Aydın Doğan'ın gerçek yüzünü açıklıyorum!

Aydın Doğan’ın gerçek yüzünü açıklıyorum

Kör ölür badem gözlü olur…
Atalarımızın her duruma, her olaya uygun, cuk diye taşı gediğine oturtan sözleri var…

Medya imparatoru Aydın Doğan’ın tasını tarağını toplayıp, istemeyeeee istemeye, ayakları sürüyeee sürüyeeee, terk-i diyar etmesini yazımın giriş cümlesi en iyi anlatıyor yoldaşlarım.

Malum Aydın Doğan’ın şöhret ve zengin ettiği bir avuç ‘gazeteci’ için kendisi bir ilahtı…
Doğan medyada çalışmak bir ayrıcalıktı.
Her şey bir günde olunca, yani medya grubu Demirören ailesine satılınca herkes şoke oldu.
En çok da Doğan Medya şöhretlileri…

Neyse can yoldaşlarım.
Arkasından göz yaşı döken çok oldu.
Varlığını bile Aydın Doğan’a boçlu olanların bir kısmı ayrıldı, bir kısmı daha önce de defalarca yazdığım üzere, ölüye yatmış, devranın dönmesini bekliyor.

Ama gelin bir de emekçiye sorun.
Birileri gazetecilikten zengin olurken, iki kuruşa talim edenler için hiçbir şey değişmedi.
Hatta tablo daha da berraklaştı.

Bunun en iyi örneği de medya ombudsmanı Faruk Bildirici’nin yazdığı kitap.
Kitabı okumadım, ahkam kesmek istemem.

Ama Bildirici’nin kitap üzerine verdiği bir röpprtajda sarf ettiği cümleler dikkatimi çekti.
Keskin Kalem’inize ’geçmişle hesaplaşma büyük olacak’ dedirtti…
Peki ne demişti Bildirici?

‘Aydın Doğan'ın yıllar önce Ankara’da yazar ve yöneticilerin olduğu bir toplulukta otururken, "Benim dört kızım var, dördüne birer oyuncak verdim, onlar da mutlu ben de mutluyum” dediğini anlatan Bildirici, "O an şoka girdim. Bu sözler kendisi için doğal olabilirdi ama ben o oyuncaklardan biri olan Hürriyet içindeki minicik bir oyuncaktım! Öyle hissettim kendimi. Aydın Doğan’ın bu sözleri yıllarca unutamadığım bir yara oldu benim için. Aydın Doğan bu ülkedeki en uzun süreli medya patronlarından biriydi. Fakat temel amacı gazetecilik ve kamu yararı mıydı, daha fazla kar etmek mi? Maalesef gazetecilik ya da kamu yararı diyemiyorum. Öyle olsaydı, Hürriyet’i iktidar ve güç odaklarıyla ilişkilerinde bir araç olarak kullanmazdı. Hürriyet her zaman devletin ve egemen ideolojinin bir parçası oldu. Devlet ve bünyesindeki yapılanmalarla her zaman iyi ilişkileri vardı. Bu haberlerin yayımlandığı 1999 yılında da Türkiye’de yine bir milliyetçi dalga esiyordu.’

Altına imzamı atarım bu sözlerin.

Aydın Doğan kızlarının elindeki oyuncağı, onlara haber dahi vermeden almak zorunda kaldı, malum.
Çünkü çıkarı bunu gerektiyordu.
Çünkü Aydın Bey gibi soğuk kanlı iş insanları, hep bu çıkar ekseninde hareket eder.
Haşa tövbe, kendi evrenlerinde tanrıcılık oynardı.
Ünlü isimler, siyasetçiler etraflarında fır dönerdi.
Hatta başbakanların karşısına eşofmanla çıkarlardı.
Bir yazıyla kelle alır, bir manşetle hükümet indirirlerdi.
Sayfa sekreteri, muhabiri, editörü hatta medya ombudsmanıysa BİRER OYUNCAKTI.
Aynı Bildirici’nin söylediği gibi…

Usta gazeteci keşke bunları çıkıp daha önce anlatsaymış.
Böylece kör ölür, badem gözlü olmaz, tarihin sayfalarına gömülürdü.

Neyse biz yine bir amme hizmeti yapalım.
Aydın Doğan ve medyası neydi madde madde hatırlatalım:
28 Şubat’in tetikçi manşetlerini atan…
Erdoğan’a muhtar olamaz diyen…
Ahmet Kaya gibi sanatçılar üzerinden Kürt düşmanlığı yapan…
Şovenizmin ve beyaz Türklüğün dibine vuran…
Bodrum’daki evinin kapısını sık sık açtığı ROK ve eşi Nagehan Alçı’yı baş üstünde tutan…
Alçı’yı ekranın baş köşesine oturtan…
Hatta ROK ve Alçı’nın telkinleriyle bir gazeteciye köşe vermeyip, diğerine köşe veren…
Köşesiz kalanı sinir krizine sokan…
Kızının kankasına önce moda sonra siyaset yazdıran…
Ayşe Arman para karşılığı röportaj yapınca, buna dur diyeceğine paradan pay isteyen…
Ertuğrul Özkök ve şürekasının PR üzerinden zengin olmasına göz yuman.
Çok sevdiği Gülben Ergen’i röportajcı yapan…

Yapan…
Eden…
Tutan…
Vuran…

Bu sicilini yazmaya fiil yetmez.
Umarım daha fazla Aydın Doğan masalı dinlemeyiz.
Birileri o cilalı gerçeğin ardında neler olduğunu daha sık yazar.
Böylece Doğan dönemi medyanın altın çağı değil, Bab-ı Ali geleneğinin katledildiği dönem olarak tarihe geçer.

