7 kuş ve anlamı?
Bunlar da 7 kuşlarım. 7 biliyorsun uğur. Nereye uçtukları belli değil farkındaysan kafaları karışık.

Neden karışık?

Ee bir yere gidecekler sonuçta değil mi?

Size bu güzel röportaj ve samimiyet için çok teşekkür ediyorum. Sizi tanımak büyük keyifti.
Ben teşekkür ediyorum asıl. Gerçekten keyif aldım bende.