İki Lafın Beli
06 Nis 2013 14:31 Son Güncelleme: 23 Kas 2018 15:07

BAHAR FEYZAN MEDYARADAR'A KONUŞTU: HABERTÜRK'Ü YAZMAK BENİM İÇİN BİR BORÇTUR!

Kanal 24'teki işinden "kolonyalı" sözleri nedeniyle olan ekranların güzel yüzü Bahar Feyzan, bir süre oldukça isminden söz ettirdi peki şimdilerde neler yapıyor? Feyzan, Medyaradar'dan Alev Gürsoy Cimin'e sıcak açıklamalar yaptı.

Cıvıl cıvıl bir kadın... Samimi ve bir o kadar güzel. Yüzünde hep tebessüm… Onu birçok ekranda gördük. Habertürk’te başlayan haber macerası Star, NTV, Kanal 24, TRT-TÜRK ve TV8’de devam etti. En çok da Kanal 24’te uzun bir dönem önce yaşanan kolonya krizinde konuşuldu. İlk kez bir televizyoncu limon kolonyası yüzünden işinden oldu, hem de verdiği bir röportaj nedeniyle!

Haber 24’te hafta için her gün yayınlanan Moderatör programının başarılı “Anchor Woman”ıydı Bahar. Verdiği bir röportajda “Canlı yayının zorlukları nedir?” sorusuna “Beni en çok limon kolonyası kullanan konuklar zorlar. Dayanamıyorum, burnumun direği sızlıyor, konudan da yayından da kopuyorum” dediği için işten çıkarıldı. Gerekçe ilginçti: Kuruma ve konuklara saygısızlık... Bu garip olayın ardından TRT-TÜRK’de bir süre program yaptı ve ardından TV8’e transfer oldu. Sonrasında kanalla kendi isteğiyle yollarını ayırdı. Uzun zamandır göremiyoruz onu… Şimdilerde ne yaptığını ise yaptığımız o keyifli sohbette anlattı. Çok güzel bir kitapla karşımızda olacak pek yakında. Yani spikerlik unvanına bir de yazarlık ekleniyor. Medya da konuştuk, siyaset de...
Onu medeni cesaretinden dolayı kutladım. Neticede bir röportaj verdi; başına gelmeyen kalmadı hala röportaj verebiliyorsa kutlamalı o cesur yüreği. Bu işin esprisi... Ben onu dinlemekten büyük bir keyif aldım, hatta onu tanıdığım için fazlasıyla mutlu oldum. Dilerim siz de bizimle o keyfe ortak olursunuz.


RÖPORTAJ: ALEV GÜRSOY CİMİN

Mail:
alevgursoy2008@gmail.com
Twitter: gazetecalev


Ekranların en çok aranan, sevilen yüzlerinden birisin Bahar, bir süredir ekranlardan uzaksın, şimdilerde neler yapıyorsun?

Çok da uzun olmadı aslında. Risk aldım ve 2012 Şubat’ında TV8’den kendi özgür irademle istifa ettim. Bir roman yazıyorum, bunu bir kanalda çalışırken yazmam mümkün değildi. Çünkü çok meşakkatli dönem romanı kaleme almak... Uzun bir süre Berlin’de kaldım. Ciddi araştırma yaptım. İstifa etmeden önceki bir senem sırf dönemi okumakla geçti. Valla epey emek verdim senin anlayacağın. Bunu medya hengâmesi içerisinde yapamazdım. Sonuna geldim kitabın…

Nasıl bir kitap peki bu? Konu ne?

İkinci Dünya Savaşı yılları… Berlin’de başlayan hikâyeleri büyük bir facia sonucu İstanbul’a taşınıyor. Kime güvenebilirler! Bilmiyorlar. Dönem romanı da olsa günümüzün paralelliklerine şaşıracağız. Asıl siz kime güveniyorsunuz, biliyor musunuz? Bu soru okuyucuların hayatının ortasına oturacak… 1939’larda başlıyor, 1942’de sona eriyor. O dönem yaşanan bir trajedi var ve o trajediye maruz kalan Türkiye’de doğan Yahudi inancına mensup bir adamın aşkı ve ailesinin hikâyesi. Şu an daha fazla anlatmayayım burada susayım artık. Sadece şunu söyleyebilirim. Habercilikten yetiştiğim için dönemin ruhunu fonda elimden geldiğince yansıttım. Okuyucular dönemin ruhunu teneffüs edecekler. Bu da en büyük mutluluk bu olur benim adıma.

İsmi ne peki?

İsmini henüz söylemeyeceğim ama beğenileceğine inanıyorum. Sonuçta ortaya çıkışından sonra artık okuyucuya ait olacak. Eylül- ekim gibi bu arada. O yüzden henüz erken konuşmak için. Ama ben yazmayı bitirdim, son ufak tefek işleri kaldı.

Kitaptan sonra ekranda görebilecek miyiz seni, hayranların özlemiş olmalı?

Tabii ki. Her şey olabilir. Hiçbir şeye kendimi kapatmadım. Zaman ne gösterir bilemeyiz ama ben kitabımı çok sevdim, yazmayı da çok sevdim. Çok severek o kalemi tuttum. “Niye ekranlarda yoksun” diye çok fazla mesaj alıyorum, sağ olsun izleyenler sosyal medyadan bastırıyor.

Spikerlik -sunuculuktan sonra bir de yazarlık unvanı alacaksın ne güzel, yaşın da çok genç.

Çok güzel bir duygu, çok heyecanlıyım sorma. 33 yaşında olacağım bu sene. İnşallah uğurlu gelir.

HER DÖNEM YAŞIMIN ÖTESİNE GEÇTİM

Maşallah hiç göstermiyorsun. Ayrıca bu yaşta bu kariyer!

