İnfial
15 Haz 2016 10:35 Son Güncelleme: 23 Kas 2018 21:19

Atalay Filiz neyin “Mesajı”nı alıyordu?.. “Zihin Kontrol Deneği” olabilir mi?..

Medyaradar medya-siyaset analisti Atilla Akar, Atalay Filiz’in yakalanması sonrası ortaya çıkan yeni durumu değerlendirdi…

Efendim; malum Türkiye günlerdir “Seri Katil Atalay Filiz olayı”nı konuşuyordu. Sonunda yakalandı da millet “Atalay Filiz şurada görüldü, burada görüldü”, “Şuraya kaçtı, buraya kaçtı” gibi saçmalıklardan kurtuldu. Ne var ki iş polisiye açıdan tamam görünse de halen bazı açılardan muammasını koruyor. Tabii ben de taktım bu işe ve kendi çapımda Sherlock Holmes’lüğüme devam ediyorum…

Nitekim 6 Haziran 2016 tarihinde bu köşede “Seri Katil Olayında Bir gariplik Var!” başlıklı bir yazı yazarak olaya dair soru ve şüphelerimi dile getirmiştim. Orada olayda göze çarpan tuhaflıkları sıralamış ve bazı “acaba”larımı paylaşmıştım. Nitekim bana göre bu acayiplikler halen sürüyor ve hatta daha da derinleşmiş vaziyette. Tek fark hadisenin yeni bir merhaleye sıçramış olması. Ayrıca olayın gidişatının şüphelerimi doğrulamaya doğru gittiğini düşünüyorum.

GAZETELER NEYİN “MESAJINI” VERİYORDU?..

Neyse; biz gene gelişen yeni duruma odaklanalım. Atalay Filiz yakalandığından bu yana bende durumu göz ucuyla takip etmeye çalışıyorum. İşin magazine edildiği (Belki de bilinçlice!) zırvalıkları geçersek bazı ilginç hususlar ortaya çıkmaya başladı. Bu konuda medyadaki diğer bütün “haber sağanağı”nı geçerek özellikle ifadelerindeki bir noktaya yoğunlaştım.

Bilhassa “Gazeteler bana mesaj veriyordu” başlığıyla verilen haber bu açıdan çok enteresandı. Buna göre Filiz, “Gazetelerden bana şifreli mesajlar geliyordu” demekteydi. İlk anda (“İlk anda”lara kanmamak gerek azıcık “saksıyı çalıştırmak” yeter!) insana “Deli saçması” gibi gelen ve “Acaba kendisini akıl hastası gibi gösterip, rapor alıp, yırtmaya mı çalışıyor?” diye düşündüren bu olay bir başka açıdan bakıldığında hayli “garip” görünüyordu.

Şimdi bakalım Atalay Filiz bilhassa Galatasaray Lisesi’nde yatılı kaldığı döneme ilişkin bu konuda neler demiş?..

“11 yaşımdan itibaren sürekli gazete okuyordum. Okuduğum gazetelerin bana mesaj verdiğini fark ettim. Mesela okuduğum gazetelerde bana ‘Atalay sen kantinden gofret çal’ gibi mesaj verildiğini fark etmem nedeniyle okulun kantininden gofret ya da çikolata çalıyordum. Bana gizli mesaj olarak iletiliyordu.”

Devam edelim…

“Bu dönemde yaşım da büyüdüğü için okuduğum gazetelerden daha farklı mesajlar almaya başladım. Bu mesajlarda bana takı, elektronik eşya gibi değerli şeyleri çalmam söyleniyordu. Ben de bu mesajlar doğrultusunda okuldan çıktıktan sonra İstiklal Caddesi’ndeki dükkanlardan hafıza kartı, kolye, küpe gibi takı eşyaları çalıyordum. Bana mesaj verdiğini düşündüğüm gazetelerin tamamını evde dolabımda ve yatağımın altında saklıyordum”

