Televizyon
08 Eyl 2012 13:40 Son Güncelleme: 23 Kas 2018 14:07

ATİLLA DORSAY'I BİLE KANDIRMAKTAN UTANMIYORLAR!

Montreal'den "en iyi film" ödülüyle dönen Ateşin Düştüğü Yer'i geçen yıl Altın Portakal'da yarıştırmayanların paçaları tutuşmuş, ne diyeceklerini bilmiyorlar! Murat Tolga Şen yazıyor.

48. Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde ön jüriyi geçiremeyen, hatta 100 üzerinden aldığı 1 puanla festivale katılan sinema insanları ve yazarları tarafından alaya alınan, bağnaz ve aşırı muhafazakar bir film olmakla suçlanan İsmail Güneş filmi  “Ateşin Düştüğü Yer”

Öncelikle şu düzeltmeyi yapayım; Zaman gazetesi yazarı M. Nedim Hazar geçenlerde İsmail Güneş’e “Montreal’den Gelen Kapak” adını verdiği bir destek yazısı yazmış ancak yanlış insanları suçlamış.

Yazısında, “O yılki Antalya Altın Portakal Film Festivali, tema olarak kendine ’kadın’ı seçmişti ve jürinin tamamı kadınlardan oluşuyordu. Bu demekti ki, “Ateşin Düştüğü Yer” sadece vizyonda değil bu festivalle başlayan bir ilgi yumağının da merkezine oturacaktı. Fakat çok ilginç bir gelişme oldu ve ’tamamı kadınlardan oluşan’ jüri, filmi ’sıfır’ puanla yarışmaya değer bile bulmadı.” demiş ancak film, başkanlığını Müjde Ar’ın yaptığı değerlendirici jürinin önüne bile gelmedi, gelseydi mutlaka ödülle dönerdi. İşin daha başında, yarışacak filmleri seçen ön jüri tarafından elendi.

Peki, onlar kim? İşte “Ateşin Düştüğü Yer”i ulusal yarışma seçkisine layık görmeyen festival ön jürisi: Mahinur Ergun (yönetmen), Fide Motan (yönetmen), İlksen Başarır (yönetmen), Selda Çiçek (sanat yönetmeni), Prof. Dr. Ruken Öztürk (akademisyen), Ayşegül Çetin (yapımcı), Tuba Büyüküstün (oyuncu), Beste Bereket (Oyuncu) ve Nil Kural (sinema yazarı)…

Baştan altını çizeyim; ben yukarıdaki isimlerin sinema üzerine bilirkişiliklerine bu yanlı kararlarından ötürü geçen yıldan beri zerre kıymet vermiyorum.  İstedikleri kadar aksi yönde beyan versinler, Türkiye’de sinema yapımını / değerlendirmelerini etkileyen güçlü bir örgütlenme vardır ve bu klan işine gelmeyen her durumda ötekileştirmenin Allah’ını yapar. Sinema yapanları geçtim, sinema yazanlar içinde de bu örgütlenmenin uzantıları etkili olmaya devam eder.  Kendilerinden olmayanı aralarına almazlar, alsalar bile baskılarlar. Kimse çıkıp itiraz etmesin, bir sürü örneği var.

Şu aralar, Montreal’den ödüllerle dönen filmi neden önemsemedikleriyle ilgili tuhaf açıklamalar yapmakla meşguller. Paçalar tutuştu, bahaneler sıralanmaya başladı. Habertürk’de okudum, Atilla Dorsay’a “Film daha laboratuvar işlemleri bitmeden ham haliyle önümüze geldi, o yüzden belki iyi değerlendiremedik” demişler ancak bu kocaman bir yalan! Sinema yazarlığının ufkunu açan, tarafsızlığından zerre kadar şüphe etmediğim bu kıymetli ismi bile kandırmaktan utanmıyorlar!

Atilla Dorsay’a söylenen maalesef doğru değil. Ateşin Düştüğü Yer, Şafak filmin ses stüdyosunda Dolby Digital işlemleri bitmiş olarak Quicktime formatında ve dört ayrı gösterim programında seyrettirildi. Ön jürinin DVD’den seyrettiği filmlerin birçoğunun sesleri ise seçimden sonra yapıldı. Normal çekim seslerinin balanssız halleriyle DVD olarak seyrettiler. Ayrıca dedikleri doğru olsa bile film yarışmaya katılmamış sayılmalıydı. Dolayısıyla da bu sene katılabilmeliydi.

Entelektüel insanların çeteleşmesi, adalet duygusunu yücelten sol düşüncenin pratikte çökmesi acı verici bir durum. Festivaller Türk sinemasının tüm örneklerinin tarafsızlıkla değerlendirildiği platformlar. Bu suç organizasyonların değil. Onlar sinemayla halkı buluşturma amacıyla değerlendirme yetkisini sinemayı bilenlere emanet ediyorlar. Ama işte sorumluluğu taşıyamayan birileri sırf yönetmeni başka kabileden olduğu için bu tarz işlere kalkışıyor ve o hesaplar Montreal’den dönüyor. Umarım tüm yaşananlardan sonra biraz akıllanmışlardır.

Twitter.com/murattolga