(Gülüyor) Çok teşekkür ederim. Ben çok erken başladım muhabirliğe. 12 yıl önce medyaya girdim. Okula da, kariyere de, hayata da erken başladım. Ben işi ele aldığımda, benim işimi yapanlar 30’larındaydı. Her dönem yaşımın ötesine geçtim. Aklım yaşsız herhalde... Tek isteğim ruhuma sözüm var. “Benden kaç Bahar çıkarabilirsin” dedi. Ben de “bilmiyorum elimden geldiği kadar diyebilirim”… Avantajım erken başlamak oldu. Çünkü babam evden erken gidince annemle ben çok çalıştık. Ben hem okudum, hem çalıştım. Gündüz işe gittim akşam üstü ikinci öğretimle bitirdim okulu. İmkânlar tepsiyle değil çalışarak, sevgiyle sadakatle ve Allah’ın izniyle geldi.

Babam erken gitti dedin merak ettim, nereye gitti?

Annemle babam, ben çok küçükken ayrıldı. Sonra babamın ciddi sağlık problemleri ve zorlukları vardı. Böyle özetleyeyim. Uzun yıllar kendisini göremedim. Anneannem ve dedem büyüttü beni.

Nasıl bir çocukluk geçirdin?

Ben, Bora, Murat, Arap bebeğim, Keloğlanım, pembe panterim. Grubumuz kalabalıktı biraz (gülüyor). Anaokulunda erkenden okumayı öğrendik. Çoğunlukla anneannem ve dedemin yanındaydım. Dedem inanılmaz gezen bir adamdı. Yazları motor tepesinde beni arkasına bindirip her yere götürürdü. Yanımızda bir kamera olsa, dede torun ah şimdi düşünüyorum ne neşeli bir film olurdu valla.
Anneannem daha karakterize bir kadındır. Komik arkadaşları vardı. Bir Emine vardı unutamıyorum. Aynı yaştalar ama Emine hiç evlenmemiş mesela ve her gün dertleniyordu. Ben Emine’nin hikâyesini editörlerimden birine anlatmıştım hala gülüyor. Yani mesela çocukluğumun garip bir rengiymiş Emine’nin ‘evde kalması’…
Sonra ilkokul çok havalı geçti. Annem benden sadece 20 yaş büyük. Genç yaşta boşanmış çok güzel bir kadındı hala güzeldir. Annem okula gelince bütün öğretmenlerim bir anda beni çok merak ederdi. Güzel valla eğlenceliydi. Hüzünlü yanı yok muydu? Vardı. Babamın eksikliğini hissettim yalan söyleyemem.

HABERTÜRK’Ü YAZMAK BENİM İÇİN BİR BORÇTUR

Baba essikliğini çok iyi bilirim. Hele birde baban varken onsuz olmak. Neyse; üzmeyeyim seni. Konuyu çevireyim. Bu arada kitabı konuşmuşken aklıma geldi. Yanlış hatırlamıyorsam Habertürk’ü de kaleme almayı düşünmüştün. Öyle bir kitap projen vardı değil mi?

Evet, Ufuk Güldemir’in Habertürk’ünü yazacağım. Roman gibi film gibi yazacağım inşallah. Çünkü orada müthiş bir kuruluş ve çoğu için kurtuluş hikâyesi var. Gerçekten yokluktan sermayesi akıl olan bir kanal kuruldu ve büyük bir mücadele verildi. O günün şartları Habertürk’ü çok çabuk yukarılara taşıdı. Mesela koalisyon hükümetinin anlayışı bugünkünden daha iyi değildi. Çok büyük baskıların yaşandığına ben şahidim. Bana diyebilirsiniz niye sen? Başkası yazamaz mı Habertürk’ü... Elbette herkes yazabilir istediği gibi… Ama ben Ufuk’un kızı gibi, kardeşi gibi en yakınlarında durdum. Her açıdan olanların en büyük şahidiyim. Bana “Her şeyi gördün, bir gün bunları yazacaksın” derdi. “Yok artık daha neler” diye cevap verirdim. Öldüğünün ikinci haftasında notları yazıp arşivlemeye başladım. Kendiliğinden oldu. O yüzden Habertürk’ü yazmak benim için ancak bir borçtur.

HABERTÜRK’Ü UFUK GÜLDEMİR’LE EKİPÇE YOKTAN VAR ETTİK

Nasıldı mesela, neler yaşadınız?

İlk günler Deniz Arman sabah başlardı yayına nerdeyse hava durumunu bile sunardı. Ufuk’a “Kanalı bana güvenerek mi açtın” diye takılırdı. Çok hevesliydim ama işimin önüne geçmedi heveslerim. Çok çalıştım. Kanalda iğrenç döküntü bir koltukta uyuduğumu çok biliyorum. Sabaha erken geleceğim tekrar eve gidip rahat yatağa alışmayayım diye… İmkânsızlıkları say say bitmez. Kulaklık bile olmadan yayın yaptık ama bu hafif bir şeydi. Oturacak sandalye, koltuk yoktu. İşimi ve ekibi öyle çok seviyordum ki hiç şikâyetçi değildim. Severek yapılan işi iyi de yapar insan. Hani sandalye yok dedim ya, insanlar arasında şöyle diyaloglar geçerdi. “Ya ne olur biraz sen kalk da ben oturayım“ (gülüyor). Bu anlattığım nasıl bir yokluktan var edildiğini Habertürk’ün anlatmaya yetiyor herhalde. Ama habercilik vardı. Tabii yani fakirdik ama mutluyduk edebiyatı elbette değil söylediğim. Koşulları zorlayarak rağmenlere rağmen başarıya yüründü. Bunu çok önemsiyorum, zorluk çoğu kişiyi kaçırır ama dayanan kazanır bana göre. Sadece Ufuk değil, ailem gibi kabul ettiğim, parçasından olduğum çok sevdiklerimden de çok şey öğrendim.