Tekrar devam…

“Gazete yazılarından aldığım mesajlar benim hayatımı esir etmişti. Sıradan bir gazete yazısını okur okumaz hemen anında mesaj alamıyordum. Ancak gazeteyi 1 saat okuyordum. 1 saat okuduktan sora mesajları tespit ediyordum ve bu mesajlara göre hareket ediyordum. Ancak kesinlikle o dönemde herhangi bir kişiyi öldürmem ya da başka şekilde zarar vermem söylenmiyordu”

Bitmedi… Şimdi de Paris dönemine ilişkin…

“Hem Fransız hem de Fransa’da basılan Türk gazetelerini alıp okuyordum. Bu gazetelerin birisinde yazılan bir yazıdan aldığım mesajda bana bir takım araçları ve kişileri takip etme görevi verildi. Görevi yerine getirebilmem için Rower marka 1996 yada 1997 model aracı satın aldım. Verilen mesaj gereği bir takım insanları ve araçları takip ettim.”

Az sabredin… Şimdi de İtalya Kampı…

“Bir defasında okuduğum bir gazetede bana İtalya’ya bir yaz kampına katılıp burada bulunan insanlara kendimi Fransız olarak tanıtmam ve insanları inandırmam yönünde mesaj verildi.”

BİR  “CASUSLUK OPERASYONU”NDA “PROJE KİŞİLİK” Mİ?.. 

Daha ilk Ankara Cinayetleri işlendiğinde üç yıl önce 20 Eylül 2013 tarihli ve “Dikkat çekici bir cinayet!” başlıklı yazımda “Olay bu bilgiden sonra ister istemez ‘Düşündürücü’ bir hal alıyor. Bir TÜBİTAK çalışanı, önemli mevkide bir general ve yabancı uyruklu bir kadın. Biraz kurgulasanız bir ‘Polisiye’ ya da ‘Casusluk’ romanı bile çıkar!” demiştim. Anlaşılan iş “roman”ı da aşmış!

Yukarıda belirttiğim yeni tarihli en son yazımda ise aileler ve TÜBİTAK’la ilgili sorular ile birlikte MİT’in Atalay Filiz’i aramasının garip olduğunu, öldürülen Rus kızların ise yabancı bir istihbarat servisinin “Bal tuzağı” olabileceğini belirtmiştim. Şimdi bu şüphelerim doğrulanıyor sanki. O konudaki habere bakalım şimdi de…

“Gazete yazılarındaki şifreli mesajları çözmeye çalıştığını öne süren Filiz’in, zaman içindeki gazete yazılarındaki mesajlarda Göktuğ Demirarslan ve Elena Radchikova’nın da casusluk yaptıkları gerekçesiyle her ikisini öldürmesi gerektiğinin emredildiğini söylediği öğrenildi.”  deniliyor. Ayrıca haberde ‘Filiz’in ifadesinde, “Tarih öğretmeni Kayıkci’nın ise kimliğini deşifre etmeye çok yaklaştığını, eğer kimliğini açığa çıkarırsa öldürmesi gerektiği yönünde gazete yazılarından mesajlar aldığını’ söylediği belirtildi.” de deniyor.

Aynı şekilde “Atalay Filiz’e baro tarafından atanan avukat ise, “İradesi tutsak altına alınmış şekilde, gizli güçlerden kendisine verilen gizli talimatlar ve şifreler doğrultusunda hareket etmiştir” şeklinde savunma yaptığı öğrenildi.” denilmekte ama bunu avukatının ağzından duymadıkça dikkate almam.

ATALAY FİLİZ BİR “MANÇURYA KOBAYI” OLABİLİR Mİ?

Elbette daha hiçbir şey kesinliğe kavuşmamıştır. Bu iddialar sanığın cezadan kurtulmak için “uydurması” da olabilir. Epeyce zeki olduğu anlaşılan Filiz, kendi kendisine bir “hikâye” de uyduruyor bulunabilir. Yahut birilerine mesaj da yolluyor olabilir. “Beni ne duruma soktunuz, bakın ha…” diye.