Halk TV’de yönetememe krizi

Yoldaşlarım malum, medya mahallemiz iyice kamplaştı.
Herkes kendi mahallesinin ekranına yapıştı kaldı.
Toplumdaki kutuplaşmanın yansıması bu.
Ne kadar uçtaysanız, seyirci kitleniz de o kadar sadık oluyor.
Velhasıl kelam mesela bir yanda A Haber, bir yanda Halk TV…

Halk TV yıllardır istediği atılımı yapamadı.
Daha önce defalarca yazdım çizdim.
Çok büyük bir kitlesi ve hatta potansiyeli var…
Ama bir türlü olmuyor…
Olamıyor…

Yayın Yönetmenliğini Suat Toktaş’ın yaptığı kanal, atağa geçme iddiasındaydı.
Ekran yüzlerinin sosyal medya paylaşımları, reytinglerin iyi gittiğini ima ediyor.
Ama Keskin Kalem size bir sır versin.
Halk TV’nin dışı sizi, içi orada çalışanları yakıyor!

Keskin kulağıma gelenlere göre, çalışanlar arasında büyük huzursuzluk varmış.
Malum internet tarafında pek çok işten çıkarma oldu.
Kovulanlar sosyal medyada nelere maruz kaldığını anlattı.
İBB haberleri yüzünden sansüre maruz kaldıklarını, hatta kanalın sahibi Cafer Mahiroğlu’nun şöförü tarafından tehdit edildiklerini öne sürdüler.

Son olarak da yayın yönetmeni Toktaş’ın sağ kolu olan, Habertürk’ten çalışma arkadaşı, kanalın koordinatörü Bengü Şap istifa etti.
Hem de bu bir tepki istifasıydı!

Nedeni, Halk TV Ankara Haber Temsilcisi Serhan Asker’in Genel Yayın Yönetmeni Toktaş’tan ve Şap’a haber vermeden Ankara ofisinde çalışan muhabir Gizem Yağbasan’ı işten çıkarmasıydı.

Ama duyduğuma göre kriz daha derin!

Çalışanlar Toktaş’ın kendi ajandasını kanala dayatmasından rahatsızmış.
Kanalın kısıtlı kaynaklarının, Toktaş tarafından, dışarıdan kanala program yapan, konuk olan kişilere dağıtıldığı iddia ediliyor.
Haber merkezi gibi kritik birimler adeta üvey evlat muamelesi görüyormuş, buralara yatırım yapılmıyormuş.
Muhabirler habere çıkacak araç bulamıyormuş.

Çalışanlar fokur fokur kaynarken, Toktaş’ın kendi koltuğunu koruma kaygısı ve daha liberal ve Davutoğlu’na yakın ajandasını kanala dayattığı konuşuluyor.

Tüm bunlara, iç huzursuzluk ve yönetim tarzının yarattığı rahatsızlık eklenince…
İşte karşımıza nur topu gibi bir Halk TV’yi yönetememe krizi çıkıyor.
Son birkaç ayda onlarca gazetecinin ya kovulduğu ya da topuklayıp kaçtığı Halk TV,
bu durumu daha ne kadar sürdürebilir…
Göreceğiz…

Demirören Medya çalışanlarına iyi haber…

Haftalardır yazdım..
Çizdim…
Emekçinin sesi olmak istedim…

Demirören medya çalışanlarının tek bir derdi var dedim…
Yıllık zam, diye haykırdım.

Belli ki emekçinin haykırışı patron katında yankı bulmuş.
Hep kötü şeyler mi yazacağız yahu!
Demirören yönetimi kesenin ağzını açmış.
Yıllık zam yapılacakmış.

Yüzdesi nedir bilmiyorum ama emekçi kardeşlerim rahat bir nefes almış.
Bu nedenle Demirören yönetimini de tebrik ediyorum.

Bir de kötü haber: Ahmet Hakan firarda!

Şimdi iyi bir şey yazdım ya…
Keskin mi keskin kalemim laf dinlemiyor…
Demirören medyayla ilgili bir de kötü haberi vereyim.
Amiral geminiz Hürriyet zaten batmıştı, şimdi enkazı denizin dibini boyluyor!

En son Sabah yazarı Huncal Uluç değindi bu konuya.
El insaf…
Koca Hürriyet’i her sabah açıyorsunuz…
Bomboş bir birinci sayfa.
Resmen Twitter’dan döşenmiş bir gazete…

GYY Ahmet Hakan eskiden köşelerini TT’lere göre yazardı.
Şimdi tüm gazeteyi sosyal medyanın esiri etmiş!

Ne doğru düzgün bir özel haber…
Ne çarpıcı bir başlık…
Resmen özellikle son bir aydır içim kan ağlıyor.

Ha bir de dikkatimi çeken bir başka şey:
Ahmet Hakan resmen firarda.
Ortalık yangın yeri.
Kavga kıyamet…

Ekonomi bir yanda, AK Parti içindeki değişen dengeler, HDP’ye kapatma davası, pandemi falan derken…
Tam da bu günlerde görevini yerine getirmesi gereken Ahmet Hakan düşük profilli takılıyor…
Hatta öyle ki yengesi Kübra Par eleştiri oklarının hedefi oldu.
Ona bile sesini çıkarmadı, bir destek atmadı…

Oysa ki, kendini o koltuğa getiren hükümet çevreleri için görevinin hakkını vermeli!
Gün bugün!

Acaba kehanetim mi gerçekleşiyor?
Çark çatırdıyor mu?

KESKİN KALEM

keskinkalem@medyaradar.com