BU DÖNEMDE AKLIN ÖNCELİĞİ YİTİRİLİYOR

Sırrı sadece bu yokluk ortamı değildi herhalde… Yokluk içinde doğduğu gibi kaybolan nice kanallar var. Habertürk neden başarılı oldu?

Hiçbir ideoloji aklın önüne geçemez. Benim duruşum da budur. Ufuk’un Habertürk’ü ise bunu iyi görüp ekranını herkese açan tek yerdi. Sır bu. Başka formül yok. Bugünün gazeteciliğinin unuttuğu da bu… Kimileri öyle tartışmalarda boğuluyor ki; aklın önceliği kıl payı yitiriliyor. Tabii ki herkes için demiyorum bunu.

DEDİKODUNUN OLMADIĞI TEK KANALDI HABERTÜRK

İmkânsızlıkların olduğu yerde çalışmanın ne denli zor olduğunu bilirim, bina da o zaman sanırım çok iyi değildi?

Fareler kol geziyordu. Haber sunarken bazen ayaklarımı bağdaş kurardım. Mecburen tabii, keyiften değil. Diyorum ya insanlar nöbetleşe sandalyelere otururdu, o bile yoktu. (Gülüyor) ama orada habercilik vardı ve iyi haberciler vardı. İyi haberlere imza atılıyordu. Bir de o kadar çok çalışıyorduk ki; yani sohbet etmeye vaktimiz olmuyordu. O yüzden dedikodunun olmadığı tek kanaldı sanırım. Doğal olarak.

Şimdi ki Habertürk nasıl peki?

Öz genleri taşıyorlar. Geçişi iyi yaptılar bence.

Haberi ve haber sunmayı özlemiyor musun bir tutkudur haber çünkü hele de işini iyi yapan bir haberci için?

Ben muhabirlikten geliyorum. Haberi sunmak ne kelime, koklar, pişirir sindiririm bile valla.. İşin şakası ama.. Haberle ilişkim biraz garip... Yani sadece kişilerle değil, haberin kendisiyle ilişki kurmaya gayret ederim. Çok çabuk çözülür o zaman her şey. Doktor nasıl ki hastayla değil aslında hastalıkla konuşuyorsa, haberci de haberiyle konuşur. Yani belki de kendimi eğlendirmek için kattığım anlamlar bilmiyorum. Bir şeyi dümdüz yapmak bana uzak o yüzden. Sonuç olarak evet özlüyorum. Ama bir yola çıktım. Kitabımı da önemsiyorum. Neticede kardeş olacaklar. Birbirlerine nasıl fırsat verecekler, kitap ve televizyon bilmiyorum. Bunu ben de yaşayarak deneyimlemiş olacağım.

Şu an ekranlardan uzaksın ama TV izliyorsundur mutlaka. Haberde en beğendiğin kadın ekran yüzü kim?

Ece Üner mesela kitaplarla haşır neşir olduğunu ekrana güzel yansıtıyor. Kaç kez izledim, google röportajları yapmıyor. Pelin Çift var. Pelin’i hem insan olarak da seviyorum. Çok güzel aynı zamanda sempatik... Öteki Gündem’i aradan çok iyi çıkarttı. Yakından tanımıyorum ama mesela Ntv’de Buket Aydın haberi yüzünde çok iyi taşıyor. Sabahları Star’da Seda Akgül’e bayılıyorum. Yani tabii başka arkadaşların hakkını yiyemem sadece aklıma ilk gelenleri söyledim.

Gülay Özdem’in A Haber’le yollarını ayırmasıyla beraber senin ismin o kanal için geçmişti, ateş olmayan yerden duman mı çıktı yoksa?

O kanalın yöneticileri arkadaşlarım, dönem dönem görüşürüz ama öyle ciddi ciddi bir iş konuşmadık. Berlin’den döndüğümden beri de görmedim açıkçası onları. Hatta bunu şimdi senden duyuyorum desem.

ÂKİF’E ATEŞİ BULDUM DESEYDİM, İÇİNE ATLA ÖNCE YAN GÖREYİM DERDİ

Kanal 24’ten ayrılışın oldukça konuşuldu, hatta kolonya mağduru spiker olarak anıldın, ne oldu o günlerde. Ne yaşadın sen ya da yaşattılar?

Ben hiç olanları şahsi algılamıyorum biliyor musun? Evet, çoğu can sıkıcı bulabilir ama zamanında ateşi bulan adamı da o ateşe atıp yakmışlar. Yani Âkif’e ateşi buldum deseydim, "İçine atla önce yan göreyim" derdi muhtemelen. Bence kişisel hikâyesinde ciddi kırılmaları var. Kanıt arıyordu sürekli. Şüpheden kanıtlar yaratmak bana sağlıklı gelmiyor. Kolonya böyle onun nezdinde kendi kişisel bir süreciydi. Kendi kendine bir şeyler ispatlayıp mesajlar vermek istedi sanırım bir yerlere ama tutmadı. Koskoca televizyona hakkımda program yaptırdı. Düşünebiliyor musunuz beni kitlenin önüne atmak istedi alın parçalayın hesabı. Sonra ne oldu? Herkes güldü. Neden? Çünkü kolonya sadece bir kolonyadır. Peki daha sonra ne oldu? Ben TRT-Türk’te işe başladım. Sayesinde tazminat alıp, limon kolonyası meselesiyle tarihe geçtim. Avrupa ve Amerika’da gazetelere çıktım. Peki asıl soru şu an kendisi nerde? Cevabı ben vermeyeceğim. Gerek de yok konu çoktan kapandı. Ayrıca kendisini insan olarak anlıyorum. İnsanların yaşamsal darbelerine hak veriyorum, tepkisel dürtülerine. O yüzden şahsi almıyorum.