Ancak her ne olursa olsun iddialar öyle bir çırpıda es geçilebilecek türden görünmüyor. Bu konular bilmeyene ve anlamayana (Modern ve “çok bilmiş” cahillere!) “Uçuk kaçık komplo teorileri” gibi gelebilir ama dünyada 1950’li yıllardan beri “MK-ULTRA” diye bilinen muhtelif “Beyin Kontrol Deneyleri” uygulamaları yapılmakta, “Zihin kontrol suikastçıları” yetiştirildiği öne sürülmekte hatta bazı olaylarda kullanıldığı vurgulanmaktadır. (JFK suikastındaki Lee Harwey Oswald, Senatör Robert Kennedy olayındaki Sirhan Beşara Sirhan, John Lennon olayındaki Mark David Chapman, vb gibi. Ne ilginçtir ki bu olaylardaki kişiler de eylemleri öncesi kimi “mesajlar” aldıklarını söylemektedirler.) Bu konudaki iddialar hafife alınmayacak kadar ciddidir. Kesinlikle bir Bilim-Kurgu fantezisi değildir.

İstihbarat kuruluşlarının denetim ve finansesindeki “Karabilim projeleri” altında yürütülen bu projelerdeki deneklere literatürde “Mançurya Kobayı” denmektedir. (Bu konuda iki de film vardır. İlki başrolünde Frank Sinatra’nın oynadığı 1962 tarihli “The Manchurian Candidate” (Mançuryalı Aday) diğeri ise başrolünde Danzel Washington’ın oynadığı 2004 tarihli aynı isimdeki filmdir.) İnsan zihninin ele geçirilmesi, yönlendirilmesi üzerine yürütülen bu çalışmalar günümüzde çok tehlikeli bir aşamaya gelmiştir. Amaç insan iradesinin kırılması ve yönlendirilmesidir. Bu konuda bazı önemli adımlar attıkları varsayılmaktadır.

İşte Atalay Filiz’in son ifadesi de bu yönde “Kokular” yaymaktadır. Ciddiye alırsınız almazsınız o ayrı konu. Ama böyle bir ihtimali tümüyle “yok” sayamazsınız. Olay bu ihtimale göre de incelendi ya da değerlendirildi mi bilemem ama incelense iyi olur derim. Yoksa “Adam zaten seri katil, her tür manyaklık beklenir” diye kestirip atmak kolaydır. Öyle bile olsa o zamanda onu ispatlarsınız!

Filiz bahsettiği durumları bu konularda okuduğu kitaplardan, seyrettiği filmlerden de kurguluyor olabilir. Fakat ya kurgulamıyorsa? Anlattığı olaylar kendi kendine uydurduğu (ya da kendisinin de inandığı) olaylar da olabilir hakikaten “şüpheli” durumlar da. Bu anlamda “kesinlik” elbette yoktur.
Lakin Filiz’in saydığı olaylar bir deneğin aşama aşama belli durumlara hazırlandığı şablonuna uymaktadır. Bazı “zihinsel şifreler”le kimi işlemlerden geçirilmiş deneklerin bazı davranışlar tetiklenebilir. İncelemeye değerdir. Tabii önce bunu görebilecek, saptayabilecek bakış, sezi, bilgi gerekir. Bu konuda Türkiye’de uzmanlar var mı bilmem. Olsa iyi olur.

Fakat burada en önemli soru şudur; eğer bu “hikâye” doğru ise bunu Atalay Filiz’e kimler, nasıl, hangi metotlarla ve ne zaman yapmış olabilirler? Atalay Filiz rastgele mi yoksa bazı özelliklerinden dolayı mı seçildi? Başka ne gibi aşama (Telkin, hipnoz, farmakolojik yüklemeler, vb) ve yönlendirmelerden geçti? Yoksa hepsi hakikaten “palavra” mı? Ne olursa olsun ilginç!..

Bu soruların cevabını bulmak ise beni aşar. Ben ancak her zaman ve her konuda yaptığım gibi bu konuda da soru ve şüphelerimi dile getirilebilirim…

Ne diyeyim; zihninize mukayyet olun!..

15.06.2016.

atillaakar@gmail.com