“Kişisel hikayesinde ciddi kırılmaları var. Kanıt arıyordu sürekli “ dedin ya ona takıldım. Seni niye seçti?

Ortada bir seçilmişlik yok ki. Bir durum vardı. Oldu ve bitti. Üzerinden zaman da geçti. Sen sorduğun için net cevapladım. Ama konu kapandı yani. Umarım ikimiz de dersler çıkarmışızdır. Nötr durumdayım. Sen kaşı babam kaşı halindesin hadi hayırlısı. (gülüyor)

Bu olay sonrası sana destek veren olayı eleştirenler de çok olmuştur değil mi?

Her şey zamanın tünelinde var. İleriye giden, oradan geçen bizleriz. Ben geçtim. Sen seviyorsun tünel anladım ben.

Baharcığım tünelleri geçmeden bu işi yapamam ki :) Hâlâ kolonya sevmiyor olmalısın?

(Kahkaha atıyor) Kolonya benim için bir anlam ifade etmiyor. Simgesi yok. Kolonya benim için kolonya. Tercihim Lavanta ve portakal kolonyası... Suç değildir herhalde. (Gülüyor).

AKİF SAYESİNDE LİMON KOLONYASI MESELESİYLE TARİHE GEÇTİM

Kırgın mısın kanal yöneticilerine?

Kesinlikle değilim. Anlattığım gibi herkesin bir hikâyesi var. Yani herkesi kendisi yapan yaşanmışları, kırılma noktaları var. Kırgın, kızgın olmak çok büyük yükler. Hiç şahsi algılamıyorum.

KANAL 24 MUSTAFA HOŞ’UN EMEĞİYLE DOĞDU

Şu anki Kanal 24 ile senin çalıştığın dönemdeki Kanal 24 arasında fark var mı sana göre?

Öncelikle şunu net söyleyeyim; Kanal 24 Mustafa Hoş’un çok yoğun emeklerinin sonucu doğdu. Onun kurduğu bir projedir. Hasan Doğan öldükten sonra Mustafa’nın hakkı yendi orada. Mustafa Hoş’tan sonra çok bir ilerleme de yok hala onun bıraktığı yerde.

Şimdiye kadar en rahat çalıştığım dediğin Genel Yayın Yönetmeni ve Haber Müdürü kimdi?

Ufuk Güldemir ile çok keyifli çalıştım. Habertürk günlerinde Orhan Can’ı da söyleyebilirim. NTV ailesinde çok rahat çalıştım. Yani ayırım yapmayayım, TRT-Türk’de de çok rahat çalıştım ben.

Meslek hayatında en çok iz bırakan olay neydi?

Hmmm güzel soru. Böyle bir anda sorunca insan kalıyor. Bence 11 Eylül’ün içimde yarattığı habercilik, Ntv New York Temsilciliği, Brad Pitt röportajı ve limon kolonyası sanırım. Brad Pitt röportajı tabii çok keyifli unutamadığım bir andı. Yine mi yahu diyecekler “Hep durup durup o röportajı hatırlatıyor” valla elimde değil çok güzeldi ve Türkiye’de bir ilkti, henüz başka yapan da olmadı (gülüyor). Söz, bir gün biri yaparsa susacağım.

AKLIM DÜNYA VATANDAŞLIĞINA KAYITLI

Brat Pitt’i unutmak ne mümkün, onunla dans eden ilk Türk spikersin, nasıl yapmıştın o röportajı?

Dünya vatandaşıyım ben. Türk olmak, Türkiye’de doğmak elbette gönlümde ayrı ama aklım dünya vatandaşlığına kayıtlı. Gönlüm Türkiye… Her neyse o zaman NTV’nin New York temsilcisiydim. Bir şekilde Türkiye’deki yapımcı firmanın da telkinleriyle kendiliğinden gelen bir röportajdı. Çok ilginç ama hediye gibi geldi işte. Troy filminden sonra. Türkiye’den olmam tabii daha çok dikkatlerini çekti. Türkiye hakkında epey konuştuk. Troy’un ülkesinden gelmem önemliydi. Beni görünce hepsi şaşırdı, yönetmen de dâhil. Hatta beni akşam düzenledikleri partiye davet etti Brad Pitt, “Hadi sen de gel, madem Troy’un ülkesinden geliyorsun” dedi. Seve seve hatta koşa koşa gittim desem yalan olmaz. Çok da keyifliydi.

BENİM İÇİN ZEKÂ SEKSİDİR

Nasıl etkileyici bir adam mı gerçekten?

Benim için zeka seksidir. Akılla taçlandırır bir erkek bunu. Hani ilk bir saatte dünyanın en yakışıklı adamı kaçırabilir beni. Brad Pitt sadece yakışıklı değil, ilgili akıllı bir adam. Onuncu dakikadan sonra yakışıklı yüzü değil, zekâsı parlıyordu.

O da kuşkusuz etkilenmiştir, karşısında böyle güzel bir kadını görünce.

Çok teşekkür ederim. Türkiye’de doğmuş olmam şaşırtmıştı onu. O dönem kafasında başka bir Türk imajı vardı sanırım. Bana ikide bir ‘emin misin Amerika’da doğmadığına’ diye soruyordu. (Gülüyor) Biz de başka ülkenin vatandaşı olan sevdiklerimize hani deriz; “ya sen Türkiye’de doğmadığına emin misin diye.” O hesap kanımız kaynadı yani.

“Ekranların en seksi bakışlı spikeri” diyorlar senin için. Katılıyor musun bu ifadeye?

Vayyy. Tabii ki duyuyordum bunları, hatta söylüyorlardı, yazıyorlardı bir yerlere ama ben, bana göre normal bakıyorum. Niye öyle dediklerini bilmiyorum. Sanırım gözlerimi güzel buluyorlar (Gülüyor).

EKRANA ÇIKANLARDA BİR KARİZMA OLMALI

Ekranda görsellik mi yoksa samimiyet mi önemli sana göre?

İkisi de önemli. En azından bir karizma olmalı bence. Kendini dinletme açısından. Güzel olmayabilirsin bu zaten göreceli. Ama izleyiciye kendini dinletmeyi öğrenmek çok önemli. Bak Mehmet Ali Birand, bunu çok iyi yapıyordu. Ben şahidim işini çok severek yapardı. Kendini dinletmeyi samimiyetle yaptı. Hiç unutmam bir gün; Kıbrıs görüşmelerinin sonucunu New York’da Birleşmiş Milletler’in önünde bekliyoruz, geldi. Biz bekliyoruz, Birand da bekliyor fakat epey geçti ve çok sıkıldı. Sonra off puff çekti. bir anda Kofi Annan ve Yunan başbakanıyla toplantıda olan Denktaş’ı aradı. Gözümün önünde. İnanamadım ona. Sonra Annan’ı aradı. “Hadi ya daha ne kadar bekleyeceğiz. Yayına yetişeceğim. Yayına kadar haber yetiştireceğim” dedi. Kimse de ona “kardeşim bize ne senin haberinden” demezdi. “Bana yayına kadar bir şeyler verin” derdi. İstediğini de alırdı. Bu şimdi görsellik mi?
Ertesi gün yine bekliyoruz. Malum Birand, Kıbrıs meselesine ömrünü verdi. Yine Kıbrıs Türk ve Rum tarafı New York BM toplantısı bitmek bilmiyor. Ben üst kata kaçtım haberi ondan önce, ben aldım içeriden. Hiç affetmem öğrendiğimi hemen uygulamaya geçiririm. Dur dedim Mehmet Ali’ye bir sürpriz yapayım eğlenelim biraz. Yanına gittim. Ntv’ye bağlandım yanından telefonla son dakika diye “protokol imzalanacak kabul edildi.” dediğimde nasıl şaşırdı, suratı değişti. Şok oldu. “Neden ben daha önce haberi veremedim” dedi. “Neden onu ilk ben duyurmadım” dedi. Ama o kadar tatlı söylüyordu ki bunları. “kız sen ne fırlamasın gelip yanımdan bağlanıyorsun valla keyfim yerine geldi” demişti. Bu anları bile çok keyifle paylaşan bir adamdı. Onunla aynı sahada gazetecilik yapmak çok eğlenceliydi.

Bir kadın Birand olmak zordur değil mi, var mı hiç öyle bir isim?

Ben kadın-erkek cinsiyetçi bakışı sevmiyorum. İki hastalığı var insanın. Erken yaşta kurtulması gereken. Birincisi kendini herkesten üstün görmek, ikincisi de cinsiyete olan ayrımcı bakış açısı. Maalesef Türkiye’de medyada kadına pasaport lazım hatta o da yetmiyor üstüne bazı görevlere vize isteniyor. Bunu söylemeyi sevmiyorum. Zaten daha çok durum tespiti ama kadına görünmez engeller maalesef var.

Ama kadınları da iyi pozisyonlarda görüyoruz sanki biraz haksızlık mı ediyoruz?

En basit örneği... Aç gazeteleri bir bakalım, köşe yazarları erkek ağırlıklı. Ekran yüzlerine bakacak olursak doğru kadınlar çok ama belli yerler erkeklerin tekelinde. Yönetimi zaten hiç söylemeyeyim. Yani elbette kadın kontenjanı diye bir şey açılacak hali yok. Ben pozitif ayrımcılık meselesine de sıcak değilim. Pozitifi negatifi yok. Bırakın akıl hizmet etsin diyorum sadece.

Peki ekranda dekolteye nasıl bakıyorsun, oldukça cesursun sen bu konuda izlediğim kadarıyla?

İşim nerde neyi gerektirdiyse elimden geldiğince yaptığıma inanıyorum. Haberde çizgi belli tabii.. Ama daha esnek bir formatta neyin yakıştığı, dekor v.s. yani hepsini ayrı bir dinamik alarak, sonuçta bütünü buluyorum. Hiç bu güne kadar aa bu çok yakışır hadi giyeyim bir çıkayım demedim. Haber için demiyorum ama program toplantılarımızda, önce kıyafetimi seçerdik. Kıyafet de toplantıya katılırdı. Enerjimiz ona geçsin diye… Cesur muyum bilmiyorum. Bütünü düşündüm.

EKRANDA BAŞARIYI HEYECANIMA VE MUHABİRLİĞİME BORÇLUYUM

Muhabirlikten gelmen sanırım senin için haberde büyük avantaj?

Kesinlikle öyle. Benim kafam hep şöyle çalışır. Bunu bence nasıl yaparım? Dayanak noktam hep bu. Acaba ben farklı ne götürebilirim haber merkezine bunun hesabını yaparım. Ekranda başarıyı heyecanıma ve muhabirliğime borçluyum. Tühhh ya bunu ben niye düşünmedim halbuki gözümün önümde basit bir fikirmiş deniyorsa yaptığım haber için valla bu daha iyi.

Peki, promter spikeri dönemi bitti mi haber kanallarıyla birlikte?

Rahmetli Ufuk “Spikerlik diye bir meslek yok. Olur mu hiç” derdi? Bence tam öyle değil. Evet haklı olduğu yerler var. Ama medyada her türlüye ihtiyaç var. Tabii ki promtera bağlı kalmayanlar ekrana daha hâkimdir. Ama meseleyi ayırmak yanlış. Sunmak işin sadece sonucu nihayetinde.

KAĞITTA GOOGLE, KULAKTA EDİTÖR, ELLER YUKARI DONLAR AŞAĞI GİBİ OLUYOR!

Spikerleri hangi noktada eleştiriyorsun?

Mesela bir spiker ekranda röportaj yapıyor ya da konuğu var. Sadece Google’dan araştırma yaptığı hemen kabak gibi ortaya çıkıyor. Diyorum ki onun yerine ilkokul çocuğunu çıkarsalar valla o saf sorularıyla daha iyisini yapar. Marifet bu değil. Soru sormayı iyi bilmeli. Bunun için de kitaplar, külliyatla haşır neşir olacağı en azından bir dönem geçirmeli. Aksi takdirde kağıtta google, kulakta editör- eller yukarı donlar aşağı gibi oluyor. (gülüyor)

MEDYADA EBEDİ BİR KALICILIK YOK, OLAMAZ

Zor mu medyada tutunmak. Geçici değil de kalıcı olmak için ne gerekiyor bu meslekte?

Kalıcılık ne ki? Eninde sonunda herkes ölüyor. Hani Cem Yılmaz diyor ya; karbonfiber misin lan diye… O hesap.. Hayatta her şey yaşarken kalıcı. Ya da üretilen eser yaşatılıyorsa kalıcısın. Bunun dışında kimse kalıcı olacağım diye yırtınmasın bence, elinden gelenin en iyisini yapsın. Yani umarım ben de böyle yaparım. Anneannemin dediği gibi “ele verir talkımı kendi yutar salkımı” olmasın da… Allah’a şükür 12 yıl boyunca istikrarlı bir algım var.

YERİME GEÇMEK İÇİN KULİS YAPANLARI DA BİLİYORUM

Medyada kadın olmak zordur, bunu en iyi bu sektördeki biz kadınlar biliriz… Hırslar… Çekişmeler... Ezeli rekabetler… Bahar Feyzan, hiç böyle hırslı kişilere denk geldi mi? Onlarla mücadele etmek zorunda kaldı mı? Ve hiç bu yüzden pes ettiği oldu mu?

Geldi tabii. Yerime geçmek için kulis yapanları da biliyorum. Yaptığım haberin kasetlerini saklayanları bile gördüm. Şaka gibi. Ama ben hemcinslerime her zaman iyi davrandım. O yüzden işime bakarım. Çünkü kendime ve işime saygım var. Hırslardan, kaprislerden kimseye fayda gelmez. Azim ışığım olsun bana yeter. Ama işin ilginç yanı benim başka bir tespitim var. Erkekler bu konuda kadınlarından daha gölge adam gibiler. Yani kadınlar aslında hislerini belli eder. En fazla ne gelir bilirsin ama erkekler maşallah. Sağ beklerken solları farklı gelebiliyor.

KİMİ GAZETECİLER KENDİNİ DÜNYANIN MERKEZİ ZANNEDİYOR

Bu mesleğin en büyük hastalığı sana göre ne?

Her şeyi en iyi ben bilirim hastalığı. Teşhis bu. Tedavi yok. Kiminin yanında fikirlerini anlatma şansı bulamazsın. Allah korusun konuşturmaz bile… Aydınlık da, gazetecilik de kimsenin tekelinde değil. Hayat değişiyor. Her şey değişmeye mecbur. Perihan Mağden bile değişiyor.

Medyanın en büyük problemi ne sence?

Aklı, ideolojilerin arkasında unutmak... Matbuat tarihimiz çok parlak değil bu açıdan. Gazeteciliğin dönemlerin ruhuyla arasında hep bir meselesi var. Bir partiye tavır almak değil benim düsturum, haberin arkasında durmak diye bir şey vardı. Bilmem hatırlar mısın? Geleceğin medyası deyince aklına ne geliyor? Valla bazıları Ak parti gidecek bugünler bitecek diye bakıyor. Böyle bir şey olabilir mi? Sen ne yapıyorsun bu arada? Akıl burada devreye girmeliydi. Yani ben haberciliğimi nasıl daha iyi bir alana taşıdığımda ve ezberlerimi nasıl bozarsam işimi daha iyi yaparım? Habercinin dayanak noktası işini daha iyi yapabilmek… Karşı olmak veya koşulsuz sevgi değil. Dengeye ne oldu?

AKILLI VATANDAŞ MODELİ GELİŞTİ

Haber kanallarını takip ediyor musun, sana göre nasıllar, birde Türkiye yeni bir dönemden geçiyor, haberleri nasıl işliyorlar?

Şuandaki en büyük sıkıntı, kimi süreçlere ilişkin detaylı bilgi alamamak sanırım. O yüzden bazen gün kurtarılıyor. Bazen yanlış yapma korkusu baskın geliyor.
Ama sonuçta meslektaşlarıma niye kötü bir şey söyleyeyim. Herkes elinden gelenin en iyisini yapıyor. Bu çabayı takdir etmek lazım. Garip olan ne biliyor musun? Hani eskiden “Nerede bu devlet” diye söylenirdi ya vatandaş! Birde yanıtı vardı “kardeşim her şeyi de devletten bekleme” diye. Artık habercilerden de her şeyi beklememeyi öğrendi vatandaşımız. Sosyal medya çığır açtı. Beş N, bir K’nın dibi var sosyal medyada. Ne olup bittiği anında görüntülü. Kimsenin bir şey saklama şansı kalmadı. Dolayısıyla süreç, akıllı vatandaş modelini yarattı. İnsanlar nerdeyse kendi medyasını yaratacak. Yani sosyal medya hali hazırdakini geçti sanki.


Sen nasılsın etkin misin sosyal medyada?

Vakit buldukça etkin kullanıyorum.

KOALİSYON HÜKÜMETİNİN OLDUĞU DÖNEM KÖTÜYDÜ

Bir 12 yıl öncesine dönsek seninle, çünkü o dönemi iyi biliyorsun ekrandaydın. Diyorsun ki medya dönemin ruhunu yanlış okuyabiliyor. O zaman nasıl okunuyordu dönem?

Koalisyon hükümetinin olduğu dönemin dinamikleri çok kötüydü. Ben Ufuk’un yanındaydım birlikte çalışırdık ve bir haber için 8 telefon aldığına şahidim. Ufuk telefonu kapatır; ‘haberi bir daha yayınlayın’ derdi… Üç partiyi düşün… Hepsi için ayrı telefon al, birde uzantılarını düşün. Kaos ortamıydı resmen. Demokrasilerde tabiî ki oturup geçmişi konuşacak halimiz yok ama benim unutmadığım bir şey var. Ecevit hastaydı kimse yazamazdı, bilindiği halde. Ama aynı medya, Ecevit’in itibarını zerre kadar bırakarak gönderdi onu. Bir ülkeye Başbakanlık yapmış birini bu kadar itibarsızlaştırmak ne kadar doğruydu? Seversin sevmezsin. Mesela Tayyip Erdoğan tüm bunları çok iyi okudu. Kendisinin seçimlerden önce çıktığı tek ekran Uğur Dündar televizyonculuğuydu. O programlarda da ciddi müdahalelerle karşılaşıyordu. Tayyip Bey, Habertürk’te Basın Kulübüne çıktı ve ilk defa kendisini özgürce ifade edebildi ve Başbakanlığa giden yolda önemli bir adımdı, o program.

BAŞBAKAN MEDYAYI ÇOK ÇABUK ÇÖZDÜ

İyi de o dönem ekranlarda ciddi müdahalelerle karşı karşıya kalan, biri o günleri yaşadığı için medyayı daha özgür bırakır değil mi, ama Başbakan’ın medya üzerinde büyük bir baskısından söz ediliyor. Sen buna katılıyor musun?

Başbakan medyayı çok çabuk çözdü. Ben burada kesinlikle çok haklıdır doğrudur, yanlıştır demiyorum. Dersine iyi çalışıp gelen bir parti oldu. Zamanın tünelinde Adnan Menderes için yazılan, söylenenler benim arşivlerimde bile var. Ayrıca Nisan 2007’de internet andıcı bence bir milattı. Ciddi anlamda bir kırılma yaşandı o günlerde. Ben Amerika’daydım Hanry Kissenger’in, Washington’dan gelen ilk değil, ikinci Türkiye açıklaması için ABD yönetimine bastırdığı konuşuluyordu o zaman… Bunların hiç mi önemi yok? Yani bu şu demek değil. Bunlar oldu o zaman baskı hakkı doğar. Asla ama meseleleri bence konuşalım.
Haberi yapalım, kesinlikle habercilik yapalım. Ama her güne.

CEPHELERİN HABERCİLİĞİ DÖNEMİ KAPANDI

Senede bir gün Türk filmi mantığıyla habercilik mi olur?

Sancılarına katlanıp iyi temeller atılmalı. En azından bağımsız mecralara ihtiyaç var. Ama bundan hemen karşı cepheye geçelim demek değil. Cephelerin haberciliği dönemi kapandı cephedekiler farkında değil hala orada…
Ne diyeyim şimdi kimseye de haksızlık etmek istemem. Keskin olmasın bunlar suçlama değil sonuçta, durum tespiti.

Sen böyle dedin aklıma Milliyet geldi. Tutanaklar haber miydi bir haberci gözüyle değerlendirsen?

Ben en çok başka şeye takıldım. Hasan Cemal için köşesi her zaman ona açık dediler. Anlamadım ne için açık? Yağlı boya tablo mu yapacak orada? Hasan Cemal için maalesef Mehmet Barlas’ın yazdıklarına katılıyorum. The Washington Post gazetesinin çok ciddi yaşanmışlıkları var örnek alınması gereken. Ama biz de en bedava şeyken tecrübe, bazen pahalı yol mecburi kılınıyor sanırım.

GAZETECİNİN UNUTTUĞU BİR ŞEY VAR BAĞIMSIZ AKIL

Büyük bir haber değil miydi ki bu?


Evet ama sonunda geri vitese takıyorsanız ne anlamı var. Gazetecinin unuttuğu bir şey var bağımsız akıl. Bunun tekrar hatırlanmasını diliyorum, yani gazeteciliğin.

Sana göre şu an Türkiye’nin en önemli gündemi ne?

Barış süreci ve Türkiye’nin seçimler sürecine gireceği önümüzdeki 2 yılı çok önemli.


BARIŞ SÜRECİNİ ÖNEMSİYORUM

Barış süreci derken, böyle bir isimlendirme doğru mu?

İsimlerden niye korkuyoruz ki? Bana göre barış süreci. Bir insanla ben dost olmak istiyorsam, o insanda benimle dost olmak istiyorsa hala acabaları ya da varsayımları koyarsak masaya, eski anıları canlandırırsak, dost olamayız değil mi? Bu en ufak mikro ilişkide de böyle, makro ilişkide de. Barış sürecine böyle bakmak lazım. Yeniden başlayabilmek lazım. En önemlisi bu. Her gün nasıl yeni bir gün ise sürece böyle bakmalı.
Tabii tartışmaları var. Al başkanlığı ver özerkliği gibi bir algı var bazılarında... Bu kadar basit mi yani? Bu söylentilere inanmıyorum. Karşılıklı pazarlık gibi değil ortak amaç barışı getirir..
Başkanlık sistemine bakalım. Şuan Erdoğan zaten başkan gibi.. Üstelik daha avantajlı konumda çünkü sistemini getirirsen sorumluluğunu da almak zorunda. Gelenin hesap vereceği, milletvekillerini halkın seçeceği ABD modelini önemsiyorum.

ERDOĞAN ZATEN BAŞKAN GİBİ

Hükümet doğru adım mı atıyor sence bu noktada?

Barış sürecinde “silah değil siyaset” denildi ilk kez. Sus denmedi. “Silahını bırak git diyor hükümet”. Bunun bir karşılığı var. Doğru ya da yanlış diyemem daha fazla ayrıntı verilmesi gerekiyor.

Barış barış diyoruz, bir kez daha soracağım savaş mı var ki?

Bu söylediğin meseleyi görmemek olur. O zaman ben sana, Press filmi kaç sinemada yayınlanabildi, diye sorarım. Ben sinema aradım seyretmek için zor bulduk.


Umutlu musun peki süreçten?

Herkes 2008’de de ne olduğunu gördü. Habur olayında doku tutmadı. Bu kez öyle değil. Muhataplar belli. Doğrudan görüşmeler yapıyor. Hükümetin iyi niyetle büyük risk aldığını düşünüyorum. Birçok açılım yaptı hükümet farkındaysanız ama bu kez çözüm sürecini çok başka yere koydular. Ama bilgi akışı kısmında sıkıntı var. O yüzden olmadık haberler yayılıyor. Bilgi akışı iyi yönetilmiyor işin kaynağında.

AK Parti’ye sanki sempati duyuyorsun, bana öyle geldi. AK Partili misin diye sorsam kızmazsın umarım?

Dönemin ruhuna ilişkin böyle bir şey var. Ha bire bir yerlere monte çabası… Bireyim. Herhangi bir organizasyon ya da partiyle ilişkim yok. Ben gazeteciyim, televizyon habercisiyim, yazarım. İyi ve eğlenceli olduğu söylenen bir arkadaşım. Anneannesinin torunuyum. Mesleğinde bir yerlere gelmiş biriyim… Siyasetle sempati düzeyinde şuralı buralı ilişkileri kurmadım. Doğru olduğunu da sanmıyorum. Bence bir gazetecinin işi bir partiye yakın olmak değil ancak oranın fikirlerini tartışmak olur.

Hangi partiye oy verdin diye sorayım mı Bahar, gayet samimi bir soru, kızma lütfen?

Gazetecilik güvenin üzerine kurulu bir meslek. Yani benim için. Bunu çok önemsiyorum. Sana verebileceğim cevap; Ben de herkes gibi vakti geldiğinde değerlendirip oyumu veriyorum. Gazetecinin, televizyon habercisinin bunu ulu orta söylemesini kibirle ilişkilendiriyorum.

Söyleyen çok aslında ulu orta. Her neyse devam edelim. Bir soru daha. Senin önüne konulduğunda sunmaktan tatmin olmadığın, sunmayı istemediğin ama önüne konulduğu için okumak zorunda kaldığın haber oldu mu?

Akıllı haberciler bu duruma düşmez. Ben bunun formülünü Ufuk’tan öğrendim. O konuda şanslıydım. Böyle bir şey başıma gelebilir miydi gelebilirdi tabii. Ne yapardım şuan bilemem, şimdi büyük konuşmayayım.

Çok güzel bir kadınsın, ilginç tekliflerde geliyor mu dizi ya da sinema oyunculuğu gibi ve böyle tekliflere nasıl bakıyorsun?

Teşekkür ederim o senin güzelliğin... Oyunculuk teklifleri çok fazla geliyor. Ama oyunculuğu düşünmüyorum. Senaristliği tercih ediyorum.

Özel hayat nasıl gidiyor, var mı bir hareketlilik?

Şu an da kimse yok desem.

İnanmam desem:)

Kitabı bitireceğim diye evden mi çıktım da ne anlatayım? (gülüyor)

Karşımda böyle güzel bir kadın olunca inanmak zor geldi. Bu arada aşka inanır mısın?

Zeka aşık eder beni. Nokta diyeyim.


Evlilik uzak mı sana?

Bilmem bir ölçüp geleyim bakayım kaç metre var aramızda. (Gülüyor) Ben bu sorulara iyi cevap veremiyorum… Yanıtı ben de bilmiyorum.


Seni ekranda görüp de ilgi duyan oldu mu, hatta öyle başlayan bir ilişki? İlginç bir hikaye arıyorum anlayacağın? :)

Bak senin dediğin bir filmin içine güzel renk bile olur. Ama ben sana başka bir şey söyleyeceğim. Ben ilişki konularına pek kafa yormayı seven bir tip değilim. Netim. Her türlü ilişki için insanın önce kendisine sadık olması gerektiğine inanıyorum. Garantili tek ilişki formülü sadakat. Aldatma anlamındaki kadın-erkek ilişkisindeki sığ sadakat meselesinden bahsetmiyorum. Karşındakinin yaptığını başka anlıyorsan çekip büzüyorsan geçmiş olsun orası inşa edilemeden çökmüş demek. Her seferinde bir bildiği vardır diyebiliyorsan gerçek ilişkiler böyle kurulur. Sadakat zemininde… Bu da doğuştan olmuyor, büyük emek var.

Seninle sohbet çok güzel, çok samimisin.. Bu güzel yüze yazık, izleyici yoksun kalmamalı bence…

Çok naziksin. Teşekkür ederim.

Ve son olarak sana bir de bizi sorayım Medyaradar’ı takip ediyor musun nasıl?

Her gün mutlaka bakıyorum ve severek ilgiyle takip ediyorum. Gayet başarılı.

Seninle olmak büyük keyifti. Çok teşekkür ediyorum. Dilerim kitabının da haberini yaparız yakın zamanda…